• Endonezya Hakkında Bilmeniz Gereken 19 Gerçek:
    1. Endonezya, yaklaşık 6.000'inde yerleşim bulunan 17.000'den fazla adadan oluşan dünyanın en büyük takımadalarıdır.
    2. 270 milyonu aşkın insanla dünyanın en kalabalık dördüncü ülkesi.
    3. Endonezya, vatandaşlarının yaklaşık %90'ı Müslüman olarak tanımlanarak dünyadaki en büyük Müslüman nüfusa sahip.
    4. Resmi dil Endonezyaca (Bahasa Endonezya), ancak ülke genelinde 700'den fazla bölgesel dil konuşuluyor.
    5. Ülke, 3 feet çapında büyüyebilen dünyanın en büyük çiçeği olan Rafflesia arnoldii'ye ev sahipliği yapıyor.
    6. Endonezya, yüksek sayıda endemik türe sahip 17 megadevrenli ülkeden biri olan önemli biyoçeşitliliğe sahiptir.
    7. Dünyanın yaşayan en büyük kertenkele türü olan Komodo ejderhası Endonezya'ya özgüdür.
    8. Endonezya, Hinduizm, Budizm, İslam ve yerli geleneklerden etkilenen zengin bir kültürel mirasa sahiptir.
    9. Ülke, Pasifik Ateş Çemberi'ndeki konumundan dolayı depremler, tsunamiler ve volkanik patlamalar da dahil olmak üzere doğal afetlere meyilli.
    10. Central Java'da yer alan Borobudur, dünyanın en büyük Budist tapınağı ve UNESCO Dünya Mirası.
    11. Endonezya, en büyük ihracat metası olan palm yağı üreticisidir.
    12. Endonezya ekonomisi, tarım, madencilik ve üretim gibi önemli sektörlerle Güneydoğu Asya'nın en büyük ekonomilerinden biri.
    13. "wayang" olarak bilinen geleneksel Endonezya gölge kukla tiyatrosu UNESCO tarafından İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Mirasının Şaheseri olarak kabul ediliyor.
    14. Bali adası, güzel plajları, canlı kültürü ve Hindu tapınaklarıyla tanınan dünyanın en popüler turistik yerlerden biridir.
    15. Endonezya, 19 ülkeden ve Avrupa Birliği'nden hükümetler ve merkez bankası valileri için uluslararası bir forum olan G20 üyesidir.
    16. Ülkenin Hint, Çin, Arap ve Avrupa kültürlerinin etkisiyle karmaşık bir geçmişe sahip olup 1945 yılında Hollanda'dan bağımsızlık kazanmıştır.
    17. Endonezya, özellikle kahvesiyle ünlü olan Sumatra adası ile dünyanın en büyük ikinci kahve üreticisidir.
    18. Ulusal slogan, ülkenin çok kültürlü ve çok ırklı toplumunu yansıtan "Çeşitlilikte Birlik" anlamına gelen "Bhinneka Tunggal Ika"dır.
    19. Nesli tükenmekte olan bir tür olan orangutan, Endonezya'daki Borneo ve Sumatra yağmur ormanlarına özgüdür ve yaşam alanını korumak için koruma çalışmaları sürüyor.
    Endonezya Hakkında Bilmeniz Gereken 19 Gerçek: 1. Endonezya, yaklaşık 6.000'inde yerleşim bulunan 17.000'den fazla adadan oluşan dünyanın en büyük takımadalarıdır. 2. 270 milyonu aşkın insanla dünyanın en kalabalık dördüncü ülkesi. 3. Endonezya, vatandaşlarının yaklaşık %90'ı Müslüman olarak tanımlanarak dünyadaki en büyük Müslüman nüfusa sahip. 4. Resmi dil Endonezyaca (Bahasa Endonezya), ancak ülke genelinde 700'den fazla bölgesel dil konuşuluyor. 5. Ülke, 3 feet çapında büyüyebilen dünyanın en büyük çiçeği olan Rafflesia arnoldii'ye ev sahipliği yapıyor. 6. Endonezya, yüksek sayıda endemik türe sahip 17 megadevrenli ülkeden biri olan önemli biyoçeşitliliğe sahiptir. 7. Dünyanın yaşayan en büyük kertenkele türü olan Komodo ejderhası Endonezya'ya özgüdür. 8. Endonezya, Hinduizm, Budizm, İslam ve yerli geleneklerden etkilenen zengin bir kültürel mirasa sahiptir. 9. Ülke, Pasifik Ateş Çemberi'ndeki konumundan dolayı depremler, tsunamiler ve volkanik patlamalar da dahil olmak üzere doğal afetlere meyilli. 10. Central Java'da yer alan Borobudur, dünyanın en büyük Budist tapınağı ve UNESCO Dünya Mirası. 11. Endonezya, en büyük ihracat metası olan palm yağı üreticisidir. 12. Endonezya ekonomisi, tarım, madencilik ve üretim gibi önemli sektörlerle Güneydoğu Asya'nın en büyük ekonomilerinden biri. 13. "wayang" olarak bilinen geleneksel Endonezya gölge kukla tiyatrosu UNESCO tarafından İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Mirasının Şaheseri olarak kabul ediliyor. 14. Bali adası, güzel plajları, canlı kültürü ve Hindu tapınaklarıyla tanınan dünyanın en popüler turistik yerlerden biridir. 15. Endonezya, 19 ülkeden ve Avrupa Birliği'nden hükümetler ve merkez bankası valileri için uluslararası bir forum olan G20 üyesidir. 16. Ülkenin Hint, Çin, Arap ve Avrupa kültürlerinin etkisiyle karmaşık bir geçmişe sahip olup 1945 yılında Hollanda'dan bağımsızlık kazanmıştır. 17. Endonezya, özellikle kahvesiyle ünlü olan Sumatra adası ile dünyanın en büyük ikinci kahve üreticisidir. 18. Ulusal slogan, ülkenin çok kültürlü ve çok ırklı toplumunu yansıtan "Çeşitlilikte Birlik" anlamına gelen "Bhinneka Tunggal Ika"dır. 19. Nesli tükenmekte olan bir tür olan orangutan, Endonezya'daki Borneo ve Sumatra yağmur ormanlarına özgüdür ve yaşam alanını korumak için koruma çalışmaları sürüyor.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Küresel dijital kriz

    Dünyada siber saldırı mı yaşanıyor?

    Siber güvenlik platformu CrowdStrike ve Microsoft dünya çapında çöktü.

    Dünya genelinde havalimanları, hastaneler ve bankaların internet üzerinden sunduğu hizmetlerde kesinti yaşanıyor.

    ▪Londra Menkul Kıymetler Borsası'nda hizmetler kesintiye uğradı.

    ▪Bazı ülkelerde banka hesaplarına erişilemiyor.

    ▪Türk Hava Yolları bilet düzenlemesi yapamıyor.
    Küresel dijital kriz Dünyada siber saldırı mı yaşanıyor? 👉Siber güvenlik platformu CrowdStrike ve Microsoft dünya çapında çöktü. Dünya genelinde havalimanları, hastaneler ve bankaların internet üzerinden sunduğu hizmetlerde kesinti yaşanıyor. ▪Londra Menkul Kıymetler Borsası'nda hizmetler kesintiye uğradı. ▪Bazı ülkelerde banka hesaplarına erişilemiyor. ▪Türk Hava Yolları bilet düzenlemesi yapamıyor.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Fotoğraftaki kadın Londra Merkez Bankasında çalışan bir müdüre.
    İşteki ilk gününe başlamadan önce babası ona şöyle dedi:
    "Fakir bir ailede büyüdüğünü ve babanın çöpçü olduğunu kimseye söyleme, meslektaşların sana gülmesin."
    Ertesi gün kadın bu fotoğrafı sosyal medyada şu mesajla paylaştı:
    "Fakir bir ailede büyüdüm ve babam çöp toplayıcı olarak çalışıyor...
    Üniversite yıllarımda bana verdiği ahlaki eğitim ve maddi emekleri için kendisine teşekkür etmek istiyorum.
    Seni seviyorum babacığım.
    Sen benim gururumsun."
    Fotoğraftaki kadın Londra Merkez Bankasında çalışan bir müdüre. İşteki ilk gününe başlamadan önce babası ona şöyle dedi: "Fakir bir ailede büyüdüğünü ve babanın çöpçü olduğunu kimseye söyleme, meslektaşların sana gülmesin." Ertesi gün kadın bu fotoğrafı sosyal medyada şu mesajla paylaştı: "Fakir bir ailede büyüdüm ve babam çöp toplayıcı olarak çalışıyor... Üniversite yıllarımda bana verdiği ahlaki eğitim ve maddi emekleri için kendisine teşekkür etmek istiyorum. Seni seviyorum babacığım. Sen benim gururumsun."💖💖
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Yozgat'ta bir inşaat işçisi, banka kirlenmesin diye çamurlu ayakkabılarını dışarıda bırakarak içeriye girdi.
    Yozgat'ta bir inşaat işçisi, banka kirlenmesin diye çamurlu ayakkabılarını dışarıda bırakarak içeriye girdi.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Bugün Cezayir Cumhurbaşkanı, değerli kardeşim Tebbun ile Yüksek Düzeyli İş Birliği Konseyi Toplantımıza başkanlık ettik, verimli görüşmeler gerçekleştirdik.

    2020’deki ziyaretimin ardından dost ve kardeş Cezayir’de yeniden bulunmaktan memnuniyet duyuyorum.

    Konseyimizin adını “Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi” olarak yeniden belirledik.

    Muhtelif alanlarda imzaladığımız anlaşmalarla ikili ilişkilerimizin ahdi zeminini tahkim ettik.

    Geçen yıl 5,3 milyar dolarla rekor kıran ticaret hacmimizin bu sene sonunda 6 milyar doları yakalamasını bekliyoruz.

    Kardeşim Tebbun’la belirlediğimiz 10 milyar dolar ticaret hacmine gayretlerimizi arttırarak inşallah kısa zamanda ulaşacağız.

    Şirketlerimizin Cezayir’de hidrokarbon harici sektörlerdeki en büyük yatırımcı ve istihdam sağlayıcısı olmasıyla iftihar ediyoruz.

    Ziraat Bankamız Cezayir’de şube açmak üzere gereken izinleri almıştır. Bu gelişme, ekonomik ve ticari iş birliğimize büyük katkı sağlayacaktır.

    Enerji ve yenilenebilir enerji alanındaki ilişkilerimizi yeni ortaklıklarla çeşitlendirerek geliştirmeyi arzu ediyoruz.

    BOTAŞ ve Sonatrach arasında akdedilen doğal gaz sözleşmesi bunun güzel bir örneğini teşkil etti.

    Savunma sanayi alanında da çok büyük potansiyele sahip olduğumuzu görüyoruz.

    Kardeşimle Filistin’de yaşanan insani dramı da konuştuk.

    1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin tesisi artık kaçınılmazdır. Bu doğrultuda elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.

    Bir Cezayir atasözünün de ifade ettiği gibi, “Kul gayret eder, Allah tamamlar.”

    İş birliğimizi bu şiar temelinde her alanda geliştirmeye yönelik çabalarımızı önümüzdeki dönemde de sürdüreceğiz.
    Bugün Cezayir Cumhurbaşkanı, değerli kardeşim Tebbun ile Yüksek Düzeyli İş Birliği Konseyi Toplantımıza başkanlık ettik, verimli görüşmeler gerçekleştirdik. 2020’deki ziyaretimin ardından dost ve kardeş Cezayir’de yeniden bulunmaktan memnuniyet duyuyorum. 🇹🇷🇩🇿 Konseyimizin adını “Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi” olarak yeniden belirledik. Muhtelif alanlarda imzaladığımız anlaşmalarla ikili ilişkilerimizin ahdi zeminini tahkim ettik. Geçen yıl 5,3 milyar dolarla rekor kıran ticaret hacmimizin bu sene sonunda 6 milyar doları yakalamasını bekliyoruz. Kardeşim Tebbun’la belirlediğimiz 10 milyar dolar ticaret hacmine gayretlerimizi arttırarak inşallah kısa zamanda ulaşacağız. Şirketlerimizin Cezayir’de hidrokarbon harici sektörlerdeki en büyük yatırımcı ve istihdam sağlayıcısı olmasıyla iftihar ediyoruz. Ziraat Bankamız Cezayir’de şube açmak üzere gereken izinleri almıştır. Bu gelişme, ekonomik ve ticari iş birliğimize büyük katkı sağlayacaktır. Enerji ve yenilenebilir enerji alanındaki ilişkilerimizi yeni ortaklıklarla çeşitlendirerek geliştirmeyi arzu ediyoruz. BOTAŞ ve Sonatrach arasında akdedilen doğal gaz sözleşmesi bunun güzel bir örneğini teşkil etti. Savunma sanayi alanında da çok büyük potansiyele sahip olduğumuzu görüyoruz. Kardeşimle Filistin’de yaşanan insani dramı da konuştuk. 1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin tesisi artık kaçınılmazdır. Bu doğrultuda elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Bir Cezayir atasözünün de ifade ettiği gibi, “Kul gayret eder, Allah tamamlar.” İş birliğimizi bu şiar temelinde her alanda geliştirmeye yönelik çabalarımızı önümüzdeki dönemde de sürdüreceğiz.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Herkesin anlayabileceği şekilde #TROY nedir️ ne işe yarar️NEDEN ÖNEMLİDİR

    1) Troy aynen Mastercard veya Visa gibi bir ödeme şemasıdır temelde. Yani bir altyapı sistemidir. Siz sahip olduğunuz kart aracılığı ile marketteki pos cihazından bir talimat gönderirsiniz, o talimat merkeze (banka) ulaşır. O talimat sorgulanarak limitiniz dahilinde olup olmadığı, taksit, puan ve diğer bilgileriniz ile bir bütün paket olarak pos cihazına cevap verilir... Bu işlemlerin tamamı saniyeler içinde gerçekleşir ve ödemeniz onaylanır veya red edilir...

    2) Bu işlemlerin tamamını yapan sistem ister Visa olsun ister Troy sizin kredibilitenizden tutun da saat kaçta evden çıktığınıza o gün nereden alışveriş yaptığınıza hatta cinsine kadar tespit edip bir şema oluşturabilir...

    3) Rusya - Ukrayna savaşı sürecinde uluslararası finans sistemi Rusya'daki ambargo uygulamış ve sonucunda tüm Mastercard + Visa şemaları kapatılmış idi. Bu bir anda onmilyonlarca insanın sistem dışında kalmasına hatta ülkede ödeme ağının çökmesine, insanların market ve benzinliklerde mahsur kalmasına sebep olmuş idi...

    Ruslar bunu aşmak için MIR sistemini kurdu ki o da aynı TROY gibi bir şemadır...

    Yerli bir şemaya sahip olduğunuz an hiçbir uluslararası sistem sizi bloke edemez...

    4) Troy hakkında söylenen Mastercard-Visa altyapısını kullanıyor sözü tamamen bir zırvalıktır zira Mastercard ve Visa bile ortak şema kullanmaz iken bunu tutup da Troy sistemine al kullan diye vermelerini iddia etmek zaten saçmalıktır. Ülkemizde herkes maalesef uzman olduğu için böyle saçma komplo teorileri ile karşılaşırsınız. Zaten hepsi aynı olsa temelde tüm ayrıcalık anlaşmaları bile aynı olurdu ancak bir başka sistem olan AMEX her pos cihazında geçmez mesela çünkü sadece Garanti ile uygun şema kullanır...

    5) Uluslararası şema ise SADECE YURT DIŞINDA İKEN discover ağı yani LİNE kullanılarak gerçekleşir ki bu zaten uluslararası sistem aktivasyonu için MECBURİDİR bu aşamada...

    Ancak yurt içinde en ufak bir yabancı şema kullanımı söz konusu değildir...

    6) Bu sistemler ile her şema kullanımında yani her alışverişte belirli bir oranda şema firmasına yani Mastercard, Visa veya Troy'a komisyon ödenir ki o komisyonlar da öyle %1 - 2 değildir ama yekünde çok büyük maliyet tutar...

    7) Troy %51 ile bir TCMB sistemidir, geri kalan ortaklar ise yerleşik bankacılık sistemimizde bulunan firmalardır. Mastercard veya Visa HİÇBİR ORTAKLIĞA SAHİP DEĞİLDİR...

    Yani bu iş Filistin meselesinden daha da büyük ve kapsamlı bir konudur...

    Hem finansal bağımsızlık hem de kişisel verilerimiz için hayati önem taşımaktadır...
    Herkesin anlayabileceği şekilde #TROY nedir❓️ ne işe yarar❓️NEDEN ÖNEMLİDİR❓️ 1) Troy aynen Mastercard veya Visa gibi bir ödeme şemasıdır temelde. Yani bir altyapı sistemidir. Siz sahip olduğunuz kart aracılığı ile marketteki pos cihazından bir talimat gönderirsiniz, o talimat merkeze (banka) ulaşır. O talimat sorgulanarak limitiniz dahilinde olup olmadığı, taksit, puan ve diğer bilgileriniz ile bir bütün paket olarak pos cihazına cevap verilir... Bu işlemlerin tamamı saniyeler içinde gerçekleşir ve ödemeniz onaylanır veya red edilir... 2) Bu işlemlerin tamamını yapan sistem ister Visa olsun ister Troy sizin kredibilitenizden tutun da saat kaçta evden çıktığınıza o gün nereden alışveriş yaptığınıza hatta cinsine kadar tespit edip bir şema oluşturabilir... 3) Rusya - Ukrayna savaşı sürecinde uluslararası finans sistemi Rusya'daki ambargo uygulamış ve sonucunda tüm Mastercard + Visa şemaları kapatılmış idi. Bu bir anda onmilyonlarca insanın sistem dışında kalmasına hatta ülkede ödeme ağının çökmesine, insanların market ve benzinliklerde mahsur kalmasına sebep olmuş idi... Ruslar bunu aşmak için MIR sistemini kurdu ki o da aynı TROY gibi bir şemadır... Yerli bir şemaya sahip olduğunuz an hiçbir uluslararası sistem sizi bloke edemez... 4) Troy hakkında söylenen Mastercard-Visa altyapısını kullanıyor sözü tamamen bir zırvalıktır zira Mastercard ve Visa bile ortak şema kullanmaz iken bunu tutup da Troy sistemine al kullan diye vermelerini iddia etmek zaten saçmalıktır. Ülkemizde herkes maalesef uzman olduğu için böyle saçma komplo teorileri ile karşılaşırsınız. Zaten hepsi aynı olsa temelde tüm ayrıcalık anlaşmaları bile aynı olurdu ancak bir başka sistem olan AMEX her pos cihazında geçmez mesela çünkü sadece Garanti ile uygun şema kullanır... 5) Uluslararası şema ise SADECE YURT DIŞINDA İKEN discover ağı yani LİNE kullanılarak gerçekleşir ki bu zaten uluslararası sistem aktivasyonu için MECBURİDİR bu aşamada... Ancak yurt içinde en ufak bir yabancı şema kullanımı söz konusu değildir... 6) Bu sistemler ile her şema kullanımında yani her alışverişte belirli bir oranda şema firmasına yani Mastercard, Visa veya Troy'a komisyon ödenir ki o komisyonlar da öyle %1 - 2 değildir ama yekünde çok büyük maliyet tutar... 7) Troy %51 ile bir TCMB sistemidir, geri kalan ortaklar ise yerleşik bankacılık sistemimizde bulunan firmalardır. Mastercard veya Visa HİÇBİR ORTAKLIĞA SAHİP DEĞİLDİR... Yani bu iş Filistin meselesinden daha da büyük ve kapsamlı bir konudur... Hem finansal bağımsızlık hem de kişisel verilerimiz için hayati önem taşımaktadır...
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Amerikan Visa Kart ve master Kart, Türkiye'den 2-3 milyar dolar komisyon almaktadırlar...
    Bu da yaklaşık 40-50 milyar lira oluyor...
    Bu kurumlar Türkiye'de yerleşik olmadıkları için Kurumlar Vergisi ödememektedir...
    Eğer yerleşik olsalardı %20'den yaklaşık 8-10 milyar lira Devlete vergi vereceklerdi...
    yerli ödeme sistemi yerli silah üretimi kadar önemlidir...
    Troy ödeme sisteminin %51'i Merkez Bankası'nın %23'ü devlet bankalarının kalanı da Türkiye'deki özel bankaların...
    neredeyse tümü yerli ve milli)...
    Türkiye'deki tüm bankalar kredi kartlarını Troy kart ile değiştirebiliyorlar...(Hiçbir problem yok)
    Amerikan Visa Kart ve master Kart, Türkiye'den 2-3 milyar dolar komisyon almaktadırlar... Bu da yaklaşık 40-50 milyar lira oluyor... Bu kurumlar Türkiye'de yerleşik olmadıkları için Kurumlar Vergisi ödememektedir... Eğer yerleşik olsalardı %20'den yaklaşık 8-10 milyar lira Devlete vergi vereceklerdi... yerli ödeme sistemi yerli silah üretimi kadar önemlidir... Troy ödeme sisteminin %51'i Merkez Bankası'nın %23'ü devlet bankalarının kalanı da Türkiye'deki özel bankaların... neredeyse tümü yerli ve milli)... Türkiye'deki tüm bankalar kredi kartlarını Troy kart ile değiştirebiliyorlar...(Hiçbir problem yok)
    0 Comentários 0 Compartilhamentos


  • KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ 'NİN HİKAYESİ

    1959 yılı, Şişli' deki bir köşk, polis ekiplerince mühürlendi. Bu evde ünlü bir armatör yaşıyordu :

    Saim Birkök. Hayatı boyunca hiç evlenmemişti. Askerlik arkadaşının kendi adını verdiği oğlunu evlat edindi. Onu yetiştirmeye çalıştı. Okuması için İsviçre 'ye gönderdi. Bütün servetini ve sahip olduğu tersaneyi ona bırakmayı düşünüyordu. Ancak Balat' taki tersanede çıkan bir tartışmada manevi oğlunu tek kurşunla öldürdü. Bu olay yaşandığında Saim Birkök 76 yaşında, ölen manevi oğlu Saim Gökoğlu 45 yaşındaydı.

    1960 yılının ilk ayları. Prof Mustafa Cezar, bir araştırma sırasında, Şişli 'de mühürlü bir evde, sanatsal değerinin yanında tarihi değeri de yüksek olan, kırktan fazla tablonun varlığını öğrendi. Köşkün sahibi Saim Birkök, resme meraklı bir sanat severdi. Ancak işlediği cinayetten dolayı Sultanahmet Cezaevinde yatmaktaydı. Profesör, tabloların fotoğrafını çekmek için köşkün sahibinden izin almak zorundaydı. Hapishaneyi ziyaret edip Saim Birkök 'ten izin aldı. Mühürlü kapı, hakim eşliğinde açıldı. Kapı aralanıp ışıklar yanınca, toz toprak arasından muhteşem bir hazine çıktı. Kaplumbağa terbiyecisi başta olmak üzere beş tanesi Osman Hamdi Bey' e ait kırk tablo gün yüzüne çıkmıştı.

    Tabloların fotoğrafları çekildi.Sonra köşkün kapısı tekrar mühürlendi. Prof Mustafa Cezar, çektiği bu fotoğrafları kitabında yayımladı. Böylelikle ilk defa bu tablonun gerçek bir görüntüsü ortaya çıkmıştı.

    1961 yılı. Kanser hastası Saim Birkök, durumu ağırlaştığı gerekçesiyle salıverildi. Zaten bir süre sonra da vefat etti. Arkasından büyük bir miras kavgası başladı. Tablolar, anlaşmazlık nedeniyle Resim Heykel Müzesi 'ne teslim edildi.

    Kaplumbağa terbiyecisi de, 20 yıl kadar sonra, açık artırmayla Erol Aksoy' un eline geçecekti. Erol Aksoy, tabloyu sahibi olduğu İktisat Bankası'nın koleksiyonuna ekledi.

    12 Aralık 2004 Pazar. İktisat Bankası' nın koleksiyonunda bulunan Kaplumbağa Terbiyecisi isimli tabloya, bankanın batması nedeniyle TMSF tarafından el konulmuştu. Müzayede başladığında, çekişme iki müze arasında geçiyordu ;
    İstanbul Modern ve Pera Müzesi. Rakam çok yukarılara çıktı. Öyle ki, son teklif (günümüz parasıyla 5 milyon) 5 trilyon lirayı gösterecek tabela yoktu. Demek ki müzayedeyi gerçekleştirenler bile bu kadarını beklemiyordu. Kaplumbağa Terbiyecisi 'nin yeni sahibi Pera Müzesi oldu. Ödenen 5 trilyon, Türk resim sanatı için bir rekordu. Bu yüksek ücret, tablonun ününe ün kattı.

    Günümüzde, sokaktaki vatandaştan profesörüne, üniversite öğrencisinden ev hanımına kadar herkesin bildiği bir yapıta dönüştü Osman Hamdi Bey 'in Kaplumbağa Terbiyecisi. "Puzzle" ları, reprodüksüyonları yok satıyor. Dizi sahnelerinde, karikatürlerde karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin bir nevi Mona Lisa' sı haline geldi.

    Aslında Kaplumbağa Terbiyecisi 'nin birde ikizi var. Osman Hamdi Bey, birçok oryantalist ressam gibi beğendiği tabloyu bir kez daha çizmişti.

    Şimdiye kadar anlatılan, 1906 yılında yapılan ilk tablonun hikayesiydi. 1907 yılında ise resmi tekrar yaptı. 2.çalışma bir şekilde Londra' ya kadar gitmişti. Erol Simavi 1984 yılında bu resmi 100 bin dolara satın aldı. Halen Belma Simavi 'nin koleksiyonunda bulunan tablo, Sakıp Sabancı Müzesi' nde sergileniyor.
    İki resim arasında farklar var;
    kaplumbağaların sayıları ve yerleri, duvarda asılı olan Allah ve Muhammed yazılı tablo, yerde duran vazo ve pencere kemeri gibi.

    Peki tablo bize ne anlatıyor?
    Tabloda gördüğümüz erkek figürü Osman Hamdi Bey 'in kendisidir. Çoğunlukla resmini çizeceği ortamda, doğuya özgü kıyafetler giyip kendi fotoğrafını çektirir. Sonra fotoğrafa bakarak yapar resimlerini. Kaplumbağa Terbiyecisi de bu şekilde çizilmiştir.

    Tablodaki mekan, Bursa' daki Yeşil Cami 'dir. Osman Hamdi Bey çizime burada başlamış, daha sonra çekilen fotoğraf yardımıyla kendi atölyesinde bitirmiştir.

    Peki Kaplumbağa Terbiyecisi bize ne anlatıyor? Bunu anlamak için tabloyu incelemek gerek :

    Öncelikle neler görünüyor?

    Kırmızı kaftan giymiş, derviş kıyafetleri içinde sakallı, kambur yaşlı bir adam...

    Bakımsız bir odada, marul yiyen kaplumbağalara bakıyor. Ama biraz düşünceli, karamsar ve yorgun bir bakış bu.

    Sırtında bir nakkare (yarım küre biçiminde küçük bir davuldan oluşan vurmalı bir çalgı, Mevlevi müziğinin dört temel çalgısından da birisi) asılı ve buna bağlı mızrap (nakkareyi çalmaya yarayan nesne) boynundan aşağı sarkmış.

    Ellerini arkasında kavuşturmuş, bir Ney tutuyor. Kırbaç değil de neden Ney? Anlaşılan kaplumbağaları Ney üfleyerek, Nakkare çalarak yani musikiden yararlanarak terbiye etmeye çabalıyor.

    Ama yaşlı adamın Ney 'i tutuşuna daha dikkatli bakacak olursak, Ney' i üfleme hazırlığında değil sanki vazgeçmiş, çabaları sonuçsuz kalmış.

    Bize verilmek istenen mesajın ne olduğunu doğru yorumlamak için, Osman Hamdi Bey 'in hayatı hakkında biraz bilgi sahibi olmak gerek.

    Osman Hamdi Bey, ilk Türk arkeoloğudur. Dünyaca ünlü İskender Lahidi' ni bulan ve İstanbul 'a getiren kişidir.

    Çağdaş Türk müzeciliğinin öncülerindendir. İstanbul Arkeoloji Müzesi' nin kurucusu ve ilk müze müdürüdür.

    Sanayi - i Nefise Mekteb-i Alisi'ni yani Güzel Sanatlar Akademisi 'nin kurucusudur. Ayrıca modern anlamda ilk Türk ressamlarından birisidir ve Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressamdır.

    Bu durumu Emre Caner bir romanında şöyle açıklamıştır :
    "Osman Hamdi de hayatı boyunca kimsenin bilmediği meslekler yapmıştı. Ressam olmuştu en başta. Sonra müze müdürü. Bir arkeolog. Ardından da Güzel Sanatlar Akademisi müdürü. Onun kaplumbağa terbiyecisinden bir farkı yoktu aslında."

    Osman Hamdi Bey, tüm bunları, sanatı ve sanatçıyı önemsemeyen, antik eserlere hiç değer vermeyen bir toplumda başarmıştı. Devlet kurumları hatta toplumun kendisi, sürekli kendisine yeni engeller çıkarmış, değişime, modernleşmeye direnmişti.

    İşte tablodaki kaplumbağalar ;
    devletin hantal işleyen bürokrasisi ve değişime direnen, ağır aksak ilerleyen toplumun kendisiydi. Yaşlı dervişin kendisi olduğunu belirtmiştik. Bütün bu duruma kızan Osman Hamdi Bey, derviş de olsa sabrının bir sonu olduğunu göstermiş oluyor.

    Osman Hamdi Bey 'in, bu tablo yapılırken nereden esinlendiği de ortaya çıkmıştır. Bunun için Fransız Le Tour de Monde' nin 1869 yılındaki bir sayısında çıkan gravürü incelemek gerek.

    1869 yılında Bağdat Valisi Mithat Paşa 'nın hizmetinde çalışan babasına gönderdiği mektupta, Le Tour de Monde dergisini severek okuduğundan bahseden Osman Hamdi Bey' in bu çalışmadan esinlenmesi gayet olası görünüyor.

    Benzerlikler dikkat çekici olsa da Osman Hamdi Bey 'in Kaplumbağa Terbiyecisi, renklerin ve ışığın kullanımı, tablonun derinliği ve verdiği mesajla öncülüğünden çok daha değerli...
    (Abdullah Gündoğdu)

    Kaynak :
    Buğra Derci, Bütün Dünya Dergisi, Başkent Üniversitesi Kültür Yayını, sayı 2016 /05, syf 109 - 113
    🇹🇷🇹🇷🇹🇷 KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ 'NİN HİKAYESİ 1959 yılı, Şişli' deki bir köşk, polis ekiplerince mühürlendi. Bu evde ünlü bir armatör yaşıyordu : Saim Birkök. Hayatı boyunca hiç evlenmemişti. Askerlik arkadaşının kendi adını verdiği oğlunu evlat edindi. Onu yetiştirmeye çalıştı. Okuması için İsviçre 'ye gönderdi. Bütün servetini ve sahip olduğu tersaneyi ona bırakmayı düşünüyordu. Ancak Balat' taki tersanede çıkan bir tartışmada manevi oğlunu tek kurşunla öldürdü. Bu olay yaşandığında Saim Birkök 76 yaşında, ölen manevi oğlu Saim Gökoğlu 45 yaşındaydı. 1960 yılının ilk ayları. Prof Mustafa Cezar, bir araştırma sırasında, Şişli 'de mühürlü bir evde, sanatsal değerinin yanında tarihi değeri de yüksek olan, kırktan fazla tablonun varlığını öğrendi. Köşkün sahibi Saim Birkök, resme meraklı bir sanat severdi. Ancak işlediği cinayetten dolayı Sultanahmet Cezaevinde yatmaktaydı. Profesör, tabloların fotoğrafını çekmek için köşkün sahibinden izin almak zorundaydı. Hapishaneyi ziyaret edip Saim Birkök 'ten izin aldı. Mühürlü kapı, hakim eşliğinde açıldı. Kapı aralanıp ışıklar yanınca, toz toprak arasından muhteşem bir hazine çıktı. Kaplumbağa terbiyecisi başta olmak üzere beş tanesi Osman Hamdi Bey' e ait kırk tablo gün yüzüne çıkmıştı. Tabloların fotoğrafları çekildi.Sonra köşkün kapısı tekrar mühürlendi. Prof Mustafa Cezar, çektiği bu fotoğrafları kitabında yayımladı. Böylelikle ilk defa bu tablonun gerçek bir görüntüsü ortaya çıkmıştı. 1961 yılı. Kanser hastası Saim Birkök, durumu ağırlaştığı gerekçesiyle salıverildi. Zaten bir süre sonra da vefat etti. Arkasından büyük bir miras kavgası başladı. Tablolar, anlaşmazlık nedeniyle Resim Heykel Müzesi 'ne teslim edildi. Kaplumbağa terbiyecisi de, 20 yıl kadar sonra, açık artırmayla Erol Aksoy' un eline geçecekti. Erol Aksoy, tabloyu sahibi olduğu İktisat Bankası'nın koleksiyonuna ekledi. 12 Aralık 2004 Pazar. İktisat Bankası' nın koleksiyonunda bulunan Kaplumbağa Terbiyecisi isimli tabloya, bankanın batması nedeniyle TMSF tarafından el konulmuştu. Müzayede başladığında, çekişme iki müze arasında geçiyordu ; İstanbul Modern ve Pera Müzesi. Rakam çok yukarılara çıktı. Öyle ki, son teklif (günümüz parasıyla 5 milyon) 5 trilyon lirayı gösterecek tabela yoktu. Demek ki müzayedeyi gerçekleştirenler bile bu kadarını beklemiyordu. Kaplumbağa Terbiyecisi 'nin yeni sahibi Pera Müzesi oldu. Ödenen 5 trilyon, Türk resim sanatı için bir rekordu. Bu yüksek ücret, tablonun ününe ün kattı. Günümüzde, sokaktaki vatandaştan profesörüne, üniversite öğrencisinden ev hanımına kadar herkesin bildiği bir yapıta dönüştü Osman Hamdi Bey 'in Kaplumbağa Terbiyecisi. "Puzzle" ları, reprodüksüyonları yok satıyor. Dizi sahnelerinde, karikatürlerde karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin bir nevi Mona Lisa' sı haline geldi. Aslında Kaplumbağa Terbiyecisi 'nin birde ikizi var. Osman Hamdi Bey, birçok oryantalist ressam gibi beğendiği tabloyu bir kez daha çizmişti. Şimdiye kadar anlatılan, 1906 yılında yapılan ilk tablonun hikayesiydi. 1907 yılında ise resmi tekrar yaptı. 2.çalışma bir şekilde Londra' ya kadar gitmişti. Erol Simavi 1984 yılında bu resmi 100 bin dolara satın aldı. Halen Belma Simavi 'nin koleksiyonunda bulunan tablo, Sakıp Sabancı Müzesi' nde sergileniyor. İki resim arasında farklar var; kaplumbağaların sayıları ve yerleri, duvarda asılı olan Allah ve Muhammed yazılı tablo, yerde duran vazo ve pencere kemeri gibi. Peki tablo bize ne anlatıyor? Tabloda gördüğümüz erkek figürü Osman Hamdi Bey 'in kendisidir. Çoğunlukla resmini çizeceği ortamda, doğuya özgü kıyafetler giyip kendi fotoğrafını çektirir. Sonra fotoğrafa bakarak yapar resimlerini. Kaplumbağa Terbiyecisi de bu şekilde çizilmiştir. Tablodaki mekan, Bursa' daki Yeşil Cami 'dir. Osman Hamdi Bey çizime burada başlamış, daha sonra çekilen fotoğraf yardımıyla kendi atölyesinde bitirmiştir. Peki Kaplumbağa Terbiyecisi bize ne anlatıyor? Bunu anlamak için tabloyu incelemek gerek : Öncelikle neler görünüyor? Kırmızı kaftan giymiş, derviş kıyafetleri içinde sakallı, kambur yaşlı bir adam... Bakımsız bir odada, marul yiyen kaplumbağalara bakıyor. Ama biraz düşünceli, karamsar ve yorgun bir bakış bu. Sırtında bir nakkare (yarım küre biçiminde küçük bir davuldan oluşan vurmalı bir çalgı, Mevlevi müziğinin dört temel çalgısından da birisi) asılı ve buna bağlı mızrap (nakkareyi çalmaya yarayan nesne) boynundan aşağı sarkmış. Ellerini arkasında kavuşturmuş, bir Ney tutuyor. Kırbaç değil de neden Ney? Anlaşılan kaplumbağaları Ney üfleyerek, Nakkare çalarak yani musikiden yararlanarak terbiye etmeye çabalıyor. Ama yaşlı adamın Ney 'i tutuşuna daha dikkatli bakacak olursak, Ney' i üfleme hazırlığında değil sanki vazgeçmiş, çabaları sonuçsuz kalmış. Bize verilmek istenen mesajın ne olduğunu doğru yorumlamak için, Osman Hamdi Bey 'in hayatı hakkında biraz bilgi sahibi olmak gerek. Osman Hamdi Bey, ilk Türk arkeoloğudur. Dünyaca ünlü İskender Lahidi' ni bulan ve İstanbul 'a getiren kişidir. Çağdaş Türk müzeciliğinin öncülerindendir. İstanbul Arkeoloji Müzesi' nin kurucusu ve ilk müze müdürüdür. Sanayi - i Nefise Mekteb-i Alisi'ni yani Güzel Sanatlar Akademisi 'nin kurucusudur. Ayrıca modern anlamda ilk Türk ressamlarından birisidir ve Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressamdır. Bu durumu Emre Caner bir romanında şöyle açıklamıştır : "Osman Hamdi de hayatı boyunca kimsenin bilmediği meslekler yapmıştı. Ressam olmuştu en başta. Sonra müze müdürü. Bir arkeolog. Ardından da Güzel Sanatlar Akademisi müdürü. Onun kaplumbağa terbiyecisinden bir farkı yoktu aslında." Osman Hamdi Bey, tüm bunları, sanatı ve sanatçıyı önemsemeyen, antik eserlere hiç değer vermeyen bir toplumda başarmıştı. Devlet kurumları hatta toplumun kendisi, sürekli kendisine yeni engeller çıkarmış, değişime, modernleşmeye direnmişti. İşte tablodaki kaplumbağalar ; devletin hantal işleyen bürokrasisi ve değişime direnen, ağır aksak ilerleyen toplumun kendisiydi. Yaşlı dervişin kendisi olduğunu belirtmiştik. Bütün bu duruma kızan Osman Hamdi Bey, derviş de olsa sabrının bir sonu olduğunu göstermiş oluyor. Osman Hamdi Bey 'in, bu tablo yapılırken nereden esinlendiği de ortaya çıkmıştır. Bunun için Fransız Le Tour de Monde' nin 1869 yılındaki bir sayısında çıkan gravürü incelemek gerek. 1869 yılında Bağdat Valisi Mithat Paşa 'nın hizmetinde çalışan babasına gönderdiği mektupta, Le Tour de Monde dergisini severek okuduğundan bahseden Osman Hamdi Bey' in bu çalışmadan esinlenmesi gayet olası görünüyor. Benzerlikler dikkat çekici olsa da Osman Hamdi Bey 'in Kaplumbağa Terbiyecisi, renklerin ve ışığın kullanımı, tablonun derinliği ve verdiği mesajla öncülüğünden çok daha değerli... (Abdullah Gündoğdu) Kaynak : Buğra Derci, Bütün Dünya Dergisi, Başkent Üniversitesi Kültür Yayını, sayı 2016 /05, syf 109 - 113
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • ŞAKİR ZÜMRE

    “Vatana ihanetin Belgesidir”

    Kurtuluş Savaşı kazanılmıştır, Cumhuriyet ilan edilir ve tarihler 1925'e geldiğinde Mustafa Kemal, Bulgaristan'daki arkadaşı Şakir Bey'i Türkiye'ye davet eder ve "Gel burada silah fabrikası kur" der...
    Kabul eder Şakir Bey ve atlar Türkiye'ye gelir... Kendisine Haliç'in kıyısında bir yer gösterilir...

    Neresi orası biliyor musunuz?
    Şu anda Sütlüce'deki Miniatürk'ün bulunduğu alan...

    Cumhuriyet tarihinin ilk özel sektör silah fabrikasını Haliç'te kurar Şakir Bey...

    Artık ordumuzun cephanesi millidir.
    2 bin kişinin çalıştığı fabrikada kısa sürede
    Türk Hava Kuvvetleri'nin 100, 300, 500 ve bin kg'lık bombalarını üretmeye başlar.

    Bir yandan hava kuvvetlerinin bombalarını üretirken,diğer yandan Türk Deniz Kuvvetleri'nin ihtiyacı olan cephanelerini de üretmeye başlar.
    Hatta ilk denizaltı bombaları da burada üretilir.
    Yine kara kuvvetleri için cephane, el bombası, işaret ve aydınlatma fişekleri, kara mayınları gibi bir çok mühimmat Türk mühendis ve teknisyenleri tarafından bu fabrikada üretilerek ordumuzun ihtiyacı karşılanır.

    Hatta fabrika Yunanistan, Bulgaristan, Polonya ve Mısır gibi ülkelere ihracat da yapmaya başlar.

    1922'de İzmir'de denize döktüğümüz
    Yunanistan'a 1.5 milyon liralık bomba ihracatı yapmamız dünyada büyük yankı uyandırır...

    "Atatürk'le Bulgaristan'da geçen günler, hayatımın en unutulmaz müstesna günleri olarak hatıralarım arasında yaşayacaktır. Anadolu'yu ikinci bir Ergenekon yapan,bu şanlı Bozkurt'la bazen sabahlara kadar vatanımızın mesut ve ışıklı günlere kavuşması için hazırladığı plânlar üzerinde görüşür, tartışırdık" diyen Şakir Bey,fabrikasında mazotla çalışan beş beygirlik ilk Türk motorunu da yapmayı başarır...

    Ancak en yakın dostu Atatürk'ün vefatı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika ile yapılan silah anlaşmaları,

    Şakir Zümre için sonun başlangıcı olur...

    Artık Amerika,İkinci Dünya Savaşı'nın elde kalan külüstür silahlarını yükleyip götürmek yerine Marshall Planı doğrultusunda dağıtmaktadır...

    Kendi silahını üreten Türkiye'ye,
    "Biz size silah veririz, siz bunlarla uğraşmayın" denilerek silah sanayimize ve geleceğimize ilk darbeyi vururlar...
    Yunanistan, Polonya, Mısır gibi ülkeler de Amerika korkusundan artık Türkiye'den silah almazlar...

    Artık dışa bağımlı hale gelinmiştir ve Şakir Zümre'den silah alımını durdurmuştur...

    Hal böyle olunca Şakir Zümre'nin büyük emekle Türkiye'ye kazandırdığı silah fabrikası yavaş yavaş paslanmaya başlamıştır...

    Zaman içinde Şakir Zümre bitmiş;ülke savunma sanayii yavaş yavaş Amerika'nın güdümüne girmiştir...

    Şakir Zümre için zor günler başlamıştır artık...

    İşçinin maaşını ödeyemez duruma gelmiştir...

    Silah, cephane üretimi tamamen durmuştur...

    Çaresizlik içinde çırpınan Şakir Zümre, içi kan ağlayarak da olsa koca silah, cephane fabrikasını soba fabrikasına çevirir...

    Bugün 50'li yaşların hatırladığı meşhur Şakir Zümre sobalarını üretmeye başlar...

    Vatan Caddesi'nde her 30 Ağustos'ta düzenlenen resmi geçitlerde Şakir Zümre'nin ürettiği bombalar, silahlar boy gösterirken,1950'deki törenlerde içimizi burkan bir olay gerçekleşir...

    Şakir Zümre, sobaları yükler bir kamyonete ve Vatan Caddesi'nde gösteriyi izleyen devlet erkânına adeta bir tokat atar;

    "Bizi Amerika'ya muhtaç ettiniz...

    Türk ordusunun yerli ve milli silahını elinden alıp Amerika'nın kucağına oturdunuz" diye haykırarak...

    Silahı Amerika'dan alan hükümet, güya Şakir Zümre'nin gönlünü almak ister..

    Hani İş Bankası'nın meşhur bir kumbarası Şakir Zümre'nin cephane fabrikasında yaptırılır...

    Şakir Zümre 1966'da bu fani hayata veda ederken Türkiye'nin ilk kara, hava ve deniz bombaları üreten fabrikası da 1970'de kapısına kilit vurur...
    ŞAKİR ZÜMRE “Vatana ihanetin Belgesidir” Kurtuluş Savaşı kazanılmıştır, Cumhuriyet ilan edilir ve tarihler 1925'e geldiğinde Mustafa Kemal, Bulgaristan'daki arkadaşı Şakir Bey'i Türkiye'ye davet eder ve "Gel burada silah fabrikası kur" der... Kabul eder Şakir Bey ve atlar Türkiye'ye gelir... Kendisine Haliç'in kıyısında bir yer gösterilir... Neresi orası biliyor musunuz? Şu anda Sütlüce'deki Miniatürk'ün bulunduğu alan... Cumhuriyet tarihinin ilk özel sektör silah fabrikasını Haliç'te kurar Şakir Bey... Artık ordumuzun cephanesi millidir. 2 bin kişinin çalıştığı fabrikada kısa sürede Türk Hava Kuvvetleri'nin 100, 300, 500 ve bin kg'lık bombalarını üretmeye başlar. Bir yandan hava kuvvetlerinin bombalarını üretirken,diğer yandan Türk Deniz Kuvvetleri'nin ihtiyacı olan cephanelerini de üretmeye başlar. Hatta ilk denizaltı bombaları da burada üretilir. Yine kara kuvvetleri için cephane, el bombası, işaret ve aydınlatma fişekleri, kara mayınları gibi bir çok mühimmat Türk mühendis ve teknisyenleri tarafından bu fabrikada üretilerek ordumuzun ihtiyacı karşılanır. Hatta fabrika Yunanistan, Bulgaristan, Polonya ve Mısır gibi ülkelere ihracat da yapmaya başlar. 1922'de İzmir'de denize döktüğümüz Yunanistan'a 1.5 milyon liralık bomba ihracatı yapmamız dünyada büyük yankı uyandırır... "Atatürk'le Bulgaristan'da geçen günler, hayatımın en unutulmaz müstesna günleri olarak hatıralarım arasında yaşayacaktır. Anadolu'yu ikinci bir Ergenekon yapan,bu şanlı Bozkurt'la bazen sabahlara kadar vatanımızın mesut ve ışıklı günlere kavuşması için hazırladığı plânlar üzerinde görüşür, tartışırdık" diyen Şakir Bey,fabrikasında mazotla çalışan beş beygirlik ilk Türk motorunu da yapmayı başarır... Ancak en yakın dostu Atatürk'ün vefatı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika ile yapılan silah anlaşmaları, Şakir Zümre için sonun başlangıcı olur... Artık Amerika,İkinci Dünya Savaşı'nın elde kalan külüstür silahlarını yükleyip götürmek yerine Marshall Planı doğrultusunda dağıtmaktadır... Kendi silahını üreten Türkiye'ye, "Biz size silah veririz, siz bunlarla uğraşmayın" denilerek silah sanayimize ve geleceğimize ilk darbeyi vururlar... Yunanistan, Polonya, Mısır gibi ülkeler de Amerika korkusundan artık Türkiye'den silah almazlar... Artık dışa bağımlı hale gelinmiştir ve Şakir Zümre'den silah alımını durdurmuştur... Hal böyle olunca Şakir Zümre'nin büyük emekle Türkiye'ye kazandırdığı silah fabrikası yavaş yavaş paslanmaya başlamıştır... Zaman içinde Şakir Zümre bitmiş;ülke savunma sanayii yavaş yavaş Amerika'nın güdümüne girmiştir... Şakir Zümre için zor günler başlamıştır artık... İşçinin maaşını ödeyemez duruma gelmiştir... Silah, cephane üretimi tamamen durmuştur... Çaresizlik içinde çırpınan Şakir Zümre, içi kan ağlayarak da olsa koca silah, cephane fabrikasını soba fabrikasına çevirir... Bugün 50'li yaşların hatırladığı meşhur Şakir Zümre sobalarını üretmeye başlar... Vatan Caddesi'nde her 30 Ağustos'ta düzenlenen resmi geçitlerde Şakir Zümre'nin ürettiği bombalar, silahlar boy gösterirken,1950'deki törenlerde içimizi burkan bir olay gerçekleşir... Şakir Zümre, sobaları yükler bir kamyonete ve Vatan Caddesi'nde gösteriyi izleyen devlet erkânına adeta bir tokat atar; "Bizi Amerika'ya muhtaç ettiniz... Türk ordusunun yerli ve milli silahını elinden alıp Amerika'nın kucağına oturdunuz" diye haykırarak... Silahı Amerika'dan alan hükümet, güya Şakir Zümre'nin gönlünü almak ister.. Hani İş Bankası'nın meşhur bir kumbarası Şakir Zümre'nin cephane fabrikasında yaptırılır... Şakir Zümre 1966'da bu fani hayata veda ederken Türkiye'nin ilk kara, hava ve deniz bombaları üreten fabrikası da 1970'de kapısına kilit vurur...
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Crisda Rodriguez, Dünyaca ünlü tasarımcı ve yazardı kendisi mide kanserinden ölmeden önce son yazısı şu sekildeydi ;

    Garajimda Dünyanın en pahalı arabaları var ama tekerlekli sandalyeye binmek zorundayım.

    Evimde ünlü markalarin giysi,ayakkabı ve değerli eşyaları var ama

    Vücudum hastanenin verdiği küçük bir bez parçasına sarılı.

    Bankada çok param var ama hiçbir faydası yok.

    Evim lüks bir malikaneydi ama şuan hastane yatağında yatıyorum.

    Saçımı yaptırmak için yedi tane berberim vardı ama şuan saçım bile yok.

    Özel jetimle dünyanın her yerine Ucabilirdim ama şuan oda kapısına iki görevli ile zor yuruyorum.

    Birçok yiyecek olmasına rağmen diyetim iki öğün minimal sebze ve akşamları birkaç damla tuzlu su..

    Ölümden başka hiçbir gerçek yok..

    ............

    #crisdarodriguez
    #hayat
    Crisda Rodriguez, Dünyaca ünlü tasarımcı ve yazardı kendisi mide kanserinden ölmeden önce son yazısı şu sekildeydi ; Garajimda Dünyanın en pahalı arabaları var ama tekerlekli sandalyeye binmek zorundayım. Evimde ünlü markalarin giysi,ayakkabı ve değerli eşyaları var ama Vücudum hastanenin verdiği küçük bir bez parçasına sarılı. Bankada çok param var ama hiçbir faydası yok. Evim lüks bir malikaneydi ama şuan hastane yatağında yatıyorum. Saçımı yaptırmak için yedi tane berberim vardı ama şuan saçım bile yok. Özel jetimle dünyanın her yerine Ucabilirdim ama şuan oda kapısına iki görevli ile zor yuruyorum. Birçok yiyecek olmasına rağmen diyetim iki öğün minimal sebze ve akşamları birkaç damla tuzlu su.. Ölümden başka hiçbir gerçek yok.. ............ #crisdarodriguez #hayat
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
Páginas Impulsionadas