• 1878 yılında Girit'in nüfusu 300 bindi, bunun 120 bini Müslüman Türk, kalanı Rum'du.
    93 Harbi Sonrası Girit için imzalanan Haleppa Sözleşmesi sonrası tanınan haklar ile birlikte Girit'e Yunanistan'dan göçmenler gelmeye başladı.
    Gelenlerin çoğu tek erkekti.

    Bu arada Haleppa Sözleşmesinde Girit'e Hristiyan vali atanabileceği ve asayişi sağlayacak Jandarmanın yerel halktan seçileceği gibi maddeler de vardı.

    Haleppa Sözleşmesini takiben, Fotyadi Paşa, Sava Paşa, Kostaki Anthopulos Paşa, Nikolaki Sartinski Paşa gibi isimler bizzat 2. Abdülhamid tarafından sırasıyla Girit'e vali olarak atandılar.

    Girit'e Hristiyan Rum valiler atanırken, aynı süreçte Girit'teki Hristiyan Kaymakamların sayısı Müslüman-Türk kaymakamların 2 misline çıkmıştı.

    Harbiyeli Subaylar durumun vahametine dikkat çekerken, iktidardaki Abdülhamid ve yandaşları "bişey olmaz çok abartıyorsunuz" kafasındaydı.

    Nihayet 1896 yılında Girit İsyanı patlak verdi.
    Binlerce Müslüman Türk, yıllar boyunca Yunanistan'dan gelen o tek erkek çeteciler tarafından katledildi.
    Girit'te oluk oluk Müslüman-Türk kanı aktı.

    Subaylar Abdülhamid'e "Donanmayı yola çıkar gidip Girit'i kurtaralım" dedikçe Abdülhamid buna kulaklarını tıkadı, hatta donanmayı Haliç'e zincirledi.
    Basına Girit konusunda sansür uyguladı, Girit kelimesini çağrıştırıyor diye "Geride" kelimesinin yazılması yasaklandı.

    1897 yılına gelinip nüfus sayımı yapıldığında Girit'in nüfusu yine 300 bin çıkmıştı, lakin Müslüman-Türk nüfusu 70 bine düşmüştü.

    Abdülhamid, Girit'te yaşanan katliamı basit bir "huzursuzluk" olarak görüyordu.
    Ta ki Yunan Ordusu Girit'e çıkana kadar.
    Neticede Yunanistan'ın Girit'e asker çıkarması ve Epir'i işgal etmesi ile Osmanlı, Yunanistan'a savaş açmak zorunda kaldı, Yunanistan'daki savaşları Osmanlı kazansa da Girit'te etkisiz kaldı ve yapılan barış antlaşması neticesinde Girit'e özerklik verildi.

    Girit fiilen Osmanlı'ya bağlı olsa da artık elden çıkmıştı, Osmanlı garnizonu Girit'i terk etti ve Girit'in kaderi, Yunanistan tarafından atanan Hristiyan valiye ve garantör devletlere (İngiltere, Fransa, Rusya) bırakılmıştı.

    1900 yılına gelindiğinde adanın nüfusu 305 bindi ve bu nüfusun sadece 33 bini Müslüman-Türklerden oluşuyordu.

    Girit artık özerk bir cumhuriyetti.

    1910 Yılında Girit meclisi Yunanistanla birleşme kararı aldığında adanın nüfusu 336 bin kişiydi ve bu nüfusun sadece 27 bini Müslüman-Türk nüfustu.

    1913 Yılına gelindiğinde Yunanistan Girit'i ilhak ederek topraklarına katıyordu...
    1878 yılında Girit'in nüfusu 300 bindi, bunun 120 bini Müslüman Türk, kalanı Rum'du. 93 Harbi Sonrası Girit için imzalanan Haleppa Sözleşmesi sonrası tanınan haklar ile birlikte Girit'e Yunanistan'dan göçmenler gelmeye başladı. Gelenlerin çoğu tek erkekti. Bu arada Haleppa Sözleşmesinde Girit'e Hristiyan vali atanabileceği ve asayişi sağlayacak Jandarmanın yerel halktan seçileceği gibi maddeler de vardı. Haleppa Sözleşmesini takiben, Fotyadi Paşa, Sava Paşa, Kostaki Anthopulos Paşa, Nikolaki Sartinski Paşa gibi isimler bizzat 2. Abdülhamid tarafından sırasıyla Girit'e vali olarak atandılar. Girit'e Hristiyan Rum valiler atanırken, aynı süreçte Girit'teki Hristiyan Kaymakamların sayısı Müslüman-Türk kaymakamların 2 misline çıkmıştı. Harbiyeli Subaylar durumun vahametine dikkat çekerken, iktidardaki Abdülhamid ve yandaşları "bişey olmaz çok abartıyorsunuz" kafasındaydı. Nihayet 1896 yılında Girit İsyanı patlak verdi. Binlerce Müslüman Türk, yıllar boyunca Yunanistan'dan gelen o tek erkek çeteciler tarafından katledildi. Girit'te oluk oluk Müslüman-Türk kanı aktı. Subaylar Abdülhamid'e "Donanmayı yola çıkar gidip Girit'i kurtaralım" dedikçe Abdülhamid buna kulaklarını tıkadı, hatta donanmayı Haliç'e zincirledi. Basına Girit konusunda sansür uyguladı, Girit kelimesini çağrıştırıyor diye "Geride" kelimesinin yazılması yasaklandı. 1897 yılına gelinip nüfus sayımı yapıldığında Girit'in nüfusu yine 300 bin çıkmıştı, lakin Müslüman-Türk nüfusu 70 bine düşmüştü. Abdülhamid, Girit'te yaşanan katliamı basit bir "huzursuzluk" olarak görüyordu. Ta ki Yunan Ordusu Girit'e çıkana kadar. Neticede Yunanistan'ın Girit'e asker çıkarması ve Epir'i işgal etmesi ile Osmanlı, Yunanistan'a savaş açmak zorunda kaldı, Yunanistan'daki savaşları Osmanlı kazansa da Girit'te etkisiz kaldı ve yapılan barış antlaşması neticesinde Girit'e özerklik verildi. Girit fiilen Osmanlı'ya bağlı olsa da artık elden çıkmıştı, Osmanlı garnizonu Girit'i terk etti ve Girit'in kaderi, Yunanistan tarafından atanan Hristiyan valiye ve garantör devletlere (İngiltere, Fransa, Rusya) bırakılmıştı. 1900 yılına gelindiğinde adanın nüfusu 305 bindi ve bu nüfusun sadece 33 bini Müslüman-Türklerden oluşuyordu. Girit artık özerk bir cumhuriyetti. 1910 Yılında Girit meclisi Yunanistanla birleşme kararı aldığında adanın nüfusu 336 bin kişiydi ve bu nüfusun sadece 27 bini Müslüman-Türk nüfustu. 1913 Yılına gelindiğinde Yunanistan Girit'i ilhak ederek topraklarına katıyordu...
    0 Comments 0 Shares
  • Yıl 1947

    Bir gemi Filistin limanına yanaştı.
    İçinde Hitler'in soykırımından kurtulmuş Yahudi göçmenleri vardı.
    Geminin iskelesinde,
    "Almanlar, ailelerimizi yok etti, siz umutlarımızı yok etmeyin" yazıyordu.

    Ne kadar anlamlı fotoğraf.
    Tarih unutmaz....

    74 sene sonra o Yahudiler'in çocukları kendilerine kucak açan Filistinlileri topraksız ve umutsuz bıraktı.
    Yıl 1947 Bir gemi Filistin limanına yanaştı. İçinde Hitler'in soykırımından kurtulmuş Yahudi göçmenleri vardı. Geminin iskelesinde, "Almanlar, ailelerimizi yok etti, siz umutlarımızı yok etmeyin" yazıyordu. Ne kadar anlamlı fotoğraf. Tarih unutmaz.... 74 sene sonra o Yahudiler'in çocukları kendilerine kucak açan Filistinlileri topraksız ve umutsuz bıraktı.
    0 Comments 0 Shares
  • TÜRK Kültüründe "SARI - KIRMIZI - YEŞİL"

    İnsanları bir araya getiren, onların ortak değerlerde birleşip
    bir ulus olmalarına etki eden değerlerin başında renkler gelir.

    Sarı, kırmızı, yeşil, beyaz ve mavi...
    bu renkleri Türkler tarihleri boyunca kültürlerinde,
    günlük hayatlarında kullanmış, kimi zaman halı desenlerinde,
    kimi zaman giyim kuşamlarında hep bu renklerle bezenmişlerdir.

    Günümüzde, Türkmen-Yörüklerin kullandığı cepken, entari, potur, dizlik, çorap, çarık ve başlarına bağladıkları poçu’ları bu renklerle boyanmaktadır. Bu renkler ayrıca tarihte kurulmuş.

    Türk devletlerinin bayraklarında da kullanılmıştır.

    Bayrağımızdaki kırmızı ve beyaz
    Türk halkını bir bayrak altında toplayan renklerdir.

    Renklerin değişik anlamlar ifade etmesi ise
    mitolojiden de kaynaklanmakla birlikte uygarlıkla ilgilidir

    Bugün suni bir şekilde etnik hale getirilmeye çalışılan
    Sarı , kırmızı ve yeşil de
    tamamen Türk kültüründe önem verilen renkleridir zaten.

    Türklerden, renklerin yön belirten sembolik anlamları konusuna
    ilk defa dikkatimizi çeken Ziya Gökalp’tir.

    Renkler Türk kültüründe yön bildiren kavramlardır.

    Bunların ötesinde Türk gelenek, görenek ve kültüründe
    gücü, kuvveti, hakimiyeti işaret etmek için sarı rengin ön plana çıktığı görülmektedir.

    3 RENGİN ANLAMI

    YEŞİL : DİRİLİK,TAZELİK,GENÇLİK

    SARI : MERKEZ,HÜKÜMRANLIK

    KIRMIZI : TANRI, KORUYUCU RUH, OCAK(EV),

    DİRLİK, BAĞIMSIZLIK, HÜRRİYET



    Türk tarihinin muhtelif devrelerinde renklerin yönleri ifade etmek için kullanıldığını biliyoruz. Dört yönün her birisi ayrı renk ile şekillenmiştir

    Kara Kuzey
    Kızıl (Al) Güney
    Gök (Yeşil) Doğu
    Ak Batı

    Bu konuda Alföldi’nin II. Tarih Kongresinde sunduğu bildiride:

    “Moğol kavimlerinin bayrak direklerinde sallanan beş renkli hamailler
    (yeşil, beyaz,kırmızı, kara ve sarı)
    şüphesiz Çinlilerde olduğu gibi onlarda da dört kutbun
    ve dünyanın merkezinin renklerine tekabül eder.

    ____________Sarı

    Temel olarak neşe ve keyif verici bir renk olan sarı,
    Türk kültüründe yön bildirme açısından dünyanın merkezinin sembolüdür.

    Aynı zamanda bilgeliği, anlayışı
    ve yüksek düzeyde sezgisel kavrayışı da açığa çıkarır.

    Bu renk Türk mitolojisindeki Ülgen’le doğrudan doğruya ilintilidir.

    Ülgen’in öyle bir sarayı vardır ki bu sarayın kapıları altından olup Ülgen
    de altın bir taht üzerinde oturmaktadır.

    Bugün kullanılan sarı da, Osmanlı dörneminde sırma sarısı olarak ifade edilen sarı da hep altın sarısı olmuştur.

    Altın tonlarındaki sarı,
    ruhsal kusursuzluğu, huzur ve dinlenmeyi temsil eder.

    Ögel:
    “Kanaatimizce, Ülgen’in altın tahtının sembolü olarak dünyanın merkezinin işareti diye kabul edilmiş olan sarı renk, bu sembol anlamını Türklerin çizmelerinin (edik) rengi olarak da uzun yıllar sürdürmüştür.

    Zira, bilindiği gibi Türkmenler yüzyıllarca, sarı edik ile
    kızıl keçeden külah giymişlerdir.

    Halkımız arasında bugün de çok yaygın olarak kullanılan
    ‘Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’ deyiminin de kaynağı
    bu tarih ve kültür geleneğimizdir...

    Türklerde sarı rengin hükümranlık rengi olarak
    kullanılmasıyla ilgili tarihi bilgilere baktığımız zaman ise:

    Meselâ Uygur Türk yazılı belgelerinde ‘sarıg urunggu’ yani sarı bayrak,
    bir burcun adı olarak geçmektedir.”13 demektedir.

    Sarı renk, Memlük ve ve Altın Ordusu devletlerinde çok kullanılmış, bayraklarının ana rengi olmuştur.

    Sarı renk aynı zamanda güneşin rengi ve simgesidir.

    Sarı tonlu meyve ve sebzelerin, bağırsaklar için
    iyileştirici etki yapan ve sinirleri sakinleştiren bir eğilim gösterir.

    Sarı renk ile de tedavi edilebildiği söylenen bazı hastalıklar bulunmaktadır. Bunlar arasında böbrek rahatsızlıkları, hazımsızlık, felç, bitkinlik,
    egzama ile sindirim sistemiyle ilgili bazı hastalıklar sayılabilir.

    Türk destanlarında ise
    sarı renk kötülük ve felaket sembolü olarak görülmüştür.

    Sarı ejderha Türk masallarında kuşku ve kötü duygular veren bir motiftir.

    Sarı renk Anadolu kültüründe hastalık sembolü olarak bilinir.

    ____________Kırmızı (Al, Kızıl)

    Halk arasında al ve kızıl adları ile de bilinen kırmızı renk
    genel kültürümüzde heyecan, kudret ve akıncılığın sembolüdür.

    Cesaret, hayatta kalma ve hayat verme unsuru olarak bilinen kırmızı
    kan rengi olup yüzyıllar boyu Tehlikenin ve tahribatın simgesi olmuştur.
    Trafik ışıklarında dur sinyali olarak kullanılmasının nedeni de budur.

    Tarihimizin başlangıcından beri manevi ve milli renk olarak algılanmakta, Türk duygusunu yansıtan milli bir sembol olarak görülmektedir.

    Rengini kandan alan kırmızı eski çağlarda yaşamın yenilenmesi olarak düşünülmüş, yontma taş ve cilalı taş dönemlerinde gömütlerde bulunan kemiklerin kırmızı renge boyanmış olmasının nedeni buna bağlanmaktadır.

    Anadolu’nun ana tanrıçası Kibele’nin olduğu gibi
    İbrahim Peygamber ve Meryem’in de simgesi kırmızıdır.

    Hakanların al kaftan giymeleri hakanlık sembolü idi.

    Yavuz Sultan Selim’in 1516’da Ridaniye savaşına giderken ve savaş alanında kırmızı kaftan giyip beline kırmızı kemer takıp ayağına da sarı çizme giydiği tarihî belgelerden anlaşılmaktadır.

    Bu sembol zamanla anlam değiştirip düğünlerde damada al kaftan giydirme ve gelinlere al duvak takma geleneğine dönüşmüş, zamanla bu gelenek de değişime uğrayarak damada siyah elbise giydirilmiş, geline de beyaz duvak ve gelinlik takılır olmuştur.

    Halen Başkurtlarda sürdürülen damada kızıl cepken giydirilme geleneği,
    eski kızıl kaftanın kalıntısı olarak görülmektedir.

    Kırmızı güneşin doğuşunda ve batışında büründüğü renk olduğu için Türkmenlerce kutsal sayılmıştır.

    Türklerin eski inançları arasında
    koruyucu ruh olarak “Al Ateş” denilen
    ateş tanrısına inanılmakta idi.

    Eski devirlerden beri Türk hakanlarının al bayrak kullanması
    ateş kültü ve koruyucu ruh inancına dayanmaktadır.

    Rusların İgor destanında Kıpçak Türklerinin kızıl bayrağından söz edilmesi Türkleri savaşlarda kırmızı bayrak kullanması konusunda ileri sürülen bilgileri
    doğrulamaktadır.

    Kırgızların bayrak yerine aslı alev olan yalav sözcüğünü kullanması da
    ateş kültünden kaynaklanmaktadır.

    Kaşgarlı Mahmud’un:
    Ağdı kızıl bayrak
    Toğdı kara toprak

    biçimindeki dizeleri Türklerde kızıl bayrağın savaş bayrağı olarak kullanılışını işaret eden belgelerdendir.

    Osmanlıların kırmızı bayrağı seçmesi olayı da Reşat Genç tarafından: “Osmangazi hazretleri ak sancağı (Anadolu Selçuklu Sultanı’ndan) almadan önce, harb bayrağı için kızıl rengi seçip kabul etmişlerdi.

    Aşiret mensuplarını kolayca harb bayrağı altına toplayabilmek için onların tab’an meclup oldukları (yani yaradılışlarından tutkun oldukları) al renkli bayrağın manevi tesiri bulunduğunu takdir eylemişlerdi.”8 diye açıklanmaktadır.

    Abdülkadır İnan: “Al kelimesinin ateş kültü ile bağlı olduğunu gösteren bir emmare de bütün Türk kavimlerinde yaygın olan Alaslama merasimidir.

    Alaslama orta ve doğu Türklerinde ateşle temizleme ve takdis merasimidir.

    Anadolu’da da alaslama bir tedavi usulüdür.
    Bunun için kırk bır tane al renkli keten bezinden, okuya okuya parmağa bir ip yumağı yapılır. Sonra bu yumak ateşte yakılarak külü tekrar bir al bez üzerine konur ve bununla alazlanır.

    Al ruhu eski Türk panteonunda kuvvetli, belki hami tanrılardan biri olmuştur.

    Al kelimesinin ateş kültüyle alakası olması bilhassa bu ruhun en eski devirlerde hami ruh, ateş ve ocak ilahesi olduğunu göstermektedir.9

    Türk sosyal yaşamında kırmızı renk o kadar geniş yer tutmuştur ki
    Türk halılarında da genç kızlar kırmızı rengi hakim renk olarak kullanmışlardır.

    Türkün gözü alda olur söylemi de
    sosyal yaşamda kırmızının etkinliğini vurgulamaktadır.

    Al renk ile ilgili geleneklerden günümüzde hamile kadınlarla ilgili Al bastı olgusu da aynı kültün devamı konumunda görülmektedir.

    Kırmızı renk ile tedavi edilebildiği söylenen bazı hastalıklar olduğu bilinmektedir.
    Bunlardan astım, felç, bronşit, zatürre, kabızlık ve tüberkülozdur.
    Kırmızı titreşimlerin kan basıncını artırıp tansiyonu yükselttiği deneylerle
    kanıtlanmıştır. Solunum yollarına kırmızı ışık tutulduğunda solunumun hızlandığı ve kırmızı ışığa uzunca bakılınca göz kırpmaların sıklaştığı da kırmızı ışıkla ilgili saptanan bulgular arasındadır.

    Anneyi ve çocuğu korumak için lohusaya ve bebeğe kırmızı tül örtülür. Kırmızı altın takılır ve şeker yedirilir. Kırmızı ve beyazın kutsallığına inanıldığından loğusa kadının başına örtülen kırmızı örtü beyaz bir kurdale
    ile bağlanmaktadır.

    ____________Yeşil

    Sarı rengin sıcaklığı, mavi rengin sakinlik ve huzurunu bünyesinde barındıran bu renk doğa rengi olup doğada ağaçların, bitkilerin sembolüdür.

    İslâmiyetle kutsallık kazanan yeşil, Safevi türkmen devletinin bayrağının ana rengi olmuş, Osmanlı sancaklarında uzun süre kullanılmıştır.

    Eski Türkçe’de yaşıl olarak kullanılan
    ve yaş kökünden türeyen bu sözcük eski kullanımını dış Türklerde halen korumaktadır.

    Türklerin yeşille ilgili olarak manevi inanmalarının kökü
    en eski dini inanmalarından kaynaklanmaktadır.

    “Türk mitolojisine göre hayır ilahı Ülgen’in,
    koruyucu ruh olarak kabul edilen yedi oğlundan birinin adı Yaşıl (yeşil) Kaan idi ve umumiyetle bitkilerin yetişip-büyümesini düzenlediğine inanılırdı.

    Ayrıca, yeşilliklerin Ülgen inanışı ile bağını gösteren mitolojik inanmaya göre Ülgen, insan vücudunu yarattıktan sonra Kuday’ın huzuruna kuzgun denilen
    kuşu göndererek yarattığı insan için can ister.

    Kuzgun semaya uçar. Canı alıp dönerken yerde bir leş görür. Dayanamayarak leşi yemek için ağzını açar. Gagasındaki can çam
    ormanına düşerek dağılır.

    Bundan dolayıdır ki çam, ardıç gibi ağaçlar yaz kış canlı kalıp
    yeşilliklerini muhafaza ederler.”12

    Orta Asya bozkırlarında hayvancılıkla geçinen ve konar göçer bir yaşam süren Türk halkı için doğa hayvanlarını beslemenin ve yaşamlarını sürdürmenin ana kaynağı oluşu nedeniyle doğa ve doğanın simgesi yeşilin önemi yadsınamaz. İlkbaharda çimenlerin açık yeşilinden ormanların koyu yeşiline kadar her tonu yatıştırıcı, iyileştirici, huzurlu ve sakinleştiricidir. Bahar yeşili, yeniden yaşamayı, yeniden canlanmayı ve neşeyi temsil etmektedir.

    Yeşil renkle de tedavi edildiği söylenen bazı hastalıklar bulunmaktadır. Bunlar, başta sinirsel rahatsızlıklar olmak üzere ülser, tifo, karın ağrısı, sıtma ve astımdır.

    Yaş sözü bütün Türk kavimlerinde insan ömrü için kullanılan bir sözcüktür.

    Eski Türkler yaşlarını söylerken örneğin “Ben kırk yaşarma (yeşerme) gördüm” Yani doğa yılda bir kez yeşerir, ben kırk kez doğanın yeşermesini görmüşüm. Yani kırk yaşındayım biçiminde yorumlandığı için yaş sözü ömür karşılığında kullanılmaktadır.

    Bağımsızlık mücadelesi veren esir Türk illerinin kurtuluş mücadelelerinde bu renkler bayraklara, kıyafetlere yansıtılmıştır. Doğu Türkistan dâvasının ulu savaşçısı, görklü lideri, büyük alpereni rahmetli İsa Yusuf ALPTEKİN’in, 94 yıllık ömrü boyunca uçmağa varıncaya kadar sırtından çıkarmadığı “Çapan”ının renkleri de sarı, kırmızı, yeşil’den mürekkepti. Doğu Türkistan Göçmenler Vakfı 2. Başkanı Arslan ALPTEKİN, “Bu renklerin Orta Asya steplerinde yaşayan Türk topluluklarının sosyo-kültürel ve günlük hayatlarında yoğun olarak kullanıldığını” ifade ederek: “Sarı, kırmızı, yeşil renkleri Türk kızlarımızın el işlerinde, kıyafetlerinde, bindallı’larında, düğün, toy, şölen yeri süslemelerinde görebiliriz. Kırmızı: şehit kanlarını, yeşil: tabiatı (doğayı), sarı: bereketi, beyaz: barışı, mavi ise gökyüzünü, Göktürklüğü ifade eder” demektedir.

    GÖKTÜRKLERDE YEŞİL-SARI-KIRMIZI RENKLER

    1935''de, Altay'larda; VII-XI. asırlarda yaşamış Türk beylerinin mezarlarında yapılan kazılarda; yeşil, sarı, kırmızı ipekli elbise giydirilmiş cesetlerin bulunması, bu üç rengin Türklerde milli olduğu kadar dini değeri de haiz bulunduğunu göstermektedir.(Belleten Sayı 43, 1947)

    SELÇUKLULARDA YEŞİL-SARI-KIRMIZI RENKLER

    Abdülcelil El Kazvini diyor ki: Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun bayrağı de yeşil-sarı-kırmızı idi. 1110-1189 yıllarında yaşayan İranlı büyük alim Abdülcelil el Kazvini (Hicri 556-560) (Miladi 1161-1165) yıllarında yazdığı Kitab'un Nakz adlı eserinin konu ile ilgili 608. sayfasında Türkçe tercümesiyle söyle diyor:

    "Selçukluların melikleri ve sultanları eğer yüzbin asker toplarlarsa, siyah Sancak askerlerde bulunmazdı; yeşil, sarı ve kırmızı Sancak bulundururlardı.

    OSMANLILARDA YEŞİL-SARI-KIRMIZI RENKLER

    Osmanlı İmparatorluğu ordularında da Sancaklar, Bayraklar ve Tuğlar Yeşil - Sarı - Kırmızı renkleri taşımışlardır.

    Osmanlıda hükümranlık bayrağı ve devlet başkanlığı forsu olarak kullanılan renkler de "sarı, kırmızı, yeşil" olarak görülmektedir.
    Türk kültür tarihinin başlangıcından bu yana milli birlik ve beraberliğimizin simgesi olarak kullanılan semboller ve renkler, bugün halen aynı işlevini sürdürmektedir.

    Türk Tarihi boyunca sarı kırmızı yeşil renkler hükümranlık renkleridir.

    Kaynaklar:

    -RENK DÜNYAMIZ VE TÜRK KÜLTÜRÜNDE RENKLER
    Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI
    -PROF. DR. REŞAT GENÇ " TÜRK İNANIŞLARI İLE MİLLİ GELENEKLERİNDE RENKLER VE SARI KIRMIZI YEŞİL - ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI "
    -PROF. DR. Mustafa Kafalı "TÜRK KÜLTÜRÜNDE RENKLER- (YÖRTÜRK DERGİSİ SAYI : 42)"
    -PROF. DR. SADIK TURAL "ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ BAŞKANI"
    TÜRK Kültüründe "SARI - KIRMIZI - YEŞİL" İnsanları bir araya getiren, onların ortak değerlerde birleşip bir ulus olmalarına etki eden değerlerin başında renkler gelir. Sarı, kırmızı, yeşil, beyaz ve mavi... bu renkleri Türkler tarihleri boyunca kültürlerinde, günlük hayatlarında kullanmış, kimi zaman halı desenlerinde, kimi zaman giyim kuşamlarında hep bu renklerle bezenmişlerdir. Günümüzde, Türkmen-Yörüklerin kullandığı cepken, entari, potur, dizlik, çorap, çarık ve başlarına bağladıkları poçu’ları bu renklerle boyanmaktadır. Bu renkler ayrıca tarihte kurulmuş. Türk devletlerinin bayraklarında da kullanılmıştır. Bayrağımızdaki kırmızı ve beyaz Türk halkını bir bayrak altında toplayan renklerdir. Renklerin değişik anlamlar ifade etmesi ise mitolojiden de kaynaklanmakla birlikte uygarlıkla ilgilidir Bugün suni bir şekilde etnik hale getirilmeye çalışılan Sarı , kırmızı ve yeşil de tamamen Türk kültüründe önem verilen renkleridir zaten. Türklerden, renklerin yön belirten sembolik anlamları konusuna ilk defa dikkatimizi çeken Ziya Gökalp’tir. Renkler Türk kültüründe yön bildiren kavramlardır. Bunların ötesinde Türk gelenek, görenek ve kültüründe gücü, kuvveti, hakimiyeti işaret etmek için sarı rengin ön plana çıktığı görülmektedir. 3 RENGİN ANLAMI YEŞİL : DİRİLİK,TAZELİK,GENÇLİK SARI : MERKEZ,HÜKÜMRANLIK KIRMIZI : TANRI, KORUYUCU RUH, OCAK(EV), DİRLİK, BAĞIMSIZLIK, HÜRRİYET Türk tarihinin muhtelif devrelerinde renklerin yönleri ifade etmek için kullanıldığını biliyoruz. Dört yönün her birisi ayrı renk ile şekillenmiştir Kara Kuzey Kızıl (Al) Güney Gök (Yeşil) Doğu Ak Batı Bu konuda Alföldi’nin II. Tarih Kongresinde sunduğu bildiride: “Moğol kavimlerinin bayrak direklerinde sallanan beş renkli hamailler (yeşil, beyaz,kırmızı, kara ve sarı) şüphesiz Çinlilerde olduğu gibi onlarda da dört kutbun ve dünyanın merkezinin renklerine tekabül eder. ____________Sarı Temel olarak neşe ve keyif verici bir renk olan sarı, Türk kültüründe yön bildirme açısından dünyanın merkezinin sembolüdür. Aynı zamanda bilgeliği, anlayışı ve yüksek düzeyde sezgisel kavrayışı da açığa çıkarır. Bu renk Türk mitolojisindeki Ülgen’le doğrudan doğruya ilintilidir. Ülgen’in öyle bir sarayı vardır ki bu sarayın kapıları altından olup Ülgen de altın bir taht üzerinde oturmaktadır. Bugün kullanılan sarı da, Osmanlı dörneminde sırma sarısı olarak ifade edilen sarı da hep altın sarısı olmuştur. Altın tonlarındaki sarı, ruhsal kusursuzluğu, huzur ve dinlenmeyi temsil eder. Ögel: “Kanaatimizce, Ülgen’in altın tahtının sembolü olarak dünyanın merkezinin işareti diye kabul edilmiş olan sarı renk, bu sembol anlamını Türklerin çizmelerinin (edik) rengi olarak da uzun yıllar sürdürmüştür. Zira, bilindiği gibi Türkmenler yüzyıllarca, sarı edik ile kızıl keçeden külah giymişlerdir. Halkımız arasında bugün de çok yaygın olarak kullanılan ‘Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’ deyiminin de kaynağı bu tarih ve kültür geleneğimizdir... Türklerde sarı rengin hükümranlık rengi olarak kullanılmasıyla ilgili tarihi bilgilere baktığımız zaman ise: Meselâ Uygur Türk yazılı belgelerinde ‘sarıg urunggu’ yani sarı bayrak, bir burcun adı olarak geçmektedir.”13 demektedir. Sarı renk, Memlük ve ve Altın Ordusu devletlerinde çok kullanılmış, bayraklarının ana rengi olmuştur. Sarı renk aynı zamanda güneşin rengi ve simgesidir. Sarı tonlu meyve ve sebzelerin, bağırsaklar için iyileştirici etki yapan ve sinirleri sakinleştiren bir eğilim gösterir. Sarı renk ile de tedavi edilebildiği söylenen bazı hastalıklar bulunmaktadır. Bunlar arasında böbrek rahatsızlıkları, hazımsızlık, felç, bitkinlik, egzama ile sindirim sistemiyle ilgili bazı hastalıklar sayılabilir. Türk destanlarında ise sarı renk kötülük ve felaket sembolü olarak görülmüştür. Sarı ejderha Türk masallarında kuşku ve kötü duygular veren bir motiftir. Sarı renk Anadolu kültüründe hastalık sembolü olarak bilinir. ____________Kırmızı (Al, Kızıl) Halk arasında al ve kızıl adları ile de bilinen kırmızı renk genel kültürümüzde heyecan, kudret ve akıncılığın sembolüdür. Cesaret, hayatta kalma ve hayat verme unsuru olarak bilinen kırmızı kan rengi olup yüzyıllar boyu Tehlikenin ve tahribatın simgesi olmuştur. Trafik ışıklarında dur sinyali olarak kullanılmasının nedeni de budur. Tarihimizin başlangıcından beri manevi ve milli renk olarak algılanmakta, Türk duygusunu yansıtan milli bir sembol olarak görülmektedir. Rengini kandan alan kırmızı eski çağlarda yaşamın yenilenmesi olarak düşünülmüş, yontma taş ve cilalı taş dönemlerinde gömütlerde bulunan kemiklerin kırmızı renge boyanmış olmasının nedeni buna bağlanmaktadır. Anadolu’nun ana tanrıçası Kibele’nin olduğu gibi İbrahim Peygamber ve Meryem’in de simgesi kırmızıdır. Hakanların al kaftan giymeleri hakanlık sembolü idi. Yavuz Sultan Selim’in 1516’da Ridaniye savaşına giderken ve savaş alanında kırmızı kaftan giyip beline kırmızı kemer takıp ayağına da sarı çizme giydiği tarihî belgelerden anlaşılmaktadır. Bu sembol zamanla anlam değiştirip düğünlerde damada al kaftan giydirme ve gelinlere al duvak takma geleneğine dönüşmüş, zamanla bu gelenek de değişime uğrayarak damada siyah elbise giydirilmiş, geline de beyaz duvak ve gelinlik takılır olmuştur. Halen Başkurtlarda sürdürülen damada kızıl cepken giydirilme geleneği, eski kızıl kaftanın kalıntısı olarak görülmektedir. Kırmızı güneşin doğuşunda ve batışında büründüğü renk olduğu için Türkmenlerce kutsal sayılmıştır. Türklerin eski inançları arasında koruyucu ruh olarak “Al Ateş” denilen ateş tanrısına inanılmakta idi. Eski devirlerden beri Türk hakanlarının al bayrak kullanması ateş kültü ve koruyucu ruh inancına dayanmaktadır. Rusların İgor destanında Kıpçak Türklerinin kızıl bayrağından söz edilmesi Türkleri savaşlarda kırmızı bayrak kullanması konusunda ileri sürülen bilgileri doğrulamaktadır. Kırgızların bayrak yerine aslı alev olan yalav sözcüğünü kullanması da ateş kültünden kaynaklanmaktadır. Kaşgarlı Mahmud’un: Ağdı kızıl bayrak Toğdı kara toprak biçimindeki dizeleri Türklerde kızıl bayrağın savaş bayrağı olarak kullanılışını işaret eden belgelerdendir. Osmanlıların kırmızı bayrağı seçmesi olayı da Reşat Genç tarafından: “Osmangazi hazretleri ak sancağı (Anadolu Selçuklu Sultanı’ndan) almadan önce, harb bayrağı için kızıl rengi seçip kabul etmişlerdi. Aşiret mensuplarını kolayca harb bayrağı altına toplayabilmek için onların tab’an meclup oldukları (yani yaradılışlarından tutkun oldukları) al renkli bayrağın manevi tesiri bulunduğunu takdir eylemişlerdi.”8 diye açıklanmaktadır. Abdülkadır İnan: “Al kelimesinin ateş kültü ile bağlı olduğunu gösteren bir emmare de bütün Türk kavimlerinde yaygın olan Alaslama merasimidir. Alaslama orta ve doğu Türklerinde ateşle temizleme ve takdis merasimidir. Anadolu’da da alaslama bir tedavi usulüdür. Bunun için kırk bır tane al renkli keten bezinden, okuya okuya parmağa bir ip yumağı yapılır. Sonra bu yumak ateşte yakılarak külü tekrar bir al bez üzerine konur ve bununla alazlanır. Al ruhu eski Türk panteonunda kuvvetli, belki hami tanrılardan biri olmuştur. Al kelimesinin ateş kültüyle alakası olması bilhassa bu ruhun en eski devirlerde hami ruh, ateş ve ocak ilahesi olduğunu göstermektedir.9 Türk sosyal yaşamında kırmızı renk o kadar geniş yer tutmuştur ki Türk halılarında da genç kızlar kırmızı rengi hakim renk olarak kullanmışlardır. Türkün gözü alda olur söylemi de sosyal yaşamda kırmızının etkinliğini vurgulamaktadır. Al renk ile ilgili geleneklerden günümüzde hamile kadınlarla ilgili Al bastı olgusu da aynı kültün devamı konumunda görülmektedir. Kırmızı renk ile tedavi edilebildiği söylenen bazı hastalıklar olduğu bilinmektedir. Bunlardan astım, felç, bronşit, zatürre, kabızlık ve tüberkülozdur. Kırmızı titreşimlerin kan basıncını artırıp tansiyonu yükselttiği deneylerle kanıtlanmıştır. Solunum yollarına kırmızı ışık tutulduğunda solunumun hızlandığı ve kırmızı ışığa uzunca bakılınca göz kırpmaların sıklaştığı da kırmızı ışıkla ilgili saptanan bulgular arasındadır. Anneyi ve çocuğu korumak için lohusaya ve bebeğe kırmızı tül örtülür. Kırmızı altın takılır ve şeker yedirilir. Kırmızı ve beyazın kutsallığına inanıldığından loğusa kadının başına örtülen kırmızı örtü beyaz bir kurdale ile bağlanmaktadır. ____________Yeşil Sarı rengin sıcaklığı, mavi rengin sakinlik ve huzurunu bünyesinde barındıran bu renk doğa rengi olup doğada ağaçların, bitkilerin sembolüdür. İslâmiyetle kutsallık kazanan yeşil, Safevi türkmen devletinin bayrağının ana rengi olmuş, Osmanlı sancaklarında uzun süre kullanılmıştır. Eski Türkçe’de yaşıl olarak kullanılan ve yaş kökünden türeyen bu sözcük eski kullanımını dış Türklerde halen korumaktadır. Türklerin yeşille ilgili olarak manevi inanmalarının kökü en eski dini inanmalarından kaynaklanmaktadır. “Türk mitolojisine göre hayır ilahı Ülgen’in, koruyucu ruh olarak kabul edilen yedi oğlundan birinin adı Yaşıl (yeşil) Kaan idi ve umumiyetle bitkilerin yetişip-büyümesini düzenlediğine inanılırdı. Ayrıca, yeşilliklerin Ülgen inanışı ile bağını gösteren mitolojik inanmaya göre Ülgen, insan vücudunu yarattıktan sonra Kuday’ın huzuruna kuzgun denilen kuşu göndererek yarattığı insan için can ister. Kuzgun semaya uçar. Canı alıp dönerken yerde bir leş görür. Dayanamayarak leşi yemek için ağzını açar. Gagasındaki can çam ormanına düşerek dağılır. Bundan dolayıdır ki çam, ardıç gibi ağaçlar yaz kış canlı kalıp yeşilliklerini muhafaza ederler.”12 Orta Asya bozkırlarında hayvancılıkla geçinen ve konar göçer bir yaşam süren Türk halkı için doğa hayvanlarını beslemenin ve yaşamlarını sürdürmenin ana kaynağı oluşu nedeniyle doğa ve doğanın simgesi yeşilin önemi yadsınamaz. İlkbaharda çimenlerin açık yeşilinden ormanların koyu yeşiline kadar her tonu yatıştırıcı, iyileştirici, huzurlu ve sakinleştiricidir. Bahar yeşili, yeniden yaşamayı, yeniden canlanmayı ve neşeyi temsil etmektedir. Yeşil renkle de tedavi edildiği söylenen bazı hastalıklar bulunmaktadır. Bunlar, başta sinirsel rahatsızlıklar olmak üzere ülser, tifo, karın ağrısı, sıtma ve astımdır. Yaş sözü bütün Türk kavimlerinde insan ömrü için kullanılan bir sözcüktür. Eski Türkler yaşlarını söylerken örneğin “Ben kırk yaşarma (yeşerme) gördüm” Yani doğa yılda bir kez yeşerir, ben kırk kez doğanın yeşermesini görmüşüm. Yani kırk yaşındayım biçiminde yorumlandığı için yaş sözü ömür karşılığında kullanılmaktadır. Bağımsızlık mücadelesi veren esir Türk illerinin kurtuluş mücadelelerinde bu renkler bayraklara, kıyafetlere yansıtılmıştır. Doğu Türkistan dâvasının ulu savaşçısı, görklü lideri, büyük alpereni rahmetli İsa Yusuf ALPTEKİN’in, 94 yıllık ömrü boyunca uçmağa varıncaya kadar sırtından çıkarmadığı “Çapan”ının renkleri de sarı, kırmızı, yeşil’den mürekkepti. Doğu Türkistan Göçmenler Vakfı 2. Başkanı Arslan ALPTEKİN, “Bu renklerin Orta Asya steplerinde yaşayan Türk topluluklarının sosyo-kültürel ve günlük hayatlarında yoğun olarak kullanıldığını” ifade ederek: “Sarı, kırmızı, yeşil renkleri Türk kızlarımızın el işlerinde, kıyafetlerinde, bindallı’larında, düğün, toy, şölen yeri süslemelerinde görebiliriz. Kırmızı: şehit kanlarını, yeşil: tabiatı (doğayı), sarı: bereketi, beyaz: barışı, mavi ise gökyüzünü, Göktürklüğü ifade eder” demektedir. GÖKTÜRKLERDE YEŞİL-SARI-KIRMIZI RENKLER 1935''de, Altay'larda; VII-XI. asırlarda yaşamış Türk beylerinin mezarlarında yapılan kazılarda; yeşil, sarı, kırmızı ipekli elbise giydirilmiş cesetlerin bulunması, bu üç rengin Türklerde milli olduğu kadar dini değeri de haiz bulunduğunu göstermektedir.(Belleten Sayı 43, 1947) SELÇUKLULARDA YEŞİL-SARI-KIRMIZI RENKLER Abdülcelil El Kazvini diyor ki: Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun bayrağı de yeşil-sarı-kırmızı idi. 1110-1189 yıllarında yaşayan İranlı büyük alim Abdülcelil el Kazvini (Hicri 556-560) (Miladi 1161-1165) yıllarında yazdığı Kitab'un Nakz adlı eserinin konu ile ilgili 608. sayfasında Türkçe tercümesiyle söyle diyor: "Selçukluların melikleri ve sultanları eğer yüzbin asker toplarlarsa, siyah Sancak askerlerde bulunmazdı; yeşil, sarı ve kırmızı Sancak bulundururlardı. OSMANLILARDA YEŞİL-SARI-KIRMIZI RENKLER Osmanlı İmparatorluğu ordularında da Sancaklar, Bayraklar ve Tuğlar Yeşil - Sarı - Kırmızı renkleri taşımışlardır. Osmanlıda hükümranlık bayrağı ve devlet başkanlığı forsu olarak kullanılan renkler de "sarı, kırmızı, yeşil" olarak görülmektedir. Türk kültür tarihinin başlangıcından bu yana milli birlik ve beraberliğimizin simgesi olarak kullanılan semboller ve renkler, bugün halen aynı işlevini sürdürmektedir. Türk Tarihi boyunca sarı kırmızı yeşil renkler hükümranlık renkleridir. Kaynaklar: -RENK DÜNYAMIZ VE TÜRK KÜLTÜRÜNDE RENKLER Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI -PROF. DR. REŞAT GENÇ " TÜRK İNANIŞLARI İLE MİLLİ GELENEKLERİNDE RENKLER VE SARI KIRMIZI YEŞİL - ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI " -PROF. DR. Mustafa Kafalı "TÜRK KÜLTÜRÜNDE RENKLER- (YÖRTÜRK DERGİSİ SAYI : 42)" -PROF. DR. SADIK TURAL "ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ BAŞKANI"
    0 Comments 0 Shares
  • Kürt böreği olarak bu böreğin yaratan ve yaygınlaştıran kişi Bileceli Mehmet Efendi’dir. Pülümür ile Kiğı sınırında yer alan ve bir Alevi-Kürt köyü olan Bileceli Kürtler tarafından İstanbul'da yaygınlaştırıldığı için Kürt böreği adıyla tanınmıştır.
    Kürt böreği, yağlı kömbe"den türemiş bir börek çeşididir. Rengo" lakabıyla tanınan Bileceli Mehmet Efendi'nin İstanbul'da hazırladığı yağlı kömbelere sonradan Kürt böreği denmiştir. Bu böreğin pudralı şekerle servis edilmesi de sonradan geliştirilmişti.Ne var ki, Bileceli Mehmet Efendi Kasımpaşa'da gemilerde ve kum kosterlerinde çalışan Kürt işçilere satmak üzere hazırlaması, sonradan rivayet gibi anlatılmıştır. Tıpkı Balkan göçmenlerinin Türkiye'de tanıttığı Boşnak böreği gibi Kürt ustalarda bu böreğin tanıtım ve zaman süreci içinde geliştirilmesinde etkili olmuşturlar. Bu böreğin satıldığı en meşhur yer İstanbul Karaköy'dedir Böreğin servis edilmek üzere kesilirken çıkan "küt-küt" sesi üzerinden adının "küt böreği" olduğu bu rivayetlerden biridir.
    12 Eylül döneminde 'Kürt' isminin yasak olması nedeniyle 'Sade Börek' olarak satılmıştır. Daha sonra yeniden 'Kürt Böreği' olarak satışı yapılmıştır.#Gönüleren
    Kürt böreği olarak bu böreğin yaratan ve yaygınlaştıran kişi Bileceli Mehmet Efendi’dir. Pülümür ile Kiğı sınırında yer alan ve bir Alevi-Kürt köyü olan Bileceli Kürtler tarafından İstanbul'da yaygınlaştırıldığı için Kürt böreği adıyla tanınmıştır. Kürt böreği, yağlı kömbe"den türemiş bir börek çeşididir. Rengo" lakabıyla tanınan Bileceli Mehmet Efendi'nin İstanbul'da hazırladığı yağlı kömbelere sonradan Kürt böreği denmiştir. Bu böreğin pudralı şekerle servis edilmesi de sonradan geliştirilmişti.Ne var ki, Bileceli Mehmet Efendi Kasımpaşa'da gemilerde ve kum kosterlerinde çalışan Kürt işçilere satmak üzere hazırlaması, sonradan rivayet gibi anlatılmıştır. Tıpkı Balkan göçmenlerinin Türkiye'de tanıttığı Boşnak böreği gibi Kürt ustalarda bu böreğin tanıtım ve zaman süreci içinde geliştirilmesinde etkili olmuşturlar. Bu böreğin satıldığı en meşhur yer İstanbul Karaköy'dedir Böreğin servis edilmek üzere kesilirken çıkan "küt-küt" sesi üzerinden adının "küt böreği" olduğu bu rivayetlerden biridir. 12 Eylül döneminde 'Kürt' isminin yasak olması nedeniyle 'Sade Börek' olarak satılmıştır. Daha sonra yeniden 'Kürt Böreği' olarak satışı yapılmıştır.#Gönüleren
    0 Comments 0 Shares
  • New York'ta ezan sesi camilerden ilk kez hoparlörle dışarıya verildi

    NEW YORK — ABD’nin New York şehrinde cuma namazı için okunan ezan, hoparlörle dışarıya yansıtıldı.

    Manhattan bölgesinin en büyük camilerinden New York İslam Kültür Merkezi'nde (İCCNY) ilk kez dışarıdan duyulacak şekilde açıktan ezan okunurken, cumaya gelen Müslümanların bazıları o anı cep telefonları ile kaydetti.

    New York Belediye Başkanı Eric Adams, şehirdeki camilerde cuma vaktinde ve ramazan ayında iftar saatinde ezan sesinin dışarıya verilebileceğini 29 Ağustos’ta düzenlediği basın toplantısı ile duyurmuştu.

    Adams, çeşitli cami dernekleri ve Müslüman vakıf temsilcilerinin hazır bulunduğu toplantıda, katılımcılara, "New York'ta inancınızı yaşamakta özgürsünüz. Gururluyum, sonunda bugün bunu gerçekleştiriyoruz." ifadelerini kullanmıştı.

    İslam'ın, Hristiyanlık, Musevilik ve diğer inançlar gibi New York kültürünün önemli unsurlarından biri olduğunu ve camilerin, suça karşı mücadele ve düzensiz göçmenler konusunda büyük yardımda bulunduğunu belirten Adams, Müslüman liderlere hitaben, "Size hak ettiğiniz tanınmayı sağlamaya kararlıyız." sözlerine yer vermişti.

    Belediyenin aldığı karar doğrultusunda, New York'ta ezan sesi, cuma günleri 12.20 ile 13.30 saatleri arasında ve ramazan aylarında iftar vaktinde "makul bir seviyede" tutulmak kaydı ile dışarıya verilebilecek.
    Kaynak: AA

    #Amerika #Newyork
    #Ezan #AA
    New York'ta ezan sesi camilerden ilk kez hoparlörle dışarıya verildi NEW YORK — ABD’nin New York şehrinde cuma namazı için okunan ezan, hoparlörle dışarıya yansıtıldı. Manhattan bölgesinin en büyük camilerinden New York İslam Kültür Merkezi'nde (İCCNY) ilk kez dışarıdan duyulacak şekilde açıktan ezan okunurken, cumaya gelen Müslümanların bazıları o anı cep telefonları ile kaydetti. New York Belediye Başkanı Eric Adams, şehirdeki camilerde cuma vaktinde ve ramazan ayında iftar saatinde ezan sesinin dışarıya verilebileceğini 29 Ağustos’ta düzenlediği basın toplantısı ile duyurmuştu. Adams, çeşitli cami dernekleri ve Müslüman vakıf temsilcilerinin hazır bulunduğu toplantıda, katılımcılara, "New York'ta inancınızı yaşamakta özgürsünüz. Gururluyum, sonunda bugün bunu gerçekleştiriyoruz." ifadelerini kullanmıştı. İslam'ın, Hristiyanlık, Musevilik ve diğer inançlar gibi New York kültürünün önemli unsurlarından biri olduğunu ve camilerin, suça karşı mücadele ve düzensiz göçmenler konusunda büyük yardımda bulunduğunu belirten Adams, Müslüman liderlere hitaben, "Size hak ettiğiniz tanınmayı sağlamaya kararlıyız." sözlerine yer vermişti. Belediyenin aldığı karar doğrultusunda, New York'ta ezan sesi, cuma günleri 12.20 ile 13.30 saatleri arasında ve ramazan aylarında iftar vaktinde "makul bir seviyede" tutulmak kaydı ile dışarıya verilebilecek. Kaynak: AA #Amerika #Newyork #Ezan #AA
    0 Comments 0 Shares
  • "Uluslararası Göç Örgütü (IOM), bu yıl en az 1200 Nijeryalının Sahra Çölü ve Akdeniz üzerinden göç etmeye çalışırken yaşamını yitirdiğini açıkladı."

    #SahraÇölü #Akdeniz #Mülteciler #Göçmen #Refugees #Immigrants #SaharaDesert #Mediterrenian #Nijerya #Nigeria #IOM #Avrupa #Europe
    "Uluslararası Göç Örgütü (IOM), bu yıl en az 1200 Nijeryalının Sahra Çölü ve Akdeniz üzerinden göç etmeye çalışırken yaşamını yitirdiğini açıkladı." #SahraÇölü #Akdeniz #Mülteciler #Göçmen #Refugees #Immigrants #SaharaDesert #Mediterrenian #Nijerya #Nigeria #IOM #Avrupa #Europe
    0 Comments 0 Shares
  • Atlantik Okyanusu'ndaki kayıp göçmenlere ne oldu

    İspanya'ya gelmek için Senegal'den yola çıkan üç göçmen teknesi, taşıdığı 300'den fazla göçmenle birlikte kayboldu.

    Tekneler için İspanya, yalnızca bir kez atama kurtarma uçağı gönderdi fakat bulunamadığı açıkladı.

    What happened to the missing migrants in the Atlantic Ocean

    Three migrant boats travelling from Senegal to Spain disappeared with more than 300 migrants on board.

    Spain sent a rescue plane for the boats only once, but made statements that they could not be found.

    AA

    #göçmen #immigrationboat
    Atlantik Okyanusu'ndaki kayıp göçmenlere ne oldu❓ 📌İspanya'ya gelmek için Senegal'den yola çıkan üç göçmen teknesi, taşıdığı 300'den fazla göçmenle birlikte kayboldu. 🚢 Tekneler için İspanya, yalnızca bir kez atama kurtarma uçağı gönderdi fakat bulunamadığı açıkladı. What happened to the missing migrants in the Atlantic Ocean❓ 📌Three migrant boats travelling from Senegal to Spain disappeared with more than 300 migrants on board. 🚢Spain sent a rescue plane for the boats only once, but made statements that they could not be found. 🔗AA #göçmen #immigrationboat
    0 Comments 0 Shares
  • İki yüzlü Batı'nın özeti!..
    Savaşlar olmasın Mahsum ve Mazlum İnsanlar ölmesin..

    FAKAT ŞUNU UNUTMAYIN!
    Irak'ta 1,2 milyon; Suriye'de 1,7 milyon; Afganistan'da 2,5 milyon; Libya, Sudan, Yemen, Bosna'da yüzbinlerce insan katledilirken AB ve BATI kime YAPTIRIM uyguladı?
    Çok yönlü ve kirli bir savaş!

    Seninki esmer Müslüman mülteci, benimki sarı saçlı, mavi gözlü ve medeni mülteci, daha anlamadın mı?

    İlk fotoğrafta Suriye'de bir bomba ile sağ bacağını kaybetmiş bir baba ile kolları ve ayakları olmayan oğlu var.

    Baba Münzir, Suriye'de çarşıda alış veriş yaparken düşen bir bombanın etkisiyle sağ bacağını kaybediyor. O sıralarda hamile olan hanımı atılan sarin (sinir) gazını soluyor. Oğulları Mustafa sarin gazının etkisiyle ayakları ve kolları olmadan dünyaya gözlerini açıyor.

    Diğer fotoğrafta bir bombalama sırasında kız çocuğunu kollarına alarak koşan başka bir Müslüman babayı gösteriyor.

    Mazlum ülkelerde milyonlarca Müslümanın senelerdir çektiği acılar ve gözyaşları, 12 günde başka ülkelere göç eden mülteciler kadar dünyada gündem olmadı. Açıkça söylediler, çünkü onlar "sarı saçlı, mavi gözlü, medeni" insanlarmış.

    Suriyeli sığınmacıları kabul etmeyen, onları soğukta bırakarak ve hatta silahla öldüren, Akdeniz’in soğuk sularında ölüme terk eden batılılar, Ukraynalılara “sarı saçlı, mavi gözlü, medeni” sığınmacılar diyerek kucak açıyor.

    Batıdaki insanın vicdanı, merhameti ve şefkati hiç olmadı. Sözde medeni bu 21. yüzyıl batı zihniyetin, Avrupa’nın orta çağındaki insanların zihniyetinden ne farkı var?

    Halbuki hem batı ülkelerinde hem de Müslüman ülkelerdeki mazlumların ve mültecilerin çektikleri acılar, annelerin, babaların ve çocuklarının gözyaşlarının rengi bile aynı değil midir?

    ----------

    "6 Mart 2022 tarihi itibarıyla Ukraynalı göçmen sayısının 1.735.068 olduğu açıklandı. Göçmenlerin %59,2'si Polonya'ya sığındı.

    Dünyadaki kayıtlı Suriyeli göçmen sayısı ise 5.696.790. Suriyeli göçmenlerin %65,8'i Türkiye'de bulunuyor.,"
    İki yüzlü Batı'nın özeti!.. Savaşlar olmasın Mahsum ve Mazlum İnsanlar ölmesin.. FAKAT ŞUNU UNUTMAYIN! Irak'ta 1,2 milyon; Suriye'de 1,7 milyon; Afganistan'da 2,5 milyon; Libya, Sudan, Yemen, Bosna'da yüzbinlerce insan katledilirken AB ve BATI kime YAPTIRIM uyguladı? Çok yönlü ve kirli bir savaş! Seninki esmer Müslüman mülteci, benimki sarı saçlı, mavi gözlü ve medeni mülteci, daha anlamadın mı? İlk fotoğrafta Suriye'de bir bomba ile sağ bacağını kaybetmiş bir baba ile kolları ve ayakları olmayan oğlu var. Baba Münzir, Suriye'de çarşıda alış veriş yaparken düşen bir bombanın etkisiyle sağ bacağını kaybediyor. O sıralarda hamile olan hanımı atılan sarin (sinir) gazını soluyor. Oğulları Mustafa sarin gazının etkisiyle ayakları ve kolları olmadan dünyaya gözlerini açıyor. Diğer fotoğrafta bir bombalama sırasında kız çocuğunu kollarına alarak koşan başka bir Müslüman babayı gösteriyor. Mazlum ülkelerde milyonlarca Müslümanın senelerdir çektiği acılar ve gözyaşları, 12 günde başka ülkelere göç eden mülteciler kadar dünyada gündem olmadı. Açıkça söylediler, çünkü onlar "sarı saçlı, mavi gözlü, medeni" insanlarmış. Suriyeli sığınmacıları kabul etmeyen, onları soğukta bırakarak ve hatta silahla öldüren, Akdeniz’in soğuk sularında ölüme terk eden batılılar, Ukraynalılara “sarı saçlı, mavi gözlü, medeni” sığınmacılar diyerek kucak açıyor. Batıdaki insanın vicdanı, merhameti ve şefkati hiç olmadı. Sözde medeni bu 21. yüzyıl batı zihniyetin, Avrupa’nın orta çağındaki insanların zihniyetinden ne farkı var? Halbuki hem batı ülkelerinde hem de Müslüman ülkelerdeki mazlumların ve mültecilerin çektikleri acılar, annelerin, babaların ve çocuklarının gözyaşlarının rengi bile aynı değil midir? ---------- "6 Mart 2022 tarihi itibarıyla Ukraynalı göçmen sayısının 1.735.068 olduğu açıklandı. Göçmenlerin %59,2'si Polonya'ya sığındı. Dünyadaki kayıtlı Suriyeli göçmen sayısı ise 5.696.790. Suriyeli göçmenlerin %65,8'i Türkiye'de bulunuyor.,"
    0 Comments 0 Shares
  • Suyun tam ortası

    Rumeli-Balkan göçmenleri için ‘Suyun ötesinden’ derler.
    İşte o su, bu sudur.
    Meriç Nehri.
    Türkiye-Yunanistan sınırı.
    Ve tam ortası.
    -İpsala, Edirne
    Suyun tam ortası Rumeli-Balkan göçmenleri için ‘Suyun ötesinden’ derler. İşte o su, bu sudur. Meriç Nehri. Türkiye-Yunanistan sınırı. Ve tam ortası. -İpsala, Edirne
    0 Comments 0 Shares
  • Sizce sanat dış ve iç dünyada nasıl buluşuyor?

    Göç ve göçmenler üzerine çalışmalar yapan İranlı sanatçı Zehra Soltani, çağdaş sanatı göç fikriyle birleştiriyor. Bütün insanların huzuru arayan bir göçmen olduğunu ifade eden @zehrasoltaniart , bu arayışı eserlerine de yansıtıyor. Sanatçıya göre, insanlar aradığı şeyi hiç bir zaman bulmazlar ve buldukları zaman yine başka yeni bir şeyin peşinden giderler. Ancak insanların aradıkları şey dış dünya da değil kendi iç dünyalarında.

    #sanat #tasarım #çağdaşsanat #art
    Sizce sanat dış ve iç dünyada nasıl buluşuyor? 🤔 Göç ve göçmenler üzerine çalışmalar yapan İranlı sanatçı Zehra Soltani, çağdaş sanatı göç fikriyle birleştiriyor. Bütün insanların huzuru arayan bir göçmen olduğunu ifade eden @zehrasoltaniart , bu arayışı eserlerine de yansıtıyor. Sanatçıya göre, insanlar aradığı şeyi hiç bir zaman bulmazlar ve buldukları zaman yine başka yeni bir şeyin peşinden giderler. Ancak insanların aradıkları şey dış dünya da değil kendi iç dünyalarında. #sanat #tasarım #çağdaşsanat #art
    0 Comments 0 Shares
More Results