• #1915ÇanakkaleKöprüsü ışıkları bu gece kırmızı beyazdı

    @kurnazchn

    #gelibolu #geliboluda
    #1915ÇanakkaleKöprüsü ışıkları bu gece kırmızı beyazdı❤️🤍🇹🇷 📸 @kurnazchn #gelibolu #geliboluda
    0 Comments 0 Shares
  • DÜNYANIN EN UZUN TAŞ KÖPRÜSÜ: ERGENE KÖPRÜSÜ

    Türkiye'yi Balkanlar ve Avrupa'ya bağlayan geçiş yolları üzerinde stratejik açıdan önemli bir sınır kasabası olan Uzunköprü, kapladığı alan bakımından Edirne'nin birinci, nüfus bakımından ise ikinci büyük ilçesi konumunda.

    Uzunköprü ilçesine adını veren dünyanın en uzun tarihi taş köprüsü olan Ergene Köprüsü, Sultan II. Murat'ın emriyle 1427-1443 yılları arasında Mimar Muslihiddin Usta tarafından yapılmıştır.

    Yapıldığı yer, Osmanlı Devleti'nin o zamanki başkenti Edirne ile Gelibolu ve Batı Rumeli'yi birbirine bağlayan askeri ve ticari bakımdan oldukça önemli bir nokta.

    Köprü, günümüzde Uzunköprü'nün köylerinden olan Yağmurca ve Eskiköy ile Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Hasırcıarnavut köyündeki taşocaklarından getirilen taşların kesilip Horasan harcıyla birbirine yapıştırılmasıyla inşa edildi.

    1238,55 metre uzunluğunda ve 13.56 metre yüksekliğindeki köprünün kanat ve kemerleri; aslan, fil, kartal, lale ve çeşitli geometrik kabartma motiflerle süslenmiştir.

    Kireçtaşı ve traverten cinsi kesme taş blokları ile inşa edilen köprünün, alüvyon zemin üzerine oturtulan temelleri enerji sönümleyici ahşap ızgara sistemi üzerine inşa edilmiştir.

    Köprünün kemerleri çoğunlukla çift merkezli sivri kemer formundadır, ancak dairesel ve basık dairesel formlarda kemerleri de mevcuttur.

    Bu ihtişamlı köprü, Orta Asya’dan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada faklı kültürleri bünyesinde toplayan Osmanlının, sanat ve estetik anlayışından motifler de taşımaktadır.

    Köprünün kemerlerinde, genellikle ise kilit taşı üzerinde yer alan bezeme ögelerinde, geometrik motifler, bitki ve hayvan figürleri, merkezi veya Rumi palmetler yer almaktadır.

    Bu anıtsal su yapısı, kullanılan malzemenin seçimi, ayakların yerleştirilmesi, kemer açıklıklarının belirlenmesi, yükseklik eğimlerinin hesaplanmasındaki mühendislik bilgisi sayesinde, uzunluğuna rağmen, zorlu doğa şartları altında 6 asıra yakın bir süre ayakta kalmıştır.
    DÜNYANIN EN UZUN TAŞ KÖPRÜSÜ: ERGENE KÖPRÜSÜ Türkiye'yi Balkanlar ve Avrupa'ya bağlayan geçiş yolları üzerinde stratejik açıdan önemli bir sınır kasabası olan Uzunköprü, kapladığı alan bakımından Edirne'nin birinci, nüfus bakımından ise ikinci büyük ilçesi konumunda. Uzunköprü ilçesine adını veren dünyanın en uzun tarihi taş köprüsü olan Ergene Köprüsü, Sultan II. Murat'ın emriyle 1427-1443 yılları arasında Mimar Muslihiddin Usta tarafından yapılmıştır. Yapıldığı yer, Osmanlı Devleti'nin o zamanki başkenti Edirne ile Gelibolu ve Batı Rumeli'yi birbirine bağlayan askeri ve ticari bakımdan oldukça önemli bir nokta. Köprü, günümüzde Uzunköprü'nün köylerinden olan Yağmurca ve Eskiköy ile Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Hasırcıarnavut köyündeki taşocaklarından getirilen taşların kesilip Horasan harcıyla birbirine yapıştırılmasıyla inşa edildi. 1238,55 metre uzunluğunda ve 13.56 metre yüksekliğindeki köprünün kanat ve kemerleri; aslan, fil, kartal, lale ve çeşitli geometrik kabartma motiflerle süslenmiştir. Kireçtaşı ve traverten cinsi kesme taş blokları ile inşa edilen köprünün, alüvyon zemin üzerine oturtulan temelleri enerji sönümleyici ahşap ızgara sistemi üzerine inşa edilmiştir. Köprünün kemerleri çoğunlukla çift merkezli sivri kemer formundadır, ancak dairesel ve basık dairesel formlarda kemerleri de mevcuttur. Bu ihtişamlı köprü, Orta Asya’dan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada faklı kültürleri bünyesinde toplayan Osmanlının, sanat ve estetik anlayışından motifler de taşımaktadır. Köprünün kemerlerinde, genellikle ise kilit taşı üzerinde yer alan bezeme ögelerinde, geometrik motifler, bitki ve hayvan figürleri, merkezi veya Rumi palmetler yer almaktadır. Bu anıtsal su yapısı, kullanılan malzemenin seçimi, ayakların yerleştirilmesi, kemer açıklıklarının belirlenmesi, yükseklik eğimlerinin hesaplanmasındaki mühendislik bilgisi sayesinde, uzunluğuna rağmen, zorlu doğa şartları altında 6 asıra yakın bir süre ayakta kalmıştır.
    0 Comments 0 Shares
  • Avustralya'da papazın kızı Müslüman oldu: “Meryem adını aldı”

    SYDNEY — Avustralya'nın Sydney kentinde bulunan Auburn Gelibolu Camii’ne gelen bölgedeki bir Katolik papazın kızı Talilotu Faingata, Müslüman oldu. Meryem adını alan Faingata için ihtida merasimi düzenlenirken, genç kızın babasının da rızası ile Müslüman olduğu öğrenildi. #melbourneturkishnews

    Avustralya Sydney'de bir Katolik kilisesinde görevli papazın kızı Talilotu Faingata, İslam dinini araştırmaya başladı.

    Arkadaş çevresinde de Müslüman olan kişilerin yaşamından etkilenerek Müslümanlığa ilgi duymaya başlayan Faingata, durumu papaz olan babası ile paylaştı.

    İlk etapta Müslüman olmasına karşı çıkan babasını ikna eden genç kız, daha sonra Auburn Gelibolu Camii'ne müracaat ederek, kendisi için düzenlenen ihtida merasimi ile imam Abdülhalim Erkoç’un öncülüğünde şehadet getirip Müslüman olarak Meryem adını aldı.

    Babası papaz olan kız İslamiyet'i seçti

    Tonga Adası’nda yaşadığını belirten Faingata’ya, Gelibolu Camii İmam Hatibi Abdülhalim Erkoç tarafından İslamiyet hakkında bilgiler verildi.

    Program sonunda Müslüman olan Meryem Faingata’ya İslam dini ile ilgili bilgilerin yer aldığı İngilizce basım kitaplar, Kur’an-ı Kerim hediye edilip ihtida belgesi takdim edildi.

    #Avustralya #Sydney #Auburncami #TalilotuFaingata #Abdulhalimerkoç #Müslüman #melbourneturkishnews
    Avustralya'da papazın kızı Müslüman oldu: “Meryem adını aldı” SYDNEY — Avustralya'nın Sydney kentinde bulunan Auburn Gelibolu Camii’ne gelen bölgedeki bir Katolik papazın kızı Talilotu Faingata, Müslüman oldu. Meryem adını alan Faingata için ihtida merasimi düzenlenirken, genç kızın babasının da rızası ile Müslüman olduğu öğrenildi. #melbourneturkishnews Avustralya Sydney'de bir Katolik kilisesinde görevli papazın kızı Talilotu Faingata, İslam dinini araştırmaya başladı. Arkadaş çevresinde de Müslüman olan kişilerin yaşamından etkilenerek Müslümanlığa ilgi duymaya başlayan Faingata, durumu papaz olan babası ile paylaştı. İlk etapta Müslüman olmasına karşı çıkan babasını ikna eden genç kız, daha sonra Auburn Gelibolu Camii'ne müracaat ederek, kendisi için düzenlenen ihtida merasimi ile imam Abdülhalim Erkoç’un öncülüğünde şehadet getirip Müslüman olarak Meryem adını aldı. Babası papaz olan kız İslamiyet'i seçti Tonga Adası’nda yaşadığını belirten Faingata’ya, Gelibolu Camii İmam Hatibi Abdülhalim Erkoç tarafından İslamiyet hakkında bilgiler verildi. Program sonunda Müslüman olan Meryem Faingata’ya İslam dini ile ilgili bilgilerin yer aldığı İngilizce basım kitaplar, Kur’an-ı Kerim hediye edilip ihtida belgesi takdim edildi. #Avustralya #Sydney #Auburncami #TalilotuFaingata #Abdulhalimerkoç #Müslüman #melbourneturkishnews
    1
    0 Comments 0 Shares
  • 1915 Çanakkale Köprüsü'ne küresel düzeyde birincilik ödülü

    1915 Çanakkale Köprüsü, Uluslararası Köprü ve Yapı Mühendisliği Birliği (IABSE) tarafından düzenlenen yarışmanın "Büyük Otoyol ve Demiryolu Köprüleri" kategorisinde birinciliğe layık görüldü. AA

    #gelibolu #geliboluda
    1915 Çanakkale Köprüsü'ne küresel düzeyde birincilik ödülü 1915 Çanakkale Köprüsü, Uluslararası Köprü ve Yapı Mühendisliği Birliği (IABSE) tarafından düzenlenen yarışmanın "Büyük Otoyol ve Demiryolu Köprüleri" kategorisinde birinciliğe layık görüldü. AA #gelibolu #geliboluda
    0 Comments 0 Shares
  • PEŞAVERİ ABDURRAHMAN BEY!

    Hindistan'da varlıklı bir ailenin çocuğuyken 26 yaşında, ceketini, elbiselerini ve kitaplarını satarak ailesinden gizlice zor durumda olan Müslümanlara yardım için 1912'de İstanbul'a gelen ve bir daha dönmeyen Peşaverli Abdurrahman Bey (Abdurrahman Peşaveri), Anadolu Ajansı'nın (AA) ilk çalışanı olarak kayıtlara geçti.

    Ajansın kuruluş aşamalarında da çalışan Peşaveri, ajansta çalıştığı süre boyunca özellikle Yunan ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamların Avrupa kamuoyuna duyurulması için özel çaba sarf etti.

    Yedikıta Kültür ve Tarih Dergisi'nin son sayısında TBMM Dış İlişkiler ve Protokol Başkanlığı'nda tercüman olarak görev yapan serbest tarih araştırmacısı Mücahit Arslan imzasıyla yer alan habere göre, Peşaverli Abdurrahman Bey veya Abdurrahman Samdani olarak da bilinen Peşaveri, 1886'da Hindistan'ın Kuzey-Batı sınır eyaletinin, şu anda da Pakistan'ın Haybet-Peştunya Eyaleti'nin başkenti Peşaver'de doğdu.

    Keşmir'den 1880'de Peşaver'e göç eden zengin bir müteahhit olan Gulam Samdani'nin oğlu Peşaveri, 12 kardeşi gibi iyi bir eğitim aldı, ilk ve orta tahsilini Peşaver'de tamamladı, lise eğitimi için Hindistan'da Aligarh Özel İslam Okulu'na gitti.

    Osmanlı tarihini okuyan Peşaveri'ye, Türklere duyduğu hayranlık ve sevgi nedeniyle kardeşleri "Türki Lala" yani "Türk Ağabey" diye hitap etti.

    1. Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine, kolejdeki öğrenciler Peşaveri'nin liderliğinde "Hilal-i Ahmer Cemiyeti Türk Yardımlaşma Fonu"na yemek ücretlerinden yaptıkları tasarruflarla yardımda bulundu.

    Edirne için Hindistan'da gözyaşı döktüler

    Gazetelerden savaşın ayrıntılarını takip eden Hindistanlı Müslümanlar, Balkanlarda Müslüman Türklerin, Bulgar ve Sırp çetelerce katledilmesini ağlayarak dinledi. Edirne'nin 1913'te Osmanlı ordusunca Bulgarlardan geri alınmasıyla bütün şehir kandillerle aydınlatıldı.

    Osmanlı'ya destek için çocuğunu sattı

    Yardım çalışmalarına Abdurrahman Peşaveri de öncülük etti, gazetelerde öldürülen Türk kadın ve çocukların resimlerini gören halk, yoksulluklarına rağmen ellerinde ne varsa gözyaşları içinde yardıma koştu.

    Peşaver'de yardımlaşma fonlarına verecek hiçbir şeyi olmayan 20 yaşındaki Gulam Muhammed ile 21 yaşındaki Gulab Din kendilerini Allah için satışa çıkardı, satıştan elde edilen parayı da yardım fonuna vadetti. Böylece kendilerini satın alacak şahsa ömür boyu köle gibi hizmet etmeyi kabul etti.

    Yine Peşaver'de yardım kampanyasına verecek hiçbir şeyi olmayan genç bir kadın 4 aylık bebeğini kampanyaya bağışladığını, açık artırmayla yapılacak satıştan elde edilecek meblağı da fona vereceğini ilan etti, açık artırmaya çıkan bebeği alan Peşaverli bir zengin daha sonra bebeği annesine iade etti. Anne ise aldığı tüm parayı yardım kampanyasına bağışladı.

    Peşaveri İstanbul yolunda

    Hem toplanan paraların teslimi hem de zorda bulunan Osmanlı Ordusu'na yardım için Hindistan Hilal-i Ahmer Cemiyeti, bir tıbbiye heyetini İstanbul'a göndermeye karar verdi.

    Beş doktor, 7 sağlık görevlisi, 10 hasta bakıcının yer aldığı heyet, Bombay'dan 15 Aralık 1912'de İtalyan gemisi Sardegna ile hareket etti. Aden ve Süveyş'i geçerek İskenderiye'ye ulaşan gemi, buradan da Romanya gemisine binerek, 2 hafta sonra İstanbul'a ulaştı.

    Babasından izin alamayacağını düşünerek, ailesinden gizlice heyete dahil olan, parası olmadığından ceketini, elbiselerini ve kitaplarını satarak yolculuk masraflarını karşılayan Peşaveri, 30 Aralık 1912'de İstanbul'a gelen heyette yer aldı.

    Hem hasta bakıcı hem muhabir

    Hasta bakıcılık görevinin yanı sıra Hindistan gazetelerine düzenli haber gönderen Peşaveri, Edirne'yi 5,5 ay kahramanca savunan Mehmed Şükrü Paşa'nın teslim olmak zorunda kalması ve 26 Mart 1913'te Edirne'nin Bulgarlar tarafından işgaliyle derin bir acıya boğuldu.

    Peşaveri kız kardeşine gönderdiği telgrafta üzüntüsünü, "Sevgili kardeşim, Edirne ellerimizden kaydı gitti. Allah bizleri korusun! Bu menfur hadise karşısında çaresizliğimizi tarif bile edemiyorum. Lakin takdir-i ilahiye kim karşı gelebilir? Hayatı pahasına Edirne'yi savunan Şükrü Paşa'yı tarih daima hayırla yad edecektir" sözleriyle dile getirdi

    Sultan Reşad'ın heyete ilgisi

    Enver Paşa'nın talebiyle Çanakkale'de bir sahra hastanesi kuran heyet, savaşın bitmesiyle 1913 yılının Mayıs ayında İstanbul'a döndü. Burada sanat ve edebiyat dünyasının önde gelenleri ile tanışan heyettekiler, İstanbul'dan ayrılmadan Sultan Reşad tarafından Dolmabahçe Sarayı'nda kabul edildi.

    Heyet üyelerine gözyaşları içinde tek tek sarılarak onlara teşekkür eden Sultan Reşad, saray mensuplarını şaşırttı. Çünkü sultanın kabul ettiği insanlara sarıldığı daha önce görülmemişti.

    Peşaveri, Haziran 1913'te ülkesine dönen heyete katılmadı, İstanbul'da yaşananları anbean Hindistan'a bildirdi. Peşaveri, 22 Temmuz 1913'te kız kardeşine, "Sevgili Kardeşim, Türk Ordusu şükürler olsun Edirne'yi kurtardı. İstanbul'da bayram havası var" şeklinde yazdı.

    İngilizlerle savaştı

    Rauf Orbay'ın vasıtasıyla Harp Okulu'na kaydolan Peşaveri, askeri eğitimine Beyrut'ta devam etti, 1. Dünya Savaşı başlayınca teğmen olarak Gelibolu cephesinde savaştı ve 3 kez yaralandı.

    Sultan Reşad, 1915 sonunda Afganistan Kralı Habibullah Han'a Afgan Müslümanların desteğini almak üzere Rauf Bey başkanlığındaki bir heyeti, hediye götürmekle görevlendirdi. Heyete, Urduca ve Farsça bilen Peşaveri de dahil edildi, heyetin yolu Basra'yı işgal eden İngilizlerce İran'da kesildi. Afganistan'dan karayoluyla haca giden bazı Afganlıları silahlandırarak bir kıt'a haline getiren Peşaveri, sınır hattında önemli bir geçidi İngilizlere karşı 36 saat tutarak, heyetin esir düşmesine mani oldu, kendisi de yaralandı. Bu hadiseler üzerine heyet geri dönmek zorunda kaldı.

    AA'nın ilk personeli

    Peşaveri, İstanbul'un itilaf devletlerince işgal edilmesiyle burada gizlendi, İzmir'in işgalinden hemen sonra 25 Mayıs 1919'da Rauf Bey ile gizlice Bandırma'ya geldi. Peşaveri, haziranda Amasya'ya geçerek, Kuvay-ı Milliye'nin İngilizce yazışmalarında görev aldı, AA'nın kuruluş çalışmalarında bulundu.

    AA'nın ilk çalışanı olarak kayıtlara geçen Peşaveri, ajansta çalıştığı süre boyunca özellikle Yunan ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamların Avrupa kamuoyuna duyrulması için özel çaba sarf etti.

    Makalenin yazarı Mücahit Arslan, AA'nın kurucuları arasında yer alan Halide Edip Adıvar'ın anılarında, Peşaveri'nin birden fazla dil bildiğinden, ajansın ilk bürosu Milli Mücadele'nin ilk karargahı Ziraat Mektebi binasında ayrılan bölümde kendisiyle birlikte çalıştığını ve söylediklerini daktiloyla haberleştirdiğini anlattığını kaydetti.

    TBMM'nin ilk büyükelçisi

    Milli mücadelede büyük faydalar gösteren Peşaveri, TBMM adına Ağustos 1920'de Afganistan'a "Fevkalade Murahhas" unvanıyla ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

    İngilizlerin takibinden kurtulmak için yaptığı 4,5 aylık zorlu yolculuk sonrası Kabil'e varabilen Peşaveri'ye burada Kral Emanullah Han tarafından büyük hüsnükabul gösterildi, kendisine saray tahsis edildi.

    "Anadolu işgal altındayken dönemem"

    Kabil'e büyükelçi olarak geldiğini duyan ailesi Peşaver'e dönmesi için mektup üstüne mektup yazdığı Peşaveri, 10 yıl görmediği ailesine "Vatanım işgal altındadır. Ben hür bir adamım. İngiliz işgali altındaki topraklara gitmem" şeklindeki tarihi cevabını verdi.

    Peşaverli Abdurrahman Bey, daha sonra Kabil'e gelerek kendisiyle Peşaver'e dönmesi için adeta yalvaran annesine "Anne, Anadolu işgal altındayken dönemem" dedi.

    Rauf Bey'e zannedilerek şehit edildi

    Görevini 1922'de Fahreddin Paşa'ya devrettikten sonra İstanbul'a dönen Peşaveri, Rauf Orbay'ın maiyetinde hizmete başladı. Peşaveri, 21 Mayıs 1925 gecesi Beşiktaş'tan Nişantaşı'ndaki evine dönerken meçhul 3 şahıs tarafından tabancayla vuruldu.

    Bir ciğeri parçalanan ve bel kemiği zedelediğinden belden aşağısı felç olan Peşaveri, tüm çabalara rağmen 30 Haziran 1925'te hayata gözlerini yumdu ve Maçka Mezarlığı'na defnedildi.

    Peşaveri'nin beyaz tenli olması ve sima olarak Rauf Orbay'a benzemesi, asıl hedefin Rauf Orbay olduğu iddiasını güçlendirdi.

    Ölüm haberi Hindistan'da büyük bir üzüntüyle karşılanan Peşaverli Abdurrahman Bey'in ismi, okuduğu Aligarh Koleji'nde kaldığı yurt odasına verildi ve Ensari'nin davetlisi olarak 1933'te Hindistan'ı ziyaret eden Rauf Orbay tarafından aynı odaya bir kitabe kondu.

    Ayrıca Peşaver Üniversitesi'ne doğduğu şehir Peşaver'de okullararası spor müsabakaları için Rauf-Rahman Kupası adıyla bir kupa verildi.

    MEKÂNI CENNET OLSUN
    PEŞAVERİ ABDURRAHMAN BEY! Hindistan'da varlıklı bir ailenin çocuğuyken 26 yaşında, ceketini, elbiselerini ve kitaplarını satarak ailesinden gizlice zor durumda olan Müslümanlara yardım için 1912'de İstanbul'a gelen ve bir daha dönmeyen Peşaverli Abdurrahman Bey (Abdurrahman Peşaveri), Anadolu Ajansı'nın (AA) ilk çalışanı olarak kayıtlara geçti. Ajansın kuruluş aşamalarında da çalışan Peşaveri, ajansta çalıştığı süre boyunca özellikle Yunan ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamların Avrupa kamuoyuna duyurulması için özel çaba sarf etti. Yedikıta Kültür ve Tarih Dergisi'nin son sayısında TBMM Dış İlişkiler ve Protokol Başkanlığı'nda tercüman olarak görev yapan serbest tarih araştırmacısı Mücahit Arslan imzasıyla yer alan habere göre, Peşaverli Abdurrahman Bey veya Abdurrahman Samdani olarak da bilinen Peşaveri, 1886'da Hindistan'ın Kuzey-Batı sınır eyaletinin, şu anda da Pakistan'ın Haybet-Peştunya Eyaleti'nin başkenti Peşaver'de doğdu. Keşmir'den 1880'de Peşaver'e göç eden zengin bir müteahhit olan Gulam Samdani'nin oğlu Peşaveri, 12 kardeşi gibi iyi bir eğitim aldı, ilk ve orta tahsilini Peşaver'de tamamladı, lise eğitimi için Hindistan'da Aligarh Özel İslam Okulu'na gitti. Osmanlı tarihini okuyan Peşaveri'ye, Türklere duyduğu hayranlık ve sevgi nedeniyle kardeşleri "Türki Lala" yani "Türk Ağabey" diye hitap etti. 1. Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine, kolejdeki öğrenciler Peşaveri'nin liderliğinde "Hilal-i Ahmer Cemiyeti Türk Yardımlaşma Fonu"na yemek ücretlerinden yaptıkları tasarruflarla yardımda bulundu. Edirne için Hindistan'da gözyaşı döktüler Gazetelerden savaşın ayrıntılarını takip eden Hindistanlı Müslümanlar, Balkanlarda Müslüman Türklerin, Bulgar ve Sırp çetelerce katledilmesini ağlayarak dinledi. Edirne'nin 1913'te Osmanlı ordusunca Bulgarlardan geri alınmasıyla bütün şehir kandillerle aydınlatıldı. Osmanlı'ya destek için çocuğunu sattı Yardım çalışmalarına Abdurrahman Peşaveri de öncülük etti, gazetelerde öldürülen Türk kadın ve çocukların resimlerini gören halk, yoksulluklarına rağmen ellerinde ne varsa gözyaşları içinde yardıma koştu. Peşaver'de yardımlaşma fonlarına verecek hiçbir şeyi olmayan 20 yaşındaki Gulam Muhammed ile 21 yaşındaki Gulab Din kendilerini Allah için satışa çıkardı, satıştan elde edilen parayı da yardım fonuna vadetti. Böylece kendilerini satın alacak şahsa ömür boyu köle gibi hizmet etmeyi kabul etti. Yine Peşaver'de yardım kampanyasına verecek hiçbir şeyi olmayan genç bir kadın 4 aylık bebeğini kampanyaya bağışladığını, açık artırmayla yapılacak satıştan elde edilecek meblağı da fona vereceğini ilan etti, açık artırmaya çıkan bebeği alan Peşaverli bir zengin daha sonra bebeği annesine iade etti. Anne ise aldığı tüm parayı yardım kampanyasına bağışladı. Peşaveri İstanbul yolunda Hem toplanan paraların teslimi hem de zorda bulunan Osmanlı Ordusu'na yardım için Hindistan Hilal-i Ahmer Cemiyeti, bir tıbbiye heyetini İstanbul'a göndermeye karar verdi. Beş doktor, 7 sağlık görevlisi, 10 hasta bakıcının yer aldığı heyet, Bombay'dan 15 Aralık 1912'de İtalyan gemisi Sardegna ile hareket etti. Aden ve Süveyş'i geçerek İskenderiye'ye ulaşan gemi, buradan da Romanya gemisine binerek, 2 hafta sonra İstanbul'a ulaştı. Babasından izin alamayacağını düşünerek, ailesinden gizlice heyete dahil olan, parası olmadığından ceketini, elbiselerini ve kitaplarını satarak yolculuk masraflarını karşılayan Peşaveri, 30 Aralık 1912'de İstanbul'a gelen heyette yer aldı. Hem hasta bakıcı hem muhabir Hasta bakıcılık görevinin yanı sıra Hindistan gazetelerine düzenli haber gönderen Peşaveri, Edirne'yi 5,5 ay kahramanca savunan Mehmed Şükrü Paşa'nın teslim olmak zorunda kalması ve 26 Mart 1913'te Edirne'nin Bulgarlar tarafından işgaliyle derin bir acıya boğuldu. Peşaveri kız kardeşine gönderdiği telgrafta üzüntüsünü, "Sevgili kardeşim, Edirne ellerimizden kaydı gitti. Allah bizleri korusun! Bu menfur hadise karşısında çaresizliğimizi tarif bile edemiyorum. Lakin takdir-i ilahiye kim karşı gelebilir? Hayatı pahasına Edirne'yi savunan Şükrü Paşa'yı tarih daima hayırla yad edecektir" sözleriyle dile getirdi Sultan Reşad'ın heyete ilgisi Enver Paşa'nın talebiyle Çanakkale'de bir sahra hastanesi kuran heyet, savaşın bitmesiyle 1913 yılının Mayıs ayında İstanbul'a döndü. Burada sanat ve edebiyat dünyasının önde gelenleri ile tanışan heyettekiler, İstanbul'dan ayrılmadan Sultan Reşad tarafından Dolmabahçe Sarayı'nda kabul edildi. Heyet üyelerine gözyaşları içinde tek tek sarılarak onlara teşekkür eden Sultan Reşad, saray mensuplarını şaşırttı. Çünkü sultanın kabul ettiği insanlara sarıldığı daha önce görülmemişti. Peşaveri, Haziran 1913'te ülkesine dönen heyete katılmadı, İstanbul'da yaşananları anbean Hindistan'a bildirdi. Peşaveri, 22 Temmuz 1913'te kız kardeşine, "Sevgili Kardeşim, Türk Ordusu şükürler olsun Edirne'yi kurtardı. İstanbul'da bayram havası var" şeklinde yazdı. İngilizlerle savaştı Rauf Orbay'ın vasıtasıyla Harp Okulu'na kaydolan Peşaveri, askeri eğitimine Beyrut'ta devam etti, 1. Dünya Savaşı başlayınca teğmen olarak Gelibolu cephesinde savaştı ve 3 kez yaralandı. Sultan Reşad, 1915 sonunda Afganistan Kralı Habibullah Han'a Afgan Müslümanların desteğini almak üzere Rauf Bey başkanlığındaki bir heyeti, hediye götürmekle görevlendirdi. Heyete, Urduca ve Farsça bilen Peşaveri de dahil edildi, heyetin yolu Basra'yı işgal eden İngilizlerce İran'da kesildi. Afganistan'dan karayoluyla haca giden bazı Afganlıları silahlandırarak bir kıt'a haline getiren Peşaveri, sınır hattında önemli bir geçidi İngilizlere karşı 36 saat tutarak, heyetin esir düşmesine mani oldu, kendisi de yaralandı. Bu hadiseler üzerine heyet geri dönmek zorunda kaldı. AA'nın ilk personeli Peşaveri, İstanbul'un itilaf devletlerince işgal edilmesiyle burada gizlendi, İzmir'in işgalinden hemen sonra 25 Mayıs 1919'da Rauf Bey ile gizlice Bandırma'ya geldi. Peşaveri, haziranda Amasya'ya geçerek, Kuvay-ı Milliye'nin İngilizce yazışmalarında görev aldı, AA'nın kuruluş çalışmalarında bulundu. AA'nın ilk çalışanı olarak kayıtlara geçen Peşaveri, ajansta çalıştığı süre boyunca özellikle Yunan ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamların Avrupa kamuoyuna duyrulması için özel çaba sarf etti. Makalenin yazarı Mücahit Arslan, AA'nın kurucuları arasında yer alan Halide Edip Adıvar'ın anılarında, Peşaveri'nin birden fazla dil bildiğinden, ajansın ilk bürosu Milli Mücadele'nin ilk karargahı Ziraat Mektebi binasında ayrılan bölümde kendisiyle birlikte çalıştığını ve söylediklerini daktiloyla haberleştirdiğini anlattığını kaydetti. TBMM'nin ilk büyükelçisi Milli mücadelede büyük faydalar gösteren Peşaveri, TBMM adına Ağustos 1920'de Afganistan'a "Fevkalade Murahhas" unvanıyla ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı. İngilizlerin takibinden kurtulmak için yaptığı 4,5 aylık zorlu yolculuk sonrası Kabil'e varabilen Peşaveri'ye burada Kral Emanullah Han tarafından büyük hüsnükabul gösterildi, kendisine saray tahsis edildi. "Anadolu işgal altındayken dönemem" Kabil'e büyükelçi olarak geldiğini duyan ailesi Peşaver'e dönmesi için mektup üstüne mektup yazdığı Peşaveri, 10 yıl görmediği ailesine "Vatanım işgal altındadır. Ben hür bir adamım. İngiliz işgali altındaki topraklara gitmem" şeklindeki tarihi cevabını verdi. Peşaverli Abdurrahman Bey, daha sonra Kabil'e gelerek kendisiyle Peşaver'e dönmesi için adeta yalvaran annesine "Anne, Anadolu işgal altındayken dönemem" dedi. Rauf Bey'e zannedilerek şehit edildi Görevini 1922'de Fahreddin Paşa'ya devrettikten sonra İstanbul'a dönen Peşaveri, Rauf Orbay'ın maiyetinde hizmete başladı. Peşaveri, 21 Mayıs 1925 gecesi Beşiktaş'tan Nişantaşı'ndaki evine dönerken meçhul 3 şahıs tarafından tabancayla vuruldu. Bir ciğeri parçalanan ve bel kemiği zedelediğinden belden aşağısı felç olan Peşaveri, tüm çabalara rağmen 30 Haziran 1925'te hayata gözlerini yumdu ve Maçka Mezarlığı'na defnedildi. Peşaveri'nin beyaz tenli olması ve sima olarak Rauf Orbay'a benzemesi, asıl hedefin Rauf Orbay olduğu iddiasını güçlendirdi. Ölüm haberi Hindistan'da büyük bir üzüntüyle karşılanan Peşaverli Abdurrahman Bey'in ismi, okuduğu Aligarh Koleji'nde kaldığı yurt odasına verildi ve Ensari'nin davetlisi olarak 1933'te Hindistan'ı ziyaret eden Rauf Orbay tarafından aynı odaya bir kitabe kondu. Ayrıca Peşaver Üniversitesi'ne doğduğu şehir Peşaver'de okullararası spor müsabakaları için Rauf-Rahman Kupası adıyla bir kupa verildi. MEKÂNI CENNET OLSUN 🤲
    0 Comments 0 Shares
  • MUHİDDİN PİR-İ REİS NİÇİN İDAM EDİLDİ?
    (Gelibolu? 1553 Kahire İdam)
    Tarihin yaprakları 1554'ü gösterirken memalik-i Osmaniyyenin Tahtında, onuncu Osmanlı Padişahı ve 89.İslam Halifesi Kanuni Sultan Süleyman Han Hazretleri oturuyordu. Saraydan Hürmüz Adasının alınması için büyük denizci Pir-i Reis'e görev verildi. O zamanlar bu ada Portekizlilere aitti ve kaleyi Portekizli Kumandan Alvaro de Noronha savunuyordu. Bir türlü kalenin savunmasını kıramayan Osmanlı Donanmasının Komutanı Pir-i Reis Portekizden kaleye yardım geleceğini duyunca kuşatmayı kaldırdı. Ancak dönüşte bir kaç tane Portekiz'e ait adalara saldırarak bir çok ganimet elde etti. Bazı kaynaklar üç gemi dolusu hazineden bahseder. Ancak bu geminin biri de batmıştır. Mısır Beylerbeyi Mahmut Paşa, kuşatmayı kaldırdığı ve Hazine kaçardığını iddia ederek, koskoca Pir-i Reis'i Mısır'da idam eder. Aslında Pir-i Reis Osmanlı Donanmasında bulunan gemilerle Hürmüz Adasının alınamıyacağını anladığı için, daha fazla kayıp vermek istememişti. Ne varki Mahmut Paşa hiç Pir-i Reisi dinlemedi bile. O idamı kafaya koymuştu.
    MUHİDDİN PİR-İ REİS NİÇİN İDAM EDİLDİ? (Gelibolu? 1553 Kahire İdam) Tarihin yaprakları 1554'ü gösterirken memalik-i Osmaniyyenin Tahtında, onuncu Osmanlı Padişahı ve 89.İslam Halifesi Kanuni Sultan Süleyman Han Hazretleri oturuyordu. Saraydan Hürmüz Adasının alınması için büyük denizci Pir-i Reis'e görev verildi. O zamanlar bu ada Portekizlilere aitti ve kaleyi Portekizli Kumandan Alvaro de Noronha savunuyordu. Bir türlü kalenin savunmasını kıramayan Osmanlı Donanmasının Komutanı Pir-i Reis Portekizden kaleye yardım geleceğini duyunca kuşatmayı kaldırdı. Ancak dönüşte bir kaç tane Portekiz'e ait adalara saldırarak bir çok ganimet elde etti. Bazı kaynaklar üç gemi dolusu hazineden bahseder. Ancak bu geminin biri de batmıştır. Mısır Beylerbeyi Mahmut Paşa, kuşatmayı kaldırdığı ve Hazine kaçardığını iddia ederek, koskoca Pir-i Reis'i Mısır'da idam eder. Aslında Pir-i Reis Osmanlı Donanmasında bulunan gemilerle Hürmüz Adasının alınamıyacağını anladığı için, daha fazla kayıp vermek istememişti. Ne varki Mahmut Paşa hiç Pir-i Reisi dinlemedi bile. O idamı kafaya koymuştu.
    0 Comments 0 Shares
  • 18 mart günü, 108. yılında Çanakkale savaşı'nı andık. İslam ümmetinin bir olup kahramanca savaştığı bu vatan toprağında, ecdattan birçok iz ve hatıra bulunuyor. Her Müslümanın muhakkak görmesi gereken Gelibolu yarımadasındaki ziyaret edilecek bazı yerleri sizler için derledik.
    ~
    1-2. Kilitbahir'deki tarihi kale ve 'Bir Yolcuya' şiirinin bir bölümünün geçtiği anıt
    3. Çanakkale şehitleri abidesi
    4. Conkbayırı
    5. 57. Piyade Alayı şehitliği
    6. Anzak koyu
    7. Soğanlıdere şehitliği
    18 mart günü, 108. yılında Çanakkale savaşı'nı andık. İslam ümmetinin bir olup kahramanca savaştığı bu vatan toprağında, ecdattan birçok iz ve hatıra bulunuyor. Her Müslümanın muhakkak görmesi gereken Gelibolu yarımadasındaki ziyaret edilecek bazı yerleri sizler için derledik. ~ 1-2. Kilitbahir'deki tarihi kale ve 'Bir Yolcuya' şiirinin bir bölümünün geçtiği anıt 3. Çanakkale şehitleri abidesi 4. Conkbayırı 5. 57. Piyade Alayı şehitliği 6. Anzak koyu 7. Soğanlıdere şehitliği
    0 Comments 0 Shares

  • Hiç düşündünüz mü?
    Acaba Türkiye’de gelincik ne anlama geliyor? Neyin simgesidir?
    Türkiye’de en güzel gelincik, en parlak, en kırmızı gelincik nerede büyür?
    Çanakkale’de…

    Çanakkale Savaşı, Türkiye’nin kaderini değiştiren, var olma savaşıdır. Metrekareye 6 bin merminin düştüğü 250 bin şehidin ve binlerce yaralının olduğu bir savaştır, Çanakkale’de ölen insanların kanlarıyla sulanmış gelincikler, narin, nazlı, hüzünlü gelincikler….

    Kan Çiçekleri der Gelibolulular gelinciğe.
    Bahar gelmeye görsün, her yanı kırmızılar
    basar buralarda. Gelibolulular çok sever gelincikleri. Çünkü derler ki, "Açan her bir gelincik, kan çiçeğidir. Şehit askerlerimizin
    her biri gelincik olmuş, sert rüzgârlara
    direnir de gitmez toprağından.

    Topraklar kana bulanmış gül bitermi hiç,
    biten kan çiçekleri..

    Topraktan mı sürmüş,
    Candan mı kopmuş,
    Açar yediveren kan çiçekleri.
    Türkü mü şiir mi, ağıt mı yoksa,
    Açar yediveren kan çiçekleri...

    Rahmet ve şükranla

    #18MartÇanakkaleZaferi
    🇹🇷🥀 Hiç düşündünüz mü? Acaba Türkiye’de gelincik ne anlama geliyor? Neyin simgesidir? Türkiye’de en güzel gelincik, en parlak, en kırmızı gelincik nerede büyür? Çanakkale’de… Çanakkale Savaşı, Türkiye’nin kaderini değiştiren, var olma savaşıdır. Metrekareye 6 bin merminin düştüğü 250 bin şehidin ve binlerce yaralının olduğu bir savaştır, Çanakkale’de ölen insanların kanlarıyla sulanmış gelincikler, narin, nazlı, hüzünlü gelincikler…. Kan Çiçekleri der Gelibolulular gelinciğe. Bahar gelmeye görsün, her yanı kırmızılar basar buralarda. Gelibolulular çok sever gelincikleri. Çünkü derler ki, "Açan her bir gelincik, kan çiçeğidir. Şehit askerlerimizin her biri gelincik olmuş, sert rüzgârlara direnir de gitmez toprağından. Topraklar kana bulanmış gül bitermi hiç, biten kan çiçekleri.. Topraktan mı sürmüş, Candan mı kopmuş, Açar yediveren kan çiçekleri. Türkü mü şiir mi, ağıt mı yoksa, Açar yediveren kan çiçekleri... Rahmet ve şükranla 🙏❤🥀🇹🇷🇹🇷 #18MartÇanakkaleZaferi
    0 Comments 0 Shares
  • Çocuklarımız için moral zamanı!

    Gelibolu'da konuşlu 18'inci Mekanize Piyade Tugayının Komando Taburu ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı çalışanları, Hatay'da depremden etkilenen çocuklarımızı bir nebze olsun mutlu edebilmek için onlarla yakından ilgilenmeye devam ediyor.
    Çocuklarımız için moral zamanı! Gelibolu'da konuşlu 18'inci Mekanize Piyade Tugayının Komando Taburu ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı çalışanları, Hatay'da depremden etkilenen çocuklarımızı bir nebze olsun mutlu edebilmek için onlarla yakından ilgilenmeye devam ediyor.
    0 Comments 0 Shares