• Sene 1916;

    Tıpkı ilk elektrikli arabaların 120 sene önce üretildiği gibi, tıpkı Ferdinand Porsche'nin ilk arabasının elektrik + benzinli (hibrit) olması gibi, motorlu scooter da yeni birşey değil..
    Sene 1916; Tıpkı ilk elektrikli arabaların 120 sene önce üretildiği gibi, tıpkı Ferdinand Porsche'nin ilk arabasının elektrik + benzinli (hibrit) olması gibi, motorlu scooter da yeni birşey değil..
    0 Comments 0 Shares
  • 1890 İNGİLTERE BAYANLARIN BANYO ARABALARI

    İngiltere de 1890 lara kadar yaygın olarak kullanılan banyo arabaları. Kadınlar giyinik olarak bu arabalara biner arabanın içinde mayolarla denize girebiliyorlarmiş arabaya bindiğinde erkekler araçları okyanusa doğru çekerek kadınların araç içinde yuzmelerini saglamışlar bu uygulama 1914 lerde son bulmuş kadınlar mayoları ile denize girebilmiş.
    1890 İNGİLTERE BAYANLARIN BANYO ARABALARI İngiltere de 1890 lara kadar yaygın olarak kullanılan banyo arabaları. Kadınlar giyinik olarak bu arabalara biner arabanın içinde mayolarla denize girebiliyorlarmiş arabaya bindiğinde erkekler araçları okyanusa doğru çekerek kadınların araç içinde yuzmelerini saglamışlar bu uygulama 1914 lerde son bulmuş kadınlar mayoları ile denize girebilmiş.
    0 Comments 0 Shares
  • Türk tasarımı dünyanın ilk arabalı Vapuru Suhulet

    Hüseyin Hâki Efendi 1872 yılında bilinen ilk araba vapurunu yapmıştır. Yapılan bu vapurun ismi ise kolaylık anlamına gelen SUHULET idi.

    Suhulet 11 Mayıs 1958 tarihine kadar aktif olarak çalışmaya devam etti.
    Hizmet dışına alındığında, toplamda 86 yıldan daha uzun bir süre İstanbul’a hizmet etmişti.

    Dünyanın ilk arabalı vapuru olan Suhulet, Kurtuluş Savaşı boyunca ağır top arabaları ve askeri mühimmatları taşıyarak şanlı Türk ordusuna büyük faydalar sağladı ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, ‘Gazi Suhulet’ ünvanını aldı. TarihteBugün
    Türk tasarımı dünyanın ilk arabalı Vapuru Suhulet Hüseyin Hâki Efendi 1872 yılında bilinen ilk araba vapurunu yapmıştır. Yapılan bu vapurun ismi ise kolaylık anlamına gelen SUHULET idi. Suhulet 11 Mayıs 1958 tarihine kadar aktif olarak çalışmaya devam etti. Hizmet dışına alındığında, toplamda 86 yıldan daha uzun bir süre İstanbul’a hizmet etmişti. Dünyanın ilk arabalı vapuru olan Suhulet, Kurtuluş Savaşı boyunca ağır top arabaları ve askeri mühimmatları taşıyarak şanlı Türk ordusuna büyük faydalar sağladı ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, ‘Gazi Suhulet’ ünvanını aldı. TarihteBugün
    0 Comments 0 Shares
  • ■ İSTANBUL'DA HIDIRELLEZ MESİRELERİ, 1890'LAR

    [Ahmet Semih Bey 1890'larda Hıdırellez mesirelerini anlatıyor]:

    "Hıdırellez Nisan'ın 23'ünde (Rumî takvim) bütün İstanbul halkını çayırlara bağlardı. Dolmalar, helvalar, marullar, yemişler, kuzular, pilâvlar evlerde hazırlanır, çayırlara taşınırdı.

    Kimi pazar kayıklarında, mavnalarda veya sandallarda, kimi hususî çatanalarda (özel deniz teknelerinde) veya öküz arabalarında gidecekleri yere giderek veya yatlarında (Ahmet İhsan, Ahmet Muhtar, Mustafa Süreyya ve Sakallı Reşit Beyler gibi) kuzu ziyafetleri yaparlar, eş dost arasında zevk-ü safa ederlerdi. Kalabalığı sevmiyenler bu zevki evlerinin bahçelerinde, korularında tatmin ederlerdi.

    HER ŞEY SUDAN UCUZDU

    Adalarda ise ne kadar adam varsa Büyükada'daki Ayayorgi tepesine üşüşerek kuzu ziyafetleri çekerlerdi. Kuşdili, Yoğurtçu, Haydarpaşa, Küçüksu, Beykoz, Paşabahçe Çayırları, Kâğıthane, Veliefendi Çayırları binlerce halkla dolardı. Yerlerdi, içerlerdi ve bunların hepsi, bugünlere nispetle sudan ucuzdu..

    Binaenaleyh o mübarek aile eğlenceleri mebzul (bol) ve fakat müptezel (bolluğu sebebiyle değersiz) olmadığı için, mebrûktü (bereketliydi).."
    ■ İSTANBUL'DA HIDIRELLEZ MESİRELERİ, 1890'LAR ❤️ [Ahmet Semih Bey 1890'larda Hıdırellez mesirelerini anlatıyor]: "Hıdırellez Nisan'ın 23'ünde (Rumî takvim) bütün İstanbul halkını çayırlara bağlardı. Dolmalar, helvalar, marullar, yemişler, kuzular, pilâvlar evlerde hazırlanır, çayırlara taşınırdı. Kimi pazar kayıklarında, mavnalarda veya sandallarda, kimi hususî çatanalarda (özel deniz teknelerinde) veya öküz arabalarında gidecekleri yere giderek veya yatlarında (Ahmet İhsan, Ahmet Muhtar, Mustafa Süreyya ve Sakallı Reşit Beyler gibi) kuzu ziyafetleri yaparlar, eş dost arasında zevk-ü safa ederlerdi. Kalabalığı sevmiyenler bu zevki evlerinin bahçelerinde, korularında tatmin ederlerdi. HER ŞEY SUDAN UCUZDU Adalarda ise ne kadar adam varsa Büyükada'daki Ayayorgi tepesine üşüşerek kuzu ziyafetleri çekerlerdi. Kuşdili, Yoğurtçu, Haydarpaşa, Küçüksu, Beykoz, Paşabahçe Çayırları, Kâğıthane, Veliefendi Çayırları binlerce halkla dolardı. Yerlerdi, içerlerdi ve bunların hepsi, bugünlere nispetle sudan ucuzdu.. Binaenaleyh o mübarek aile eğlenceleri mebzul (bol) ve fakat müptezel (bolluğu sebebiyle değersiz) olmadığı için, mebrûktü (bereketliydi).."
    0 Comments 0 Shares
  • 1907 Yılında;
    İngiltere'de bir garajda şarj edilen MRC Midland Demiryolu Şirketine ait kamyonlar.
    Hepsinin üzerinde Edison marka akü var. Araçlar 1 saatlik şarj ile 130 km yol yapıyordu. Fakat petrol endüstrisi,elektrikli otomobillere yaşam şansı vermedi.
    Çünkü tüketilmesi gereken milyarlarca varil fosil yakıt rezervi vardı.
    Amerika’da 1908 yılında arabaların 1/3’ü elektrik ile çalışıyordu.
    Henry Ford,üretim bandı modeli ile seri üretimi başlatınca,piyasa altüst oldu.
    1912 yılına gelindiğinde, Ford arabanın fiyatı 650 dolara düşerken,elektrikli arabanın fiyatı 1.750 dolara fırladı.
    1907 Yılında; İngiltere'de bir garajda şarj edilen MRC Midland Demiryolu Şirketine ait kamyonlar. Hepsinin üzerinde Edison marka akü var. Araçlar 1 saatlik şarj ile 130 km yol yapıyordu. Fakat petrol endüstrisi,elektrikli otomobillere yaşam şansı vermedi. Çünkü tüketilmesi gereken milyarlarca varil fosil yakıt rezervi vardı. Amerika’da 1908 yılında arabaların 1/3’ü elektrik ile çalışıyordu. Henry Ford,üretim bandı modeli ile seri üretimi başlatınca,piyasa altüst oldu. 1912 yılına gelindiğinde, Ford arabanın fiyatı 650 dolara düşerken,elektrikli arabanın fiyatı 1.750 dolara fırladı.
    0 Comments 0 Shares
  • ■ OSMANLI DÖNEMİNDE İSTANBUL RAMAZANLARI, 1900

    [Ahmet Ragıp Bey 1900'lerdeki İstanbul Ramazanlarını anlatıyor]:

    "Eski Ramazanlarda bilhassa İstanbul'un göze çarpan beş hususiyeti vardı: Teravih namazı, mahyalar, Hırka-i Saadeti ziyaret. iftar âlemleri, Beyazıt sergisi..

    TERAVİHLER

    Ramazanın manevî ağırlık merkezi, şeref şatafı teravihtir. İftardan sonra evlerde, konaklarda teravih hazırlığı başlar. Herkeste bir neş'e, herkeste bir sevinç.. Şakır şakır abdestler alınır, irili ufaklı cam veya muşamba fenerler hazırlanır, güle oynaya camilerin yolu tutulur. Bu esnada o muazzam camiler kapılarına kadar tıklım tıklım dolmuştur. Vükelâ, vüzera veya halli vakitli konaklarda Ramazan imamları, hoş elhan müezzinler tutulurdu.

    İftardan sonra teravihi burada kılmak isteyenler kalır, lokma ettikten sonra çıkıp gitmek isteyenleri kâhya efendi veya uşaklar kapıda uğurlarlardı. Eski İstanbul'da Ramazanlarda en şa'şaalı, en debdebeli ve en ruhaniyetli teravih namazları selâtin camilerinde kılınırdı. Eyüpsultan, Fatih, Şehzade, Süleymaniye, Beyazıt, Lâleli, Nuruosmaniye, Sultanahmet, Yenicami, karşı tarafta Üsküdar Yenicamii, iskele başındaki Mihrimah camii minel bab ilel mihrab mü'minlerle dolup taşardı.

    Filhakika Ramazanlarda geceler gündüz, dideler de rûşen olurdu. Gündüzleri daireler, mektepler tatil edilir, cümle âlem Eshab-ı Kehf uykusuna dalardı. İkindiden sonra yavaş yavaş bir kımıldama başlar, dilde zikir, elde tesbih cami cami dolaşılırdı. İftarla beraber gözlerin feri gelir, mideler cilâlanır, teravihin son rek'ati kılındımı, füze gibi kendini sokağa fırlatan fırlatana..

    DİREKLERARASI

    İstanbul'un bir Şehzadebaşı'sı, bir Direklerarası vardı ki, doğrusunu isterseniz Ramazan demek Şehzadebaşı ve Direklerarası demekti. Bu semtin bu nam ile meşhur olması, Kanuni Sultan Süleyman'ın sevgili şehzadesi Sultan Mehmed namına yaptırdığı büyük mabedin orada bulunmasındandır.

    Şehzadebaşı eski üniversitemiz olan Mısırlı Zeynep Hanımefendi'nin konağından başlar, Saraçhane karakolunda biterdi. Bu caddenin ilk kısmına Direklerarası, ikinci kısmına Şehzadebaşı, üçüncü kısmına Saraçhane derler.

    Caddenin en pitoresk tarafını, sıra sıra sütunlarla revaklarla süslenmiş olan Direklerarası kısmı teşkil ederdi. Cadde zaten baştanbaşa tarihtir, bir ucu Viyana'ya kadar dayanır. Tuna boylarına sefer eden heybetli ordularımızın, üç tuğlu, beş tuğlu vezirlerimizin ihtişamlı geçişlerine kaç kereler şahit olmuştur, bu caddenin taşı toprağı.. Tarih sevgisiyle şöyle bir kulak verseniz, mehter seslerinin aksettiğini duyarsınız.. Yeniçeri bölüklerinin oturdukları yerlere oda derler. Bu odalardan bir büyük gurup Sofular'daki Etmeydanı'nda idi. Bunlara Yeni odalar derlerdi. İkinci gurup işte bu lâfını ettiğimiz Direklerarası'nda yerleşmişti. Bunlara da Eski odalar derlerdi. Üçüncü gurup Vezneciler'le Çukurçeşme arasında idi. Acemi eğitimi yapanlara mahsustu buraları.

    ŞEHZADEBAŞI

    Şehzadebaşı bayağı günlerde de oldukça canlı, kibar, ağır başlı bir semtti. Fakat asıl büyük şöhretini Ramazanlarda yapardı. Şehir sanki kâmete kalkar, en uzak semtlerden gelenler soluğu burada alır, camilerin kapıları sanki buraya açılırdı. Gerçi Tophane, Arapcamii, Küçükpazar, Ayasofya, Beyazıt semtlerinin en kenar köşe mahallelerinde bile bir hareket görülürse de, dinamonun büyüğü Şehzadebaşı'nda çalışır, burası bir insan mahşeri ve meşheri haline gelirdi. Bugün İstanbul'un hiç bir cadde ve meydanında buna benzer bir kalabalık göremezsiniz. Bu devre yetişemiyenler Şehzadebaşı'nın Ramazan hayatı hakkında ne yazsak, ne söylesek hiç bir fikir edinemezler. Ara sıra ayağım buraya düştükçe o mahşer, o insan seli buraya nasıl sığardı diye hayretten kendimi alamam.

    Ramazan piyasası ilk akşamın teravihinden sonra başlardı. Galata köprüsünden boşalan arabalar, faytonlar, kupalar, lândonlar, saray ve konak arabaları konvoy teşkil ederek Beyazıt'a çıkarlar, Mürekkepçiler önünden kıvrılarak Vezneciler'e girerlerdi. Unkapanı köprüsünden geçenler Zeyrek'ten Vefa'ya tırmanırlar, Şehzade camiinin yanında Direklerarası'na dökülürlerdi. Muhteşem İslâm mabedinin minareleri arasına kurulan zarif mahyalar bu esnada pırıl pırıl yanmakta, sanki göklerden nurlar saçmakta, dükkânların önüne asılan koca koca fanuslarla cadde boydan boya aydınlanmakta idi.

    CİNS ATLI ARABALAR

    Bu daracık sokaklarda sanatlarında usta, üstelik çok terbiyeli neftî renk elbiseli konak arabacıları dev gibi Macar kadanalarının (cins atlatının) çektikleri vâsıtaları en mâhir bir trafik memuru kadar kimseyi incitmeden sevk ve idare etmesini bilirler, korna olmadığından, "Destur, destur!" nidalarıyla halkı ikaz ederlerdi.

    CADDELERDE İZDİHAM

    Her yaştan, her sınıftan genç ve ihtiyar kadın-erkek yanaşık nizamda, binbir ayak bir ayak haline gelmiş.. Elhasıl velkelâm sökülmez geçilmez bir izdiham!.. Çaylarının nefasetiyle en müşkülpesentleri dahi memnun eden çayhanelerde semaverler fokur fokur kaynar, bu küçücük kulüplerde daha ziyade şehrin irfan sîmaları, edip ve şairleri oturup sohbet ederlerdi.

    Boydan boya med ve cezir halinde olan caddede iki adımda bir saz faslına tesadüf etmek mümkünse de en ağırbaşlısını, yarı resmîsini Darüttalim-i Musiki'nin salonu teşkil ederdi. Çeşit çeşit tiyatrolar, karagözler ve semai kahveleri de her sınıf halka ayrı bir canlılık verirdi. Zevk ve tarab, cümbüş ve safa, çengi çigane bu minval üzere durmadan dinlenmeden sahura kadar devam eder, davul gümbürtüleri ve sahur toplariyle evli evine köylü köyüne dönerdi.."
    ■ OSMANLI DÖNEMİNDE İSTANBUL RAMAZANLARI, 1900 ❤️ [Ahmet Ragıp Bey 1900'lerdeki İstanbul Ramazanlarını anlatıyor]: "Eski Ramazanlarda bilhassa İstanbul'un göze çarpan beş hususiyeti vardı: Teravih namazı, mahyalar, Hırka-i Saadeti ziyaret. iftar âlemleri, Beyazıt sergisi.. TERAVİHLER Ramazanın manevî ağırlık merkezi, şeref şatafı teravihtir. İftardan sonra evlerde, konaklarda teravih hazırlığı başlar. Herkeste bir neş'e, herkeste bir sevinç.. Şakır şakır abdestler alınır, irili ufaklı cam veya muşamba fenerler hazırlanır, güle oynaya camilerin yolu tutulur. Bu esnada o muazzam camiler kapılarına kadar tıklım tıklım dolmuştur. Vükelâ, vüzera veya halli vakitli konaklarda Ramazan imamları, hoş elhan müezzinler tutulurdu. İftardan sonra teravihi burada kılmak isteyenler kalır, lokma ettikten sonra çıkıp gitmek isteyenleri kâhya efendi veya uşaklar kapıda uğurlarlardı. Eski İstanbul'da Ramazanlarda en şa'şaalı, en debdebeli ve en ruhaniyetli teravih namazları selâtin camilerinde kılınırdı. Eyüpsultan, Fatih, Şehzade, Süleymaniye, Beyazıt, Lâleli, Nuruosmaniye, Sultanahmet, Yenicami, karşı tarafta Üsküdar Yenicamii, iskele başındaki Mihrimah camii minel bab ilel mihrab mü'minlerle dolup taşardı. Filhakika Ramazanlarda geceler gündüz, dideler de rûşen olurdu. Gündüzleri daireler, mektepler tatil edilir, cümle âlem Eshab-ı Kehf uykusuna dalardı. İkindiden sonra yavaş yavaş bir kımıldama başlar, dilde zikir, elde tesbih cami cami dolaşılırdı. İftarla beraber gözlerin feri gelir, mideler cilâlanır, teravihin son rek'ati kılındımı, füze gibi kendini sokağa fırlatan fırlatana.. DİREKLERARASI İstanbul'un bir Şehzadebaşı'sı, bir Direklerarası vardı ki, doğrusunu isterseniz Ramazan demek Şehzadebaşı ve Direklerarası demekti. Bu semtin bu nam ile meşhur olması, Kanuni Sultan Süleyman'ın sevgili şehzadesi Sultan Mehmed namına yaptırdığı büyük mabedin orada bulunmasındandır. Şehzadebaşı eski üniversitemiz olan Mısırlı Zeynep Hanımefendi'nin konağından başlar, Saraçhane karakolunda biterdi. Bu caddenin ilk kısmına Direklerarası, ikinci kısmına Şehzadebaşı, üçüncü kısmına Saraçhane derler. Caddenin en pitoresk tarafını, sıra sıra sütunlarla revaklarla süslenmiş olan Direklerarası kısmı teşkil ederdi. Cadde zaten baştanbaşa tarihtir, bir ucu Viyana'ya kadar dayanır. Tuna boylarına sefer eden heybetli ordularımızın, üç tuğlu, beş tuğlu vezirlerimizin ihtişamlı geçişlerine kaç kereler şahit olmuştur, bu caddenin taşı toprağı.. Tarih sevgisiyle şöyle bir kulak verseniz, mehter seslerinin aksettiğini duyarsınız.. Yeniçeri bölüklerinin oturdukları yerlere oda derler. Bu odalardan bir büyük gurup Sofular'daki Etmeydanı'nda idi. Bunlara Yeni odalar derlerdi. İkinci gurup işte bu lâfını ettiğimiz Direklerarası'nda yerleşmişti. Bunlara da Eski odalar derlerdi. Üçüncü gurup Vezneciler'le Çukurçeşme arasında idi. Acemi eğitimi yapanlara mahsustu buraları. ŞEHZADEBAŞI Şehzadebaşı bayağı günlerde de oldukça canlı, kibar, ağır başlı bir semtti. Fakat asıl büyük şöhretini Ramazanlarda yapardı. Şehir sanki kâmete kalkar, en uzak semtlerden gelenler soluğu burada alır, camilerin kapıları sanki buraya açılırdı. Gerçi Tophane, Arapcamii, Küçükpazar, Ayasofya, Beyazıt semtlerinin en kenar köşe mahallelerinde bile bir hareket görülürse de, dinamonun büyüğü Şehzadebaşı'nda çalışır, burası bir insan mahşeri ve meşheri haline gelirdi. Bugün İstanbul'un hiç bir cadde ve meydanında buna benzer bir kalabalık göremezsiniz. Bu devre yetişemiyenler Şehzadebaşı'nın Ramazan hayatı hakkında ne yazsak, ne söylesek hiç bir fikir edinemezler. Ara sıra ayağım buraya düştükçe o mahşer, o insan seli buraya nasıl sığardı diye hayretten kendimi alamam. Ramazan piyasası ilk akşamın teravihinden sonra başlardı. Galata köprüsünden boşalan arabalar, faytonlar, kupalar, lândonlar, saray ve konak arabaları konvoy teşkil ederek Beyazıt'a çıkarlar, Mürekkepçiler önünden kıvrılarak Vezneciler'e girerlerdi. Unkapanı köprüsünden geçenler Zeyrek'ten Vefa'ya tırmanırlar, Şehzade camiinin yanında Direklerarası'na dökülürlerdi. Muhteşem İslâm mabedinin minareleri arasına kurulan zarif mahyalar bu esnada pırıl pırıl yanmakta, sanki göklerden nurlar saçmakta, dükkânların önüne asılan koca koca fanuslarla cadde boydan boya aydınlanmakta idi. CİNS ATLI ARABALAR Bu daracık sokaklarda sanatlarında usta, üstelik çok terbiyeli neftî renk elbiseli konak arabacıları dev gibi Macar kadanalarının (cins atlatının) çektikleri vâsıtaları en mâhir bir trafik memuru kadar kimseyi incitmeden sevk ve idare etmesini bilirler, korna olmadığından, "Destur, destur!" nidalarıyla halkı ikaz ederlerdi. CADDELERDE İZDİHAM Her yaştan, her sınıftan genç ve ihtiyar kadın-erkek yanaşık nizamda, binbir ayak bir ayak haline gelmiş.. Elhasıl velkelâm sökülmez geçilmez bir izdiham!.. Çaylarının nefasetiyle en müşkülpesentleri dahi memnun eden çayhanelerde semaverler fokur fokur kaynar, bu küçücük kulüplerde daha ziyade şehrin irfan sîmaları, edip ve şairleri oturup sohbet ederlerdi. Boydan boya med ve cezir halinde olan caddede iki adımda bir saz faslına tesadüf etmek mümkünse de en ağırbaşlısını, yarı resmîsini Darüttalim-i Musiki'nin salonu teşkil ederdi. Çeşit çeşit tiyatrolar, karagözler ve semai kahveleri de her sınıf halka ayrı bir canlılık verirdi. Zevk ve tarab, cümbüş ve safa, çengi çigane bu minval üzere durmadan dinlenmeden sahura kadar devam eder, davul gümbürtüleri ve sahur toplariyle evli evine köylü köyüne dönerdi.."
    0 Comments 0 Shares
  • Garzon Lagünü Köprüsü (Uruguay)

    Bu ilginç köprü, Uruguaylı mimarı Rafael Vinoly tarafından karayolu trafiğini yavaşlatmak, arabaların, bisikletlilerin ve yayaların Garzon lagününün panoramik manzarasının keyfini çıkarması için tasarlanmış.

    Bu nedenle sürücüleri yavaşlatmak için tasarlanmış ender köprülerden biridir. Su üzerinde bir kavşağa benzeyen bu köprünün etrafını arabayla dolaşmak mümkün değil.

    Bu dairesel köprünün toplam maliyeti 11 milyon dolardır. Günlük yaklaşık 1.000 araç geçiyor.
    Garzon Lagünü Köprüsü (Uruguay) Bu ilginç köprü, Uruguaylı mimarı Rafael Vinoly tarafından karayolu trafiğini yavaşlatmak, arabaların, bisikletlilerin ve yayaların Garzon lagününün panoramik manzarasının keyfini çıkarması için tasarlanmış. Bu nedenle sürücüleri yavaşlatmak için tasarlanmış ender köprülerden biridir. Su üzerinde bir kavşağa benzeyen bu köprünün etrafını arabayla dolaşmak mümkün değil. Bu dairesel köprünün toplam maliyeti 11 milyon dolardır. Günlük yaklaşık 1.000 araç geçiyor.
    0 Comments 0 Shares
  • Bir zamanlar Urfada At arabaları cok vardı şimdi ise full lüks arabalar
    Urfa Türkiye
    Bir zamanlar Urfada At arabaları cok vardı şimdi ise full lüks arabalar 😉 Urfa Türkiye
    0 Comments 0 Shares
  • Liverpool’dayken cami tuvaletlerini temizleyen, Bayern Münih’ten yıllık 40 milyon € maaşla Suudi Arabistan ekibi Al-Nassr’a transfer olan Senegalli futboldu Sadio Mane:

    “Açlığa direndim, tarlalarda çalıştım, savaşlardan sağ çıktım, çıplak ayak futbol oynadım, eğitim almadım ve daha birçok şey ama bugün futboldan kazandıklarımla halkıma yardım edebiliyorum."

    "Okullar, hastaneler inşa ettim, aşırı yoksulluk içinde yaşayan insanlara kıyafet, ayakkabı, yiyecek dağıtıyoruz. Ayrıca Senegal'in çok fakir bir bölgesindeki tüm insanlara ayda 70 avro veriyorum."

    Süslü arabaları, lüks villaları, seyahat etmeyi bırakın, uçaklara gösteriş yapmaya ihtiyacım yok. İnsanlarımın hayatın bana verdiği şeylerden biraz almasını tercih ederim."
    Liverpool’dayken cami tuvaletlerini temizleyen, Bayern Münih’ten yıllık 40 milyon € maaşla Suudi Arabistan ekibi Al-Nassr’a transfer olan Senegalli futboldu Sadio Mane: “Açlığa direndim, tarlalarda çalıştım, savaşlardan sağ çıktım, çıplak ayak futbol oynadım, eğitim almadım ve daha birçok şey ama bugün futboldan kazandıklarımla halkıma yardım edebiliyorum." "Okullar, hastaneler inşa ettim, aşırı yoksulluk içinde yaşayan insanlara kıyafet, ayakkabı, yiyecek dağıtıyoruz. Ayrıca Senegal'in çok fakir bir bölgesindeki tüm insanlara ayda 70 avro veriyorum." Süslü arabaları, lüks villaları, seyahat etmeyi bırakın, uçaklara gösteriş yapmaya ihtiyacım yok. İnsanlarımın hayatın bana verdiği şeylerden biraz almasını tercih ederim."
    0 Comments 0 Shares
  • Crisda Rodriguez, Dünyaca ünlü tasarımcı ve yazardı kendisi mide kanserinden ölmeden önce son yazısı şu sekildeydi ;

    Garajimda Dünyanın en pahalı arabaları var ama tekerlekli sandalyeye binmek zorundayım.

    Evimde ünlü markalarin giysi,ayakkabı ve değerli eşyaları var ama

    Vücudum hastanenin verdiği küçük bir bez parçasına sarılı.

    Bankada çok param var ama hiçbir faydası yok.

    Evim lüks bir malikaneydi ama şuan hastane yatağında yatıyorum.

    Saçımı yaptırmak için yedi tane berberim vardı ama şuan saçım bile yok.

    Özel jetimle dünyanın her yerine Ucabilirdim ama şuan oda kapısına iki görevli ile zor yuruyorum.

    Birçok yiyecek olmasına rağmen diyetim iki öğün minimal sebze ve akşamları birkaç damla tuzlu su..

    Ölümden başka hiçbir gerçek yok..

    ............

    #crisdarodriguez
    #hayat
    Crisda Rodriguez, Dünyaca ünlü tasarımcı ve yazardı kendisi mide kanserinden ölmeden önce son yazısı şu sekildeydi ; Garajimda Dünyanın en pahalı arabaları var ama tekerlekli sandalyeye binmek zorundayım. Evimde ünlü markalarin giysi,ayakkabı ve değerli eşyaları var ama Vücudum hastanenin verdiği küçük bir bez parçasına sarılı. Bankada çok param var ama hiçbir faydası yok. Evim lüks bir malikaneydi ama şuan hastane yatağında yatıyorum. Saçımı yaptırmak için yedi tane berberim vardı ama şuan saçım bile yok. Özel jetimle dünyanın her yerine Ucabilirdim ama şuan oda kapısına iki görevli ile zor yuruyorum. Birçok yiyecek olmasına rağmen diyetim iki öğün minimal sebze ve akşamları birkaç damla tuzlu su.. Ölümden başka hiçbir gerçek yok.. ............ #crisdarodriguez #hayat
    0 Comments 0 Shares
More Results