• Read more
    A mystical spot where history, faith and nature come together! 🌿🐟 Known for its sacred fish and peaceful waters, Balıklıgöl is not just a beautiful lake but a place steeped in legend and spirituality. Wander around the tranquil gardens, feed the sacred carp, and soak in the unique atmosphere of this ancient site. ✨ A must-visit for those looking to connect with both history and nature! #türkiye #GoŞanlıurfa #Şanlıurfa #Balıklıgöl #Nature #art #arthistory #mosque #arkeoloji
    0 Comments 0 Shares
  • Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki Şanlıurfa ilinin 18 km kuzeydoğusunda, Haliliye ilçesine bağlı Örencik köyü yakınlarında yer alan Neolitik bir arkeolojik sit alanıdır. MÖ 9600–9500 civarına tarihlenen Göbeklitepe, dünyanın şu ana kadar bilinen en eski tarihî yapısıdır
    Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki Şanlıurfa ilinin 18 km kuzeydoğusunda, Haliliye ilçesine bağlı Örencik köyü yakınlarında yer alan Neolitik bir arkeolojik sit alanıdır. MÖ 9600–9500 civarına tarihlenen Göbeklitepe, dünyanın şu ana kadar bilinen en eski tarihî yapısıdır
    0 Comments 0 Shares
  • Read more
    URFA’DA DÜNYANIN EN BÜYÜK NEKROPOL ALANINDAKİ BİNLERCE KAYA MEZARINI, MOZAİKLERİ, FRESKLERİ, HEYKEL VE RÖLYEFLERİ NASIL TAHRİP ETTİK..? SONRA MİLYARLAR HARCAYARAK SADECE %1’İNİ NASIL AÇIĞA ÇIKARDIK? 1 nolu Fotoğrafta ön planda görülen Köşk 1796-1876 tarihleri arasında yaşamış, aslen Birecikli Şair ve Mutasavvuf Sakıp Efendi tarafından yaptırılmıştır. Geri planda görülen yapı Müslümanlar tarafından Hıdır İlyas Manastırı olarak bilinmektedir. 1644 yılında Urfa’yı ziyaret eden Fransız gezgin Jean-Babtist Tavernier bu yapının M.S 9 Haziran 373 tarihinde [Edessa](https://www.google.com/search?sca_esv=245afc22ddb75264&sxsrf=ACQVn08fa3D_RIxc937GoAIo-2wIJfcPmA%3A1709373253303&q=Edessa&si=AKbGX_oBDfquzodaRrfbb9img4kPQ4fCBZjeqAiaW1svvC8uXle1G5piYHFChBC--c4c5aEeZwg8hovACnLNBna148XdG3ZP6379qU5N-B5oT9m4h80aUGva8BNytoJ5PcVvJmc10kuKqNF_zTqmpEL3OnfMnlW36sKarJ-DjgcIkiL1q0p48vbNLKDJTBy4AublEZG2tmV_&sa=X&ved=2ahUKEwiIwbTMp9WEAxVRQ_EDHZOXC3sQmxMoAHoECEMQAg)’da vefat eden Süryani Aziz Efraim Syrus tarafından yaptırıldığını, Efraim’in mezarının manastır dahilindeki bir mağarada (Kaya Mezarı) olduğunu belirtmiştir. Buradan inşası bilinmeyen yapının 1644 yılında mevcut olduğunu anlıyoruz. 1844 yılında Urfa’yı ziyaret eden George Percy Badger ise, burada sekiz mağara mezar olduğunu ve bunların iki bölümlü en büyüğünde Aziz Efraim’in yattığını ve Aziz Theodoros’un küllerinin bulunduğunu belirtmiş ve bu mezarın planını yayımlamıştır. (Bakınız: Selahattin Güler., Yabancı Gezginlerin Gözüyle Urfa Bölgesi, ŞURKAV yayını, 2010). Bazı kaynaklarda ise manastırın miladi 362/3 yılında vefat eden ve Ermeni Kilisesi'nce aziz sayılan Roma ordusu generallerinden Sarkis Zoravar’a (Surp Sarkis) adandığı belirtilmiştir. Bu nedenlerden ötürüdür ki; manastıra Aziz Efraim’den dolayı Süryaniler, Aziz Sarkis’ten dolayı Ermeniler sahip çıkmışlardır. Hıdır İlyas Manastırı’nın hangi tarihte yıkıldığı henüz tespit edilmiş değildir. Ancak bugün 80 yaşındakiler bu manastırı görmediklerini söylemektedirler. Buna dayanarak yıkımın 1930’lu yılların başlarında yapıldığı düşünülmektedir. Yıkılan manastırın yerine 1963 yılında Yakup Kalfa İlkokulu yapılmıştır. Okul bahçesinin kuzeybatı kesiminde yer alan Aziz Efraim’in kaya mezarı ise 1980’li yıllarda okul bahçesinin genişletilmesi amacıyla yıktırılmıştır. MANASTIR ÇEVRESİNDEKİ ARKEOLOJİK SİT ALANI OLMASINA RAĞMEN TAHRİP EDİLİYOR… Manastır çevresinİ ve Deyr Yakup Manasırı’na kadar uzayan dağlık alanı kapsayan oldukça geniş bir alanda 2.yüzyıl ve 5.yüzyıl arasındaki dönemi kapsayan, bazıları mozaikli, freskli, rölyefli binlerce kaya mezarı, antik taş ocakları, sarnıçlar, karlıklar, kaya kiliseleri, kaya yerleşimleri bulunmaktaydı. Tüm bu alan 1979 yılında korunması gerekli “Arkeolojik Sit Alanı” olarak ilan edilmiştir. Buna rağmen bölgede 1950’li yıllarda başlayan gecekondulaşmanın bir türlü önüne geçilememiştir. Böylece alandaki binlerce kaya mezarı ile içlerinde yer alan mozaik, fresk, heykel ve rölyefler ve diğer kültür varlıkları sit alanında olmalarına rağmen tümüyle tahrip edilmiştir. ÖNCE TAHRİP EDİYORUZ, SONRA PARA VERİP AÇIĞA ÇIKARIYORUZ… Bu önemli sit alanına yapılmasına göz yumulan kaçak gecekondulara sonraları imar affı çıkarılmıştır. Son yıllarda iş işten geçtikten sonra aklımız başımıza gelmiş, bu sefer Kızılkoyun ve kalenin kuzey, batı ve güney eteklerindeki kaçak gecekondular milyonlarca lira ödenerek yıkılmış, buralardaki kaya mezarları açığa çıkarılarak turizmin hizmetine sunulmuştur.
    0 Comments 0 Shares
  • Read more
    AFTUHA MOZAİĞİ. URFA TÜRKİYE Mozaik 1901 yılında Samsat Kapısı civarında bulundu ve Raphael de Ninive tarafından yayınlandı. Daha sonra 1906, 1907, 1909, 1912, 1913, 1921, 1953, 1957, 1965, 1970, 1972, 1974, 1991, 1999 ve 2014 yıllarında farklı kaynaklarda gözden geçirilerek 15 kez yayınlandı. Mozaik şu anda İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndedir. Üç çerçeveden oluşan mozaikteki (Yukarıdan aşağıya doğru) şahısların isimleri ve mozaik kitabesi şöyledir: (Sağdan sola doğru) I. Çerçevede: 1) Germo oğlu Aftuha 2) Şumo II. Çerçevede: 1) Germo 2) Asu III.Çerçevede: 1) Bartalaha 2) Ben Germo oğlu Aftuha. Bu ebediyyet evini kendime, çocuklarıma ve varislerime sonsuza dek yaptım. 3) Şalmet
    0 Comments 0 Shares
  • Read more
    🇹🇷🇹🇷🇹🇷 KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ 'NİN HİKAYESİ 1959 yılı, Şişli' deki bir köşk, polis ekiplerince mühürlendi. Bu evde ünlü bir armatör yaşıyordu : Saim Birkök. Hayatı boyunca hiç evlenmemişti. Askerlik arkadaşının kendi adını verdiği oğlunu evlat edindi. Onu yetiştirmeye çalıştı. Okuması için İsviçre 'ye gönderdi. Bütün servetini ve sahip olduğu tersaneyi ona bırakmayı düşünüyordu. Ancak Balat' taki tersanede çıkan bir tartışmada manevi oğlunu tek kurşunla öldürdü. Bu olay yaşandığında Saim Birkök 76 yaşında, ölen manevi oğlu Saim Gökoğlu 45 yaşındaydı. 1960 yılının ilk ayları. Prof Mustafa Cezar, bir araştırma sırasında, Şişli 'de mühürlü bir evde, sanatsal değerinin yanında tarihi değeri de yüksek olan, kırktan fazla tablonun varlığını öğrendi. Köşkün sahibi Saim Birkök, resme meraklı bir sanat severdi. Ancak işlediği cinayetten dolayı Sultanahmet Cezaevinde yatmaktaydı. Profesör, tabloların fotoğrafını çekmek için köşkün sahibinden izin almak zorundaydı. Hapishaneyi ziyaret edip Saim Birkök 'ten izin aldı. Mühürlü kapı, hakim eşliğinde açıldı. Kapı aralanıp ışıklar yanınca, toz toprak arasından muhteşem bir hazine çıktı. Kaplumbağa terbiyecisi başta olmak üzere beş tanesi Osman Hamdi Bey' e ait kırk tablo gün yüzüne çıkmıştı. Tabloların fotoğrafları çekildi.Sonra köşkün kapısı tekrar mühürlendi. Prof Mustafa Cezar, çektiği bu fotoğrafları kitabında yayımladı. Böylelikle ilk defa bu tablonun gerçek bir görüntüsü ortaya çıkmıştı. 1961 yılı. Kanser hastası Saim Birkök, durumu ağırlaştığı gerekçesiyle salıverildi. Zaten bir süre sonra da vefat etti. Arkasından büyük bir miras kavgası başladı. Tablolar, anlaşmazlık nedeniyle Resim Heykel Müzesi 'ne teslim edildi. Kaplumbağa terbiyecisi de, 20 yıl kadar sonra, açık artırmayla Erol Aksoy' un eline geçecekti. Erol Aksoy, tabloyu sahibi olduğu İktisat Bankası'nın koleksiyonuna ekledi. 12 Aralık 2004 Pazar. İktisat Bankası' nın koleksiyonunda bulunan Kaplumbağa Terbiyecisi isimli tabloya, bankanın batması nedeniyle TMSF tarafından el konulmuştu. Müzayede başladığında, çekişme iki müze arasında geçiyordu ; İstanbul Modern ve Pera Müzesi. Rakam çok yukarılara çıktı. Öyle ki, son teklif (günümüz parasıyla 5 milyon) 5 trilyon lirayı gösterecek tabela yoktu. Demek ki müzayedeyi gerçekleştirenler bile bu kadarını beklemiyordu. Kaplumbağa Terbiyecisi 'nin yeni sahibi Pera Müzesi oldu. Ödenen 5 trilyon, Türk resim sanatı için bir rekordu. Bu yüksek ücret, tablonun ününe ün kattı. Günümüzde, sokaktaki vatandaştan profesörüne, üniversite öğrencisinden ev hanımına kadar herkesin bildiği bir yapıta dönüştü Osman Hamdi Bey 'in Kaplumbağa Terbiyecisi. "Puzzle" ları, reprodüksüyonları yok satıyor. Dizi sahnelerinde, karikatürlerde karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin bir nevi Mona Lisa' sı haline geldi. Aslında Kaplumbağa Terbiyecisi 'nin birde ikizi var. Osman Hamdi Bey, birçok oryantalist ressam gibi beğendiği tabloyu bir kez daha çizmişti. Şimdiye kadar anlatılan, 1906 yılında yapılan ilk tablonun hikayesiydi. 1907 yılında ise resmi tekrar yaptı. 2.çalışma bir şekilde Londra' ya kadar gitmişti. Erol Simavi 1984 yılında bu resmi 100 bin dolara satın aldı. Halen Belma Simavi 'nin koleksiyonunda bulunan tablo, Sakıp Sabancı Müzesi' nde sergileniyor. İki resim arasında farklar var; kaplumbağaların sayıları ve yerleri, duvarda asılı olan Allah ve Muhammed yazılı tablo, yerde duran vazo ve pencere kemeri gibi. Peki tablo bize ne anlatıyor? Tabloda gördüğümüz erkek figürü Osman Hamdi Bey 'in kendisidir. Çoğunlukla resmini çizeceği ortamda, doğuya özgü kıyafetler giyip kendi fotoğrafını çektirir. Sonra fotoğrafa bakarak yapar resimlerini. Kaplumbağa Terbiyecisi de bu şekilde çizilmiştir. Tablodaki mekan, Bursa' daki Yeşil Cami 'dir. Osman Hamdi Bey çizime burada başlamış, daha sonra çekilen fotoğraf yardımıyla kendi atölyesinde bitirmiştir. Peki Kaplumbağa Terbiyecisi bize ne anlatıyor? Bunu anlamak için tabloyu incelemek gerek : Öncelikle neler görünüyor? Kırmızı kaftan giymiş, derviş kıyafetleri içinde sakallı, kambur yaşlı bir adam... Bakımsız bir odada, marul yiyen kaplumbağalara bakıyor. Ama biraz düşünceli, karamsar ve yorgun bir bakış bu. Sırtında bir nakkare (yarım küre biçiminde küçük bir davuldan oluşan vurmalı bir çalgı, Mevlevi müziğinin dört temel çalgısından da birisi) asılı ve buna bağlı mızrap (nakkareyi çalmaya yarayan nesne) boynundan aşağı sarkmış. Ellerini arkasında kavuşturmuş, bir Ney tutuyor. Kırbaç değil de neden Ney? Anlaşılan kaplumbağaları Ney üfleyerek, Nakkare çalarak yani musikiden yararlanarak terbiye etmeye çabalıyor. Ama yaşlı adamın Ney 'i tutuşuna daha dikkatli bakacak olursak, Ney' i üfleme hazırlığında değil sanki vazgeçmiş, çabaları sonuçsuz kalmış. Bize verilmek istenen mesajın ne olduğunu doğru yorumlamak için, Osman Hamdi Bey 'in hayatı hakkında biraz bilgi sahibi olmak gerek. Osman Hamdi Bey, ilk Türk arkeoloğudur. Dünyaca ünlü İskender Lahidi' ni bulan ve İstanbul 'a getiren kişidir. Çağdaş Türk müzeciliğinin öncülerindendir. İstanbul Arkeoloji Müzesi' nin kurucusu ve ilk müze müdürüdür. Sanayi - i Nefise Mekteb-i Alisi'ni yani Güzel Sanatlar Akademisi 'nin kurucusudur. Ayrıca modern anlamda ilk Türk ressamlarından birisidir ve Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressamdır. Bu durumu Emre Caner bir romanında şöyle açıklamıştır : "Osman Hamdi de hayatı boyunca kimsenin bilmediği meslekler yapmıştı. Ressam olmuştu en başta. Sonra müze müdürü. Bir arkeolog. Ardından da Güzel Sanatlar Akademisi müdürü. Onun kaplumbağa terbiyecisinden bir farkı yoktu aslında." Osman Hamdi Bey, tüm bunları, sanatı ve sanatçıyı önemsemeyen, antik eserlere hiç değer vermeyen bir toplumda başarmıştı. Devlet kurumları hatta toplumun kendisi, sürekli kendisine yeni engeller çıkarmış, değişime, modernleşmeye direnmişti. İşte tablodaki kaplumbağalar ; devletin hantal işleyen bürokrasisi ve değişime direnen, ağır aksak ilerleyen toplumun kendisiydi. Yaşlı dervişin kendisi olduğunu belirtmiştik. Bütün bu duruma kızan Osman Hamdi Bey, derviş de olsa sabrının bir sonu olduğunu göstermiş oluyor. Osman Hamdi Bey 'in, bu tablo yapılırken nereden esinlendiği de ortaya çıkmıştır. Bunun için Fransız Le Tour de Monde' nin 1869 yılındaki bir sayısında çıkan gravürü incelemek gerek. 1869 yılında Bağdat Valisi Mithat Paşa 'nın hizmetinde çalışan babasına gönderdiği mektupta, Le Tour de Monde dergisini severek okuduğundan bahseden Osman Hamdi Bey' in bu çalışmadan esinlenmesi gayet olası görünüyor. Benzerlikler dikkat çekici olsa da Osman Hamdi Bey 'in Kaplumbağa Terbiyecisi, renklerin ve ışığın kullanımı, tablonun derinliği ve verdiği mesajla öncülüğünden çok daha değerli... (Abdullah Gündoğdu) Kaynak : Buğra Derci, Bütün Dünya Dergisi, Başkent Üniversitesi Kültür Yayını, sayı 2016 /05, syf 109 - 113
    0 Comments 0 Shares
  • Read more
    Vikingler Türk müydü? (Orhun Runik-Viking Runik Harf Karşılaştırması) Günümüzde İskandinav ülkelerinde yaşayan Danimarkalı, Norveçli ve İsveçliler'in meydana getirdiği topluluklar, eski çağlarda “Vikingler” olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca şu anki İzlanda, Faroe Adaları, İskoçya ve Rusya'da yaşayan bazı halkların bir kısmı da Viking kökenlidir. Vikinglerin Thor ve Odin isimli iki önemli tanrıları vardı. Her iki isim de türk kökenli isimlerdir. Coğrafya olarak birbirinden bir okadar uzak bu iki toplumun birbiriyle olan benzerliklerini; Eski iskandinav arşivleri ve buluntuları ortaya çıkarır. Türkler ile iskandinav toplumlarının (Vikiglerin) benzerliklerini ortaya koyan bu belgeler; oldukça önemli etnik ve kültürel eşyaları içinde barındırır. Ayrıca bu iki toplumun dil olarak benzeşmesi de açıkça belgelerde görülür. Runik yazı, İlk Çağ Orta Asya toplumları, Macarlar ve İskandinavya bölgesindeki halklar tarafından kullanılmış bir yazı sistemidir. Sır, giz ve esrar manasına gelen runik yazının ilk olarak İskitler tarafından kullanıldığı arkeolojik bulgularla kanıtlanmıştır. Bu yazının çok geniş bir coğrafyaya yayılmasının sebebi, yapılan göçler ve İpekyolu'nda sıralanan kavimlerin runik yazıyı kendi dillerine uyarlamasıyla mümkün olduğu gözükmektedir. İskandinav runlarının bizi ilgilendiren kısmı 24 sembolle yazılmış olan Futhark yazıtlarıdır. İskandinavya'da bulunan runik yazıtlar genelde 2 kategoriye ayrılır. Birinci kategoridekilere 24 sembollü eski runik yazıtları denir. İkinci kategoridekilere ise 16 sembollü Viking dönemi runik yazıtları denmektedir. İskandinavya'da Futhark olarak da adlandırılan bu yazıtlardan yaklaşık 3500 tane vardır. İkinci kategoriye aldığımız yazıtlar soldan sağa yazılmış olup, Nordik dilde mükemmel bir şekilde okunabilmektedir. Eski runik yazı olarak adlandırdığımız yazıtlar ise, sağdan sola yazılmıştır. Eski yazıtlara Odin zamanından kalma büyü yazıları denmiştir. Çünkü bu yazıtların İskandinav dillerinde okunması mümkün olmamıştır. Okuma çalışmaları yapılsa da çıkan sonucun anlamsızlığından dolayı kabul görmemiştir. Yazıtlar ancak Türk runik alfabesiyle başarılı bir şekilde okunabilmektedir. Runları anlamlı bir şekilde okumanın sadece Türk runik alfabesiyle yapılabilmesi, akıllara İskandinav runik yazısı ile Göktürk alfabesinin benzerliğini getiriyor. Bu benzerlik ile ilgili Carl J. Becker ise şu şekilde açıklama yapmıştır: "Futhark ve Göktürk yazıtları arasındaki benzerlik o denli fazladır ki, aralarındaki ilişkiyi görmemek mümkün değildir." Derleyen: Sinan Acartürk Kaynak: (Vikingler Türk'tür. atasen), (Vikinglerin Türklüğü, Afyon Kocatepe Üni. Fen Edebiyat Fakültesi /Şükrü Büyukışıklar) Görsel: Orhun Runik-Viking Runik Harf Karşılaştırması. wordpresscom
    0 Comments 0 Shares
  • Read more
    MS 9. yüzyılda inşa edilen, 6 kattan oluşan, 52 metre uzunluğunda ve kenar uzunluğu 33 m, yüksekliği 3 m olan kare bir taban üzerinde oturan Malwiya Samarra Ulu Camii, Eşsiz güzel sarmal şekli nedeniyle bu isimle anılıyor ve dünyadaki en güzel arkeolojik mühendislik tasarımlarından biri olarak kabul ediliyor. Belirli bir dönemde Samarra Ulu Camii dünyanın en büyüğüydü. Bu harika mimari şaheseri tasarlamanın şerefi Keldani mimar Dalil bin Yaqoub'a aittir. Samarra Ulu Camii, 2007 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alındı. Yer : Samarra şehri - Salah Al, Irak
    0 Comments 0 Shares
  • Read more
    KIZ KALESİ - KIZ KALESİ Mersin TÜRKİYE CUMHURİYETİ Kızkalesi (Türkçe'den: "Kız Kalesi", Deniz Kalesi olarak da bilinir), Türkiye'nin Mersin ilinde küçük bir adada bulunan bir ada kalesidir. Adanın eski adı Krambusa'dır (Yunanca: Gramvoussa). Akdeniz'de kıyıdan yaklaşık 300 metre uzaklıkta yer almaktadır. Adanın toplam alanı yaklaşık 15.000 metrekaredir ve kale bu alanın büyük bir bölümünü kaplamaktadır. Adayla aynı adı taşıyan ülkenin ana kesiminde adaya bakan bir kasaba olan Kızkalesi, Erdemli'ye 23, Mersin'e 60 kilometre uzaklıkta. Tarih Strabon'a göre ada eski çağlarda korsanlar tarafından kullanılmış. Ancak kale muhtemelen I. Haçlı Seferi'nden sonra Bizans İmparatorluğu'ndan I. Aleksios Komnenos tarafından yaptırılmıştır. 13. yüzyılda, I. Leo ve Kilikya Ermeni Krallığı'nın müteakip en az bir hükümdarı tarafından kapsamlı bir şekilde restore edilmiştir. 1982 ve 1987'deki arkeolojik araştırmalar, orijinal Bizans planının, karakteristik kare kulelerle esas olarak güneyde hayatta kaldığını ortaya koydu. Ermeniler, karakteristik rustik yontma duvarları ve yuvarlak kuleleri ile kalenin kuzey ve batı cephelerini yeniden inşa ettiler. Ayrıca Yunan binasının çoğuna yeni kaplama taşı koydular. İki Ermeni yazıtında bu bölgenin Kral I. Leo (1206) ve Kral I. Hetum (1251) tarafından restore edildiğinden söz edildiği iddia edilmektedir. Ermeniler ayrıca kalede beşik tonozlu bir şapel inşa ettiler. Ada bir zamanlar bir ana kara kalesi olan Korykos Kalesi'ne, bir dalgakırana bağlıydı. Ermeniler bu kaleye Gorygos adını verdiler. 14. yüzyılda Kilikya Krallığı çöküşün eşiğindeydi ve 1360 yılında Kıbrıslı I. Peter, ada halkının isteği üzerine adayı işgal etti. Kale, 1448'de Anadolu beyliğinden Karamanlı II. İbrahim, 1471'de Osmanlı Devleti'nden Gedik Ahmet Paşa tarafından işgal edildi. Gorygos adı Kızkalesi olarak değiştirilmiştir. Tanım Surun toplam uzunluğu 192 metredir. Güney ve batı duvarları birbirine diktir. Kuzey ve doğu cepheleri kavisli surlarla çevrilidir. Ana kapı kuzey tarafında, küçük kapı ve galeri ise batı tarafındadır. Her biri benzersiz bir şekle sahip 8 burç vardır. 1973 ile 1981 yılları arasında Kızkalesi'ndeki iki kalenin planlarını içeren kapsamlı bir fotoğraf kaydı yapılmıştır. Kızkalesi efsanesi Kızkalesi efsanesine göre bir falcı krala güzeller güzeli kızının bir yılan tarafından zehirleneceğini haber verir. Kralın bile kaderini değiştiremeyeceğini ekliyor. Falcının sözleriyle şok olan kral, yılanların olmadığı bir adada bir kale inşa ederek prensesi kurtarmaya çalışır. Kızını kalede yaşaması için gönderir. Ancak anakaradan gönderilen bir sepet üzümün içine saklanan bir yılan prensesi zehirler. Bu efsane sadece Kızkalesi'ne özgü değildir ve Türkiye'nin diğer bazı yöreleri de aynı hikayeyi paylaşmaktadır.
    0 Comments 0 Shares
  • Read more
    Yemen'deki Haid Al-Jazil köyü, Hadhramout Valiliğinin batısında, Wadi Doan'ın merkezinde bulunan bir köydür. Haid Al-Jazil köyü, Yemen'de dev bir kayanın üzerinde yer alan inanılmaz bir arkeolojik köydür ve bu köye erişim, ziyaretçinin profesyonel kaya tırmanıcıları olmasını gerektirir. Bu pitoresk köy, dağlar, yüksek ve kuru platolar arasında yer alan, Yemen'in en ünlü turistik yerlerinden biri olan batı Hadhramut vadilerinden biri olan Wadi Doan'da çarpıcı manzaraların ortasında yer almaktadır. Haid Al-Jazil köyünün evleri Haid Al-Jazil köyünün evleri, katları birbirinden ayırmak için yoğurt tuğlaları ve ahşap zeminler kullanılarak kayalık uçurumun kenarına inşa edilmiş ancak bu binaların özellikle yaz yağmurlarından sonra sürekli olarak onarılması gerekiyor. Bazı hikayeler, bu evlerden bazılarının 500 yıl öncesine ait olduğunu gösteriyor. British Daily Mail, Doan Vadisi'nde iki dikey kenarı olan 100 metre yüksekliğindeki devasa bir kayanın üzerinde yüzen bu pitoresk köyün güzelliğinden bahseden bir makale yayınladı ve başka bir gezegenden gelmiş gibi göründugunu yazmisti.
    0 Comments 0 Shares
  • GÜNEŞ SAATİ
    16 . yüzyıla kadar yaygın şekilde kullanılmış olan güneş saatlerinin arkeolojik kayıtlardaki bilinen en eskileri MÖ 1500 lere, Mısır ve Babil'e kadar gitmektedir.

    Biri büyük diğeri küçük iki güneş saati seti, 16.yy, Fatih Cami duvarı güney-batı cephesi, İstanbul .
    GÜNEŞ SAATİ ☀️ 16 . yüzyıla kadar yaygın şekilde kullanılmış olan güneş saatlerinin arkeolojik kayıtlardaki bilinen en eskileri MÖ 1500 lere, Mısır ve Babil'e kadar gitmektedir. Biri büyük diğeri küçük iki güneş saati seti, 16.yy, Fatih Cami duvarı güney-batı cephesi, İstanbul .
    0 Comments 0 Shares
More Results