• ALHAMBRA'DA QANAT SİSTEMİNDEN DE FAYDALANILAN MÜKEMMEL BİR SU SİSTEMİ VAR,
    GRANADA, İSPANYA
    1238 yılında Granada’daki mühendisler, Ortaçağ tarihinin en büyük mühendislik başarılarından birine imza attılar: Bir dağın 200 metre yukarısına, dışarıdan enerji almadan çalışan, kendi kendini idame ettiren bir su sistemi inşa ettiler.
    Bu sistem, Alhambra Sarayı’na su taşımakla kalmadı; aynı zamanda bahçeleri, çeşmeleri ve hamamları da besledi. Ne bir pompa ne de elektrik vardı. Sadece yer çekimi, eğim ve zeki mühendislik.
    Ancak sistemin gerçek dehası, suyun sadece taşınması değil; basınçla yukarı çıkartılması, akışın dengelenmesi ve israf edilmeden dağıtılmasıydı. Modern mühendisler bile hâlâ bu sistemin bazı yönlerini tam olarak anlamakta zorlanıyor.
    Zamanla bu su sistemi o kadar etkileyici bir hâl aldı ki, bazıları fiziğin temel kurallarına meydan okuduğunu düşündü. Çünkü doğal eğimlerle suyu 200 metre yukarı taşımak, neredeyse imkânsız kabul edilen bir işti.
    Bu sistem hâlâ çalışıyor. Ve Granada’da, Alhambra’nın bahçelerinde dolaşırken hâlâ o suyun sesi duyuluyor. Bu, zamanını aşan mühendisliğin yaşayan bir kanıtı.
    Mükemmelleştirmek için 3 nesil mühendis gerekti.
    Diğer ortaçağ şehirleri Hristiyan ordularına yenilirken, Granada 250 yıldan fazla bir süre fethedilmeden kaldı.
    Sırrı ne miydi?
    Elhamra Sarayı - o kadar dahiyane bir mühendislik kalesi ki, modern NASA bilim insanları bile sistemlerini inceliyor.
    Önce Kraliyet Kanalı geldi - "Acequia Real":
    Dağlık arazide oyulmuş 6 km'lik bir kanal.
    Her metre mükemmel hesaplamalar gerektiriyordu.
    Sadece %1'lik bir eğim: Çok dik = erozyon. Çok sığ = akış yok.
    Meydan okumak imkansız görünüyordu:
    Modern su pompaları olmadan Darro Nehri'nin 200 metre yukarısındaki bir şehre güç sağlamak.
    Bu Bağlamda: Bu, yalnızca ortaçağ teknolojisini kullanarak 60 katlı bir gökdelene su akıtmak gibi bir şey.
    Hata payı? Sıfır.
    Ancak daha büyük bir sorunları vardı:
    Ortaçağ boruları yüksek basıncı kaldıramıyordu.
    Geleneksel çeşmeler muazzam bir güç gerektiriyordu.
    Her metre yükseklik su basıncını azaltıyordu.
    Çözümleri mi? Hidrolik mühendisliğinde devrim yarattı.
    Devasa Su Kulesi'ni (Torre del Agua) inşa ettiler:
    • 45 metre yüksekliğinde
    • Çoklu depolama odaları
    • Basınç düzenleme sistemleri
    • Yedek rezervuarlar
    Kule tüm su şebekesinin kalbi haline geldi.
    Alhambra'nın hayvan gücüyle çalışan su çarkı dahiyaneydi:
    • 12 metre çapında
    • Kenarına seramik kaplar takılı
    • Verimlilik için karşı ağırlıklı
    • Saatte 1.500 litre kaldırabilir
    500 yıl boyunca sürekli çalıştı.
    Aslanlar Sarayı çeşmesi onların başyapıtıydı:
    Her biri hassas bir şekilde tasarlanmış 12 mermer aslan.
    Su, vücutlarındaki gizli kanallardan akıyordu.
    Karmaşık bir mekanizma, su akışını her saat döndürüyordu.
    Ortaçağ İspanya'sının en doğru zaman tutucusu oldu.
    En büyük başarıları?
    Avrupa'nın hiç bilmediği akışkan dinamiği prensiplerini kullanarak şunları yarattılar:
    • Kendini idame ettiren su kaldırma
    • Hava kabarcığı itme
    • Doğal basınç düzenlemesi
    Fizik ders kitaplarının yeniden yazılması gerekiyordu.
    Termal banyolar termal mühendisliğin bir başarısıydı:
    • Isıtma sistemi (Türk hamamları gibi)
    • Dereceli sıcaklık odaları
    • Buhar üretim odaları
    • Mermer ısı tutma zeminleri
    • Doğal havalandırma kanalları
    Hepsi tek bir odun fırınıyla çalıştırılıyor.
    İklim kontrol sistemleri yüzyıllar öncesindeydi:
    • Maksimum soğutma için stratejik çeşme yerleşimi
    • Dar geçitler boyunca rüzgar tüneli etkileri
    • Su duvarı soğutma sistemleri
    • Buharlaştırıcı soğutma odaları
    Dışarıdan sıcaklık farkı: Genellikle 10°C daha soğuk.
    Yedek su sistemleri harikaydı:
    3 ayrı su kaynağı:
    • Royal Canal (birincil)
    • Darro Nehri asansörü (ikincil)
    • Yağmur suyu toplama (acil)
    Artı sarayı aylarca idare edebilecek gizli rezervuarlar.
    Mühendislik o kadar hassastı ki:
    • Su basıncı yükseklik değişikliklerine rağmen sabit kaldı
    • Çeşmeler tam yüksekliklerini korudu
    • Sıcaklık yıl boyunca düzenli kaldı
    • Atık su bahçeler için geri dönüştürüldü
    Hepsi tek bir güç pompası olmadan.
    Etkisi devrim niteliğindeydi:
    • Kuşatma altındaki bahçeler binlerce kişiyi doyurdu
    • Çeşme avluları politikacıların buluşma noktası oldu
    • Suya erişim ekonomiyi canlandırdı
    • Termal banyolar diplomasi merkezi haline geldi
    Mühendislik, medeniyeti şekillendirdi.
    NASA'nın ilgisi şaşırtıcı değil:
    Alhambra hala karşılaştığımız sorunları çözdü:
    • Pasif iklim kontrolü
    • Kaynak optimizasyonu
    • Sürdürülebilir su geri dönüşümü
    • Yerçekimine dayalı güç sistemleri
    Mars kolonileri için mükemmel.
    • Doğal güçlerle savaşmak yerine onları kullandılar.
    • Her sisteme yedeklilik yerleştirdi
    • Yıllar değil, yüzyıllar için tasarladı
    • Doğanın mühendisliği yönlendirmesine izin verdi
    İlkeleri ancak şimdi yeniden keşfettik.
    Bugün, 900 yıl sonra:
    • Orijinal sistemlerin %70'i hala çalışıyor
    • Orijinal çeşmeler hala akıyor
    • İklim kontrolü hala çalışıyor
    • Bahçeler hala çiçek açıyor
    "Uzun ömürlü" dediklerinde, bunu kastediyorlardı.
    GRANADA BİR DÖNEM MÜSLÜMANLAR'IN TOPRAĞI OLMUŞTU, BU SİSTEMİ MÜSLÜMANLAR MI KURDU?
    Evet, bu su sistemi Müslüman mühendisler tarafından yapılmıştır.
    Detaylı olarak:
    1238 yılında Granada’da kurulan Nasrid Emirliği, Endülüs’teki son Müslüman devletti.
    El Hamra Sarayı (Alhambra), bu emirlik döneminde inşa edildi ve mükemmel bir mühendislik ürünü olan su sistemi de bu yapının bir parçasıdır.
    Sistemi tasarlayan mühendisler, Arap ve Berberi kökenli Müslümanlardı. Büyük kısmı doğrudan İslam dünyasının bilgi birikiminden beslenmişti.
    Bu mühendisler, Roma su kemerlerinden ve İslam dünyasında gelişmiş su teknolojilerinden (özellikle İran’daki "qanat" sistemlerinden) esinlenerek, yer çekimini ve akış fiziğini çok iyi kullanan karmaşık bir yer altı su taşıma ve dağıtım sistemi kurdular.
    Alhambra’nın su sistemi sadece bir mühendislik başarısı değil, aynı zamanda İslam medeniyetinin bilim, sanat ve doğaya uyumlu mimari anlayışının da örneğidir.
    Yani evet: Bu etkileyici sistem, 13. yüzyılda Müslüman mühendisler tarafından inşa edilmiştir.
    🛜: Genius GTX
    : ChatGPT
    ALHAMBRA'DA QANAT SİSTEMİNDEN DE FAYDALANILAN MÜKEMMEL BİR SU SİSTEMİ VAR, GRANADA, İSPANYA 🇪🇸 1238 yılında Granada’daki mühendisler, Ortaçağ tarihinin en büyük mühendislik başarılarından birine imza attılar: Bir dağın 200 metre yukarısına, dışarıdan enerji almadan çalışan, kendi kendini idame ettiren bir su sistemi inşa ettiler. Bu sistem, Alhambra Sarayı’na su taşımakla kalmadı; aynı zamanda bahçeleri, çeşmeleri ve hamamları da besledi. Ne bir pompa ne de elektrik vardı. Sadece yer çekimi, eğim ve zeki mühendislik. Ancak sistemin gerçek dehası, suyun sadece taşınması değil; basınçla yukarı çıkartılması, akışın dengelenmesi ve israf edilmeden dağıtılmasıydı. Modern mühendisler bile hâlâ bu sistemin bazı yönlerini tam olarak anlamakta zorlanıyor. Zamanla bu su sistemi o kadar etkileyici bir hâl aldı ki, bazıları fiziğin temel kurallarına meydan okuduğunu düşündü. Çünkü doğal eğimlerle suyu 200 metre yukarı taşımak, neredeyse imkânsız kabul edilen bir işti. Bu sistem hâlâ çalışıyor. Ve Granada’da, Alhambra’nın bahçelerinde dolaşırken hâlâ o suyun sesi duyuluyor. Bu, zamanını aşan mühendisliğin yaşayan bir kanıtı. Mükemmelleştirmek için 3 nesil mühendis gerekti. Diğer ortaçağ şehirleri Hristiyan ordularına yenilirken, Granada 250 yıldan fazla bir süre fethedilmeden kaldı. Sırrı ne miydi? Elhamra Sarayı - o kadar dahiyane bir mühendislik kalesi ki, modern NASA bilim insanları bile sistemlerini inceliyor. Önce Kraliyet Kanalı geldi - "Acequia Real": Dağlık arazide oyulmuş 6 km'lik bir kanal. Her metre mükemmel hesaplamalar gerektiriyordu. Sadece %1'lik bir eğim: Çok dik = erozyon. Çok sığ = akış yok. Meydan okumak imkansız görünüyordu: Modern su pompaları olmadan Darro Nehri'nin 200 metre yukarısındaki bir şehre güç sağlamak. Bu Bağlamda: Bu, yalnızca ortaçağ teknolojisini kullanarak 60 katlı bir gökdelene su akıtmak gibi bir şey. Hata payı? Sıfır. Ancak daha büyük bir sorunları vardı: Ortaçağ boruları yüksek basıncı kaldıramıyordu. Geleneksel çeşmeler muazzam bir güç gerektiriyordu. Her metre yükseklik su basıncını azaltıyordu. Çözümleri mi? Hidrolik mühendisliğinde devrim yarattı. Devasa Su Kulesi'ni (Torre del Agua) inşa ettiler: • 45 metre yüksekliğinde • Çoklu depolama odaları • Basınç düzenleme sistemleri • Yedek rezervuarlar Kule tüm su şebekesinin kalbi haline geldi. Alhambra'nın hayvan gücüyle çalışan su çarkı dahiyaneydi: • 12 metre çapında • Kenarına seramik kaplar takılı • Verimlilik için karşı ağırlıklı • Saatte 1.500 litre kaldırabilir 500 yıl boyunca sürekli çalıştı. Aslanlar Sarayı çeşmesi onların başyapıtıydı: Her biri hassas bir şekilde tasarlanmış 12 mermer aslan. Su, vücutlarındaki gizli kanallardan akıyordu. Karmaşık bir mekanizma, su akışını her saat döndürüyordu. Ortaçağ İspanya'sının en doğru zaman tutucusu oldu. En büyük başarıları? Avrupa'nın hiç bilmediği akışkan dinamiği prensiplerini kullanarak şunları yarattılar: • Kendini idame ettiren su kaldırma • Hava kabarcığı itme • Doğal basınç düzenlemesi Fizik ders kitaplarının yeniden yazılması gerekiyordu. Termal banyolar termal mühendisliğin bir başarısıydı: • Isıtma sistemi (Türk hamamları gibi) • Dereceli sıcaklık odaları • Buhar üretim odaları • Mermer ısı tutma zeminleri • Doğal havalandırma kanalları Hepsi tek bir odun fırınıyla çalıştırılıyor. İklim kontrol sistemleri yüzyıllar öncesindeydi: • Maksimum soğutma için stratejik çeşme yerleşimi • Dar geçitler boyunca rüzgar tüneli etkileri • Su duvarı soğutma sistemleri • Buharlaştırıcı soğutma odaları Dışarıdan sıcaklık farkı: Genellikle 10°C daha soğuk. Yedek su sistemleri harikaydı: 3 ayrı su kaynağı: • Royal Canal (birincil) • Darro Nehri asansörü (ikincil) • Yağmur suyu toplama (acil) Artı sarayı aylarca idare edebilecek gizli rezervuarlar. Mühendislik o kadar hassastı ki: • Su basıncı yükseklik değişikliklerine rağmen sabit kaldı • Çeşmeler tam yüksekliklerini korudu • Sıcaklık yıl boyunca düzenli kaldı • Atık su bahçeler için geri dönüştürüldü Hepsi tek bir güç pompası olmadan. Etkisi devrim niteliğindeydi: • Kuşatma altındaki bahçeler binlerce kişiyi doyurdu • Çeşme avluları politikacıların buluşma noktası oldu • Suya erişim ekonomiyi canlandırdı • Termal banyolar diplomasi merkezi haline geldi Mühendislik, medeniyeti şekillendirdi. NASA'nın ilgisi şaşırtıcı değil: Alhambra hala karşılaştığımız sorunları çözdü: • Pasif iklim kontrolü • Kaynak optimizasyonu • Sürdürülebilir su geri dönüşümü • Yerçekimine dayalı güç sistemleri Mars kolonileri için mükemmel. • Doğal güçlerle savaşmak yerine onları kullandılar. • Her sisteme yedeklilik yerleştirdi • Yıllar değil, yüzyıllar için tasarladı • Doğanın mühendisliği yönlendirmesine izin verdi İlkeleri ancak şimdi yeniden keşfettik. Bugün, 900 yıl sonra: • Orijinal sistemlerin %70'i hala çalışıyor • Orijinal çeşmeler hala akıyor • İklim kontrolü hala çalışıyor • Bahçeler hala çiçek açıyor "Uzun ömürlü" dediklerinde, bunu kastediyorlardı. GRANADA BİR DÖNEM MÜSLÜMANLAR'IN TOPRAĞI OLMUŞTU, BU SİSTEMİ MÜSLÜMANLAR MI KURDU? Evet, bu su sistemi Müslüman mühendisler tarafından yapılmıştır. Detaylı olarak: 1238 yılında Granada’da kurulan Nasrid Emirliği, Endülüs’teki son Müslüman devletti. El Hamra Sarayı (Alhambra), bu emirlik döneminde inşa edildi ve mükemmel bir mühendislik ürünü olan su sistemi de bu yapının bir parçasıdır. Sistemi tasarlayan mühendisler, Arap ve Berberi kökenli Müslümanlardı. Büyük kısmı doğrudan İslam dünyasının bilgi birikiminden beslenmişti. Bu mühendisler, Roma su kemerlerinden ve İslam dünyasında gelişmiş su teknolojilerinden (özellikle İran’daki "qanat" sistemlerinden) esinlenerek, yer çekimini ve akış fiziğini çok iyi kullanan karmaşık bir yer altı su taşıma ve dağıtım sistemi kurdular. Alhambra’nın su sistemi sadece bir mühendislik başarısı değil, aynı zamanda İslam medeniyetinin bilim, sanat ve doğaya uyumlu mimari anlayışının da örneğidir. Yani evet: Bu etkileyici sistem, 13. yüzyılda Müslüman mühendisler tarafından inşa edilmiştir. 🛜: Genius GTX 🤖: ChatGPT
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • FERGANİ

    Türkiye’nin en büyük uydu şirketine adı verildi! Fergani nedir? Fergani’nin kim olduğu merak konusu oldu
    Teknoloji-Bilişim
    Türkiye’nin en büyük uydu şirketine adı verildi! Fergani nedir? Fergani’nin kim olduğu merak konusu oldu

    Türkiye’nin uzay yolculuğundaki kilometre taşlarından olan FGN-100-d1 uydusu (Fergani) başarıyla fırlatıldı. Amaç, kısa zamanda çok sayıda uydu ile milli bir küresel konumlama sistemi kurabilmek amacıyla uzaya gönderilen Fergani Türkiye’yi yabancı ülkelerin bağımlılığından kurtaracak büyük bir proje.
    Baykar tarafından üretilen Türkiye’nin en büyük uydusu olan FGN-100-d1, (FERGANİ) ABD’den başarılı bir şekilde uzaya yollandı.
    Baykar tarafından üretilen Türkiye’nin en büyük uydusu olan FGN-100-d1, (FERGANİ) ABD’den başarılı bir şekilde uzaya yollandı.


    Böylece Baykar, henüz 2022’de başladığı bu yolculukta ilk uydusunu yörüngeye yerleştirmiş oldu.
    Böylece Baykar, henüz 2022’de başladığı bu yolculukta ilk uydusunu yörüngeye yerleştirmiş oldu.

    Fergani Uzay Genel Müdürü Selçuk Bayraktar, önümüzdeki 5 yıl içinde 100 uyduyla ‘Uluğ Bey’ adı verilen küresel konumlama sistemini geliştireceklerini duyurdu. Ayrıca, toplam ağırlığı 50 ton olan fırlatma aracı çalışmalarının da sürdüğüne dikkat çekti.
    Fergani Uzay Genel Müdürü Selçuk Bayraktar, önümüzdeki 5 yıl içinde 100 uyduyla ‘Uluğ Bey’ adı verilen küresel konumlama sistemini geliştireceklerini duyurdu. Ayrıca, toplam ağırlığı 50 ton olan fırlatma aracı çalışmalarının da sürdüğüne dikkat çekti.

    "Dünyada çok az sayıda ülke bu sistemlere sahip" Savunma Sanayii Uzmanı Kadir Doğan, dünyada küresel konumlama teknolojisini halihazırda sağlayabilen 4 ülke olduğuna değiniyor.
    “Dünyada çok az sayıda ülke bu sistemlere sahip” Savunma Sanayii Uzmanı Kadir Doğan, dünyada küresel konumlama teknolojisini halihazırda sağlayabilen 4 ülke olduğuna değiniyor.
    FERGANİ Türkiye’nin en büyük uydu şirketine adı verildi! Fergani nedir? Fergani’nin kim olduğu merak konusu oldu Teknoloji-Bilişim Türkiye’nin en büyük uydu şirketine adı verildi! Fergani nedir? Fergani’nin kim olduğu merak konusu oldu Türkiye’nin uzay yolculuğundaki kilometre taşlarından olan FGN-100-d1 uydusu (Fergani) başarıyla fırlatıldı. Amaç, kısa zamanda çok sayıda uydu ile milli bir küresel konumlama sistemi kurabilmek amacıyla uzaya gönderilen Fergani Türkiye’yi yabancı ülkelerin bağımlılığından kurtaracak büyük bir proje. Baykar tarafından üretilen Türkiye’nin en büyük uydusu olan FGN-100-d1, (FERGANİ) ABD’den başarılı bir şekilde uzaya yollandı. Baykar tarafından üretilen Türkiye’nin en büyük uydusu olan FGN-100-d1, (FERGANİ) ABD’den başarılı bir şekilde uzaya yollandı. Böylece Baykar, henüz 2022’de başladığı bu yolculukta ilk uydusunu yörüngeye yerleştirmiş oldu. Böylece Baykar, henüz 2022’de başladığı bu yolculukta ilk uydusunu yörüngeye yerleştirmiş oldu. Fergani Uzay Genel Müdürü Selçuk Bayraktar, önümüzdeki 5 yıl içinde 100 uyduyla ‘Uluğ Bey’ adı verilen küresel konumlama sistemini geliştireceklerini duyurdu. Ayrıca, toplam ağırlığı 50 ton olan fırlatma aracı çalışmalarının da sürdüğüne dikkat çekti. Fergani Uzay Genel Müdürü Selçuk Bayraktar, önümüzdeki 5 yıl içinde 100 uyduyla ‘Uluğ Bey’ adı verilen küresel konumlama sistemini geliştireceklerini duyurdu. Ayrıca, toplam ağırlığı 50 ton olan fırlatma aracı çalışmalarının da sürdüğüne dikkat çekti. "Dünyada çok az sayıda ülke bu sistemlere sahip" Savunma Sanayii Uzmanı Kadir Doğan, dünyada küresel konumlama teknolojisini halihazırda sağlayabilen 4 ülke olduğuna değiniyor. “Dünyada çok az sayıda ülke bu sistemlere sahip” Savunma Sanayii Uzmanı Kadir Doğan, dünyada küresel konumlama teknolojisini halihazırda sağlayabilen 4 ülke olduğuna değiniyor.
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Çin, 2024'te 1 Trilyon Dolarlık Ticaret Fazlasıyla Tarih Yazdı!

    Dünya devlerinin yanına bile yaklaşamadığı bir başarı: Çin, ihracatta yeni bir çağ başlattı! Peki bu devasa başarı nasıl gerçekleşti?

    İthalat azaldı, üretim hızlandı:
    Çin, mamul ürünlerdeki ticaret fazlasını ülke ekonomisinin %10’una çıkararak rekabeti başka bir boyuta taşıdı. Otomobilden güneş panellerine, devasa gemilerle tüm dünyaya ürün ihraç ediyor.

    "Made in China 2025" etkisi:
    Kendi kendine yeterlilik politikasıyla ithalatı minimize etti, yüksek teknolojili üretime yatırım yaptı.

    Tesla’yı tahtından eden BYD!
    2024'te BYD, 1.77 milyon araç üreterek Tesla'yı geçti ve elektrikli araç liderliğini aldı.
    🌍 Çin, 2024'te 1 Trilyon Dolarlık Ticaret Fazlasıyla Tarih Yazdı! 🚢💰 🔍 Dünya devlerinin yanına bile yaklaşamadığı bir başarı: Çin, ihracatta yeni bir çağ başlattı! Peki bu devasa başarı nasıl gerçekleşti? ✅ İthalat azaldı, üretim hızlandı: Çin, mamul ürünlerdeki ticaret fazlasını ülke ekonomisinin %10’una çıkararak rekabeti başka bir boyuta taşıdı. Otomobilden güneş panellerine, devasa gemilerle tüm dünyaya ürün ihraç ediyor. 🚗☀️ ✅ "Made in China 2025" etkisi: Kendi kendine yeterlilik politikasıyla ithalatı minimize etti, yüksek teknolojili üretime yatırım yaptı. ⚙️📈 ✅ Tesla’yı tahtından eden BYD! 2024'te BYD, 1.77 milyon araç üreterek Tesla'yı geçti ve elektrikli araç liderliğini aldı. 🚙⚡
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Hicaz Demiryolu Osmanlı imparatorluğu

    Şam ile Medine arasındaki demiryolu, Hicaz Demiryolu olarak bilinir ve sıradan bir demiryolu değildir. Aslında, Filistinliler için ekonomik refah anlamına geliyordu.

    1900 yılında yapımına başlanan ve 1908 yılında Filistin topraklarına ulaşan bu demiryolu, bölgenin ekonomik gelişiminde kilit rol oynadı. Business Insider dergisine göre, "20. yüzyılın başlarında Filistin'de başarılı bir ithalat ve ihracat endüstrisi vardı. Demiryollarının komşu ülkelere doğru genişletilmesi, bölgenin ekonomik büyümesini hızlandırdı."

    Filistin'de demiryolları inşa edildikçe, bağlantılar kolaylaştı ve istihdam fırsatları arttı . Bu trenler, Filistin’i Afrika, Asya ve Avrupa pazarlarına daha hızlı bir şekilde bağladı. Ürünler ya açık hava pazarlarında satılıyor ya da fabrikalarda işleniyordu . Yabancı yatırımlar güçlü bir ticaret ekonomisini pekiştirdi .

    Ancak bu demiryoluna karşı çıkan tek bir ülke vardı: İngiltere . 19. yüzyılın sonlarında, İngiltere’deki Quaker mezhebinden bir grup, Ramallah’ta çeşitli kurslar ve kadınlar için enstitüler kurarak eğitimler vermeye başladı .

    1914 yılında Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Osmanlı İmparatorluğu İngilizleri Mısır’dan çıkarmaya çalıştı. Hicaz Demiryolu sayesinde ekonomik olarak kazanç elde eden Filistinliler, Osmanlı ordusuna karşı çıkmaya başladı . 1917'de Osmanlı ordusu Filistin’den çekilirken, Filistinliler İngiliz bayraklarıyla kutlamalar yapıyordu .

    Yirmi yıl sonra, 1947’de, Filistin topraklarında İsrail kuruldu .

    #GizliTarih #HicazDemiryolu #FilistinTarihi
    Hicaz Demiryolu 🗺️🚂 Osmanlı imparatorluğu Şam ile Medine arasındaki demiryolu, Hicaz Demiryolu olarak bilinir ve sıradan bir demiryolu değildir. Aslında, Filistinliler için ekonomik refah 💰 anlamına geliyordu. 1900 yılında yapımına başlanan ve 1908 yılında Filistin topraklarına ulaşan bu demiryolu, bölgenin ekonomik gelişiminde kilit rol oynadı. Business Insider dergisine göre, "20. yüzyılın başlarında Filistin'de başarılı bir ithalat ve ihracat endüstrisi vardı. Demiryollarının komşu ülkelere doğru genişletilmesi, bölgenin ekonomik büyümesini hızlandırdı." 🌍📈 Filistin'de demiryolları inşa edildikçe, bağlantılar kolaylaştı 🚉 ve istihdam fırsatları arttı 👷‍♂️. Bu trenler, Filistin’i Afrika, Asya ve Avrupa pazarlarına 🌍 daha hızlı bir şekilde bağladı. Ürünler ya açık hava pazarlarında satılıyor ya da fabrikalarda işleniyordu 🏭🛍️. Yabancı yatırımlar güçlü bir ticaret ekonomisini pekiştirdi 📊. Ancak bu demiryoluna karşı çıkan tek bir ülke vardı: İngiltere 🇬🇧. 19. yüzyılın sonlarında, İngiltere’deki Quaker mezhebinden bir grup, Ramallah’ta çeşitli kurslar 📚 ve kadınlar için enstitüler kurarak eğitimler vermeye başladı 👩‍🏫. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı 🌍💥 patlak verdiğinde, Osmanlı İmparatorluğu İngilizleri Mısır’dan çıkarmaya çalıştı. Hicaz Demiryolu sayesinde ekonomik olarak kazanç elde eden Filistinliler, Osmanlı ordusuna karşı çıkmaya başladı 🚫. 1917'de Osmanlı ordusu Filistin’den çekilirken, Filistinliler İngiliz bayraklarıyla kutlamalar yapıyordu 🎉🇬🇧. Yirmi yıl sonra, 1947’de, Filistin topraklarında İsrail kuruldu 🇮🇱. #GizliTarih #HicazDemiryolu 🚂 #FilistinTarihi
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Otomotiv İhracatında Rekor: %83’ü Avrupa’ya!
    Türkiye’nin otomotiv sektörü, 2024 yılının Ocak-Ekim döneminde ihracat başarısıyla dikkat çekiyor. Bu dönemde yapılan toplam 30,5 milyar dolarlık otomotiv ihracatının %83’ü Avrupa ülkelerine gerçekleştirildi.

    Öne Çıkan Veriler:
    Toplam Otomotiv İhracatı:

    30,5 milyar dolar ile tüm zamanların en yüksek Ocak-Ekim dönemi dış satımı.
    Geçen yıl aynı döneme göre %6,5 artış.
    Ekim Ayı Performansı:

    3,58 milyar dolar ihracat, %16,4 artış.
    Avrupa’ya İhracat:

    10 ayda 25,3 milyar dolar ile toplamın %83’ü.
    En fazla ihracat yapılan ülkeler:
    Almanya: 4 milyar dolar
    Birleşik Krallık: 3,5 milyar dolar
    Fransa: 3,4 milyar dolar
    İtalya: 2,7 milyar dolar
    İspanya: 2 milyar dolar
    İhracat Artış Liderleri:
    Değer Bazında Artış:

    Birleşik Krallık: 863 milyon dolar artış.
    Slovenya: 292,7 milyon dolar artış.
    Romanya: 261,4 milyon dolar artış.
    Oransal Artış:

    Sırbistan: %97,9 artış ile zirvede.
    İzlanda: %43 artış.
    Norveç: %39 artış.
    Avrupa Dışındaki Pazarlar:
    Avrupa dışında en fazla otomotiv ihracatı:

    ABD: 979 milyon dolar.
    Fas: 498,8 milyon dolar.
    Irak: 248,1 milyon dolar.
    Sektörün Güçlü Yükselişi:
    Otomotiv endüstrisi, Avrupa merkezli ihracat başarılarına ek olarak:

    ABD, Fas ve Irak gibi önemli pazarlarda büyümesini sürdürüyor.
    Türkiye, otomotiv ihracatında katma değeri yüksek ürünlerle küresel rekabette gücünü artırıyor.
    Avrupa yollarında Türk otomotiv sektörünün gücü hissediliyor!
    🚗 Otomotiv İhracatında Rekor: %83’ü Avrupa’ya! 🌍📈 Türkiye’nin otomotiv sektörü, 2024 yılının Ocak-Ekim döneminde ihracat başarısıyla dikkat çekiyor. Bu dönemde yapılan toplam 30,5 milyar dolarlık otomotiv ihracatının %83’ü Avrupa ülkelerine gerçekleştirildi. 📊 Öne Çıkan Veriler: Toplam Otomotiv İhracatı: 30,5 milyar dolar ile tüm zamanların en yüksek Ocak-Ekim dönemi dış satımı. Geçen yıl aynı döneme göre %6,5 artış. Ekim Ayı Performansı: 3,58 milyar dolar ihracat, %16,4 artış. Avrupa’ya İhracat: 10 ayda 25,3 milyar dolar ile toplamın %83’ü. En fazla ihracat yapılan ülkeler: 🇩🇪 Almanya: 4 milyar dolar 🇬🇧 Birleşik Krallık: 3,5 milyar dolar 🇫🇷 Fransa: 3,4 milyar dolar 🇮🇹 İtalya: 2,7 milyar dolar 🇪🇸 İspanya: 2 milyar dolar 📈 İhracat Artış Liderleri: Değer Bazında Artış: 🇬🇧 Birleşik Krallık: 863 milyon dolar artış. 🇸🇮 Slovenya: 292,7 milyon dolar artış. 🇷🇴 Romanya: 261,4 milyon dolar artış. Oransal Artış: 🇷🇸 Sırbistan: %97,9 artış ile zirvede. 🇮🇸 İzlanda: %43 artış. 🇳🇴 Norveç: %39 artış. 🌎 Avrupa Dışındaki Pazarlar: Avrupa dışında en fazla otomotiv ihracatı: 🇺🇸 ABD: 979 milyon dolar. 🇲🇦 Fas: 498,8 milyon dolar. 🇮🇶 Irak: 248,1 milyon dolar. 🎯 Sektörün Güçlü Yükselişi: Otomotiv endüstrisi, Avrupa merkezli ihracat başarılarına ek olarak: ABD, Fas ve Irak gibi önemli pazarlarda büyümesini sürdürüyor. Türkiye, otomotiv ihracatında katma değeri yüksek ürünlerle küresel rekabette gücünü artırıyor. ➡️ Avrupa yollarında Türk otomotiv sektörünün gücü hissediliyor! 🚙🌟
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Fatih Sultan Mehmed'in Napoli'de vefat eden talihsiz Şehzadesi.
    Cem Sultan'ın dramı...

    Fatih Sultan Mehmed 1481'de vefat edince tahta büyük oğlu 2. Bayezid geçti. Küçük oğlu Şehzade Cem, ağabeyinin saltanatını kabul etmedi. Tahta geçmek için ağabeyi 2. Bayezid ile savaştı ama başarısız oldu ve tahta oturamayacağını anladı.

    Şehzade Cem, önce Memlüklülere sığındı. Daha sonra Rodos'a gitti. Maalesef Rodos'a gitmesiyle artık esaret hayatıda başlamış oldu. Fatih'in oğluna Rodos Şövalyeleri bir nevi esir muamelesi yaptılar.

    Rodos Şövalyeleri Papa'dan istedikleri parayı alınca ile zavallı Şehzade'yi İtalya'ya naklettiler.

    Cem Sultan 1489'da Roma'ya vardı. Şehrin dışında Papa'nın oğlu, kardinaller ve büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Halk, Fatih'in oğlunu görmek için yollara yığılmıştı. Büyük hükümdarlara yapılan bir törenle Şehzade Cem, Vatikan Sarayı'na girdi.

    O andan itibaren Roma, Avrupa siyasetinin merkezi haline geldi. Macaristan Kralı ve Memlük Sultanı, Şehzade'nin kendilerine verilmesi için Papa'ya baskı yapmaya başlamışlardı.

    Şehzade'yi Osmanlı'ya karşı koz olarak kullanmak düşüncesi herkeste vardı.

    Roma'ya varışının ertesi günü Şehzade Cem, Papa tarafından kabul edildi. Papa, Kardinaller, Roma'da bulunan bütün elçiler, Şehzade'yi ayakta karşıladı. Papa, büyük tacını ve tören elbisesini giymişti.

    Protokol görevlileri Şehzade'ye, imparatorların bile Papa'nın ayaklarını öptüğünü söyleyip, hiç olmazsa Papanın karşısında eğilmesini rica ettiler. Şehzade Cem, babasından başka kimsenin önünde eğilmemiş olduğunu, bundan sonra da eğilmeyeceğini söyledi.

    Israrlar karşısında ölümü tercih edeceğini söyleyince vazgeçmek zorunda kaldılar. Papa İnnocent, kendisini başıyla selamlayan Şehzade'yi kucaklayıp öptü. Bu, bir Papa'nın en büyük hükümdara karşı göstereceği en son iltifat derecesiydi.

    3 gün, 3 gece Şehzade'nin şerefine şenlik ve ziyafet düzenlendi. Şehzade Cem sonuçta Vatikan Sarayı'nda esirdi ve huzursuzdu. Papa tarafından birçok defa davet edildi. Papa, Osmanlı'ya karşı yeni bir Haçlı seferi için Şehzade'yi elde etmek istiyordu.

    Bu düşüncesini Şehzade'ye açınca, Şehzade karşısına dikildi. İslâm'a asla ihanet etmeyeceğini, başına dünya tacını bile koysalar istemediğini, tek isteğinin Kahire’ye gidip ailesinin yanında ömrünü tamamlamak olduğunu söyledi.

    1490'da Roma'ya gelen Sultan 2.Bayezid'in elçisi, Şehzade Cem'in 3 yıllık ödeneğini Papa'ya teslim etti. Elçi Şehzade tarafından da karşılandı.

    Şehzade'nin ayağını öpen elçi, Sultan Bayezid'in mektubunu ve hediyelerini verdi. Şehzade iyi kalpliliğinden Roma'da gezintiye çıktığı zaman, yollarda gördüğü fakirlere büyük sadakalar dağıtıyordu.

    Roma halkı arasında, Şehzade'nin Hristiyan olduğuna dair dedikodular çıktı. Papa bu dedikodulara inandı. Bir gün Şehzade Cem'i açıkça Hristiyan olmaya davet etti. Şehzade bunu bir hakaret saydı ve ayağa kalkıp konuşmaya son verdi.

    Papa, Şehzade'nin son derece kızdığını görünce, geri adım atıp Şehzade Cem'i sakinleştirici sözler söyledi. Bu arada Fransa Kralı Charles, Şehzade Cem'i alabilmek için Papa'ya büyük baskı yapıyordu.

    En sonunda yeni Papa Alessandro Borgia, Fransa Kralı'nın baskılarına dayanamadı ve Şehzade'yi teslim etti. Şehzade Cem, artık Fransa Kralı'nın esiriydi.

    Fransa Kralı, Şehzade Cem'i yanına alıp Napoli'ye doğru yola çıktı.

    Fakat yolda Şehzade Cem rahatsızlandı ve öleceğini anladı. 25 Şubat 1495'te, Fatih Sultan Mehmed Han'ın küçük oğlu Şehzade Cem, Napoli'de vefat etti. Papa tarafından yavaş etkileyen bir terkiple zehirlendikten sonra Fransa Kralı'na teslim edildiği ve bu sebeple öldüğü muhakkaktır.

    Şehzade Cem'in Avrupa'daki esareti, Osmanlı'nın rahat hareket etmesini engelledi. Avrupa devletleri tarafından Osmanlı'ya bir koz olarak düşünüldü. 2. Bayezid'in eli kolu bir nevi bağlandı kardeşinin esareti sebebiyle.

    Şehzade Cem, ağabeyi 2. Bayezid'e duygu yüklü mektuplar yazmış ve tahtta hakkı olduğunu söylemişti. Buna karşın 2. Bayezid'de tahtın kendisine kısmet olduğunu ve artık buna rıza göstermesi gerektiğini ifade eden karşı mektuplar yazdı.

    Vefat ettiğinde henüz 35 yaşındaydı.
    Son 12 senesini Avrupa'da geçirmiş, ordan oraya savrulmuş, vatanına ve ezan seslerine hasret kalmıştı. Naaşı bir müddet sonra Bursa'ya getirildi ve atalarının yanına defnedildi.

    Sonuçta o bir Osmanlı Şehzadesiydi ve her Şehzade gibi Padişah olmak üzere yetiştirilmişti. Fatih'in talihsiz Şehzadesi Sultan Cem'i rahmetle anıyorum..
    Fatih Sultan Mehmed'in Napoli'de vefat eden talihsiz Şehzadesi. Cem Sultan'ın dramı... Fatih Sultan Mehmed 1481'de vefat edince tahta büyük oğlu 2. Bayezid geçti. Küçük oğlu Şehzade Cem, ağabeyinin saltanatını kabul etmedi. Tahta geçmek için ağabeyi 2. Bayezid ile savaştı ama başarısız oldu ve tahta oturamayacağını anladı. Şehzade Cem, önce Memlüklülere sığındı. Daha sonra Rodos'a gitti. Maalesef Rodos'a gitmesiyle artık esaret hayatıda başlamış oldu. Fatih'in oğluna Rodos Şövalyeleri bir nevi esir muamelesi yaptılar. Rodos Şövalyeleri Papa'dan istedikleri parayı alınca ile zavallı Şehzade'yi İtalya'ya naklettiler. Cem Sultan 1489'da Roma'ya vardı. Şehrin dışında Papa'nın oğlu, kardinaller ve büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Halk, Fatih'in oğlunu görmek için yollara yığılmıştı. Büyük hükümdarlara yapılan bir törenle Şehzade Cem, Vatikan Sarayı'na girdi. O andan itibaren Roma, Avrupa siyasetinin merkezi haline geldi. Macaristan Kralı ve Memlük Sultanı, Şehzade'nin kendilerine verilmesi için Papa'ya baskı yapmaya başlamışlardı. Şehzade'yi Osmanlı'ya karşı koz olarak kullanmak düşüncesi herkeste vardı. Roma'ya varışının ertesi günü Şehzade Cem, Papa tarafından kabul edildi. Papa, Kardinaller, Roma'da bulunan bütün elçiler, Şehzade'yi ayakta karşıladı. Papa, büyük tacını ve tören elbisesini giymişti. Protokol görevlileri Şehzade'ye, imparatorların bile Papa'nın ayaklarını öptüğünü söyleyip, hiç olmazsa Papanın karşısında eğilmesini rica ettiler. Şehzade Cem, babasından başka kimsenin önünde eğilmemiş olduğunu, bundan sonra da eğilmeyeceğini söyledi. Israrlar karşısında ölümü tercih edeceğini söyleyince vazgeçmek zorunda kaldılar. Papa İnnocent, kendisini başıyla selamlayan Şehzade'yi kucaklayıp öptü. Bu, bir Papa'nın en büyük hükümdara karşı göstereceği en son iltifat derecesiydi. 3 gün, 3 gece Şehzade'nin şerefine şenlik ve ziyafet düzenlendi. Şehzade Cem sonuçta Vatikan Sarayı'nda esirdi ve huzursuzdu. Papa tarafından birçok defa davet edildi. Papa, Osmanlı'ya karşı yeni bir Haçlı seferi için Şehzade'yi elde etmek istiyordu. Bu düşüncesini Şehzade'ye açınca, Şehzade karşısına dikildi. İslâm'a asla ihanet etmeyeceğini, başına dünya tacını bile koysalar istemediğini, tek isteğinin Kahire’ye gidip ailesinin yanında ömrünü tamamlamak olduğunu söyledi. 1490'da Roma'ya gelen Sultan 2.Bayezid'in elçisi, Şehzade Cem'in 3 yıllık ödeneğini Papa'ya teslim etti. Elçi Şehzade tarafından da karşılandı. Şehzade'nin ayağını öpen elçi, Sultan Bayezid'in mektubunu ve hediyelerini verdi. Şehzade iyi kalpliliğinden Roma'da gezintiye çıktığı zaman, yollarda gördüğü fakirlere büyük sadakalar dağıtıyordu. Roma halkı arasında, Şehzade'nin Hristiyan olduğuna dair dedikodular çıktı. Papa bu dedikodulara inandı. Bir gün Şehzade Cem'i açıkça Hristiyan olmaya davet etti. Şehzade bunu bir hakaret saydı ve ayağa kalkıp konuşmaya son verdi. Papa, Şehzade'nin son derece kızdığını görünce, geri adım atıp Şehzade Cem'i sakinleştirici sözler söyledi. Bu arada Fransa Kralı Charles, Şehzade Cem'i alabilmek için Papa'ya büyük baskı yapıyordu. En sonunda yeni Papa Alessandro Borgia, Fransa Kralı'nın baskılarına dayanamadı ve Şehzade'yi teslim etti. Şehzade Cem, artık Fransa Kralı'nın esiriydi. Fransa Kralı, Şehzade Cem'i yanına alıp Napoli'ye doğru yola çıktı. Fakat yolda Şehzade Cem rahatsızlandı ve öleceğini anladı. 25 Şubat 1495'te, Fatih Sultan Mehmed Han'ın küçük oğlu Şehzade Cem, Napoli'de vefat etti. Papa tarafından yavaş etkileyen bir terkiple zehirlendikten sonra Fransa Kralı'na teslim edildiği ve bu sebeple öldüğü muhakkaktır. Şehzade Cem'in Avrupa'daki esareti, Osmanlı'nın rahat hareket etmesini engelledi. Avrupa devletleri tarafından Osmanlı'ya bir koz olarak düşünüldü. 2. Bayezid'in eli kolu bir nevi bağlandı kardeşinin esareti sebebiyle. Şehzade Cem, ağabeyi 2. Bayezid'e duygu yüklü mektuplar yazmış ve tahtta hakkı olduğunu söylemişti. Buna karşın 2. Bayezid'de tahtın kendisine kısmet olduğunu ve artık buna rıza göstermesi gerektiğini ifade eden karşı mektuplar yazdı. Vefat ettiğinde henüz 35 yaşındaydı. Son 12 senesini Avrupa'da geçirmiş, ordan oraya savrulmuş, vatanına ve ezan seslerine hasret kalmıştı. Naaşı bir müddet sonra Bursa'ya getirildi ve atalarının yanına defnedildi. Sonuçta o bir Osmanlı Şehzadesiydi ve her Şehzade gibi Padişah olmak üzere yetiştirilmişti. Fatih'in talihsiz Şehzadesi Sultan Cem'i rahmetle anıyorum..
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Üzerinde bir tren yaratma fikri jet itişi 1960'ların sonlarında Sovyet tasarımcılarına geldi. 1971'de, iki turbojet motoruyla donatılmış bir prototip lokomotif inşa edildi. Deneysel vagon sadece araştırma için kullanıldı, ancak bazıları geleceğin bu tür trenlere ait olduğuna ciddi şekilde inanıyordu.

    SSCB'de yüksek hızlı trenlere her zaman ilgi olmuştur. 1930'larda, Kolomna fabrikasında 4 araba ile 170 km / s hıza ulaşabilen birkaç deneysel tren oluşturuldu. 1960'ların sonlarında, tasarımcılar yerden değil, "havadan" bir tren geliştirme fikrini ortaya attılar. "VNIIV-Speed" olarak adlandırılan yüksek hızlı bir laboratuvar arabası projesi böyle doğdu. Geliştirmeye VNIIV çalışanları ve Havacılık Teknolojisi A.S. Tasarım Bürosu katıldı. Yakovleva. Kalinin Carriage Works'te (şimdi TVZ) bir prototip oluşturuldu. Testler sırasında ulaştığı tasarım hızı 250 km/s idi. Bu, dünyanın ilk jet arabası değildi. Daha önce, 1966'da Amerikan şirketi New York Central, bir J-47 uçağından iki General Electric motoruna sahip M-497 adlı bir arabayı test etti.

    Sovyet laboratuvar arabası öncelikle araştırma amaçlıydı, pek çoğu ölçü aletleri... Lokomotif, tren yüksek hızlarda hareket ederken rayları ve tekerlekleri kontrol etmek için deneysel bir platform olacaktı. Böyle bir trenin Moskova - Leningrad güzergahında kullanılması gerekiyordu.

    Galeri

    3 fotoğraf

    Yak-40 yolcu uçağının toplam ağırlığı yaklaşık 1 ton olan ikiz turbojet motorları, trenin çatısına ön kısmında yerleştirildi, maksimum itme 3000 kgf idi. Lokomotifi MiG-15 avcı uçağının motorlarıyla donatmak için öneriler vardı, ancak Yak-40'tan daha uzun hizmet ömrüne sahip AI-25 motorları lehine terk edildiler. Motorlardan sızan sıcak gazlardan korunmak için çelikten yapılmış bir elek yüksek sıcaklıklar... Bir prototip araba oluşturmak için, Riga Taşıma İşleri'nde oluşturulan ER22-67 arabanın kafa gövdesinin kullanılmasına karar verildi. Moskova Devlet Üniversitesi'nde geliştirilen baş ve kuyruk kısımlarındaki grenajlar arabaya asıldı ve kuruldu. isteğe bağlı ekipman motorların çalışması için gereklidir. Arabanın uzunluğu 28 m idi, lokomotif daha akıcı hale geldi, modeli daha önce bir rüzgar tünelinde test edildi. Laboratuvar arabasında, merkezi süspansiyonlu havalı yaylara sahip iki dingilli bojiler vardı. Frenleme için pnömatik ve elektro-pnömatik kontrollü disk frenler kullanıldı. Sandbox'lar, frenleme sırasında tekerleklerin raylarla tutuşunu iyileştirmek için tasarlandı. Motorları kontrol etmek için sürücü kabinine bir havacılık konsolu yerleştirildi. Gövdede, kompresör elektrik motorunun, aydınlatma cihazlarının ve elektrikli fırınların çalıştığı bir dizel jeneratör sağlandı. Lokomotif 7.2 ton gazyağı taşıyordu, arabanın toplam ağırlığı yaklaşık 60 tondu.

    Laboratuvar arabası 1971 yılında Moskova Demiryolunun Golutvin - Ozyory bölümünde test edildi. Testler başarılıydı. Araba 187 km/s hıza ulaştı. 1972'nin başlarında Transdinyester demiryolunun Novomoskovsk - Dneprodzerzhinsk bölümünde başka bir test yapıldı. Tren 249 km/s hıza ulaştı. Laboratuar arabası yüksek bir hız geliştirebilirdi, ancak tren yolu böyle bir hızda hareket edecek şekilde tasarlanmamıştı. Jet vagonunun başarılı testlerine rağmen, bu tür trenlerin kullanımı pratik değildi. Çok fazla yakıt tüketiyorlardı, gürültülüydüler ve toz kaldırdılar. 200 km/s hız yapabilen ER-200 elektrikli trenlerin ortaya çıkmasıyla birlikte jet motorlu trenlerin kullanılması sorunu kendiliğinden ortadan kalktı.
    Üzerinde bir tren yaratma fikri jet itişi 1960'ların sonlarında Sovyet tasarımcılarına geldi. 1971'de, iki turbojet motoruyla donatılmış bir prototip lokomotif inşa edildi. Deneysel vagon sadece araştırma için kullanıldı, ancak bazıları geleceğin bu tür trenlere ait olduğuna ciddi şekilde inanıyordu. SSCB'de yüksek hızlı trenlere her zaman ilgi olmuştur. 1930'larda, Kolomna fabrikasında 4 araba ile 170 km / s hıza ulaşabilen birkaç deneysel tren oluşturuldu. 1960'ların sonlarında, tasarımcılar yerden değil, "havadan" bir tren geliştirme fikrini ortaya attılar. "VNIIV-Speed" olarak adlandırılan yüksek hızlı bir laboratuvar arabası projesi böyle doğdu. Geliştirmeye VNIIV çalışanları ve Havacılık Teknolojisi A.S. Tasarım Bürosu katıldı. Yakovleva. Kalinin Carriage Works'te (şimdi TVZ) bir prototip oluşturuldu. Testler sırasında ulaştığı tasarım hızı 250 km/s idi. Bu, dünyanın ilk jet arabası değildi. Daha önce, 1966'da Amerikan şirketi New York Central, bir J-47 uçağından iki General Electric motoruna sahip M-497 adlı bir arabayı test etti. Sovyet laboratuvar arabası öncelikle araştırma amaçlıydı, pek çoğu ölçü aletleri... Lokomotif, tren yüksek hızlarda hareket ederken rayları ve tekerlekleri kontrol etmek için deneysel bir platform olacaktı. Böyle bir trenin Moskova - Leningrad güzergahında kullanılması gerekiyordu. Galeri 3 fotoğraf Yak-40 yolcu uçağının toplam ağırlığı yaklaşık 1 ton olan ikiz turbojet motorları, trenin çatısına ön kısmında yerleştirildi, maksimum itme 3000 kgf idi. Lokomotifi MiG-15 avcı uçağının motorlarıyla donatmak için öneriler vardı, ancak Yak-40'tan daha uzun hizmet ömrüne sahip AI-25 motorları lehine terk edildiler. Motorlardan sızan sıcak gazlardan korunmak için çelikten yapılmış bir elek yüksek sıcaklıklar... Bir prototip araba oluşturmak için, Riga Taşıma İşleri'nde oluşturulan ER22-67 arabanın kafa gövdesinin kullanılmasına karar verildi. Moskova Devlet Üniversitesi'nde geliştirilen baş ve kuyruk kısımlarındaki grenajlar arabaya asıldı ve kuruldu. isteğe bağlı ekipman motorların çalışması için gereklidir. Arabanın uzunluğu 28 m idi, lokomotif daha akıcı hale geldi, modeli daha önce bir rüzgar tünelinde test edildi. Laboratuvar arabasında, merkezi süspansiyonlu havalı yaylara sahip iki dingilli bojiler vardı. Frenleme için pnömatik ve elektro-pnömatik kontrollü disk frenler kullanıldı. Sandbox'lar, frenleme sırasında tekerleklerin raylarla tutuşunu iyileştirmek için tasarlandı. Motorları kontrol etmek için sürücü kabinine bir havacılık konsolu yerleştirildi. Gövdede, kompresör elektrik motorunun, aydınlatma cihazlarının ve elektrikli fırınların çalıştığı bir dizel jeneratör sağlandı. Lokomotif 7.2 ton gazyağı taşıyordu, arabanın toplam ağırlığı yaklaşık 60 tondu. Laboratuvar arabası 1971 yılında Moskova Demiryolunun Golutvin - Ozyory bölümünde test edildi. Testler başarılıydı. Araba 187 km/s hıza ulaştı. 1972'nin başlarında Transdinyester demiryolunun Novomoskovsk - Dneprodzerzhinsk bölümünde başka bir test yapıldı. Tren 249 km/s hıza ulaştı. Laboratuar arabası yüksek bir hız geliştirebilirdi, ancak tren yolu böyle bir hızda hareket edecek şekilde tasarlanmamıştı. Jet vagonunun başarılı testlerine rağmen, bu tür trenlerin kullanımı pratik değildi. Çok fazla yakıt tüketiyorlardı, gürültülüydüler ve toz kaldırdılar. 200 km/s hız yapabilen ER-200 elektrikli trenlerin ortaya çıkmasıyla birlikte jet motorlu trenlerin kullanılması sorunu kendiliğinden ortadan kalktı.
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • (1-Temmuz-1961-31-Ağustos-1997)

    PRENSES DİANA

    Aristokrat bir aileden gelen Diana, 1 Temmuz 1961’de İngiltere, Norfolk Sandringham Park House’de doğmuştur.

    AİLESİ... AUDREY HEPBURN'İN KUZENİ...

    Annesi Frances Ruth Shand Kydd (boşanmadan önce Frances Spencer), babası ise Edward John Spencer’dir. Hem anne hem de baba tarafından köklü bir ailenin mensubu olan Diana Spencer, anne tarafından İrlandalı ve İskoç, baba tarafındansa İngiliz ve Amerikan atalara sahiptir. Soyağacında 2. Charles, Anne ve Mary Boleyn, John Egerton gibi önemli isimler olan Diana’nın kuzenleri arasında da sevilen Hollywood yıldızı Audrey Hepburn bulunmaktadır.

    BAŞARISIZ EĞİTİM HAYATI...

    Boşanmış bir ailenin çocuğu olarak zor günler geçiren Lady Diana, eğitim hayatında pek başarılı olamamış, sınıfları genellikle düşük notlarla atlamıştır. Ancak arkadaş edinme konusunda iyi olan Diana’nın sosyal çevresi hep geniş olmuştur. 1977 yılında İsviçre’de yatılı bir okula gönderilen Diana burayı sevmemiş ve birkaç hafta sonra evine dönmüştür.

    PRENS CHARLES İLE EVLENMESİ...

    Kraliyet Ailesi’ne girebilmek içinse müstakbel prensesin Protestan ve soylu bir ailesinin olması şartları aranmaktaymış. Bu özelliklere sahip olan Diana, Prens Charles için mükemmel bir eş adayı görülmüş ve her iki aile de gençlerin evlenme fikrini onaylamıştır. Sonuçta; Prens Charles ve Lady Diana 24 Şubat 1981’deki nişanlarının ardından 19 Temmuz 1981’de evlenmişlerdir.

    İLK ÇOCUK VE CHARLES' IN ESKİ AŞKI...

    Galler Prensesi olan Diana Spencer evliliğinin ilk aylarında hamile kalmış ve bu haber herkesi sevindirmiştir. 21 Temmuz 1982’de doğan çocuğun erkek olması ile de sevinci Kraliyet Ailesi’yle birlikte katlanmıştır. Ancak mutluluğu kısa sürmüş çünkü eşinin eski sevgilisi Camilla Parker Bowles’a aşık olduğu gerçeğini göz ardı edememiştir.

    EVLİLİĞİNDEKİ SORUNLAR VE HASTALIĞI...

    Prenses kendisini sevdirmek için uğraşmış ama Charles hem evliliğinden önce hem de sonra Camilla’dan başka bir şey düşünmemiştir. Tüm bu sorunlar yüzünden bir tür yeme bozukluğu olan bulimia hastalığına yakalanmış ama her şeye rağmen evliliğini sürdürmek için uğraşmıştır. 1982 yılında Prens Harry’nin doğumuyla 2. kez anne olan Diana’nın evliliğindeki sorunlar devam etmiştir.

    BOŞANMASI...

    Evliliğinin son yıllarında birkaç sevgilisi olmuş, sansasyonel haberlerle manşetlerde boy göstermiştir. 1995 yılında gizlice bir röportaj veren Diana, yaşadıklarını anlatarak Kraliyet Ailesi’ne yakışmayacak bir şey daha yapmıştır. 20 Kasım’da BBC One’de yayınlanan ünlü itirafname, milyonlarca kişi tarafından izlenmiştir. Ve 1992 yılında fiilen ayrılan çift, bu olaydan 9 ay sonra 28 Ağustos 1996’da resmen boşanmıştır.

    DODİ EL FAYED İLE İLİŞKİSİ...

    Ayrılıktan sonra epey üzülen Lady Diana Dodi Al Fayed’le görüşmeye başlamıştır.
    Tıpkı kendisi gibi boşanmış bir ailenin çocuğu olan Dodi Al Fayed ile haftalarca sürecek bir tatile çıkmıştır. Tabii bu sırada paparazziler çiftin peşinden hiç ayrılmamıştır. Sürekli manşetlerde olan Lady Diana’nın Arap Dodi Al Fayed’le birliktelik yaşaması bütün dünyanın dikkatini çekmiştir. Diana’nın bebek beklediği ve çiftin evlilik hazırlığı içerisinde olduğu haberi ise resmen skandal yaratmıştır. Zaten Lady Diana’nın sözüm ona ölüm emrinin verilmesinin altında yatan en büyük nedenlerden bir tanesi çoğu kişiye göre bu durumdur.

    ÖLÜMÜ...

    31 Ağustos günü Dodi Al Fayed’in babasına ait olan Ritz Otel’den öğlen 12.30’da çıkan çiftin arabası, sözüm ona şoförün yolu şaşırması üzerine bir tünelin girişinde kaza yapmış. Şoför VE Dodi Al Fayed olay yerinde hayatını kaybederken, Lady Diana’nın ölümü ise kaldırıldığı hastanede 2 saat sonra gerçekleşmiştir. Kazadan sağ olarak kurulan tek kişi ise Prenses Diana’nın koruma görevlisi Trevor Rees-Jones olmuştur.

    “Karşılık beklemeden, bir gün birinin de sizin için aynı şeyi yapabileceğini düşünmeden, rastgele bir iyilik yapın.”

    PRENSES DİANA
    (1-Temmuz-1961-31-Ağustos-1997) PRENSES DİANA Aristokrat bir aileden gelen Diana, 1 Temmuz 1961’de İngiltere, Norfolk Sandringham Park House’de doğmuştur. AİLESİ... AUDREY HEPBURN'İN KUZENİ... Annesi Frances Ruth Shand Kydd (boşanmadan önce Frances Spencer), babası ise Edward John Spencer’dir. Hem anne hem de baba tarafından köklü bir ailenin mensubu olan Diana Spencer, anne tarafından İrlandalı ve İskoç, baba tarafındansa İngiliz ve Amerikan atalara sahiptir. Soyağacında 2. Charles, Anne ve Mary Boleyn, John Egerton gibi önemli isimler olan Diana’nın kuzenleri arasında da sevilen Hollywood yıldızı Audrey Hepburn bulunmaktadır. BAŞARISIZ EĞİTİM HAYATI... Boşanmış bir ailenin çocuğu olarak zor günler geçiren Lady Diana, eğitim hayatında pek başarılı olamamış, sınıfları genellikle düşük notlarla atlamıştır. Ancak arkadaş edinme konusunda iyi olan Diana’nın sosyal çevresi hep geniş olmuştur. 1977 yılında İsviçre’de yatılı bir okula gönderilen Diana burayı sevmemiş ve birkaç hafta sonra evine dönmüştür. PRENS CHARLES İLE EVLENMESİ... Kraliyet Ailesi’ne girebilmek içinse müstakbel prensesin Protestan ve soylu bir ailesinin olması şartları aranmaktaymış. Bu özelliklere sahip olan Diana, Prens Charles için mükemmel bir eş adayı görülmüş ve her iki aile de gençlerin evlenme fikrini onaylamıştır. Sonuçta; Prens Charles ve Lady Diana 24 Şubat 1981’deki nişanlarının ardından 19 Temmuz 1981’de evlenmişlerdir. İLK ÇOCUK VE CHARLES' IN ESKİ AŞKI... Galler Prensesi olan Diana Spencer evliliğinin ilk aylarında hamile kalmış ve bu haber herkesi sevindirmiştir. 21 Temmuz 1982’de doğan çocuğun erkek olması ile de sevinci Kraliyet Ailesi’yle birlikte katlanmıştır. Ancak mutluluğu kısa sürmüş çünkü eşinin eski sevgilisi Camilla Parker Bowles’a aşık olduğu gerçeğini göz ardı edememiştir. EVLİLİĞİNDEKİ SORUNLAR VE HASTALIĞI... Prenses kendisini sevdirmek için uğraşmış ama Charles hem evliliğinden önce hem de sonra Camilla’dan başka bir şey düşünmemiştir. Tüm bu sorunlar yüzünden bir tür yeme bozukluğu olan bulimia hastalığına yakalanmış ama her şeye rağmen evliliğini sürdürmek için uğraşmıştır. 1982 yılında Prens Harry’nin doğumuyla 2. kez anne olan Diana’nın evliliğindeki sorunlar devam etmiştir. BOŞANMASI... Evliliğinin son yıllarında birkaç sevgilisi olmuş, sansasyonel haberlerle manşetlerde boy göstermiştir. 1995 yılında gizlice bir röportaj veren Diana, yaşadıklarını anlatarak Kraliyet Ailesi’ne yakışmayacak bir şey daha yapmıştır. 20 Kasım’da BBC One’de yayınlanan ünlü itirafname, milyonlarca kişi tarafından izlenmiştir. Ve 1992 yılında fiilen ayrılan çift, bu olaydan 9 ay sonra 28 Ağustos 1996’da resmen boşanmıştır. DODİ EL FAYED İLE İLİŞKİSİ... Ayrılıktan sonra epey üzülen Lady Diana Dodi Al Fayed’le görüşmeye başlamıştır. Tıpkı kendisi gibi boşanmış bir ailenin çocuğu olan Dodi Al Fayed ile haftalarca sürecek bir tatile çıkmıştır. Tabii bu sırada paparazziler çiftin peşinden hiç ayrılmamıştır. Sürekli manşetlerde olan Lady Diana’nın Arap Dodi Al Fayed’le birliktelik yaşaması bütün dünyanın dikkatini çekmiştir. Diana’nın bebek beklediği ve çiftin evlilik hazırlığı içerisinde olduğu haberi ise resmen skandal yaratmıştır. Zaten Lady Diana’nın sözüm ona ölüm emrinin verilmesinin altında yatan en büyük nedenlerden bir tanesi çoğu kişiye göre bu durumdur. ÖLÜMÜ... 31 Ağustos günü Dodi Al Fayed’in babasına ait olan Ritz Otel’den öğlen 12.30’da çıkan çiftin arabası, sözüm ona şoförün yolu şaşırması üzerine bir tünelin girişinde kaza yapmış. Şoför VE Dodi Al Fayed olay yerinde hayatını kaybederken, Lady Diana’nın ölümü ise kaldırıldığı hastanede 2 saat sonra gerçekleşmiştir. Kazadan sağ olarak kurulan tek kişi ise Prenses Diana’nın koruma görevlisi Trevor Rees-Jones olmuştur. “Karşılık beklemeden, bir gün birinin de sizin için aynı şeyi yapabileceğini düşünmeden, rastgele bir iyilik yapın.” PRENSES DİANA
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • THK-13 uçan kanat, Türk hayalet bombardıman uçağını ilk üreten biz olduğumuzu biliyor musunuz?

    Amerikan tarafından kopya edilerek 1981’de üretilen B2 Bombardıman Uçağı, şu anda 1 adetinin piyasa satış fiyatı Milyar $’dır. Biz ize bu uçağı ilk üreten ülke olmamıza rağmen bizden çalınmıştır.

    1948 yılında THK-13 uçan kanat Türk hayalet bombardıman uçaği projesi yüksek mühendis Yavuz Kansu tarafından tasarlanmıstır.

    Test uçuslarını Kadri Kavuçu ve Cemal Uygun tarafından gerçekleştirilmiştir. Eğer fabrika kötüleme karalama ve uğraşlar neticesinde kapatılmasaydı Türkiye'nin bombardıman uçağı olacaktı.

    Aynı tarihte USA’de NORTHROP YB-49 FLYİNG WİNG adında aynı proje uzerinde çalışmıs ve başarılı olamamışlardır. Proje 1980 yılına ertelenmış ve bugun USA AİR FORCE ‘de bulunan B-2 uçağının aynısıdır. Ne yazık ki bizim uçağımız, bizim tasarımımız şuan Amerika’da.

    Bugün Türkiye'nin yeniden uçan kanat tasarımıyla insansız bombardıman uçaklarının ilk örneği olan Anka-3'ü geliştirmesi, bağımsızlık savaşında büyük bir mücadelesi ve meydan okumadır.
    THK-13 uçan kanat, Türk hayalet bombardıman uçağını ilk üreten biz olduğumuzu biliyor musunuz? Amerikan tarafından kopya edilerek 1981’de üretilen B2 Bombardıman Uçağı, şu anda 1 adetinin piyasa satış fiyatı Milyar $’dır. Biz ize bu uçağı ilk üreten ülke olmamıza rağmen bizden çalınmıştır. 1948 yılında THK-13 uçan kanat Türk hayalet bombardıman uçaği projesi yüksek mühendis Yavuz Kansu tarafından tasarlanmıstır. Test uçuslarını Kadri Kavuçu ve Cemal Uygun tarafından gerçekleştirilmiştir. Eğer fabrika kötüleme karalama ve uğraşlar neticesinde kapatılmasaydı Türkiye'nin bombardıman uçağı olacaktı. Aynı tarihte USA’de NORTHROP YB-49 FLYİNG WİNG adında aynı proje uzerinde çalışmıs ve başarılı olamamışlardır. Proje 1980 yılına ertelenmış ve bugun USA AİR FORCE ‘de bulunan B-2 uçağının aynısıdır. Ne yazık ki bizim uçağımız, bizim tasarımımız şuan Amerika’da. Bugün Türkiye'nin yeniden uçan kanat tasarımıyla insansız bombardıman uçaklarının ilk örneği olan Anka-3'ü geliştirmesi, bağımsızlık savaşında büyük bir mücadelesi ve meydan okumadır.
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Eğer başarısız olsaydı “Böyle ekipmansız, eller cepte atış mı yapılır! Olimpiyatta bu ne laubalilik?” denecekti.

    Bu atış, madalya almak koşuluyla “karizmatik” sayılacak bir atış tarzıydı, madalya getirdi ve tüm dünyanın gündemine oturdu.

    1. Ders: Gidiş yolunun değerini ulaştığın sonuç belirler. Sonuçta başarı varsa yaptıkların herkeste hayranlık uyandırır, sonuçta başarı yoksa en vasıfsızdan bile nasihat alırsın.

    -
    Herkes gibi teçhizatlı bir atışla altın madalya alsaydı bu kadar ses getirmeyecekti.

    Dünyada ‘trend topic’ olan, Elon Musk’ın bile tebrik ettiği, muhtemelen gözlük firmaları başta olmak üzere birçok sponsorun kapısını çalacağı kişi yarışmada 2. oldu. Birinciyi, yani altın madalya alanı kimse konuşmuyor.

    Yani “karizmatik, farklı, özgün” bir gümüş madalya, “sıradan” bir altın madalyadan çok daha değerli olabiliyor.

    Ders 2: Sıra dışı ve özgün kalabilmek gümüşü altından, ikinciyi birinciden, yarını bugünden daha değerli kılar.

    -
    Bize bugüne kadar hep “Ellerin cebinde başarıya ulaşamazsın” dendi. Hep diğerleri gibi, yani olması gerektiği gibi olmamız öğretildi.

    Düşünsenize genç bir sporcu antrenmanda elleri cebinde bu şekilde atış yapıyor. Muhtemelen azarlanır, ekipman takması için zorlanır, ısrar ederse takımdan çıkarılırdı.

    Meğer, mesele ellerin cepte olması veya bilinen doğruları uygulaman değilmiş. Sana en uygun, performansını maksimize edeceğin o kendi yolunu bulmakmış.

    Ders 3: Tüm gücüyle seni sıradanlaştırmaya çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilirsen, ellerinin cebinde olması bile sana yardımcı olacaktır.

    Teşekkürler Yusuf Dikeç..
    Alıntıdır
    Eğer başarısız olsaydı “Böyle ekipmansız, eller cepte atış mı yapılır! Olimpiyatta bu ne laubalilik?” denecekti. Bu atış, madalya almak koşuluyla “karizmatik” sayılacak bir atış tarzıydı, madalya getirdi ve tüm dünyanın gündemine oturdu. 1. Ders: Gidiş yolunun değerini ulaştığın sonuç belirler. Sonuçta başarı varsa yaptıkların herkeste hayranlık uyandırır, sonuçta başarı yoksa en vasıfsızdan bile nasihat alırsın. - Herkes gibi teçhizatlı bir atışla altın madalya alsaydı bu kadar ses getirmeyecekti. Dünyada ‘trend topic’ olan, Elon Musk’ın bile tebrik ettiği, muhtemelen gözlük firmaları başta olmak üzere birçok sponsorun kapısını çalacağı kişi yarışmada 2. oldu. Birinciyi, yani altın madalya alanı kimse konuşmuyor. Yani “karizmatik, farklı, özgün” bir gümüş madalya, “sıradan” bir altın madalyadan çok daha değerli olabiliyor. Ders 2: Sıra dışı ve özgün kalabilmek gümüşü altından, ikinciyi birinciden, yarını bugünden daha değerli kılar. - Bize bugüne kadar hep “Ellerin cebinde başarıya ulaşamazsın” dendi. Hep diğerleri gibi, yani olması gerektiği gibi olmamız öğretildi. Düşünsenize genç bir sporcu antrenmanda elleri cebinde bu şekilde atış yapıyor. Muhtemelen azarlanır, ekipman takması için zorlanır, ısrar ederse takımdan çıkarılırdı. Meğer, mesele ellerin cepte olması veya bilinen doğruları uygulaman değilmiş. Sana en uygun, performansını maksimize edeceğin o kendi yolunu bulmakmış. Ders 3: Tüm gücüyle seni sıradanlaştırmaya çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilirsen, ellerinin cebinde olması bile sana yardımcı olacaktır. Teşekkürler Yusuf Dikeç.. 🇹🇷❤️🇹🇷❤️🇹🇷 Alıntıdır
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
Arama Sonuçları