• IRAN’DA CÜCELERİN YAŞADIĞI MAKHUNİK KÖYÜ
    Makhunik Köyü İran’ın güney Horasan eyaletinde, dağlarla kaplı bir bölgede yer almaktadır. Yerel halk tarafından ‘’cüceler köyü’’ olarak anılan köyde bir zamanlar cücelerin yaşadığı anlatılmaktadır. Masallardan çıkmışa benzeyen köydeki evler, tavanı çok alçak olan küçük evlerden oluşmaktadır. Kapılarının boy ortalaması 50 ile 75 santimetre arasında değişen evler, tamamıyla çamur ve topraktan inşa edilmiştir.
    Yaklaşık 1500 yıl önce kurulan köy İran’da, Afgan sınırından 75 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Günümüzde köydeki insanların boy ortalaması normal insanlara yakın olmasına rağmen, eski zamanlarda boy ortalaması 50 cm olan 1 metrenin altında insanlar yaşamıştır. Köyde bulunan evlerin çoğunluğunu oluşturan 10 – 14 metrekare genişliğindeki küçük evler, tahıl ambarı, mutfak ve yatacak yer olarak kullanılmaktadır.
    2005 yılında bölgede 25 santim uzunluğunda mumyalanmış, bir insan cesedi bulunmuştur. Bulunan ceset ile beraber bölgede bulunan 13 köyün, bir zamanlar cüceler şehri olduğu söylentileri güçlenmiştir. Uzmanlar, bulunan mumyanın 400 yıl önce ölmüş olan bir prematüre bebeğe ait olduğunu açıklamıştır.
    Boylarının Çok Kısa Olmasının Sebebi:
    Köyde yaşayan insanların boylarının normalden kısa olmasının sebebi, beslenme alışkanlıklarıyla ilgilidir. Son derece kurak bir yerde bulunan bu köyde, tarım ürünleri ve hayvancılık kısıtlı yapılmaktadır.
    Bu olumsuz şartlar, beslenme alışkanlıklarını da kısıtlamaktadır. Bölgede kuraklık sebebiyle sadece turp, erik, arpa ve hurma gibi ürünler yetiştirilmektedir. Kısıtlı ürünlerle yapılan tek tip bir beslenmeden dolayı, vücut gerekli mineralleri alamadığı için gelişimini tamamlayamamaktadır.
    Köyde bulunan küçük evler, genellikle boyları kısa olan cüce görünümlü insanların kullandığı evlerdir. Evlerin küçük olmasının diğer sebeplerinden biri de yapım malzemelerini taşıyacak yol ve hayvanların olmamasıdır. Aynı zamanda bu evler kolay ısınmakta ve kolay serinlemektedir...sk
    Alıntı
    IRAN’DA CÜCELERİN YAŞADIĞI MAKHUNİK KÖYÜ Makhunik Köyü İran’ın güney Horasan eyaletinde, dağlarla kaplı bir bölgede yer almaktadır. Yerel halk tarafından ‘’cüceler köyü’’ olarak anılan köyde bir zamanlar cücelerin yaşadığı anlatılmaktadır. Masallardan çıkmışa benzeyen köydeki evler, tavanı çok alçak olan küçük evlerden oluşmaktadır. Kapılarının boy ortalaması 50 ile 75 santimetre arasında değişen evler, tamamıyla çamur ve topraktan inşa edilmiştir. Yaklaşık 1500 yıl önce kurulan köy İran’da, Afgan sınırından 75 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Günümüzde köydeki insanların boy ortalaması normal insanlara yakın olmasına rağmen, eski zamanlarda boy ortalaması 50 cm olan 1 metrenin altında insanlar yaşamıştır. Köyde bulunan evlerin çoğunluğunu oluşturan 10 – 14 metrekare genişliğindeki küçük evler, tahıl ambarı, mutfak ve yatacak yer olarak kullanılmaktadır. 2005 yılında bölgede 25 santim uzunluğunda mumyalanmış, bir insan cesedi bulunmuştur. Bulunan ceset ile beraber bölgede bulunan 13 köyün, bir zamanlar cüceler şehri olduğu söylentileri güçlenmiştir. Uzmanlar, bulunan mumyanın 400 yıl önce ölmüş olan bir prematüre bebeğe ait olduğunu açıklamıştır. Boylarının Çok Kısa Olmasının Sebebi: Köyde yaşayan insanların boylarının normalden kısa olmasının sebebi, beslenme alışkanlıklarıyla ilgilidir. Son derece kurak bir yerde bulunan bu köyde, tarım ürünleri ve hayvancılık kısıtlı yapılmaktadır. Bu olumsuz şartlar, beslenme alışkanlıklarını da kısıtlamaktadır. Bölgede kuraklık sebebiyle sadece turp, erik, arpa ve hurma gibi ürünler yetiştirilmektedir. Kısıtlı ürünlerle yapılan tek tip bir beslenmeden dolayı, vücut gerekli mineralleri alamadığı için gelişimini tamamlayamamaktadır. Köyde bulunan küçük evler, genellikle boyları kısa olan cüce görünümlü insanların kullandığı evlerdir. Evlerin küçük olmasının diğer sebeplerinden biri de yapım malzemelerini taşıyacak yol ve hayvanların olmamasıdır. Aynı zamanda bu evler kolay ısınmakta ve kolay serinlemektedir...sk Alıntı
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • " Bir kahvenin 40 yıl hatırı var " deyimi Üsküdarlı Bilge Yusuf ile Rum balıkçı Stelyonun hikâyesine dayanır

    1895 Eminönü Yemiş İskelesi , balıkçı kahvesine giren Osmanlı zabiti;
    "Bre Yusuf , herkese benden okkalı bir kahve , ama şurda oturan Rum palikaryasına yok..Ona , kahvem de akçem de haramdır "..der

    Bilge Yusuf kahveleri ikram eder , bir kahve de Palikarya Stelyo nun önüne koyar
    Zabıt adeta kükrer.."Ben , ona haramdır demedim mi Yusuf ?"
    Bilge Yusuf , hiç istifini bozmaz
    "Komutan , o kahve benden , ona da helaldir." der..Stelyo minnetle bakar Yusufa

    1905 olur , Samos ( Sisam ) arasında Rum isyanı başlar.. Damat Ferit Paşa adaya asker çıkarır..Bilge Yusuf da askerdir ve adaya çıkan askerler arasındadır. Ancak ilk çatışmada esir düşer..2 yıl yatar Samos zindanlarında..2 yıl sonunda Rum çeteciler , esir pazarında satışa çıkarır Yusufu

    Mezatda 5 para - 7 para sesleri arasından bir ses yükselir." - O Türke benden 5 kuruş , hemen alıyorum..".Sessizlik hakim olur , Rum alır Yusufu arabasına köyün dışına çıkarır. Denize yakın bir yerde arabasını durdurur , döner Yusufa " - Serbestsin Bilge Yusuf " der

    Yusuf inanamaz duruma , Rum un ellerine kapanır.." - beyim , kimsin necisin, beni neden özgür bırakırsın " der

    Rum döner Yusuf'a " - ben balıkçı Stelyo " der..Yusuf çözemez durumu , adamı tanımaz bile..Rum , uzun uzun anlatır ,12 yıl öncesine , Yemiş iskelesine döner , detaylarıyla o günü anlatır ve;

    "İşte ben , bir fincan kahveyi helal ettiğin balıkçı Stelyo " der. Göz yaşları sel olur. Sarmaş dolar olurlar. Stelyo , Yusufu , kaçak yoldan İstanbul'a gönderir. Bu dostluk 35 yıl devam eder

    Her yıl birbirlerini ziyaret ederler.Her ziyarette bir fincan kahve mutlaka vardır. Çocuklarına , torunlarına anlatırlar dostluklarını ve
    "Bu kahvenin 40 yıl hatırı var " derler..

    Kaynak ( TC Üsküdar Belediyesi
    Kültür Hizm .Arşivi) KAHVE SAATİ.
    " Bir kahvenin 40 yıl hatırı var " deyimi Üsküdarlı Bilge Yusuf ile Rum balıkçı Stelyonun hikâyesine dayanır 1895 Eminönü Yemiş İskelesi , balıkçı kahvesine giren Osmanlı zabiti; "Bre Yusuf , herkese benden okkalı bir kahve , ama şurda oturan Rum palikaryasına yok..Ona , kahvem de akçem de haramdır "..der Bilge Yusuf kahveleri ikram eder , bir kahve de Palikarya Stelyo nun önüne koyar Zabıt adeta kükrer.."Ben , ona haramdır demedim mi Yusuf ?" Bilge Yusuf , hiç istifini bozmaz "Komutan , o kahve benden , ona da helaldir." der..Stelyo minnetle bakar Yusufa 1905 olur , Samos ( Sisam ) arasında Rum isyanı başlar.. Damat Ferit Paşa adaya asker çıkarır..Bilge Yusuf da askerdir ve adaya çıkan askerler arasındadır. Ancak ilk çatışmada esir düşer..2 yıl yatar Samos zindanlarında..2 yıl sonunda Rum çeteciler , esir pazarında satışa çıkarır Yusufu Mezatda 5 para - 7 para sesleri arasından bir ses yükselir." - O Türke benden 5 kuruş , hemen alıyorum..".Sessizlik hakim olur , Rum alır Yusufu arabasına köyün dışına çıkarır. Denize yakın bir yerde arabasını durdurur , döner Yusufa " - Serbestsin Bilge Yusuf " der Yusuf inanamaz duruma , Rum un ellerine kapanır.." - beyim , kimsin necisin, beni neden özgür bırakırsın " der Rum döner Yusuf'a " - ben balıkçı Stelyo " der..Yusuf çözemez durumu , adamı tanımaz bile..Rum , uzun uzun anlatır ,12 yıl öncesine , Yemiş iskelesine döner , detaylarıyla o günü anlatır ve; "İşte ben , bir fincan kahveyi helal ettiğin balıkçı Stelyo " der. Göz yaşları sel olur. Sarmaş dolar olurlar. Stelyo , Yusufu , kaçak yoldan İstanbul'a gönderir. Bu dostluk 35 yıl devam eder Her yıl birbirlerini ziyaret ederler.Her ziyarette bir fincan kahve mutlaka vardır. Çocuklarına , torunlarına anlatırlar dostluklarını ve "Bu kahvenin 40 yıl hatırı var " derler.🙏🙏💖💖. Kaynak ( TC Üsküdar Belediyesi Kültür Hizm .Arşivi) KAHVE SAATİ.☕
    0 Comentários 0 Compartilhamentos

  • Macaristan'da #TURAN İNŞAATI başladı
    🇦🇿 🇹🇷 🇭🇺 🇹🇲 🇺🇿 🇰🇬 🇰🇿 Macaristan'da #TURAN İNŞAATI başladı
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • This picture is from Spain! Not Türkiye...
    Spanish people supported Turkish
    Wolves during EM 2024. These people
    know about sacred cultural symbols!
    Thank you and CONGRATULATIONS
    from our hearts for winning the EM 2024!
    Greetings and Blessings from Turkish Wolves!
    Aaaauuuuuuuuu....

    Follow for more:
    Great Spirit of Turan
    This picture is from Spain! Not Türkiye... Spanish people supported Turkish Wolves during EM 2024. These people know about sacred cultural symbols! Thank you and CONGRATULATIONS from our hearts for winning the EM 2024! Greetings and Blessings from Turkish Wolves! Aaaauuuuuuuuu....🤘 Follow for more: Great Spirit of Turan
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • 16 years on from their famous 3-2 win over the Czech Republic, Türkiye will attempt to recreate that historic moment which saw them win and advance to the final 16.

    At their Euro 2008 game in Geneva, Türkiye came back from 2 goals down to ultimately win the match.

    Arda Turan’s goal in the 75th minute and a double from Nihat Kahveci in the 87 and 89th minutes helped the Crescent Stars finish second in their 2008 group.

    Türkiye would go on to beat Croatia in a penalty shootout during their quarter-finals match before ultimately losing 3-2 to Germany in the semi-finals.
    16 years on from their famous 3-2 win over the Czech Republic, Türkiye will attempt to recreate that historic moment which saw them win and advance to the final 16. At their Euro 2008 game in Geneva, Türkiye came back from 2 goals down to ultimately win the match. Arda Turan’s goal in the 75th minute and a double from Nihat Kahveci in the 87 and 89th minutes helped the Crescent Stars finish second in their 2008 group. Türkiye would go on to beat Croatia in a penalty shootout during their quarter-finals match before ultimately losing 3-2 to Germany in the semi-finals.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • ■ ALMAN BASININDA RAMAZAN VE BAYRAM, 1853

    [Alman Der Sammler Gazetesi, 20 Temmuz 1853 tarihli nüshasında İstanbul'daki Ramazan ve Bayramı anlatıyor]:

    "İFTAR TOPU

    Güneş batarken, bütün bataryalardan ateşlenen toplar, gündüz orucunun bittiğini ve yaklaşan gecenin türlü zevklere yeniden izin verdiğini göstermek için gümbürdüyor.

    Tüm kahveler açılıyor ve pırıl pırıl aydınlatılıyor. Tüm cami kubbeleri ışıklandırılıyor ve renkli kağıt fenerler bir minareden diğerine uzanan ipler üzerinde karanlık gecede parlayan meteorlar gibi sallanıyor.

    Camilerin pencerelerinden bir ışık denizi parlıyor ve sokaklardaki muhteşem çeşmeler ise etraflarını saran kandillerin binlerce gökkuşağı renkleriyle ışıl ışıl parlıyor.

    KAPALIÇARŞI

    Çeşitli revaklarıyla şehrin bir parçasını oluşturan büyük çarşının tüm tezgahları ve tonozları da parlak ışıklarla parlıyor. Burada sergilenen muhteşem eşyalar, özellikle halı, şal ve silahlar göze sunulmak üzere artan bir ihtişam içinde çarşı koridorlarında sergileniyor.

    Muazzam Konstantinopolis'te gözlemci yabancıların görme ve tatma duyularını dört hafta boyunca her akşam doyuran, neşeli ve bilinmeyen bir pasta dünyasına taşıyan, sihirli bir günde yol alıyoruz.

    Yabancılar bu gece saatlerinde kahvelerde eğlence aramak isterlerse, misafirleri sanatlarıyla eğlendirmek için mekandan mekana dolaşan hikaye anlatıcıları (meddahlar) ve Rum müzisyenleri bulacaktır.

    ZENGİN FAKİR YANYANA

    Fakat bütün bunlar anlamlı sîmalarıyla asaletli ve güçlü doğulu figürlerin sunduklarından daha az dikkat çekicidir. Divanlarda uzun bir sıra halinde oturan bu insanlar eski düşman bile olsalar, zengin-fakir yanyana dostça sohbetler ederler. Zira zaman, Ramazan için barışma zamanıdır. Burada her türlü statü farkı ve her olumsuz ilişki yasaklanmış gibi görünüyor. Herkese dostça bir neşe yayılmış durumda.

    YAKLAŞAN SAHUR

    Sahur yaklaştıkça yaklaşıyor ve biz ışıklı sokaklarda bir kez daha acele ediyoruz. Konuklar daha şimdiden parlak bir şekilde aydınlatılmış saraydan boşalıyor ve muhteşem atlarına binerek evlerine doğru sürüyorlar. Kendi evlerinin efendisi olarak, Ramazan'da her Müslüman'ın sabah namazından yaklaşık bir saat önce yediği yemeğe (sahur) oturuyorlar, ama içlerinde yabancının olmadığı sadece kendi aile üyeleri ile birlikte.

    Bu yemeğe "günlük oruç hazırlığı" anlamına gelen "imsak" deniliyor. Sonra alçak bir evin yanından geçerken açık kalmış pencereler evin içindeki arka odaları görmemize imkan tanıyor. Orada yaşlı bir baba, eşi, çocukları ve hizmetçileriyle birlikte, doğudaki ilk Hıristiyanların, geceleri düzenlenen eski aşk şölenlerini anımsatan yemekte ataerkil bir sakinlikle oturuyor.

    PERA

    Şimdi, Avrupalıların yaşadığı banliyö olan Pera'ya geçmek için sokaklardan limana doğru daha hızlı koşarsak, etrafımızda hala hareketli bir hayat vızıldıyor, şafak yaklaştıkça neşesi artıyor gibi görünüyor.

    Seyyar şeker ve tatlı satıcıları, mallarını seslice haykırarak satıyor. Pastaneciler dükkânlarında sık sık boşaltılan teneke tepsileri doldurmaya devam ediyor. Daha yoğun bir zevk sevenler, tütsülenmiş muhallebi çömlekleri ve çeşitli kuzu yemeklerinin etrafında toplanıyor.

    YEMEK İKRAMLARI

    Büyük bir pilav kazanı ve bir direğin üzerinde et taşıyan ve onu yer sofrasına oturmuş ahalinin önüne seren iki siyah köleyle karşılaşıyoruz. "Peygamberin dağıttığı gibi kendilerine ihsan edilen nimetleri cömertçe dağıtanlardan Allah razı olur!" diye yüksek sesle bağıran siyah adam üç kere "Elhamdülillah!" diyor. Fakirler topluluğu ise hep bir ağızdan cevap veriyorlar: "Allah hayır sahibinden ebeden razı olsun!"

    Kısa bir süre içinde biten ziyafetten sonra karnı doyanların teşekkür seslerini uzaklardan bile işitiyoruz: "Allah karnımızı doyuranların keselerini doldursun!" ve "Allah hayır sahibi zenginlerden razı olsun ve bize verdiklerinin bin katını onlara geri versin!"

    BAYRAM GÜNÜ

    Oruç ayı Ramazan'ın son akşamında yeni ay mutlu Şevval ayını ilan ediyor. (Bu yılın takvimine göre 7 Temmuz Perşembe), Dini bir bayram olan Büyük Bayram, "Iyd-ı fıtır" olarak da adlandırılır. Son orucun açılmasından sonra başlar ve eski Türk geleneğine göre bunu ikinci ve üçüncü bir kutlama günü takip eder.

    Bayramın ilk günün başlangıcı -bütün büyük kutlamalar gibi- kıyıdan ve limanın zengin bayraklı gemilerinden aralıksız bir top ateşi ile karşılanır. Müminler namaza gitmeden önce, şeriat, mümkün olduğu kadar güzel giysiler giymeyi övülmeye değer görür ki bu da mümkün olduğunca yapılmaya çalışılır. Öyle ki Türkçe bir deyimde bir insanın ne kadar fakir olduğu anlatılabilmek için şöyle denilir: "Kendine bir bayram elbisesi bile alamayacak kadar fakir"

    BAYRAM TEBRİKLERİ

    Yolda sürekli olarak emredilen dua kelimelerinin mırıltısı duyuluyor: "Allahu ekber!" "Tanrı büyüktür! Bayram kısmen Alman Yeni Yılı'na benziyor, çünkü bunda olduğu gibi herkes birbirine iyi dileklerde bulunur. Sokakta karşılaşan tamamen yabancılar bile birbirlerini bayram selamı ile selamlıyorlar: "Bayramın mübarek olsun!"

    KÜSLERİN BARIŞMASI

    Ramazan'da henüz bırakılamayan düşmanlıklar Bayram'da genellikle azalır ve kendisine sunulan barıştırma teşebbüsünü reddedenler halk arasında genel bir ayıplamayla karşılanır.

    Aynı zamanda birbirlerine hediyeler vermek de bu günde bir adettir ve Doğu geleneklerinin izin verdiği ölçüde kadınlar bu konuda daha fazla özgürlüğe sahiptir. Özenle dekore edilmiş uzun araba konvoylarındaki bütün harem halkı -elbette yeşil pelerinlere sarılmış ve sadece burunlarını ve gözlerini gösteren hanımlar- birbirlerini ziyaret ederler.

    BAYRAMDA KIR GEZİLERİ

    Bu bayram günlerinde insanlar yakın ve uzak eğlencelik yerlerde, Kağıthane Deresi'nde, Büyükdere'de, Dolmabahçe'de, Prens Adaları'nda birlikte kendilerini eğlendirirler. Bayram, Türkler gibi, zevk düşkünü Hıristiyanlar tarafından da aynı coşkuyla kutlanır.."

    Daha fazlası için lütfen takip ediniz: https://www.facebook.com/TariheSeyahat
    ■ ALMAN BASININDA RAMAZAN VE BAYRAM, 1853 ❤️ [Alman Der Sammler Gazetesi, 20 Temmuz 1853 tarihli nüshasında İstanbul'daki Ramazan ve Bayramı anlatıyor]: "İFTAR TOPU Güneş batarken, bütün bataryalardan ateşlenen toplar, gündüz orucunun bittiğini ve yaklaşan gecenin türlü zevklere yeniden izin verdiğini göstermek için gümbürdüyor. Tüm kahveler açılıyor ve pırıl pırıl aydınlatılıyor. Tüm cami kubbeleri ışıklandırılıyor ve renkli kağıt fenerler bir minareden diğerine uzanan ipler üzerinde karanlık gecede parlayan meteorlar gibi sallanıyor. Camilerin pencerelerinden bir ışık denizi parlıyor ve sokaklardaki muhteşem çeşmeler ise etraflarını saran kandillerin binlerce gökkuşağı renkleriyle ışıl ışıl parlıyor. KAPALIÇARŞI Çeşitli revaklarıyla şehrin bir parçasını oluşturan büyük çarşının tüm tezgahları ve tonozları da parlak ışıklarla parlıyor. Burada sergilenen muhteşem eşyalar, özellikle halı, şal ve silahlar göze sunulmak üzere artan bir ihtişam içinde çarşı koridorlarında sergileniyor. Muazzam Konstantinopolis'te gözlemci yabancıların görme ve tatma duyularını dört hafta boyunca her akşam doyuran, neşeli ve bilinmeyen bir pasta dünyasına taşıyan, sihirli bir günde yol alıyoruz. Yabancılar bu gece saatlerinde kahvelerde eğlence aramak isterlerse, misafirleri sanatlarıyla eğlendirmek için mekandan mekana dolaşan hikaye anlatıcıları (meddahlar) ve Rum müzisyenleri bulacaktır. ZENGİN FAKİR YANYANA Fakat bütün bunlar anlamlı sîmalarıyla asaletli ve güçlü doğulu figürlerin sunduklarından daha az dikkat çekicidir. Divanlarda uzun bir sıra halinde oturan bu insanlar eski düşman bile olsalar, zengin-fakir yanyana dostça sohbetler ederler. Zira zaman, Ramazan için barışma zamanıdır. Burada her türlü statü farkı ve her olumsuz ilişki yasaklanmış gibi görünüyor. Herkese dostça bir neşe yayılmış durumda. YAKLAŞAN SAHUR Sahur yaklaştıkça yaklaşıyor ve biz ışıklı sokaklarda bir kez daha acele ediyoruz. Konuklar daha şimdiden parlak bir şekilde aydınlatılmış saraydan boşalıyor ve muhteşem atlarına binerek evlerine doğru sürüyorlar. Kendi evlerinin efendisi olarak, Ramazan'da her Müslüman'ın sabah namazından yaklaşık bir saat önce yediği yemeğe (sahur) oturuyorlar, ama içlerinde yabancının olmadığı sadece kendi aile üyeleri ile birlikte. Bu yemeğe "günlük oruç hazırlığı" anlamına gelen "imsak" deniliyor. Sonra alçak bir evin yanından geçerken açık kalmış pencereler evin içindeki arka odaları görmemize imkan tanıyor. Orada yaşlı bir baba, eşi, çocukları ve hizmetçileriyle birlikte, doğudaki ilk Hıristiyanların, geceleri düzenlenen eski aşk şölenlerini anımsatan yemekte ataerkil bir sakinlikle oturuyor. PERA Şimdi, Avrupalıların yaşadığı banliyö olan Pera'ya geçmek için sokaklardan limana doğru daha hızlı koşarsak, etrafımızda hala hareketli bir hayat vızıldıyor, şafak yaklaştıkça neşesi artıyor gibi görünüyor. Seyyar şeker ve tatlı satıcıları, mallarını seslice haykırarak satıyor. Pastaneciler dükkânlarında sık sık boşaltılan teneke tepsileri doldurmaya devam ediyor. Daha yoğun bir zevk sevenler, tütsülenmiş muhallebi çömlekleri ve çeşitli kuzu yemeklerinin etrafında toplanıyor. YEMEK İKRAMLARI Büyük bir pilav kazanı ve bir direğin üzerinde et taşıyan ve onu yer sofrasına oturmuş ahalinin önüne seren iki siyah köleyle karşılaşıyoruz. "Peygamberin dağıttığı gibi kendilerine ihsan edilen nimetleri cömertçe dağıtanlardan Allah razı olur!" diye yüksek sesle bağıran siyah adam üç kere "Elhamdülillah!" diyor. Fakirler topluluğu ise hep bir ağızdan cevap veriyorlar: "Allah hayır sahibinden ebeden razı olsun!" Kısa bir süre içinde biten ziyafetten sonra karnı doyanların teşekkür seslerini uzaklardan bile işitiyoruz: "Allah karnımızı doyuranların keselerini doldursun!" ve "Allah hayır sahibi zenginlerden razı olsun ve bize verdiklerinin bin katını onlara geri versin!" BAYRAM GÜNÜ Oruç ayı Ramazan'ın son akşamında yeni ay mutlu Şevval ayını ilan ediyor. (Bu yılın takvimine göre 7 Temmuz Perşembe), Dini bir bayram olan Büyük Bayram, "Iyd-ı fıtır" olarak da adlandırılır. Son orucun açılmasından sonra başlar ve eski Türk geleneğine göre bunu ikinci ve üçüncü bir kutlama günü takip eder. Bayramın ilk günün başlangıcı -bütün büyük kutlamalar gibi- kıyıdan ve limanın zengin bayraklı gemilerinden aralıksız bir top ateşi ile karşılanır. Müminler namaza gitmeden önce, şeriat, mümkün olduğu kadar güzel giysiler giymeyi övülmeye değer görür ki bu da mümkün olduğunca yapılmaya çalışılır. Öyle ki Türkçe bir deyimde bir insanın ne kadar fakir olduğu anlatılabilmek için şöyle denilir: "Kendine bir bayram elbisesi bile alamayacak kadar fakir" BAYRAM TEBRİKLERİ Yolda sürekli olarak emredilen dua kelimelerinin mırıltısı duyuluyor: "Allahu ekber!" "Tanrı büyüktür! Bayram kısmen Alman Yeni Yılı'na benziyor, çünkü bunda olduğu gibi herkes birbirine iyi dileklerde bulunur. Sokakta karşılaşan tamamen yabancılar bile birbirlerini bayram selamı ile selamlıyorlar: "Bayramın mübarek olsun!" KÜSLERİN BARIŞMASI Ramazan'da henüz bırakılamayan düşmanlıklar Bayram'da genellikle azalır ve kendisine sunulan barıştırma teşebbüsünü reddedenler halk arasında genel bir ayıplamayla karşılanır. Aynı zamanda birbirlerine hediyeler vermek de bu günde bir adettir ve Doğu geleneklerinin izin verdiği ölçüde kadınlar bu konuda daha fazla özgürlüğe sahiptir. Özenle dekore edilmiş uzun araba konvoylarındaki bütün harem halkı -elbette yeşil pelerinlere sarılmış ve sadece burunlarını ve gözlerini gösteren hanımlar- birbirlerini ziyaret ederler. BAYRAMDA KIR GEZİLERİ Bu bayram günlerinde insanlar yakın ve uzak eğlencelik yerlerde, Kağıthane Deresi'nde, Büyükdere'de, Dolmabahçe'de, Prens Adaları'nda birlikte kendilerini eğlendirirler. Bayram, Türkler gibi, zevk düşkünü Hıristiyanlar tarafından da aynı coşkuyla kutlanır.." Daha fazlası için lütfen takip ediniz: https://www.facebook.com/TariheSeyahat
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Greetings from Sakha Republic, the indigenous homeland of the Sakha Turks

    #sakha #yakutia #turkic #turkicworld #tengri #turan
    Greetings from Sakha Republic, the indigenous homeland of the Sakha Turks 🌲 #sakha #yakutia #turkic #turkicworld #tengri #turan
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Çöpür taşı nedir bilir misiniz?

    Size Şanlıurfa'da bulunan ve mimarisine hayran olduğum konakta

    Çöpür Taşı; Doğu'nun geleneksel taş konaklarının eyvan ve avlularından geçen su yolları üzerinde bulunan, suyun akışı sırasında ritmik bir ses çıkararak melodi oluşturan ayrıca ortama serinlik de veren, spiral şeklinde oyulmuş su yoluna verilen isimdir.

    Burada amaç; insanın ruhsal ve bedensel olarak rahatlaması sağlanmıştır.Hayran olmamak mümkün değil...Zekice işlenen bir işcilik bu arkadaşlar.

    #çöpürtaşı
    #urfa #diyarbakır
    #mardin
    #sivas
    #çöpürstone
    Çöpür taşı nedir bilir misiniz? Size Şanlıurfa'da bulunan ve mimarisine hayran olduğum konakta 📸 Çöpür Taşı; Doğu'nun geleneksel taş konaklarının eyvan ve avlularından geçen su yolları üzerinde bulunan, suyun akışı sırasında ritmik bir ses çıkararak melodi oluşturan ayrıca ortama serinlik de veren, spiral şeklinde oyulmuş su yoluna verilen isimdir.😊 Burada amaç; insanın ruhsal ve bedensel olarak rahatlaması sağlanmıştır.Hayran olmamak mümkün değil...Zekice işlenen bir işcilik bu arkadaşlar. #çöpürtaşı #urfa #diyarbakır #mardin #sivas #çöpürstone
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Türk milletinin #Ergenekon'dan çıkarak hüküm sürdüğü tüm coğrafyalara hediyesi olan; #Yenigün/#Nevruz Bayramı Kutlu olsun!

    Barışın, özgürlüğün ve kardeşliğin sembolü olan Ergenekon Bayramı Türk milletinin Ergenekon'dan, Büyük Taarruz’a #Nevruz'un tarihi ve önemini anlatalım.

    Tarih, destanları olan milletlerin sahnelediği büyük işlerle doldurulur. Tarih'in sahibi Türk milleti de yaptığı ve yapacağı büyük başarıları bu köklerden alır. Ergenekon Destanı’nın amentüsünü oluşturan mitolojik efsanenin ilk yazılı örnekleri Çin arşivlerinde bulunmaktadır.

    Çin’deki Cov (Chou) sülalesinin yıllıklarında, Göktürkler (T’u-chüeh) adına kayıtlı olarak rastlanılmıştır. Diğer bir kaynak, Sui Sülalesi tarihinde yer almaktadır. Göktürklere ait bir türeyiş efsanesi olan her iki versiyon öz olarak aynı öğretidir.

    Göktürklerin Lin adlı bir kavim tarafından yenilerek tüm soyunun yok edilmesini; kalan bir çocuğun kol ve bacakları kesilmiş halde bataklığa atılmasını ve bu çocuğun kurt tarafından bulunup büyütülerek ondan çocuklar doğurmasını konu edinir.

    Hunların kuzeyinde bulunan Sou ülkesinden çıkan Göktürklerin ataları kurttan doğmuş olan İ-ci Ni-su-tu’ya dayanır. İ-ci Ni-su-tu’nun dört oğlundan en büyüğü ateşi bulmuş ve kavmini soğuktan korumuştur. Bu büyük kardeşe diğerleri Türk (Çincesi,Tu-kyu) adını vermişler.

    Ergenekon destanına ait temel olayları aktaran mitolojik anlatılar, Göktürkleri kuran Aşina ailesini teşkil ettiği devletin köklerini eski Çin dili ile tespit edilen ve Ergenekon'a bağlanan Çin'deki bu metinlerdir.

    Bu metinleri Vasily Vladimirovich Bartold, N. Biçurin (Yakinev), A. Bernştam’dan başlayarak, M. Kazvini, Sergei Klyashtorny, Vladimir Livşits, Liu Mau-tsai ve Bahattin Ögel gibi değerli bilginler yayımlamıştır, dileyenler okuyabilirler.

    17. yy da Ebu'l Gazi Bahadır'ın kaleme aldığı Şecere-i Türki adlı eserde de Turan halklarının yaratılış destanı olarak anlatılır ve 14. yüzyılda Reşidüddin Hamedani'nin kaleme aldığı Cami’üt-Tevarih adlı eserine atıfta bulunarak Turan halklarının aynı soydan geldiğini belirtir.

    Ergenekon aslında Türklerin efsanevi anayurdu Ötüken'dir. Rus tarihçi Gumilev’in tarifine göre dik yamaç anlamını taşır. 'Ötüken dağlarından daha iyisi kesinlikle yokmuş. Ülke kurulacak topraklar Ötüken dağlarıymış.' diyerek Bilge Kaan zaten meselenin önemini aktarmıştır.

    Kutsal Ötüken'in bırakılarak başka yeren giden Türk milletinin zarar göreceğini belirten, Türk Kağanının uyarısı bugün dahi yurt dışına gidip asimile olan Türklerin iyi işitmesi gereken bir sözdür. Ötüken vadisinden çıkarak cihana yayılan Türklük, bu günü kutsal kabul etmiştir.

    Cemre/İ(e)mre öğretisi ateşin düşmesi anlamına gelmesi, yedişer günlük döngü ile hava, su ve toprak kutsallarının ateş ile buluşması için 3 defa tekrarlanması, Ergenekon Destan'ındaki 4 yönü farklı noktadan Demir dağların ateşlerle eritilmesine de ayrıca bir delildir.

    Türk milletinin takvimi, Ötüken'den yayılan göç haritası incelendiğinde Türklerin devletleştiği tüm coğrafyalara işlenmiş bir değer olduğunu görmekteyiz. Doğanın uyanışı ve bahar bayramı olarak coşku ile kutlanan Nevruz Bayramı yıllarca Türk milletinden çalınmaya çalışılmıştır.

    Nevruz’un Türk milletinin bahar bayramı olduğunu ortaya koyan delillerden birisi de, Saha/Yakut Türklerinin kutladığı Isıah Bayramı'dır. Coğrafya haritasına bakıldığında Dünya'nın bir ucunda olan Türk'ün karanlıktan çıkışı olarak kutladığı Nevruz'un Ergenekon olduğuna delildir.

    Atatürk'ün 'Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.' sözü Nevruz'un uydurma bir tarihle nasıl İranlı halklar tarafından sahiplenildiğini anlamamız açısından önemlidir.

    Fars ırkçısı şair Firdevsi'nin en önemli eseri olan Şehname'de yer alan (Kave Ahenger) Demirci Kave'nin, Zahhāk'a isyan edişiyle Zerdüştlüğün Avesta kitabından esinlenmiştir. İranlılar'ın Saka/İskitlerden öğrendikleri demir işlemeciliği, ateşe önem vermelerine bir sebeptir.

    İranlı halklar Türklerden öğrendikleri ateşle demirin işlenmesi, ateşin gücüyle demirle zanaat oluşturmalarını sağlamış ve Ahameniş İmparatorluğu kurmalarıyla demircilikte ilerleyemeyen civar bölgelerdeki diğer toplulukları yenmelerine sebep olmuştur.

    Akıl sahibi olan her Türk, kendi bayramı olan Nevruz'a sahip çıkmalıdır. Gün Doğusunda Yakut Türkleri, Gün Batısında Balkan Türkeri'nin kutladığı #NevruzTürkünBayramıdır! İran halklarına ait olmadığına en büyük delillerden birisi de El Biruni eserleridir.

    Biruni’de eserlerinde Nevruz’dan söz etmiş ve bunun Türkler'in önemli günü olduğu Ön Asya ve Orta Asya toplulukları arasında canlı bir şekilde yaşatıldığı üzerinde durmuştur. Ateşi yücelten İranlı halkların kutsal gördüğü ateşin üzerinden atlamaları ayrıca büyük bir çelişkidir.

    Fars asıllı önemli devlet adamı Nizamülmülk de Siyasetname eserinde Nevruz üzerinde durmuştur. Nevruz’un Türklere ait bir bahar bayramı ve yılbaşı olduğunu belirtmiştir. Fars asıllı bir devlet adamının Nevruz’dan Türklerin bayramı olarak bahsetmesi oldukça önemlidir.

    Aynı dönemde Hasan Sabbah, Selçuklu Sultanı Melikşah'ı Nevruz kutlamaları yapıyor diye 'Nevruzcu Sultan' diyerek dinsiz olduğunu iddia etmiş, Fars ayrılıkçılardan olabildiğince taraftar devşirme gayreti gütmüştür. İran'da yaşayan Türkler arasında ilginç bir ifade vardır.

    Hazar coğrafyasında Nevruz kutlamaları 1 hafta devam ettiği için Horasan Türkleri 21 Mart gününe Nevruz Sultanı demektedirler. Sultan Melikşah'a çağrışımda bulunmasından, İranlı odaklar Nevruz Sultanı isminden sultanı atmaya çalışsa da hala yaşatılmaya devam etmektedir.

    Asırlarca Türk coğrafyalarında birlik ve coşku ile kutlanan Nevruz Bayramı, iki Türk Hakanı Şah İsmail- Yavuz döneminde yaşanan çatışmalardan dolayı artık farklı bir anlam almaya başlamıştır. Açılın Kapılar Şah'a gidelim dedikçe Nevruz Türklerde isyan ateşi haline gelmiştir.

    İran'da Türk hükümdarı Şah İsmail döneminde zorunlu hale getirilen Nevruz kutlamaları, Osmanlı Devleti'nde baskıyı kabul etmeyen Türklerin isyan ateşi yakmaları için bir güvence olmuştur. Tarih Türk'ü yanına çekmek isteyen liderlerin Nevruz ateşini coşkuyla yakmasına şahittir.

    4. Murat devrine kadar çekimser bakılan Nevruz kutlamaları İran'a yapılan seferlerin başarıya ulaşması ve bölgedeki Türklerin Osmanlı'ya isyan etmemeleri için yeniden önem kazanmış ve Nevruz kutlamaları Sultan 4. Murat buyruğu ile yeniden başlamıştır.

    Panslavizmin esir aldığı Türk yurtlarında yasaklanmaya çalışılan Nevruz Bayramı Kırım Türkleri'nin yoğun isyanları yüzünden sönükte olsa kutlanmaya devam edilmesine izin verilmiştir. Balkan felaketine kadar coşkuyla kutlanan Türk'ün bayramı Nevruz Balkanlar'da engellenmiştir.

    Börteçine kurdun adı,
    Ergenekon yurdun adı,
    Dörtyüzsene durdun hadi,
    Çık ey, yüzbin mızrağımız!
    Ziya Gökalp bey Balkan felaketinden sonra Türklerin esaretine bu şekilde haykırarak esaretten kurtuluşu için isyan etmelerini belirtmesi de Nevruz'un İstiklal'i ifade eder.

    Atatürk'ün fikirlerinin babası olarak gördüğü Ziya Gökalp beyin bu kutlu öğüdünü tutarak, 21 Mart 1922 de Büyük Taarruz'a hazırlanan Türk milletinin istiklali için dualarla Nevruz kutlamaları yaptırarak, Nevruz'un kime ait olduğuna ayrıca bir delil olmuştur.

    1940 yılının 21 Mart'ında hürriyet ateşini yakarak, Çin zulmünden Türk milletinin haysiyetini ve namusunu korumak için silahına sarılan Doğu Türkistanlı Osman Batur'da, 1989 yılında gizlice Kırım’a dönen Nevruz kutlatan Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu unutulmamalıdır.

    1991 yılında milletler zindanı olan Sovyetler birliği dağıldığında, Rus asimilasyonundan atacak adım ve açacak alan bulamayan Türk milleti, Türk aleminde Nevruz'u coşku ile kutlanması için büyük ödenekler ayırarak, Panslavizm'in buzlarını Nevruz ateşi ile eritmiştir.

    Türk milletinin bütünleşmesini sağlayan Nevruz'u unutturmak için yoğun faaliyet yürüten Türklük düşmanları bu olayı terör örgütlerinin sahiplenmesini sağlamışlardır. Ateş yakmaya çalışırken kendilerini yakan bölücü odaklar, Türk milletinin kutlu gününü terörize etmişlerdir.

    Tarih yapan ecdadımıza layık olmamız için, yapılan tarihe sahip çıkmak onu bilmek okumak zorundayız. #Nevruz2024 Türk milletinin yeniden, töresine sarılacağı bir yılın başlangıcı olmasını temenni ediyorum. Dünya'daki son Türk yaşadığı sürece #NevruzTürkünBayramıdır kutlu olsun!

    @Türk Dünyası
    Türk milletinin #Ergenekon'dan çıkarak hüküm sürdüğü tüm coğrafyalara hediyesi olan; #Yenigün/#Nevruz Bayramı Kutlu olsun! Barışın, özgürlüğün ve kardeşliğin sembolü olan Ergenekon Bayramı Türk milletinin Ergenekon'dan, Büyük Taarruz’a #Nevruz'un tarihi ve önemini anlatalım.⬇️ Tarih, destanları olan milletlerin sahnelediği büyük işlerle doldurulur. Tarih'in sahibi Türk milleti de yaptığı ve yapacağı büyük başarıları bu köklerden alır. Ergenekon Destanı’nın amentüsünü oluşturan mitolojik efsanenin ilk yazılı örnekleri Çin arşivlerinde bulunmaktadır.⬇️ Çin’deki Cov (Chou) sülalesinin yıllıklarında, Göktürkler (T’u-chüeh) adına kayıtlı olarak rastlanılmıştır. Diğer bir kaynak, Sui Sülalesi tarihinde yer almaktadır. Göktürklere ait bir türeyiş efsanesi olan her iki versiyon öz olarak aynı öğretidir.⬇️ Göktürklerin Lin adlı bir kavim tarafından yenilerek tüm soyunun yok edilmesini; kalan bir çocuğun kol ve bacakları kesilmiş halde bataklığa atılmasını ve bu çocuğun kurt tarafından bulunup büyütülerek ondan çocuklar doğurmasını konu edinir.⬇️ Hunların kuzeyinde bulunan Sou ülkesinden çıkan Göktürklerin ataları kurttan doğmuş olan İ-ci Ni-su-tu’ya dayanır. İ-ci Ni-su-tu’nun dört oğlundan en büyüğü ateşi bulmuş ve kavmini soğuktan korumuştur. Bu büyük kardeşe diğerleri Türk (Çincesi,Tu-kyu) adını vermişler.⬇️ Ergenekon destanına ait temel olayları aktaran mitolojik anlatılar, Göktürkleri kuran Aşina ailesini teşkil ettiği devletin köklerini eski Çin dili ile tespit edilen ve Ergenekon'a bağlanan Çin'deki bu metinlerdir.⬇️ Bu metinleri Vasily Vladimirovich Bartold, N. Biçurin (Yakinev), A. Bernştam’dan başlayarak, M. Kazvini, Sergei Klyashtorny, Vladimir Livşits, Liu Mau-tsai ve Bahattin Ögel gibi değerli bilginler yayımlamıştır, dileyenler okuyabilirler.⬇️ 17. yy da Ebu'l Gazi Bahadır'ın kaleme aldığı Şecere-i Türki adlı eserde de Turan halklarının yaratılış destanı olarak anlatılır ve 14. yüzyılda Reşidüddin Hamedani'nin kaleme aldığı Cami’üt-Tevarih adlı eserine atıfta bulunarak Turan halklarının aynı soydan geldiğini belirtir.⬇️ Ergenekon aslında Türklerin efsanevi anayurdu Ötüken'dir. Rus tarihçi Gumilev’in tarifine göre dik yamaç anlamını taşır. 'Ötüken dağlarından daha iyisi kesinlikle yokmuş. Ülke kurulacak topraklar Ötüken dağlarıymış.' diyerek Bilge Kaan zaten meselenin önemini aktarmıştır.⬇️ Kutsal Ötüken'in bırakılarak başka yeren giden Türk milletinin zarar göreceğini belirten, Türk Kağanının uyarısı bugün dahi yurt dışına gidip asimile olan Türklerin iyi işitmesi gereken bir sözdür. Ötüken vadisinden çıkarak cihana yayılan Türklük, bu günü kutsal kabul etmiştir.⬇️ Cemre/İ(e)mre öğretisi ateşin düşmesi anlamına gelmesi, yedişer günlük döngü ile hava, su ve toprak kutsallarının ateş ile buluşması için 3 defa tekrarlanması, Ergenekon Destan'ındaki 4 yönü farklı noktadan Demir dağların ateşlerle eritilmesine de ayrıca bir delildir.⬇️ Türk milletinin takvimi, Ötüken'den yayılan göç haritası incelendiğinde Türklerin devletleştiği tüm coğrafyalara işlenmiş bir değer olduğunu görmekteyiz. Doğanın uyanışı ve bahar bayramı olarak coşku ile kutlanan Nevruz Bayramı yıllarca Türk milletinden çalınmaya çalışılmıştır.⬇️ Nevruz’un Türk milletinin bahar bayramı olduğunu ortaya koyan delillerden birisi de, Saha/Yakut Türklerinin kutladığı Isıah Bayramı'dır. Coğrafya haritasına bakıldığında Dünya'nın bir ucunda olan Türk'ün karanlıktan çıkışı olarak kutladığı Nevruz'un Ergenekon olduğuna delildir.⬇️ Atatürk'ün 'Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.' sözü Nevruz'un uydurma bir tarihle nasıl İranlı halklar tarafından sahiplenildiğini anlamamız açısından önemlidir.⬇️ Fars ırkçısı şair Firdevsi'nin en önemli eseri olan Şehname'de yer alan (Kave Ahenger) Demirci Kave'nin, Zahhāk'a isyan edişiyle Zerdüştlüğün Avesta kitabından esinlenmiştir. İranlılar'ın Saka/İskitlerden öğrendikleri demir işlemeciliği, ateşe önem vermelerine bir sebeptir.⬇️ İranlı halklar Türklerden öğrendikleri ateşle demirin işlenmesi, ateşin gücüyle demirle zanaat oluşturmalarını sağlamış ve Ahameniş İmparatorluğu kurmalarıyla demircilikte ilerleyemeyen civar bölgelerdeki diğer toplulukları yenmelerine sebep olmuştur.⬇️ Akıl sahibi olan her Türk, kendi bayramı olan Nevruz'a sahip çıkmalıdır. Gün Doğusunda Yakut Türkleri, Gün Batısında Balkan Türkeri'nin kutladığı #NevruzTürkünBayramıdır! İran halklarına ait olmadığına en büyük delillerden birisi de El Biruni eserleridir.⬇️ Biruni’de eserlerinde Nevruz’dan söz etmiş ve bunun Türkler'in önemli günü olduğu Ön Asya ve Orta Asya toplulukları arasında canlı bir şekilde yaşatıldığı üzerinde durmuştur. Ateşi yücelten İranlı halkların kutsal gördüğü ateşin üzerinden atlamaları ayrıca büyük bir çelişkidir.⬇️ Fars asıllı önemli devlet adamı Nizamülmülk de Siyasetname eserinde Nevruz üzerinde durmuştur. Nevruz’un Türklere ait bir bahar bayramı ve yılbaşı olduğunu belirtmiştir. Fars asıllı bir devlet adamının Nevruz’dan Türklerin bayramı olarak bahsetmesi oldukça önemlidir.⬇️ Aynı dönemde Hasan Sabbah, Selçuklu Sultanı Melikşah'ı Nevruz kutlamaları yapıyor diye 'Nevruzcu Sultan' diyerek dinsiz olduğunu iddia etmiş, Fars ayrılıkçılardan olabildiğince taraftar devşirme gayreti gütmüştür. İran'da yaşayan Türkler arasında ilginç bir ifade vardır.⬇️ Hazar coğrafyasında Nevruz kutlamaları 1 hafta devam ettiği için Horasan Türkleri 21 Mart gününe Nevruz Sultanı demektedirler. Sultan Melikşah'a çağrışımda bulunmasından, İranlı odaklar Nevruz Sultanı isminden sultanı atmaya çalışsa da hala yaşatılmaya devam etmektedir.⬇️ Asırlarca Türk coğrafyalarında birlik ve coşku ile kutlanan Nevruz Bayramı, iki Türk Hakanı Şah İsmail- Yavuz döneminde yaşanan çatışmalardan dolayı artık farklı bir anlam almaya başlamıştır. Açılın Kapılar Şah'a gidelim dedikçe Nevruz Türklerde isyan ateşi haline gelmiştir.⬇️ İran'da Türk hükümdarı Şah İsmail döneminde zorunlu hale getirilen Nevruz kutlamaları, Osmanlı Devleti'nde baskıyı kabul etmeyen Türklerin isyan ateşi yakmaları için bir güvence olmuştur. Tarih Türk'ü yanına çekmek isteyen liderlerin Nevruz ateşini coşkuyla yakmasına şahittir.⬇️ 4. Murat devrine kadar çekimser bakılan Nevruz kutlamaları İran'a yapılan seferlerin başarıya ulaşması ve bölgedeki Türklerin Osmanlı'ya isyan etmemeleri için yeniden önem kazanmış ve Nevruz kutlamaları Sultan 4. Murat buyruğu ile yeniden başlamıştır.⬇️ Panslavizmin esir aldığı Türk yurtlarında yasaklanmaya çalışılan Nevruz Bayramı Kırım Türkleri'nin yoğun isyanları yüzünden sönükte olsa kutlanmaya devam edilmesine izin verilmiştir. Balkan felaketine kadar coşkuyla kutlanan Türk'ün bayramı Nevruz Balkanlar'da engellenmiştir.⬇️ Börteçine kurdun adı, Ergenekon yurdun adı, Dörtyüzsene durdun hadi, Çık ey, yüzbin mızrağımız! Ziya Gökalp bey Balkan felaketinden sonra Türklerin esaretine bu şekilde haykırarak esaretten kurtuluşu için isyan etmelerini belirtmesi de Nevruz'un İstiklal'i ifade eder.⬇️ Atatürk'ün fikirlerinin babası olarak gördüğü Ziya Gökalp beyin bu kutlu öğüdünü tutarak, 21 Mart 1922 de Büyük Taarruz'a hazırlanan Türk milletinin istiklali için dualarla Nevruz kutlamaları yaptırarak, Nevruz'un kime ait olduğuna ayrıca bir delil olmuştur.⬇️ 1940 yılının 21 Mart'ında hürriyet ateşini yakarak, Çin zulmünden Türk milletinin haysiyetini ve namusunu korumak için silahına sarılan Doğu Türkistanlı Osman Batur'da, 1989 yılında gizlice Kırım’a dönen Nevruz kutlatan Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu unutulmamalıdır.⬇️ 1991 yılında milletler zindanı olan Sovyetler birliği dağıldığında, Rus asimilasyonundan atacak adım ve açacak alan bulamayan Türk milleti, Türk aleminde Nevruz'u coşku ile kutlanması için büyük ödenekler ayırarak, Panslavizm'in buzlarını Nevruz ateşi ile eritmiştir.⬇️ Türk milletinin bütünleşmesini sağlayan Nevruz'u unutturmak için yoğun faaliyet yürüten Türklük düşmanları bu olayı terör örgütlerinin sahiplenmesini sağlamışlardır. Ateş yakmaya çalışırken kendilerini yakan bölücü odaklar, Türk milletinin kutlu gününü terörize etmişlerdir.⬇️ Tarih yapan ecdadımıza layık olmamız için, yapılan tarihe sahip çıkmak onu bilmek okumak zorundayız. #Nevruz2024 Türk milletinin yeniden, töresine sarılacağı bir yılın başlangıcı olmasını temenni ediyorum. Dünya'daki son Türk yaşadığı sürece #NevruzTürkünBayramıdır kutlu olsun! @Türk Dünyası
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • URFA - ULU CAMİ

    Cami, şehir merkezinde Divanyolu Caddesinde yer alır. Yapım tarihi belirlenemeyen, "Kızıl Kilise" olarak adlandırılan, eski bir kilisenin yerine inşa edilmiştir. Eski yapıya ait avlu duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve çan kulesi halen mevcuttur.

    Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadır. Bu yüzden kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 1170-1175 yıllarında Zengiler tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Kitabelere göre Ulu Camii; 1684, 1779, 1780 ve 1870 tarihlerinde onarım görmüştür.

    Mihraba paralel üç sahından(bölümden) oluşmaktadır. Bunun dışında mihrab önünde bir de kubbe yer alır. Harim kısmında(ana ibadet alanı-iç kısım) dört giriş kapısı yer alır. Son cemaat yeri de dâhil olmak üzere yapıda, üst örtü olarak, tonoz kullanılmıştır. Urfa Ulu Camii plan olarak, Halep Hükümdarı Nureddin Mahmud Zengi tarafından tamir ettirilip bugünkü şeklini alan Halep Ulu Camii’ne benzemektedir. Bu nedenle Urfa Ulu Camii'nin de aynı dönemde yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İslam fetihlerinden sonra, sütunlarda kullanılan kırmızı mermerler ve kilise ile ilişkisinden dolayı “Mescid ül- Hamra (Kırmızı mescit)” olarak isimlendirilmiştir. Payeler üzerine oturan ve her biri çapraz to­nozlarla örülü on dört sivri kemerle avluya açılan cemaat yeri Anadolu'da ilk kez Urfa Ulu Camii'nde bulunmaktadır.

    Caminin harim kısmında bir kuyu yer alır. Halk arasındaki bir inanışa göre Hz. İsa’nın, Kral Abgar’a, Havarisi Thomas’la gönderdiği mendil bu kuyuya düşmüştür. Bu nedenle camiinin içindeki kuyunun suyu, şifalı olarak kabul edilir.

    Minareye, Cumhuriyet döneminde bir saat eklenerek saat kulesine dönüştürülmüştür. Minare, aynı zamanda şehrin ilk ve tek saat kulesi görevini de görmektedir.

    Kızıl Kiliseye ait kalın duvarlarla çevrili camii avlusunun kuzeybatı kesimi mezarlıktır. Bu mezarlıktaki türbede, 1823 yılında vefat eden, Halidi Tarikatı’nın kurucusu Mevlana Halid Ziyâeddin Hazretleri'nin küçük oğlu Şehabeddin Ahmet’in mezarı bulunmaktadır. Türbe, yakın zamanda ŞURKAV tarafından restore edilmiştir.
    URFA - ULU CAMİ Cami, şehir merkezinde Divanyolu Caddesinde yer alır. Yapım tarihi belirlenemeyen, "Kızıl Kilise" olarak adlandırılan, eski bir kilisenin yerine inşa edilmiştir. Eski yapıya ait avlu duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve çan kulesi halen mevcuttur. Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadır. Bu yüzden kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 1170-1175 yıllarında Zengiler tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Kitabelere göre Ulu Camii; 1684, 1779, 1780 ve 1870 tarihlerinde onarım görmüştür. Mihraba paralel üç sahından(bölümden) oluşmaktadır. Bunun dışında mihrab önünde bir de kubbe yer alır. Harim kısmında(ana ibadet alanı-iç kısım) dört giriş kapısı yer alır. Son cemaat yeri de dâhil olmak üzere yapıda, üst örtü olarak, tonoz kullanılmıştır. Urfa Ulu Camii plan olarak, Halep Hükümdarı Nureddin Mahmud Zengi tarafından tamir ettirilip bugünkü şeklini alan Halep Ulu Camii’ne benzemektedir. Bu nedenle Urfa Ulu Camii'nin de aynı dönemde yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İslam fetihlerinden sonra, sütunlarda kullanılan kırmızı mermerler ve kilise ile ilişkisinden dolayı “Mescid ül- Hamra (Kırmızı mescit)” olarak isimlendirilmiştir. Payeler üzerine oturan ve her biri çapraz to­nozlarla örülü on dört sivri kemerle avluya açılan cemaat yeri Anadolu'da ilk kez Urfa Ulu Camii'nde bulunmaktadır. Caminin harim kısmında bir kuyu yer alır. Halk arasındaki bir inanışa göre Hz. İsa’nın, Kral Abgar’a, Havarisi Thomas’la gönderdiği mendil bu kuyuya düşmüştür. Bu nedenle camiinin içindeki kuyunun suyu, şifalı olarak kabul edilir. Minareye, Cumhuriyet döneminde bir saat eklenerek saat kulesine dönüştürülmüştür. Minare, aynı zamanda şehrin ilk ve tek saat kulesi görevini de görmektedir. Kızıl Kiliseye ait kalın duvarlarla çevrili camii avlusunun kuzeybatı kesimi mezarlıktır. Bu mezarlıktaki türbede, 1823 yılında vefat eden, Halidi Tarikatı’nın kurucusu Mevlana Halid Ziyâeddin Hazretleri'nin küçük oğlu Şehabeddin Ahmet’in mezarı bulunmaktadır. Türbe, yakın zamanda ŞURKAV tarafından restore edilmiştir.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
Páginas Impulsionadas