• Cuma Hutbesi: "Müminin Hayatında Umutsuzluğa Yer Yoktur"

    Muhterem Müslümanlar!

    Yüce Rabbimizin fıtratımıza yerleştirdiği duygulardan biri de umuttur. Umut; tam bir teslimiyetle Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, O’nun yardımına ve desteğine sonsuz güvenmektir. Tedbiri tevekkülle, sabrı çabayla birleştirerek, geçmişin muhasebesini yapıp geleceğe kararlılıkla yol almaktır. Umut, kişinin hayata tutunmasını sağlayan, azim ve gayretini arttıran ilahi bir rahmettir. Beden ve ruh sağlığını koruyan manevi bir güçtür.

    Umutsuzluk ise, insanın yaşama sevincini yok eder. Geleceğe dair hayallerini karartır. Kişiyi tembelliğe düşürüp sorumluluktan uzaklaştırır. Yüce Rabbimiz bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır: “De ki: Ey haddi aşarak kendilerine yazık eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[1]

    Aziz Müminler!

    Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa gönderdiği bütün peygamberler, en ağır imtihanlar karşısında dahi ümitlerini asla yitirmemişlerdir. Nitekim Hz. Âdem Allah’tan umutla bağışlanma dilemiştir. Hz. Nûh, güzel söz ve tatlı dille evladına nasihat etmiş, “Yavrucuğum! Bizimle beraber sen de gemiye bin, inkârcılarla birlikte olma.”[2] diyerek onun hidayete ermesini ümitle beklemiştir. Hz. Eyyûb, ağır hastalığına rağmen iyileşeceğine dair inancını asla kaybetmemiş, şifa bulmak için bütün tedavi yollarına başvurmuştur. Allah Resûlü (s.a.s) ise, meşakkatler karşısında asla umutsuzluğa düşmemiş, حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ “...Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben yalnız O’na güvenip dayanırım. O, yüce arşın sahibidir.”[3] diyerek Rabbine sığınmıştır.

    Kıymetli Müslümanlar!

    Bizler de zaman zaman zorluklarla karşılaşabiliriz. Aile, iş ve ticaret hayatımızda, komşuluk ve akrabalık ilişkilerimizde sıkıntılar yaşayabiliriz. Oysaki derdimiz ve sıkıntımız ne kadar büyük olursa olsun, Rabbimizin rahmet ve merhameti her şeyi kuşatmıştır. Yeter ki bizler; Rabbimize, kendimize, ailemize, çevremize ve bütün insanlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirelim. Salih ameller ve güzel ahlakla hayatımızı tezyin edelim.

    Değerli Müminler!

    Bugün, dünyayı savaş alanına çevirmek isteyen zalimler, insanlığın umudunu yok etmek için her türlü kötülüğe başvurmaktadırlararndedir. . Başta Filistin ve Gazze olmak üzere dünyanın pek çok yerinde kadın erkek, büyük küçük demeden insanları katletmektedirler. Sağlık ve gıda ihtiyaçlarını dahi engelleyerek onları dünyanın gözü önünde ölüme terk etmektedirler. Diğer taraftan, aklı, fıtratı, ahlakı ve iffeti yok eden sapkın ideolojileri yaygınlaştırarak ailenin ve insanlığın geleceğini tehdit etmektedirler. Alkol, kumar, fuhuş, uyuşturucu maddeler ve zararlı medya içerikleriyle gençliğin hayallerini karartmak, umutlarını çalmak istemektedirler. Ancak bütün planların üzerinde ilahi bir takdir vardır. Ayette de buyrulduğu üzere, وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟ “Onlar tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarını başlarına geçirdi. Zira Allah, tuzakları bozanların en hayırlısıdır.”[4]

    Aziz Müslümanlar!

    Kötülüklerin yaygınlaştırılmak istendiği, iyiliğe dair umutların, ideallerin ve hayallerin yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde bize düşen, hayatımızda umutsuzluğa asla yer vermemektir. Elimizden gelen bütün imkânları seferber ettikten sonra Yüce Rabbimizin lütuf ve inayetine sığınmaktır. Çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğe dair hayallerine ve ideallerine ulaşmaları noktasında onlara her türlü desteği sağlamaktır. Günaha dalmış, harama bulaşmış; alkol, kumar, fuhuş ve madde bağımlılığı gibi kötü alışkanlıkların esiri olmuş kardeşlerimize şefkat ve merhamet elimizi uzatmak, onları bu durumdan kurtarmak için daha fazla gayret göstermektir.

    Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu duasıyla bitiriyorum: “…Allah’ım! Sana yöneldim. İşimi sana havale ettim. Umut ve huşu içinde sana sığındım...”[5]

    [1] Zümer, 39/53.
    [2] Hûd, 11/42.
    [3] Tevbe, 9/129.
    [4] Âl-i İmrân, 3/54.
    [5] Buhârî, Vudû’, 75.
    Cuma Hutbesi: "Müminin Hayatında Umutsuzluğa Yer Yoktur" Muhterem Müslümanlar! Yüce Rabbimizin fıtratımıza yerleştirdiği duygulardan biri de umuttur. Umut; tam bir teslimiyetle Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, O’nun yardımına ve desteğine sonsuz güvenmektir. Tedbiri tevekkülle, sabrı çabayla birleştirerek, geçmişin muhasebesini yapıp geleceğe kararlılıkla yol almaktır. Umut, kişinin hayata tutunmasını sağlayan, azim ve gayretini arttıran ilahi bir rahmettir. Beden ve ruh sağlığını koruyan manevi bir güçtür. Umutsuzluk ise, insanın yaşama sevincini yok eder. Geleceğe dair hayallerini karartır. Kişiyi tembelliğe düşürüp sorumluluktan uzaklaştırır. Yüce Rabbimiz bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır: “De ki: Ey haddi aşarak kendilerine yazık eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[1] Aziz Müminler! Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa gönderdiği bütün peygamberler, en ağır imtihanlar karşısında dahi ümitlerini asla yitirmemişlerdir. Nitekim Hz. Âdem Allah’tan umutla bağışlanma dilemiştir. Hz. Nûh, güzel söz ve tatlı dille evladına nasihat etmiş, “Yavrucuğum! Bizimle beraber sen de gemiye bin, inkârcılarla birlikte olma.”[2] diyerek onun hidayete ermesini ümitle beklemiştir. Hz. Eyyûb, ağır hastalığına rağmen iyileşeceğine dair inancını asla kaybetmemiş, şifa bulmak için bütün tedavi yollarına başvurmuştur. Allah Resûlü (s.a.s) ise, meşakkatler karşısında asla umutsuzluğa düşmemiş, حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ “...Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben yalnız O’na güvenip dayanırım. O, yüce arşın sahibidir.”[3] diyerek Rabbine sığınmıştır. Kıymetli Müslümanlar! Bizler de zaman zaman zorluklarla karşılaşabiliriz. Aile, iş ve ticaret hayatımızda, komşuluk ve akrabalık ilişkilerimizde sıkıntılar yaşayabiliriz. Oysaki derdimiz ve sıkıntımız ne kadar büyük olursa olsun, Rabbimizin rahmet ve merhameti her şeyi kuşatmıştır. Yeter ki bizler; Rabbimize, kendimize, ailemize, çevremize ve bütün insanlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirelim. Salih ameller ve güzel ahlakla hayatımızı tezyin edelim. Değerli Müminler! Bugün, dünyayı savaş alanına çevirmek isteyen zalimler, insanlığın umudunu yok etmek için her türlü kötülüğe başvurmaktadırlararndedir. . Başta Filistin ve Gazze olmak üzere dünyanın pek çok yerinde kadın erkek, büyük küçük demeden insanları katletmektedirler. Sağlık ve gıda ihtiyaçlarını dahi engelleyerek onları dünyanın gözü önünde ölüme terk etmektedirler. Diğer taraftan, aklı, fıtratı, ahlakı ve iffeti yok eden sapkın ideolojileri yaygınlaştırarak ailenin ve insanlığın geleceğini tehdit etmektedirler. Alkol, kumar, fuhuş, uyuşturucu maddeler ve zararlı medya içerikleriyle gençliğin hayallerini karartmak, umutlarını çalmak istemektedirler. Ancak bütün planların üzerinde ilahi bir takdir vardır. Ayette de buyrulduğu üzere, وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟ “Onlar tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarını başlarına geçirdi. Zira Allah, tuzakları bozanların en hayırlısıdır.”[4] Aziz Müslümanlar! Kötülüklerin yaygınlaştırılmak istendiği, iyiliğe dair umutların, ideallerin ve hayallerin yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde bize düşen, hayatımızda umutsuzluğa asla yer vermemektir. Elimizden gelen bütün imkânları seferber ettikten sonra Yüce Rabbimizin lütuf ve inayetine sığınmaktır. Çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğe dair hayallerine ve ideallerine ulaşmaları noktasında onlara her türlü desteği sağlamaktır. Günaha dalmış, harama bulaşmış; alkol, kumar, fuhuş ve madde bağımlılığı gibi kötü alışkanlıkların esiri olmuş kardeşlerimize şefkat ve merhamet elimizi uzatmak, onları bu durumdan kurtarmak için daha fazla gayret göstermektir. Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu duasıyla bitiriyorum: “…Allah’ım! Sana yöneldim. İşimi sana havale ettim. Umut ve huşu içinde sana sığındım...”[5] [1] Zümer, 39/53. [2] Hûd, 11/42. [3] Tevbe, 9/129. [4] Âl-i İmrân, 3/54. [5] Buhârî, Vudû’, 75.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • İngiltere'de bir Türk Hava Şehitliği!

    İkinci Dünya Savaşı sırasında Hava Kuvvetleri'nin önemi hızla artmıştı. Sağlık sorunu olmayan ve istekli Kara Harp Okulu öğrencilerinden seçilenler, eğitim alıp yetişmesi için yurtdışına gönderilmelerine karar verilmişti.
    Emekli Tümgeneral Cevat Tuna'nın yazdığı kitap, İngiltere'de uçuş eğitimi gören Türk pilotlarını anlatıyordu... Cevat Tuna'nın satırlarında şu bilgiler vardı...
    "İkinci Dünya Savaşı devam ederken 1941-1945 arasında 1941 yılının A ve B dönemi mezunları, 1942 mezunlarının tamamı ve 1943 yılı mezunlarının yarısı İngiltere'ye iki yıl süren uçuş eğitimi için gönderildi. Eğitimleri tamamladıktan sonra Türkiye'ye geri döndüler. 1943 mezunu hava subaylarının diğer yarısı ise uçuş eğitimlerini Amerika'da yaptılar"
    19 Ekim 1939’da İngiltere ve Fransa, Türkiye ile ittifak anlaşması imzalamış ve Türklerle yakınlaşmayı arttırmak için RAF, sadece Türk Hava Kuvvetleri öğrenci pilotlarını Cronwell’e kabul etmişti. Böylece Harp Okulunu bitiren 1941 devresinden seçilen 20 havacının, İngiltere’ye pilotaj eğitimine gönderilmesine karar verildi.

    REFAH ŞİLEBİ FACİASI

    20 Hava subayı, 23 Haziran 1941 tarihinde Refah şilebi ile İskenderun’dan Mısır’ın İskenderiye limanına hareket ettiler. O tarihlerde Akdeniz Almanların kontrolünde olduğu için anılan personelin Mısır’a gönderilmesi, buradan da İngilizler tarafından İngiltere’ye götürülmesi kararlaştırılmıştı. Ancak hareketinden beş saat sonra Refah şilebi, torpillenmiş ve tarihe "Refah Faciası" olarak geçen bu olayda, içlerinde on altı Hava asteğmeni olmak üzere toplam 167 Türk askerî personeli hayatını kaybetmiştir.

    Bu olay Hava Kuvvetlerinin kararlılığını kırmamış ve 17 Mayıs 1942’de ilk grup 38’inci Eğitim Dönemi’ne katılmak üzere İngiltere’ye ulaşmıştı. Bunu diğer dönemler takip etmişti. Öğrenci pilotlar, Hurricane ve Spitfire tipi uçaklarda gelişme göstermeden önce, uçuş kariyerlerine daha sessiz Miles Master tipi uçaklarda başlamıştı. Uçuş kazaları sık görülmekteydi ve bunların çoğu genç Türk havacılar için ölümcül sonuçlar doğurmuştu.

    İLK ŞEHİT TEĞMEN REŞİT NALBANT

    17 Ağustos 1942 tarihinde, 39’uncu Dönem Pilotaj Kursu’nda bulunan 22 yaşındaki Tğm. Reşit Nalbant, Airspeed Oxford tipi uçak ile RAF Cronwell’de inişe teşebbüs ederken düşmüş ve 17’nci Uçuş Eğitim Okulunda (17. Service Flying Training School) görev yapan ilk Türk öğrenci şehit pilot olmuştur.

    Tğm. Nalbant için Cronwell Üs’sünde, İngiliz ve 60 Türk subayın katıldığı özel bir cenaze töreni düzenlendi ve naaşı, Surrey Brookwood mezarlığının askerî bölümüne götürüldü.

    Bu olaydan sadece bir ay sonra, 19 Eylül 1942’de, uçuş eğitimi sırasında başka bir ölümcül olay meydana gelmiş ve 40’ıncı Dönem Kursundan Tğm. N. Şengün, Miles Master tipi uçağı ile dalıştan çıkarken, Barkston Heath iniş sahasına düşmüştür.

    Öğrenci Plt.Tğm. S.Parlak 18 Temmuz 1943’de Grantham yakınlarındaki Belvoir Castle’ın kuzeyinde alçaktan uçarken, uçağı (Miles Master III) enerji nakil hatlarına takıldı ve Woolsthorpe yerleşim yeri civarına düştü. Olayı soruşturmak üzere bir heyet oluşturuldu. Tğm. Parlak da, askerî bir töreni takiben Brookwood’a defnedildi.

    23 Ağustos 1942’de, bu kez 48’inci dönemde olan Tğm. Esat Şaşmaz, Hava alanının üç mil kuzeybatısındaki Ashby de La Launde’da, Miles Master tipi uçağı ile yere çakılmış ve daha henüz yirmi yaşındayken şehit olmuştur. Tğm. Şaşmaz’ın cenazesi önce Cronwell’e getirildi ve o da diğer arkadaşları gibi Brookwood’a defnedildi.

    Kuzey Lincolnshire’daki Caistor’da bulunan çimenlik alan, o tarihlerde RAF Cranwell Üssü tarafından emercensi pist olarak kullanılıyordu. 4 Eylül 1942’de Tğm. Hakkı Akarçay, öğretmen pilot İngiliz subayı l.F. Chapman’la birlikte, Master W9017 numaralı uçakla bu meydanda havalanmış, ancak kalkıştan sadece birkaç dakika sonra bir düşman taarruz uçağı tarafından saldırıya uğramıştır. Saldırı sonucu düşürülen uçakta, her iki pilot da hayatını kaybeder. Tğm. Akarçay’ın naaşı, Brookwood’a defnedilir.
    Cevat Tuna, istihbarat sistemi içinde yetişmemiş tecrübesiz personelin casus olarak kullanılmasının ne Almanya'ya ne de İngiltere'ye fayda sağlayacağına dikkat çekerek, "Bu bilgi ve tecrübeden mahrum olmaları sebebiyle Türk pilotların casus olarak kullanılmaları düşünülemez. Esasında askeri ve politik kademelerden hiç kimseye böyle bir görev de verilmemiştir. İngiltere'deki uçuş eğitimi, tamamıyla eğitim meydanlarında yapılmıştır. Savaş üslerine girişe müsaade edilmediği için bunların yalnız isimleri bilinirdi" diyor.

    TÜRK PİLOTUNU DÜŞÜREN ALMAN UÇAĞI

    Türk subayların İngiltere'de Almanya'ya karşı savaştıklarına dair iddia da Cevat Paşa tarafından reddediliyor. Mezar taşında "Bir Alman uçağı tarafından düşürülerek şehit oldu" ibaresi yazan Hava Teğmen Hakkı Akarçay'ın uçağının düşürülüş hikayesini Cevat Tuna şöyle anlatıyor:
    "1944 yılının 3-4 Eylül gecesi onun uçağından evvel kalkan uçaktaydım. Olayın gerçek görgü tanığıyım. Olay, İngiltere'nin kuzeyinde Hvll denilen yerdeki ufak çim eğitim meydanında olmuştur"
    Teğmen Akarçay'ın şehit olduğu gece Hvll'deki çimenli eğitim meydanında gece uçuşu yapmaya hazırlandığını anlatan Tuna, karartma ile telsiz susması olduğunu ve gecenin karanlığında meydanın hafif şekilde aydınlık olduğunu tasvir ediyor.
    Meydan turu, iniş ve kalkış çalışması yapmak için tek başına Master 2 uçağıyla piste giren Tuna, yeşil ışık (Aldis) ile kalkış müsaadesi alarak havalanır: "Tedbir olarak telsiz konuşması yasaktı. Telsiz susması olduğu için iniş ve kalkışlar kırmızı ve yeşil ışıkla idare edilmekteydi. Lüzumlu irtifayı alıp sola dönüşe başladığımda sağ kanadımın üzerinden geçen bir ışık huzmesi gördüm. Bir uçak çok yakın olarak üzerimden geçti. İlk önce bu uçağı İngiliz uçağı Beaufighter'a benzettim. Rüzgar altı bacağına döndüğümde 'Bana niye işaret fişeği attı?' diye düşünürken bunun bir Alman Junkers Ju88 olabileceğini ve beni düşürmek için çalıştığını anladım. Paniğe kapılmamıştım ama süratli olduğum halde hemen inişe geçtim. Ancak acele ettiğim için uçağı savurarak durdurabilmiştim. Bir kanadı yere eğik durumda durduğunda lastiğimin patladığını zannederek el frenini çekip yere atladım. O sırada İngiliz Filo komutanı arabasıyla yanıma geldi.
    'Tuna ne oldu?' dedi. Havadakinin Alman uçağı olduğundan yeterince emin olmadığım için, 'Süratle geldim. Lastiğimin patladığını zannediyorum, onu kontrol ediyorum' dedim. Lastik patlamamıştı. Savrulma nedeniyle dikine çökük kalmıştı. Birlikte kanadı kaldırarak normal duruma getirdik. Ben kabine tırmanırken filo komutanı 'Tuna çabuk uçağını park yerine götür, havada 'Jerry' (Alman uçaklarına verilen takma ad) var' dedi. İşte o zaman heyecanlanmadım desem yalan söylemiş olurum.

    MÜTHİŞ BİR PATLAMA!

    Birden müthiş bir paniğe kapıldım ve uçağı götürüp park yerine bıraktım. Yere inip barakalara doğru giderken barakaların gerisinde müthiş bir patlama sesi duydum. Ardından gökyüzüne bir alev sütununun yükseldiğini gördüm. Bu alev, benden sonra kalkan Teğmen Akarçay ile İngiliz pilot eğitim hocasının uçağı olup rüzgar altı bacağında korsan Alman uçağı tarafından bir anlık ileri tetik çekişiyle vurulup düşürülmüştü. Her iki pilot da şehit olmuştu.
    Bana dönüş esnasında ateş ettiği için önlemeli ateşi becerememişti. Ben kurtulmuştum. Barakaların önüne geldiğimde Necdet Horasan, Oğuz Barut, Muzaffer Özalp ile diğer arkadaşlarım boynuma sarılıp geçmiş olsun derlerken onlara barakaların gerisinde yükselen alevleri gösterdim. O anda hep birlikte ilk ve son olarak gerçek bir hava çarpışmasına şahit olmanın dehşetini yaşadık. Sevgili arkadaşımızla kıymetli hocamızı kaybetmenin acısını paylaştık."

    DİĞER KAZALAR VE ŞEHİTLERİMİZ

    Daha bir aylık süre geçmeden Cronwell’deki Türk grup, meslektaşlarından birini daha kaybederek bir kez daha sarsılır. Tğm. Ömer Sümercan, uçtuğu Oxford tipi uçağın motorları durup yere çakılması sonucu hayatını kaybeder. 10 Kasım günü, bu kez daha tecrübeli bir pilotun başına felaket getirir. 5’inci dönem tekâmül kursu’nda öğrenci olan Tğm. Hüdai Toros, eğitim uçuşu için Cronwell’den Spitfire W3456 uçağıyla havalanır ve uçuş sırasında göz kararması sebebiyle hava alanı sınırına yakın bir mesafede bulunan Heath Farm’da yere çakılarak hayatını kaybeder. O da, Brookwood’da toprağa verilir.

    Bu olayın üzerinden yaklaşık bir yıl geçmişti ki, başka bir ölümcül kaza meydana gelir. 10 Ağustos 1944’te Welby’de düşen Miles Master tipindeki uçak, Tğm. Mustafa Görez’in hayatına mal olur. Bir diğer havacı, Tğm. Fethi Nejat Ang, yine bir Miles Master uçağıyla gece uçuşunu tamamlayıp saat 02:00 civarındaki iniş denemesinde yüksek kalır ve Caythorpe yakınlarında düşer. Kazada ölen Tğm. Ang, 27 Eylül 1944’de defnedilir.

    21 yaşındaki Tğm. Emin Dönmez ise 25 Ekim 1944 tarihinde, eğitim uçuşu sırasında kullandığı Spitfire uçağının düşmesi sonucu hayatını kaybeder. Tğm. Dönmez de diğer arkadaşları gibi Brookwood mezarlığına defnedilir.

    11 PİLOT ŞEHİT OLDU

    Cevat Tuna, 14 pilot arkadaşından birini tren diğerini de bisiklet kazasında kaybettiklerini hatırlatarak, uçuş eğitimi gören 300'e yakın pilot içinde 11 pilotun şehit olmasının normal olduğunu kaydediyor. Türk pilotlarının personel dosyalarının 'Top Secret' olarak değerlendirilmesinin ise stratejik istihbaratın biyografik istihbarat konusu ile ilgili olabileceği tahminini yürüten Tuna, "Bu değerlendirmenin, casusluk iddiaları ile hiçbir ilgisi olduğunu sanmıyorum. Uçuş eğitimi için gönderilen Türk pilotları ne İngiltere adına çarpıştılar ne Alman casusuydu. Onlar Türk semalarını korumak maksadıyla iyi yetişmiş bir pilot olmak için orada bulunuyorlardı" diye görüşlerini ortaya koyuyor.

    1990'DA MEZARLIK YAPILDI

    Türk Hava Kuvvetlerini, eğitim bakımından da çağdaşlarının seviyesine çıkarmak amacıyla, İkinci Dünya Savaşı yıllarında pilotaj eğitimi için İngiltere’ye gönderilen ve oradaki eğitimleri sırasında yaşamlarını kaybederek şehit olan bu vatan evlatları için defnedildikleri yerde, 1990’lı yıllarda düzenleme yapılarak "Türk Hava Şehitliği" oluşturulmuştur. Londra’ya 30 mil uzaklıkta olan Brookwood’daki İngiliz askerî mezarlığı içinde yer alan Hava Şehitliği’miz gayet bakımlı olup, güzelce biçilmiş çit bitkileriyle çevrelenmiştir.

    Brookwood Türk Hava Şehitliği’nde, 15 Hava subayımızın kabri bulunmaktadır. Bunların 14’ü pilotaj eğitimi sırasında şehit olan 1941-1942 yılı Harp Okulu mezunu Havacı subaylar olup biri de 1836'da İngiltere’de görevli iken vefat eden Teğmen Arif Bey’dir. Aslında Tğm. Arif Bey, vefat ettiğinde Woolvich şehrinin mezarlığına defnedilmiş, daha sonra ise kabri anılan şehitliğe nakledilmiştir.

    İNGİLTERE'DEKİ ŞEHİTLERİMİZ

    1. Hv.Tğm. Nizamettin Şengün 18/19 Eylül 1942 Talim uçuşunda düşerek,
    2. Hv.Tğm. Ali Aksu 21 Ocak 1943 Havada çarpışarak,
    3. Hv.Tğm. İbrahim Oray 25 Mart 1943 Tren kazasında,
    4. Hv.Tğm. Saim Parlak 17 Temmuz 1943 Tayyaresiyle düşerek,
    5. Hv.Tğm. Esat Şaşmaz 23 Ağustos 1943 Tayyaresiyle düşerek,
    6. Hv.Tğm. Hakkı Akarçay 3/4 Eylül 1943 Gece uçuşu esnasında bir Alman tayyaresinin hücumuna uğramış ve düşmüştür.
    7. Hv.Tğm. Ömer Sümercan 21 Eylül 1943 Tayyaresiyle düşerek,
    8. Hv.Tğm. Kemal Gülçeken 10 Ocak 1944 Tayyaresiyle düşerek,
    9. Hv.Tğm. Mustafa Görez 4 Ağustos 1944 Tayyaresiyle düşerek,
    10. Hv.Tğm. Fethi Ang 24 Eylül 1944 Tayyaresiyle düşerek,
    11. Hv.Tğm. Emin Dönmez 25 Ekim 1944 Tayyaresiyle düşerek,
    12. Hv.Tğm. Hüdai Toros 10 Kasım 1944 Tayyaresiyle düşerek,
    13. Hv.Tğm. Abdullah Ay 4 Nisan 1945 Trafik kazasında,
    14. Hv.Tğm. Reşit Nalbant 17 Ağustos 1942 Talim uçuşunda düşerek,

    Kaynak. Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Cevat TUNA anıları, Sinan Arktkn
    NOT: Şehitlikte ayrıca 17 Şubat 1959 tarihinde Başbakan Adnan Menderes'in de içinde olduğu, Londra Gatwick Havalimanı'na inerken düşen THY uçağında şehit olan Türk havacıları içinde bir kitabe bulunmaktadır. Ancak şehit THY personeli Türkiye'de defnedilmiştir. Şehit olan THY personeli:
    Abdullah Parla: THY Genel Müdürü
    Münir Özbek: Kaptan Pilot
    Sabri Kazmaoğlu: İkinci Pilot
    Lütfi Biberoğlu: İkinci Pilot
    Gönül Uygur: Kabin Memuru
    Gündüz Tezel: Telsiz Operatörü
    İngiltere'de bir Türk Hava Şehitliği! İkinci Dünya Savaşı sırasında Hava Kuvvetleri'nin önemi hızla artmıştı. Sağlık sorunu olmayan ve istekli Kara Harp Okulu öğrencilerinden seçilenler, eğitim alıp yetişmesi için yurtdışına gönderilmelerine karar verilmişti. Emekli Tümgeneral Cevat Tuna'nın yazdığı kitap, İngiltere'de uçuş eğitimi gören Türk pilotlarını anlatıyordu... Cevat Tuna'nın satırlarında şu bilgiler vardı... "İkinci Dünya Savaşı devam ederken 1941-1945 arasında 1941 yılının A ve B dönemi mezunları, 1942 mezunlarının tamamı ve 1943 yılı mezunlarının yarısı İngiltere'ye iki yıl süren uçuş eğitimi için gönderildi. Eğitimleri tamamladıktan sonra Türkiye'ye geri döndüler. 1943 mezunu hava subaylarının diğer yarısı ise uçuş eğitimlerini Amerika'da yaptılar" 19 Ekim 1939’da İngiltere ve Fransa, Türkiye ile ittifak anlaşması imzalamış ve Türklerle yakınlaşmayı arttırmak için RAF, sadece Türk Hava Kuvvetleri öğrenci pilotlarını Cronwell’e kabul etmişti. Böylece Harp Okulunu bitiren 1941 devresinden seçilen 20 havacının, İngiltere’ye pilotaj eğitimine gönderilmesine karar verildi. REFAH ŞİLEBİ FACİASI 20 Hava subayı, 23 Haziran 1941 tarihinde Refah şilebi ile İskenderun’dan Mısır’ın İskenderiye limanına hareket ettiler. O tarihlerde Akdeniz Almanların kontrolünde olduğu için anılan personelin Mısır’a gönderilmesi, buradan da İngilizler tarafından İngiltere’ye götürülmesi kararlaştırılmıştı. Ancak hareketinden beş saat sonra Refah şilebi, torpillenmiş ve tarihe "Refah Faciası" olarak geçen bu olayda, içlerinde on altı Hava asteğmeni olmak üzere toplam 167 Türk askerî personeli hayatını kaybetmiştir. Bu olay Hava Kuvvetlerinin kararlılığını kırmamış ve 17 Mayıs 1942’de ilk grup 38’inci Eğitim Dönemi’ne katılmak üzere İngiltere’ye ulaşmıştı. Bunu diğer dönemler takip etmişti. Öğrenci pilotlar, Hurricane ve Spitfire tipi uçaklarda gelişme göstermeden önce, uçuş kariyerlerine daha sessiz Miles Master tipi uçaklarda başlamıştı. Uçuş kazaları sık görülmekteydi ve bunların çoğu genç Türk havacılar için ölümcül sonuçlar doğurmuştu. İLK ŞEHİT TEĞMEN REŞİT NALBANT 17 Ağustos 1942 tarihinde, 39’uncu Dönem Pilotaj Kursu’nda bulunan 22 yaşındaki Tğm. Reşit Nalbant, Airspeed Oxford tipi uçak ile RAF Cronwell’de inişe teşebbüs ederken düşmüş ve 17’nci Uçuş Eğitim Okulunda (17. Service Flying Training School) görev yapan ilk Türk öğrenci şehit pilot olmuştur. Tğm. Nalbant için Cronwell Üs’sünde, İngiliz ve 60 Türk subayın katıldığı özel bir cenaze töreni düzenlendi ve naaşı, Surrey Brookwood mezarlığının askerî bölümüne götürüldü. Bu olaydan sadece bir ay sonra, 19 Eylül 1942’de, uçuş eğitimi sırasında başka bir ölümcül olay meydana gelmiş ve 40’ıncı Dönem Kursundan Tğm. N. Şengün, Miles Master tipi uçağı ile dalıştan çıkarken, Barkston Heath iniş sahasına düşmüştür. Öğrenci Plt.Tğm. S.Parlak 18 Temmuz 1943’de Grantham yakınlarındaki Belvoir Castle’ın kuzeyinde alçaktan uçarken, uçağı (Miles Master III) enerji nakil hatlarına takıldı ve Woolsthorpe yerleşim yeri civarına düştü. Olayı soruşturmak üzere bir heyet oluşturuldu. Tğm. Parlak da, askerî bir töreni takiben Brookwood’a defnedildi. 23 Ağustos 1942’de, bu kez 48’inci dönemde olan Tğm. Esat Şaşmaz, Hava alanının üç mil kuzeybatısındaki Ashby de La Launde’da, Miles Master tipi uçağı ile yere çakılmış ve daha henüz yirmi yaşındayken şehit olmuştur. Tğm. Şaşmaz’ın cenazesi önce Cronwell’e getirildi ve o da diğer arkadaşları gibi Brookwood’a defnedildi. Kuzey Lincolnshire’daki Caistor’da bulunan çimenlik alan, o tarihlerde RAF Cranwell Üssü tarafından emercensi pist olarak kullanılıyordu. 4 Eylül 1942’de Tğm. Hakkı Akarçay, öğretmen pilot İngiliz subayı l.F. Chapman’la birlikte, Master W9017 numaralı uçakla bu meydanda havalanmış, ancak kalkıştan sadece birkaç dakika sonra bir düşman taarruz uçağı tarafından saldırıya uğramıştır. Saldırı sonucu düşürülen uçakta, her iki pilot da hayatını kaybeder. Tğm. Akarçay’ın naaşı, Brookwood’a defnedilir. Cevat Tuna, istihbarat sistemi içinde yetişmemiş tecrübesiz personelin casus olarak kullanılmasının ne Almanya'ya ne de İngiltere'ye fayda sağlayacağına dikkat çekerek, "Bu bilgi ve tecrübeden mahrum olmaları sebebiyle Türk pilotların casus olarak kullanılmaları düşünülemez. Esasında askeri ve politik kademelerden hiç kimseye böyle bir görev de verilmemiştir. İngiltere'deki uçuş eğitimi, tamamıyla eğitim meydanlarında yapılmıştır. Savaş üslerine girişe müsaade edilmediği için bunların yalnız isimleri bilinirdi" diyor. TÜRK PİLOTUNU DÜŞÜREN ALMAN UÇAĞI Türk subayların İngiltere'de Almanya'ya karşı savaştıklarına dair iddia da Cevat Paşa tarafından reddediliyor. Mezar taşında "Bir Alman uçağı tarafından düşürülerek şehit oldu" ibaresi yazan Hava Teğmen Hakkı Akarçay'ın uçağının düşürülüş hikayesini Cevat Tuna şöyle anlatıyor: "1944 yılının 3-4 Eylül gecesi onun uçağından evvel kalkan uçaktaydım. Olayın gerçek görgü tanığıyım. Olay, İngiltere'nin kuzeyinde Hvll denilen yerdeki ufak çim eğitim meydanında olmuştur" Teğmen Akarçay'ın şehit olduğu gece Hvll'deki çimenli eğitim meydanında gece uçuşu yapmaya hazırlandığını anlatan Tuna, karartma ile telsiz susması olduğunu ve gecenin karanlığında meydanın hafif şekilde aydınlık olduğunu tasvir ediyor. Meydan turu, iniş ve kalkış çalışması yapmak için tek başına Master 2 uçağıyla piste giren Tuna, yeşil ışık (Aldis) ile kalkış müsaadesi alarak havalanır: "Tedbir olarak telsiz konuşması yasaktı. Telsiz susması olduğu için iniş ve kalkışlar kırmızı ve yeşil ışıkla idare edilmekteydi. Lüzumlu irtifayı alıp sola dönüşe başladığımda sağ kanadımın üzerinden geçen bir ışık huzmesi gördüm. Bir uçak çok yakın olarak üzerimden geçti. İlk önce bu uçağı İngiliz uçağı Beaufighter'a benzettim. Rüzgar altı bacağına döndüğümde 'Bana niye işaret fişeği attı?' diye düşünürken bunun bir Alman Junkers Ju88 olabileceğini ve beni düşürmek için çalıştığını anladım. Paniğe kapılmamıştım ama süratli olduğum halde hemen inişe geçtim. Ancak acele ettiğim için uçağı savurarak durdurabilmiştim. Bir kanadı yere eğik durumda durduğunda lastiğimin patladığını zannederek el frenini çekip yere atladım. O sırada İngiliz Filo komutanı arabasıyla yanıma geldi. 'Tuna ne oldu?' dedi. Havadakinin Alman uçağı olduğundan yeterince emin olmadığım için, 'Süratle geldim. Lastiğimin patladığını zannediyorum, onu kontrol ediyorum' dedim. Lastik patlamamıştı. Savrulma nedeniyle dikine çökük kalmıştı. Birlikte kanadı kaldırarak normal duruma getirdik. Ben kabine tırmanırken filo komutanı 'Tuna çabuk uçağını park yerine götür, havada 'Jerry' (Alman uçaklarına verilen takma ad) var' dedi. İşte o zaman heyecanlanmadım desem yalan söylemiş olurum. MÜTHİŞ BİR PATLAMA! Birden müthiş bir paniğe kapıldım ve uçağı götürüp park yerine bıraktım. Yere inip barakalara doğru giderken barakaların gerisinde müthiş bir patlama sesi duydum. Ardından gökyüzüne bir alev sütununun yükseldiğini gördüm. Bu alev, benden sonra kalkan Teğmen Akarçay ile İngiliz pilot eğitim hocasının uçağı olup rüzgar altı bacağında korsan Alman uçağı tarafından bir anlık ileri tetik çekişiyle vurulup düşürülmüştü. Her iki pilot da şehit olmuştu. Bana dönüş esnasında ateş ettiği için önlemeli ateşi becerememişti. Ben kurtulmuştum. Barakaların önüne geldiğimde Necdet Horasan, Oğuz Barut, Muzaffer Özalp ile diğer arkadaşlarım boynuma sarılıp geçmiş olsun derlerken onlara barakaların gerisinde yükselen alevleri gösterdim. O anda hep birlikte ilk ve son olarak gerçek bir hava çarpışmasına şahit olmanın dehşetini yaşadık. Sevgili arkadaşımızla kıymetli hocamızı kaybetmenin acısını paylaştık." DİĞER KAZALAR VE ŞEHİTLERİMİZ Daha bir aylık süre geçmeden Cronwell’deki Türk grup, meslektaşlarından birini daha kaybederek bir kez daha sarsılır. Tğm. Ömer Sümercan, uçtuğu Oxford tipi uçağın motorları durup yere çakılması sonucu hayatını kaybeder. 10 Kasım günü, bu kez daha tecrübeli bir pilotun başına felaket getirir. 5’inci dönem tekâmül kursu’nda öğrenci olan Tğm. Hüdai Toros, eğitim uçuşu için Cronwell’den Spitfire W3456 uçağıyla havalanır ve uçuş sırasında göz kararması sebebiyle hava alanı sınırına yakın bir mesafede bulunan Heath Farm’da yere çakılarak hayatını kaybeder. O da, Brookwood’da toprağa verilir. Bu olayın üzerinden yaklaşık bir yıl geçmişti ki, başka bir ölümcül kaza meydana gelir. 10 Ağustos 1944’te Welby’de düşen Miles Master tipindeki uçak, Tğm. Mustafa Görez’in hayatına mal olur. Bir diğer havacı, Tğm. Fethi Nejat Ang, yine bir Miles Master uçağıyla gece uçuşunu tamamlayıp saat 02:00 civarındaki iniş denemesinde yüksek kalır ve Caythorpe yakınlarında düşer. Kazada ölen Tğm. Ang, 27 Eylül 1944’de defnedilir. 21 yaşındaki Tğm. Emin Dönmez ise 25 Ekim 1944 tarihinde, eğitim uçuşu sırasında kullandığı Spitfire uçağının düşmesi sonucu hayatını kaybeder. Tğm. Dönmez de diğer arkadaşları gibi Brookwood mezarlığına defnedilir. 11 PİLOT ŞEHİT OLDU Cevat Tuna, 14 pilot arkadaşından birini tren diğerini de bisiklet kazasında kaybettiklerini hatırlatarak, uçuş eğitimi gören 300'e yakın pilot içinde 11 pilotun şehit olmasının normal olduğunu kaydediyor. Türk pilotlarının personel dosyalarının 'Top Secret' olarak değerlendirilmesinin ise stratejik istihbaratın biyografik istihbarat konusu ile ilgili olabileceği tahminini yürüten Tuna, "Bu değerlendirmenin, casusluk iddiaları ile hiçbir ilgisi olduğunu sanmıyorum. Uçuş eğitimi için gönderilen Türk pilotları ne İngiltere adına çarpıştılar ne Alman casusuydu. Onlar Türk semalarını korumak maksadıyla iyi yetişmiş bir pilot olmak için orada bulunuyorlardı" diye görüşlerini ortaya koyuyor. 1990'DA MEZARLIK YAPILDI Türk Hava Kuvvetlerini, eğitim bakımından da çağdaşlarının seviyesine çıkarmak amacıyla, İkinci Dünya Savaşı yıllarında pilotaj eğitimi için İngiltere’ye gönderilen ve oradaki eğitimleri sırasında yaşamlarını kaybederek şehit olan bu vatan evlatları için defnedildikleri yerde, 1990’lı yıllarda düzenleme yapılarak "Türk Hava Şehitliği" oluşturulmuştur. Londra’ya 30 mil uzaklıkta olan Brookwood’daki İngiliz askerî mezarlığı içinde yer alan Hava Şehitliği’miz gayet bakımlı olup, güzelce biçilmiş çit bitkileriyle çevrelenmiştir. Brookwood Türk Hava Şehitliği’nde, 15 Hava subayımızın kabri bulunmaktadır. Bunların 14’ü pilotaj eğitimi sırasında şehit olan 1941-1942 yılı Harp Okulu mezunu Havacı subaylar olup biri de 1836'da İngiltere’de görevli iken vefat eden Teğmen Arif Bey’dir. Aslında Tğm. Arif Bey, vefat ettiğinde Woolvich şehrinin mezarlığına defnedilmiş, daha sonra ise kabri anılan şehitliğe nakledilmiştir. İNGİLTERE'DEKİ ŞEHİTLERİMİZ 1. Hv.Tğm. Nizamettin Şengün 18/19 Eylül 1942 Talim uçuşunda düşerek, 2. Hv.Tğm. Ali Aksu 21 Ocak 1943 Havada çarpışarak, 3. Hv.Tğm. İbrahim Oray 25 Mart 1943 Tren kazasında, 4. Hv.Tğm. Saim Parlak 17 Temmuz 1943 Tayyaresiyle düşerek, 5. Hv.Tğm. Esat Şaşmaz 23 Ağustos 1943 Tayyaresiyle düşerek, 6. Hv.Tğm. Hakkı Akarçay 3/4 Eylül 1943 Gece uçuşu esnasında bir Alman tayyaresinin hücumuna uğramış ve düşmüştür. 7. Hv.Tğm. Ömer Sümercan 21 Eylül 1943 Tayyaresiyle düşerek, 8. Hv.Tğm. Kemal Gülçeken 10 Ocak 1944 Tayyaresiyle düşerek, 9. Hv.Tğm. Mustafa Görez 4 Ağustos 1944 Tayyaresiyle düşerek, 10. Hv.Tğm. Fethi Ang 24 Eylül 1944 Tayyaresiyle düşerek, 11. Hv.Tğm. Emin Dönmez 25 Ekim 1944 Tayyaresiyle düşerek, 12. Hv.Tğm. Hüdai Toros 10 Kasım 1944 Tayyaresiyle düşerek, 13. Hv.Tğm. Abdullah Ay 4 Nisan 1945 Trafik kazasında, 14. Hv.Tğm. Reşit Nalbant 17 Ağustos 1942 Talim uçuşunda düşerek, Kaynak. Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Cevat TUNA anıları, Sinan Arktkn NOT: Şehitlikte ayrıca 17 Şubat 1959 tarihinde Başbakan Adnan Menderes'in de içinde olduğu, Londra Gatwick Havalimanı'na inerken düşen THY uçağında şehit olan Türk havacıları içinde bir kitabe bulunmaktadır. Ancak şehit THY personeli Türkiye'de defnedilmiştir. Şehit olan THY personeli: Abdullah Parla: THY Genel Müdürü Münir Özbek: Kaptan Pilot Sabri Kazmaoğlu: İkinci Pilot Lütfi Biberoğlu: İkinci Pilot Gönül Uygur: Kabin Memuru Gündüz Tezel: Telsiz Operatörü
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • . SULTAN MELİKŞAH'IN doğumu.
    6 Ağustos 1055

    Ebü’l-Feth Celalü’d-devle ve’d-din Muizzü’d-dünya ve’d-din Kasimü emiri’l-mü’minin gibi ünvanlarla anılan Sultan Melikşah, Sultan Alparslan'ın oğludur. Annesi Karahan'lı hanedanına mensubdur.

    1072-1092 yılları arasında 20 yıl tahtta kalan Sultan Melikşah Kaşgar’dan Boğaziçi’ne, Aral gölü ve Kafkasya’dan Yemen ve Aden’e kadar uzanan çok geniş bir alanda hakimiyet kurarak adına hutbe okuttu. Onun döneminde Büyük Selçuklu Devletinin her yöresinde huzur ve güven sağlanmış, Hıristiyan halka da iyi davranılmıştır.

    Sultan Melikşah çok iyi ata biner ve her çeşit silahı büyük bir ustalıkla kullanırdı. Tedbirli, ileri görüşlü ve istişareye önem veren bir hükümdardı. Selçuklu devlet teşkilatı onun zamanında Vezir Nizamülmülk’ün de gayretiyle mükemmel bir şekil aldı. Bilimsel ve kültürel faaliyetler onun döneminde zirveye ulaştı. Bağdat’ta Camiu’s-Sultan adında bir cami, İsfahan’da bir rasathane, çeşitli yerlerde köprü, ribat, imaret, bimaristan, hisar ve kaleler ile İsfahan, Basra, Nişabur, Herat, Merv, Belh, Musul ve Taberistan’da zengin kütüphanelere sahip Nizamiye medreselerini yaptırdı. Merv’in etrafını surlarla çevirtti. Celali takvimi adı verilen güneş takvimini hazırlattı. Çok sayıda alime yardım ve ihsanlarda bulundu.

    Sultan Melikşah hac yollarını emniyete aldığı gibi hacıların yollarda su sıkıntısıyla karşılaşmamaları için kuyular açtırıp sarnıçlar yaptırmıştır. Ticaret mallarından alınan meks gibi bazı vergileri kaldırdığı için ticaret erbabının ve halkın sevgisini kazanmıştır.

    19 Kasım 1092 de Bağdatta vefat eden Sultan Melikşah’ın Ahmed, Berkyaruk, Davud, Muhammed Tapar, Ahmed Sencer, Mahmud, Tuğrul ve Emir Humar adlı 8 oğlu ile Gazneli veliahdı Mes‘ud b. İbrahim’le evli olan Gevher hatun, Halife Muktedi-Biemrillah ile evli olan Mah-Melek hatun ve sonraki Halife Müstazhir-Billah ile evli olan Seyyide hatun adlı üç kızı, ayrıca isimleri bilinmeyen iki çocuğu daha olmuştur. Melikşah öldüğünde oğullarından Berkyaruk, Muhammed Tapar, Ahmed Sencer ve Mahmud hayattaydı.
    . SULTAN MELİKŞAH'IN doğumu. 6 Ağustos 1055 Ebü’l-Feth Celalü’d-devle ve’d-din Muizzü’d-dünya ve’d-din Kasimü emiri’l-mü’minin gibi ünvanlarla anılan Sultan Melikşah, Sultan Alparslan'ın oğludur. Annesi Karahan'lı hanedanına mensubdur. 1072-1092 yılları arasında 20 yıl tahtta kalan Sultan Melikşah Kaşgar’dan Boğaziçi’ne, Aral gölü ve Kafkasya’dan Yemen ve Aden’e kadar uzanan çok geniş bir alanda hakimiyet kurarak adına hutbe okuttu. Onun döneminde Büyük Selçuklu Devletinin her yöresinde huzur ve güven sağlanmış, Hıristiyan halka da iyi davranılmıştır. Sultan Melikşah çok iyi ata biner ve her çeşit silahı büyük bir ustalıkla kullanırdı. Tedbirli, ileri görüşlü ve istişareye önem veren bir hükümdardı. Selçuklu devlet teşkilatı onun zamanında Vezir Nizamülmülk’ün de gayretiyle mükemmel bir şekil aldı. Bilimsel ve kültürel faaliyetler onun döneminde zirveye ulaştı. Bağdat’ta Camiu’s-Sultan adında bir cami, İsfahan’da bir rasathane, çeşitli yerlerde köprü, ribat, imaret, bimaristan, hisar ve kaleler ile İsfahan, Basra, Nişabur, Herat, Merv, Belh, Musul ve Taberistan’da zengin kütüphanelere sahip Nizamiye medreselerini yaptırdı. Merv’in etrafını surlarla çevirtti. Celali takvimi adı verilen güneş takvimini hazırlattı. Çok sayıda alime yardım ve ihsanlarda bulundu. Sultan Melikşah hac yollarını emniyete aldığı gibi hacıların yollarda su sıkıntısıyla karşılaşmamaları için kuyular açtırıp sarnıçlar yaptırmıştır. Ticaret mallarından alınan meks gibi bazı vergileri kaldırdığı için ticaret erbabının ve halkın sevgisini kazanmıştır. 19 Kasım 1092 de Bağdatta vefat eden Sultan Melikşah’ın Ahmed, Berkyaruk, Davud, Muhammed Tapar, Ahmed Sencer, Mahmud, Tuğrul ve Emir Humar adlı 8 oğlu ile Gazneli veliahdı Mes‘ud b. İbrahim’le evli olan Gevher hatun, Halife Muktedi-Biemrillah ile evli olan Mah-Melek hatun ve sonraki Halife Müstazhir-Billah ile evli olan Seyyide hatun adlı üç kızı, ayrıca isimleri bilinmeyen iki çocuğu daha olmuştur. Melikşah öldüğünde oğullarından Berkyaruk, Muhammed Tapar, Ahmed Sencer ve Mahmud hayattaydı.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • TÜRK RAZİYE BEGÜM SULTAN...

    RAZİYE BEGÜM SULTAN 'I BİLİYOR MUSUNUZ
    DELHİ –HİNDİSTAN-TÜRK SULTANLIĞI
    DOÇ.DR.BAHRİYE ÜÇOK / İSLAM DEVLETLERİNDE TÜRK NAİBELER VE TÜRK KADIN HÜKÜMDARLAR

    HİNDİSTAN’I, X. ASIRDAN XIX. ASIRDAKİ İNGİLİZ İŞGALİNE GELİNCEYE KADAR ASIRLARCA TÜRK ASILLI HANEDANLAR İDARE ETTİ BU MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİNDEN BİRİSİ DE KUTUB ŞAHLARDIR...

    SULTAN RAZİYE (1236-1240), ŞEMSED-DİN İLTUTMUŞ'UN, KARISI TÜRKAN/TERKEN HATUN'DAN'] DOĞAN KIZIDIR VE GELENEKLERİN AKSİNE EVLENDİRİLMEYEREK BÜYÜK BİR TİTİZLİKLE GELECEĞE HAZIRLANMIŞTIR...

    İNGİLTERE KRALİÇESİ I.MARY’DEN[1] 318 yıl, EN ÇOK BİLİNEN KADIN HÜKÜMDAR KRALİÇE I.ELİZABETH’DEN 322 YIL, BÜYÜK BRİTANYA İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE HİNDİSTAN İMPARATORU İLAN EDİLEN KRALİÇE VİCTORİA I.(1837-19019)’DEN DE 600 YIL ÖNCE ÖNCE HÜKÜMDARLIK YAPMIŞ, AKTİF VE GÜÇLÜ BİR SİYASET UYGULAMAKTAN DA GERİ KALMAYARAK 4 YIL TAHTTA OTURMUŞ , DÜNYA TARİHİNDE BENZERİNE RASTLANMAYAN, ONUR DUYULACAK VE EMSALSİZ CESARET ÖRNEKLERİYLE DOLU BİR TÜRK KADINI OLAN DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI’NIN HÜKÜMDARI OLAN SULTAN RAZİYE, AYNI ZAMANDA TARİHTEKİ İLK TÜRK KADIN HÜKÜMDARDIR...

    HİNDİSTAN TARİHİNİN ÖNEMLİ KAYNAKLARINDAN BİRİ OLAN CÜZCANİ, BU DEVLETİN ADINDAN “SELATİN-İ HİND ” DİYE BAHSETMİŞ VE SONRAKİ KAYNAKLARDA GENELDE BU ŞEKİLDE TEKRAR EDİLMİŞ, ANCAK GÜNÜMÜZ ARAŞTIRMACILARININ DELHİ SULTANLIĞI ” DİYE BELİRTTİKLERİ BU ADIN “DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI [2]/DEVLETİ OLMASI GEREKTİĞİ DEĞERLİ TARİHÇİ DOÇ.DR.SALİM ÇÖHÇE TARAFINDAN İFADE EDİLMEKTEDİR. “DEHLİ ” SÖYLEMİ TÜM İSLAM KAYNAKLARINDAN KAYDEDİLEN ŞEKLİDİR VE İNGİLİZLER TARAFINDAN KENDİ TELAFFUZLARINA UYGUN OLARAK 19. YY DA DELHİ ” OLARAK DEĞİŞTİRİLMİŞTİR...

    SULTAN RAZİYE (1236-1240), ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN ÇOK SEVİP, SAYDIĞI VE HAREMİNİN BAŞKADINI OLARAK KÖŞKÜ FİRUZİ'DE OTURMAYA LAYIK GÖRDÜĞÜ KARISI TÜRKAN/TERKEN HATUN'DAN [3] DOĞAN KIZIDIR VE GELENEKLERİN AKSİNE EVLENDİRİLMEYEREK, BÜYÜK BİR TİTİZLİKLE GELECEĞE HAZIRLANMIŞTIR...

    PADİŞAHIN EMRİNİ UYGULAMADILAR
    SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ, 1233 YILI BAŞLARINDA MÜRİF-İ MEMALİK TACÜ’L-MÜLK MAHMUD'A, RAZİYE'Yİ VELİAHD OLARAK TAYİN ETTİĞİNİ BELİRTEN BİR FERMAN YAZMASINI EMRETMİŞ ANCAK BU DAVRANIŞA, SULTAN'A YAKINLIĞI İLE TANINAN MEMLUK ASILLI TÜRK MELİKLERİ SALTANATA LAYIK, YETİŞMİŞ OĞULLARI VARKEN BİR KIZIN İSLAM MÜLKÜNE VELİAHD YAPILMASININ HİKMETİ NEDİR ŞEKLİNDE İTİRAZ ETMİŞLER VE SÖZ KONUSU MELİKLER BU DURUMUN KENDİLERİNCE MÜNASİP...

    GÖRÜLMEDİĞİNİ DE AÇIKÇA BİZZAT SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'A BİLDİRMİŞLERDİR. BUNUN ÜZERİNE SULTAN, "BENİM OĞULLARIM İŞRET VE GENÇLİK ZEVKLERİYLE MEŞGULDÜRLER. HİÇBİRİSİNDE MEMLEKET İDARE EDECEK KABİLİYET YOKTUR DOLAYISIYLA ÜLKEDEKİ DÜZENİ MUHAFAZA EDEMEZLER. BİLİNİZ Kİ, BENİM ÖLÜMÜMDEN SONRA VELİAHDLIĞA HİÇBİRİSİ RAZİYE'DEN DAHA LAYIK DEĞİLDİR ”[4] “ZİRA, RAZİYE HER YÖNDEN ERKEK KARDEŞLERİNDEN ÜSTÜNDÜR. GERÇİ ŞEKLEN KADINDIR AMA, ZEKA VE BASİRETİ ERKEKTEN FARKSIZDIR “[5] SÔZLERİYLE DEVLET İDARESİNDE ALIŞILMIŞIN DIŞINDA KARARLAR ALMIŞ, ASKERİ BİR TOPLUMA KADIN BİR HÜKÜMDAR ADAYI GÖSTERECEK KADAR GERÇEKÇİ VE SAĞLIKLI DÜŞÜNMÜŞTÜR...

    SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN VASİYETİ VE KENDİSİNDEN SONRA YERİNE GEÇECEK HÜKÜMDARI BİZZAT BELİRLEMESİNE RAĞMEN ONUN ÖLÜMÜNDEN SONRA TÜRK EMİR VE MELİKLER BUNU UYGULAMADILAR [6] VE ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN OĞLU FİRUZ ŞAH’I TAHTA GEÇİRDİLER...

    TARİHTE MÜSLÜMAN TÜRKLERİN İLK KADIN HÜKÜMDARI...

    BABASININ DA BELİRTTİĞİ ÜZERE DEVLETİ YÖNETECEK NİTELİĞE SAHİP OLMAYAN FİRUZ ŞAH EĞLENCE VE SEFAYA DALARAK BABASININ BİN BİR GÜÇLÜKLE TOPLADIĞI HAZİNEYİ BOŞALTMIŞ TECRÜBELİ YÖNETİCİLERİNİN SÖZLERİNE ÖNEM VERMEMESİ YÜZÜNDEN DE DEVLET İDARESİ TAM bir KARGAŞA İÇİNE SÜRÜKLENMİŞ ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ’UN, FİRUZ ŞAH YERİNE RAZİYE’Yİ TAHTA GEÇİRMEK İSTEMESİNDEKİ NEDEN DE BU İDİ...

    OĞLUNUN BASİRETSİZ YÖNETİMİNDEN İSTİFADE EDEREK GÜÇ KAZANAN SULTAN'IN ANNESİ [7], DAHA ÖNCE KISKANDIĞI PEK ÇOK CARİYEYİ ÇEŞİTLİ ZULÜMLERE MARUZ BIRAKTIRDIĞI GİBİ BUNLARDAN BAZILARINI DA ÖLDÜRTEREK SARAYDA ADALETSİZ VE...

    KANLI SAHNELERE NEDEN OLDUĞU GİBİ BAŞKENT'TE SALTANATA ORTAK OLMAMASI İÇİN RAZİYE'Yİ ORTADAN KALDIRMAK AMACIYLA FAALİYETLERE GİRİŞİR BAŞARILI OLUR AMA DEVLETHANE’NİN DAMINA SIĞINAN RAZİYE'DE BOŞ DURMAZ VE BURADAN YAPTIĞI HEYECANLI KONUŞMAYLA GALEYANA GELEN HALK, BAZI MELİKLERLE BİRLİKTE DEVLETHANE'Yİ KUŞATARAK SULTANIN ANNESİNİ TUTUKLAMIŞLAR VE RAZİYE'Yİ DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI TAHTINA OTURTMUŞLARDIR [8]. VE RAZİYE’NİN KATİLLER KATLEDİLMELİDİR'' EMRİ ÜZERİNE FİRUZ ŞAH 29 KASIM 1236'DA ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR [9]...

    SULTAN RAZİYE’NİN BAŞINDA OLDUĞU DEVLET ‘DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI’DIR [10].VE BÖYLECE TARİHTE İLK KEZ BİR TÜRK KADINI HÜKÜMDAR OLMUŞTUR...

    SULTAN RAZİYE, İLK İŞ OLARAK SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH ZAMANINDA İHMAL EDİLEN KANUN VE GELENEKLERİ TEKRAR CANLANDIRDI [11]. BÖYLECE KANUN HAKİMİYETİNİ SAĞLAYARAK YENİ BİR BARIŞ VE SÜKUNET DÖNEMİ BAŞLATMIŞ OLUYORDU. ONUN BU TAVRI ETKİSİNİ GÖSTERMİŞ VE SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH'A KARŞI İSYAN EDEN LAKHNAURİ VALİSİ MELİK İZZED-DİN TOGAN HAN TUĞUL RAZİYE'NİN YÜKSEK HAKİMİYETİNİ TANIDIĞINI BİLDİREREK YENİDEN MERKEZE BAĞLANDI BU HAREKETİNDEN DOLAYI DA MUHTARİYET SİMGESİ OLAN ÇETR VE KIRMIZI BAYRAK GÖNDERİLEREK GÖNLÜ HOŞ EDİLMİŞTİR.[12]...

    SAVAŞTA BAŞARILI BİR KOMUTAN
    SULTAN RAZİYE'NİN TAHTA GEÇİŞİNİ İZLEYEN EN ÖNEMLİ OLAY NUR TÜRK [13] ADLI ALİM BİR KİŞİNİN HİNDİSTAN'IN DEĞİŞİK BÖLGELERİNDEN BAŞINA TOPLADIĞI KARMATİ VE MÜLAHİDELERDEN [14]...

    OLUŞAN BİR GRUP İLE BAŞLATTIĞI İSYANDIR
    SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ ZAMANINDA VEZİRLİK MAKAMINDA OLAN TACİK ZÜMRESİNDEN NİZAMÜ'L-MÜLK MUHAMMED CÜNEYDİ, DAHA ÖNCE İSYAN ETTİKLERİ SIRADA KİLUGHARİ ‘DE SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH'I TERK EDEREK YANLARINA SIĞINDIĞI MELİK ‘ALA ED-DİN CANI, MELİK SEYF ED-DİN KUÇI, MELİK 'İZZED-DİN MUHAMMED SALARI VE MELİK 'İZZED-DİN KEBİR HAN AYAZ ARALARINDA ANLAŞARAK RAZİYE'NİN HAKİMİYETİNİ...

    TANIMAMIŞLARDIR DEHLİ ÖNLERİNE KADAR GELEN BU MELİKLER İLE ANLAŞMA SAĞLANAMAMASI ÜZERİNE OUDH VALİSİ MELİK NUSRET ED-DİN TAİSI ALDIĞI
    EMİRLE İSYANCILARA KARŞI HAREKETE GEÇMİŞ FAKAT GANJ NEHRİNİ GEÇERKEN ANİDEN SALDIRAN MELİK SEYF ED-DİN KUÇI'YE ESİR DÜŞEN TAİSİ BUNU ONUR MESELESİ YAPMIŞ VE BU DURUMA DAYANAMAYARAK KISA BİR SÜRE SONRA VEFAT ETMİŞTİR[15]...

    RAZİYE, ALDIĞI TEDBİRLER VE BÜYÜK BİR USTALIKLA UYGULADIĞI POLİTİKA [16] SAYESİNDE ÇOK GEÇMEDEN MUHALİFLERİN BÖLÜNMELERİNİ SAĞLAMIŞTIR. NİTEKİM SULTAN'IN TARAFINA ÇEKİLEN MELİK İZZED-DİN MUHAMMED SALARİ VASITASIYLA MELİK İZZED-DİN KEBİR HAN AYAZ DA MUHALİFLERDEN AYRILMIŞ VE BU İKİSİ İLE YAPILAN GİZLİ ANLAŞMA, DİĞERLERİNİN DAĞILMALARINA SEBEP OLMUŞTUR ANLAŞMAYA GÖRE BU İKİ MELİK, DİĞER İSYANCILARI YAKALAYARAK SULTAN'A TESLİM ETMEYİ KABUL ETMEKTEYDİLER GÜNÜMÜZ ARAŞTIRMACILARINDAN BAZILARI, BU MELİKLERİN ARKADAŞLARINA İHANET ETMEDİKLERİNİ, ANCAK SULTAN RAZİYE’NİN YAYDIĞI BÖYLE BİR DEDİKODUNUN MELİKLER ARASINDAKİ BİRLİĞİ PARÇALADIĞINIYAZMAKTA .17... İSELER DE KAYNAKLARIN AÇIK İFADELERİ BU SAVI KABUL ETMEMEKTEDİR...

    SULTAN RAZİYE'NİN TEDBİRLERİ KARŞISINDA SAVAŞ MEYDANINI BIRAKARAK HIZLA KAÇMAYA BAŞLAYAN İSYANCI MELİKLER KENDİLERİNİ TAKİP EDEN KUVVETLERİN ELLERİNDEN KURTULAMAYARAK ELE GEÇİRİLDİKLERİ ÇEŞİTLİ BÖLGELERDE ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR BU SIRADA SİRMUR TEPELERİNE KAÇAN NİZAMÜ'L-MÜLK MUHAMMED CÜNEYDİ DE ORADA ÖLDÜ BU OLAYDAN SONRA İYİCE GÜÇLENEN RAZİYE, DEVLET İŞLERİNİ YENİDEN DÜZENLEMEK ÜZERE HAREKETE GEÇTİ VE ÖNEMLİ MEVKİLERE KENDİSİNE TARAFTAR OLAN KİŞİLERİ GETİRDİ [18]...

    DEVLET OTORİTESİNİ YENİDEN SAĞLADI
    DEHLİ SULTANLIĞI YENİDEN HUZURA KAVUŞMUŞ, BU VESİLEYLE DE LAKHNAUTİ- DİPAL ARASINDA HÜKÜM SÜREN BÜTÜN EMİR VE MELİKLER DE BUYRUK ALTINA ALINMIŞLAR...

    SULTAN ŞEMS ED-DİN-DİN İLTUTMUŞ ZAMANINDA, 1226 YILINDA DEHLİ'YE BAĞLANAN RETENBUR ONUN ÖLÜMÜNDEN KISA BİR MÜDDET SONRA HİNDULAR TARAFINDAN KUŞATILMIŞ VE İÇ ÇEKİŞMELER YÜZÜNDEN GEREKLİ YARDIM GÖNDERİLEMEMİŞTİ SULTAN RAZİYE, TAHTTAKİ YERİNİ SAĞLAMLAŞTIRIP, DÜZENİ TEKRAR OTURTTUKTAN SONRA İLK İŞ OLARAK RETENBUR KALESİNDE MAHSUR KALAN MÜSLÜMANLARIN KURTARILMASI İÇİN ÇALIŞMALARA BAŞLADI. HAZIRLADIĞI GÜÇLÜ BİR ORDU, KUTLUĞ HAN ÜNVANIYLA ORDU NAİBLİĞİNE'' ATANAN MELİK SEYF ED-DIN AYBEG'İN ANİDEN ÖLMESİ YÜZÜNDEN MELİK KUTB ED-DİN HÜSEYİN KOMUTASINDA ÇOK AZ BİR GECİKMEYLE HAREKETE GEÇİLDİ...

    SULTAN RAZİYE, DEVLETİN ÖNEMLİ MEVKİLERİNDEN BİRİNE HABEŞ ASILLI MELİK CELALEDDİN’İ ATAMIŞ BU DURUM MELİKLER ARASINDA HOŞ KARŞILANMAMIŞ VE KADIN ELBİSELERİ VE ÖRTÜDEN ÇIKTIĞI, CÜPPE GİYİP, KÜLAH ÖRTEREK VE FİL ÜZERİNDE AÇIKÇA HALK ARASINDA DOLAŞTIĞI İÇİN ELEŞTİRMEYE YIPRATMAYA BAŞLAMIŞLAR, BU BAHANE İLE GALYUR BÖLGESİNDE KARIŞIKLIK BAŞLATMIŞLARDI SULTAN RAZİYE HÜKÜMDARLIK ORDUSUNU BÖLGEYE SEVK ETMİŞ VE KARIŞIKLIĞI SONA ERDİRMİŞTİR BU DEFA YİNE BİLİNMEYEN BİR NEDENLE PENCAP BÖLGESİNDE İSYAN BAŞLAMIŞ VE LAHOR VALİSİ KEBİR HAN AYAZ’IN GALYUR OLAYINDAN BAŞARISIZ ÇIKAN MERKEZDEKİ MUHALİFLER TARAFINDAN KIŞKIRTILDIĞI SANILMAKTA...
    SULTAN RAZİYE HÜKÜMDARLIK
    ORDUSUNUN BAŞINDA ISRARLA TAKİP SONUCU KEBİR HAN AYAZ GERİ ÇEKİLMİŞ AMA SULTAN RAZİYE İŞİNİ BİTİRME YERİNE ANLAŞMA YOLUNA GİTMİŞ VE AYAZ YENİDEN MERKEZE BAĞLANIRKEN, RAZİYE DE DEHLİ’YE GERİ DÖNMÜŞ DEHLİ’YE DÖNDÜKTEN 20 GÜN KADAR SONRA TABERHİNDE MELİKİ İHTİYAR ED-DIN- ALTUNİYE, HABEŞ ASILLI CEMALEDDİN YAKUT’UN ÜSTÜN MEVKİYE GETİRİLMESİNİ BAHANE EDEREK İSYAN ETMİŞ. BU İSYANI BASTIRMAK ÜZERE 3 NİSAN 1240 GÜNÜ BÜYÜK BİR ORDUYLA BAŞKENT’TEN AYRILIP TABERHİNDİ’YE ULAŞTIĞINDA TÜRK EMİR VE MELİKLER AYAKLANARAK CEMALEDDİN YAKUT’U ÖLDÜRMÜŞ, SULTAN RAZİYE’Yİ DE TABERHİNDE KALESİNE GÖNDERMİŞLERDİR RAZİYE, TABERHİNDE KALESİNDE HAPİSTE BULUNDUĞU SIRADA DEHLİ'DE ÖNEMLİ OLAYLAR CEREYAN ETMİŞ, NAİBÜ'L-MÜLK TAYİN EDİLEREK İKTİDARI ELE GEÇİREN MELİK İHTİYARED-DİN AYTİGİN ÖLDÜRÜLMÜŞ VE MELİK BEDRED-DİN...

    RUMİ, EMİR-İ HACİB OLARAK TAYİN EDİLMİŞTİ BU SIRADA TABERHİNDE MELİKİ MELİK İHTİYARED-DIN ALTUNİYE İLE RAZİYE DE EVLENMİŞTİ. BU EVLİLİK MELİK ALTUNİYE'NİN ÇOK YAKIN ARKADAŞININ İNTİKAMINI ALMAK İSTEMESİ VEYA HIRSI [19] KADAR RAZİYE'NİN DE PARLAK VAADLERİNİN BİR SONUCUDUR AYNI ZAMANDA.[20]...

    GİRİŞTİĞİ İLK HAREKETTE BAŞARILI OLAMAYARAK TABERHİNDE'YE GERİ DÖNEN RAZİYE, DAĞILAN BİRLİKLERİNİ TOPARLAYIP, YENİDEN DÜZENLEDİ BU SIRADA İSYAN EDEREK BAŞKENT'TEN AYRILAN MELİK İZZED-DİN MUHAMMED SALARI VE MELİK İHTİYARED-DİN KARAKAŞ HAN AYTİGİN'İN KUVVETLERİYLE KENDİLERİNE KATILMALARIYLA İYİCE GÜÇLENEN RAZİYE İLE ALTUNİYE'NİN BİRLEŞİK KUVVETLERİ, İKİNCİ KEZ DEHLİ ÜZERİNE YÜRÜDÜ ANCAK 13 EKİM 1240'DA

    21] DEHLİ KUVVETLERİ TEKRAR GALİP GELDİ BUNUN ÜZERİNE KAÇMAYA ÇALIŞAN RAZİYE'Yİ, KAYHTAL SINIRLARI YAKINLARINDA ETRAFINDAKİLERİN HEPSİ KENDİSİNİ TERK ETTİ DÜZ BİR ARAZİDE TEK BAŞINA, YORGUN OLDUĞU HALDE AÇ VE SUSUZ KALAN RAZİYE, BİR HİNDU ÇİFTÇİDEN İSTEDİĞİ EKMEĞİ YEDİKTEN SONRA YORGUNLUĞUN TESİRİYLE UYUDUĞU BİR SIRADA ÜZERİNDEKİ DEĞERLİ ELBİSELERE TAMAH EDEN SÖZ KONUSU HİNDU ÇİFTÇİ TARAFINDAN, 14 EKİM 1240 GÜNÜ ÖLDÜRÜLEREK [22], BİR TARLAYA GÖMÜLMÜŞTÜR. KISA SÜRE SONRA BU DURUM ANLAŞILMIŞ VE RAZİYE'NİN TEŞHİS EDİLEN CESEDİ, DİNİ TÖRENLE AYNI YERE TEKRAR DEFNEDİLMİŞTİR SONRALARI ÜZERİNE BİR KUBBE DE YAPILAN CEMNE NEHRİ KENARINDAKİ BU KABRİN BİR ZİYARETGAH HALİNE GELDİĞİNİ İBN BATTUTA HABER VERMEKTEDİR[23]...

    NEDEN TAHTTAN İNDİRİLDİ
    SULTAN RAZİYE, DEHLİ TÜRK DEVLETİNİN EN BÜYÜK HÜKÜMDARI OLDUĞU GİBİ HİND-TÜRK TARİHİNİN EN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLERİNDEN BİRİ OLARAK KABUL...

    EDİLMEKTE..FERASETLİ VE OLGUN OLMASININ YANI SIRA, HÜKÜMDARLIK İÇİN GEREKLİ PEK ÇOK ÖZELLİĞİ, BABASI TARAFINDAN DA TAKDİR EDİLDİĞİ GİBİ, ŞAHSINDA TOPLAMIŞ BULUNUYORDU...

    FİRİŞTE’NİN KAYITLARINA GÖRE SULTAN RAZİYE'NİN AYNI ZAMANDA ÇOK GÜZEL KUR'AN OKUDUĞU VE İYİ BİR EĞİTİM ALDIĞI [24] ANLAŞILMIŞ; İBN BATTUTA RAZİYE İÇİN YAY KUŞANMIŞ OLDUĞU VE MAİYETİ ETRAFINDA BULUNDUĞU HALDE ERKEK GİBİ ATA BİNER VE YÜZÜNÜ ÖRTMEZDİ." DEMEKTEDİR[25]...

    CÜZCANİ,ONUN FİLE BİNDİĞİNİ AÇIKÇA BELİRTMESİNE RAĞMEN ATA BİNDİĞİNDEN HİÇ BAHSETMEMEKTEDİR DOLAYISIYLA İSEMI VE NİZAM ED-DIN AHMED'İN KAYDETTİKLERİ ŞEKİLDE, RAZİYE'NİN ATA BİNERKEN HABEŞ ASILLI MEMLUK EMIR-I AHUR CEMAL ED-DİN YAKUT TARAFINDAN KOLTUK ALTINDAN TUTULARAK YARDIM EDİLMESİ [26] GİBİ ONUN TERBİYESİ ALEYHİNE YÖNELTİLEN VE DAHA SONRAKİ ESERLERDE DE SIKÇA TEKRAR EDİLEN [27] BİR TAKIM İDDİALARIN EN UFAK BİR İMA YOLUYLA DA OLSA CÜZCANİ'NİN KAYITLARINDA yer ALMAMIŞTIR...

    SULTAN RAZİYE, SULTANLIĞI’NIN SON DÖNEMLERİNDE TAM BİR ERKEK KİMLİĞİNE BÜRÜNMÜŞ, ELBİSELERİNİ ATMIŞ VE FİLE BİNEREK HALK ARASINA ÇIKMIŞTI [28]. YUKARIDA DA BELİRTİLDİĞİ GİBİ BU TAVRIYLA BİRLİKTE TOPLANTILARA VE HALKIN ARASINA YÜZÜ AÇIK OLDUĞU HALDE KATILMASI [29] ELEŞTİRİLERE SEBEP...

    OLMUŞTUR. SULTAN RAZİYE, ADETA ÇELİKTEN BİR ELLE HAKİMİYETİNİ BİR MÜDDET DAHA SÜRDÜRDÜĞÜ HALDE, BU KONU ONUN TAHTTAN İNDİRİLMESİ İÇİN ÖNEMLİ BİR NEDEN SAYILMIŞTIR. KİRMAN SELÇUKLULARINDA GÖRÜLEN [30] VE DAHA SONRA BALABAN'IN DA İFADE ETTİĞİ GİBİ O DÖNEMİN GENEL EĞİLİMİNE GÖRE HÜKÜMDARIN ASKERE VE HALKA YÜZÜNÜ FAZLA GÖSTERMESİ PEK HOŞ KARŞILANMAMAKTAYDI [31]...

    İSEMI DE AKILLI KADINLARIN BAŞINA KÜLAH YARAMADI Kİ, ERKEKLERİN BAŞINA HUZURDAN HUSUSİ VA'ZEDİLDİ.(ALAH TARAFINDAN VERİLDİ)... (ÖYLEYSE BİZ) MEMLEKET GELİRİNİ BİR ERKEĞE VERELİM, ONUN BAŞINA EFENDİLİK KÜLAHINI KOYALIM [32] DİYEREK, TÜRK EMİR VE MELİKLERİ HAREKETE GEÇİREN ESAS GEREKÇEYİ BÖYLE AÇIKLAMIŞTIR...

    DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİ
    SULTAN RAİZYE ASKERİ VE SİYASİ DEHASININ YANI SIRA HİÇ TE AZIMSANMAYACAK ŞEKİLDE ŞİİR YAZMAYA DA YETENEĞİ VARDIR
    YALNIZ TÜRK TARİHİNDE DEĞİL, DÜNYA TARİHİNDE BİLE BİR BENZERİNE RASTLANMAYAN İFTİHAR EDİLECEK BİR...

    TÜRK KADINI TİPİNİ TEMSİL ETMEKTEDİR. YAŞADIĞI FELAKETLERE RAĞMEN, YILMAYAN EMSALSİZ CESARET VE YİĞİTLİĞİ YANINDA SULTAN RAZİYE'NİN BİR ÖZELLİĞİ DAHA VARDI, ŞİİR. ŞİİRE KARŞI BÜYÜK BİR YETENEK OLDUĞU KAYITLARA GEÇMİŞ VE ŞİRİN-İ-DİHLEVI'' VEYA ŞİRİN-İ GUN'' MAHLASLARIYLA YAZDIĞI BEYİTLERİ KENDİ ZAMANINDAKİ TÜRK-FARS EDEBİYATININ EN GÜZEL ÖRNEKLERİ OLDUĞU KABUL EDİLMEKTEDİR.[33] HİNT’LİLER...

    DUYGU DÜNYASININ ZENGİNLİĞİ YANINDA İYİ BİR YÖNETİCİ ÖZELLİKLERİNİ DE SERGİLEYEN GÜÇLÜ İRADELİ BU KADIN ŞAİRİMİZİ DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİDİR DİYE İSİMLENDİRMEK ABARTI OLMAMALIDIR
    FARSÇA YAZDIĞI ŞİİRLERİNDEN BAZI SATIRLAR MAGE-İ REHMENİ’NİN PERDENEŞİNAN-İ SUHENGUY’DAN ŞÖYLEDİR [34]...

    BİZİM BAŞIMIZA HEP NE GELİRSE HEP BİZDENDİR, BİÇARE GÖNLÜN NE SUÇU VAR O ZAVALLI DA BİZİM SEBEPSİZ GAMIMIZDAN ÖLMÜŞTÜR....
    ***
    BEN AYAĞIMIN BEREKETİ İLE FELEĞİ SALTANAT TAHTI YAPAR, HÜMA’NIN KANADINI DA SİNEKLERİ KOVMAK HİZMETİNDE KULLANIRIM...
    ***
    EY ŞİRİN GEL, MUHABBET YOLUNA ADIM ATMA, BUNDAN SAKIN SEN YOKSA BU YOLDA FERHAD’IN BAŞINA GELENLERİ İŞİTMEDİN Mİ...
    ****
    ONUN YÜZÜNÜ GÖRMEDİĞİM HALDE, GÖZ BEBEĞİ GİBİ, ONA GÖZÜMÜN İÇİNDE YER VERDİM...
    ****
    BEN SENİN ADINI İŞİTMEDİĞİM VE YÜZÜNÜ GÖRMEDİĞİM HALDE,
    GÖZÜM GİBİ SEVERİM SENİ...
    ****
    GÜNEŞİN IŞINLARININ TİTREMESİ,
    BİZİM KILIÇ GİBİ OLAN GAZAPLI BAKIŞLARIMIZDAN KORKTUĞU İÇİN DEĞİL DE NEDENDİR...

    SULTAN RAZİYE , SALTANATI ESNASINDA, KENDİSİNDEN ÇOK SONRA HİNDİSTAN İMPARATORU İLAN EDİLEN İNGİLTERE KRALİÇESİ ELİZABETH II GİBİ KADINSI DAVRANIŞLAR GÖSTERMEMİŞTİR. M. AZİZ AHMAD'İN DE BELİRTTİĞİ ÜZERE, HER YÖNDEN ERKEK GİBİ KUVVETLİ, HATTA ERKEK BİLE OLDUĞU RİVAYET EDİLEN BİR TÜRK KADINI OLUP HÜKÜMDARLIĞI SIRASINDA HAREM ENTRİKALARI YERİNE HALKIN ARASINA GİREREK ONLARA VE TÜRK EMİR VE MELİKLERE KARŞILARINDAKİNİN GÜZEL bir KADIN OLDUĞUNU UNUTTURMUŞTUR [35]...

    SULTAN RAZİYE İÇİN CÜZCANI HER NE KADAR BÜYÜK, AKILLI, ADALETLİ, KERİM, ALİMLERİ HOŞ TUTAN, ADİL...

    ADALET YAYAN, AHALİSİNİ BESLEYEN VE ORDU-ÇEKEN BİR PADİŞAHTI. PADİŞAHLARA GEREKEN BÜTÜN VASIFLARLA DONANMIŞTI. FAKAT, YARATILIŞTA ERKEKLERİN HESABINDAN NASİBİNİ ALMAMIŞTI BÜTÜN BU SEÇKİN SIFATLAR ONA NE FAYDA VERİR [36] DEMEKTE İSE DE, ERKEKLER ARASINDA BİR KADININ GÖSTEREBİLECEĞİ DAVRANIŞLARI ASLA YAPMAYAN VE BÖYLELİKLE AYRI CİNSTEN OLMANIN ORTAYA ÇIKARACAĞI OLUMSUZLUKLARI BÜYÜK ÖLÇÜDE GİDERMEYİ BAŞARAN RAZİYE, AYNI ZAMANDA AKTİF VE GÜÇLÜ BİR SİYASET UYGULAMAKTAN DA GERİ KALMAMIŞTIR...

    SULTAN RAZİYE, MELİKLERCE TAHTTAN İNDİRİLMEK İSTENDİĞİNDE BUNU KABUL ETMEMİŞ, KURMAK İSTEDİĞİ DÜZENİ SONUNA KADAR GÖTÜRMEK HUSUSUNDAKİ AZMİNİ, SALTANATI ELE GEÇİRMEK İÇİN ÜST ÜSTE YAPTIĞI VE HAYATINA MAL OLAN HAMLELERLE GÖSTERMİŞTİR...

    BUNUN YANINDA ALİGARH MUSLİM UNİVERSİTESİ PROFESÖRLERİNDEN DR. EKMEL EYYUBİ’NİN ORD. PROF. DR. AZ. VELİDI TOGAN'A ATFEN VERDİĞİ BİLGİYE [37] GÖRE,SULTAN RAZİYE'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİNİN TOPLANDIĞI BİR DİVANI DA BULUNMAKTADIR EĞER BU BİLGİ DOĞRULANIRSA, SULTAN RAZİYE, TÜRK VE DÜNYA EDEBİYATI TARİHİNİN, BİLİNEN İLK TÜRK KADIN ŞAİRLİĞİNİN YANI SIRA İLK TÜRKÇE DİVAN SAHİBİ OLMA VASFINI DA KAZANACAKTIR BU DİVAN...

    HİNDİSTAN’DA BULUNMAKTA VE HİNTLİLER SULTAN RAZİYE’NİN BİR TÜRK DEĞİL, HİNTLİ OLDUĞUNU İDDİA ETMEKTEDİRLER TÜRKÇE DİVAN’IN YAKIŞACAĞI YER DE TÜRKİYE’DE BİR ŞİİR MÜZESİ OLMALI VE ORASI OLMALIDIR...

    SULTAN RAZİYE O DÖNEM GELENEKLERİNİN AKSİNE KADIN ELBİSELERİ VE ÖRTÜDEN ÇIKTIĞI, CÜPPE GİYİP, KÜLAH ÖRTEREK HALKIN ARASINDA DOLAŞTIĞI İÇİN ELEŞTİRİLER ALMIŞTIR[38]...

    KIYAFETTE DEVRİM YAPMIŞ VE O DÖNEMDEKİ GELENEKLERİN AKSİNE YÜZÜNÜ ÖRTMEYEN, ÇOK İYİ KUR'AN OKUYAN, YÖNETİCİLİK YETENEĞİ MÜKEMMEL CESUR, AKILLI, ZEKİ VE ŞAİR OLAN RAZİYE’NİN TÜM DÜNYAYA DUYURULMASI GEREKMEKTEDİR AYNI ZAMANDA TÜRKÇE DİVAN’I DA BİZİM KIYMETLİ ESERLERİMİZİN ARASINA KATILMALIDIR !..
    TÜRK RAZİYE BEGÜM SULTAN... RAZİYE BEGÜM SULTAN 'I BİLİYOR MUSUNUZ DELHİ –HİNDİSTAN-TÜRK SULTANLIĞI DOÇ.DR.BAHRİYE ÜÇOK / İSLAM DEVLETLERİNDE TÜRK NAİBELER VE TÜRK KADIN HÜKÜMDARLAR HİNDİSTAN’I, X. ASIRDAN XIX. ASIRDAKİ İNGİLİZ İŞGALİNE GELİNCEYE KADAR ASIRLARCA TÜRK ASILLI HANEDANLAR İDARE ETTİ BU MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİNDEN BİRİSİ DE KUTUB ŞAHLARDIR... SULTAN RAZİYE (1236-1240), ŞEMSED-DİN İLTUTMUŞ'UN, KARISI TÜRKAN/TERKEN HATUN'DAN'] DOĞAN KIZIDIR VE GELENEKLERİN AKSİNE EVLENDİRİLMEYEREK BÜYÜK BİR TİTİZLİKLE GELECEĞE HAZIRLANMIŞTIR... İNGİLTERE KRALİÇESİ I.MARY’DEN[1] 318 yıl, EN ÇOK BİLİNEN KADIN HÜKÜMDAR KRALİÇE I.ELİZABETH’DEN 322 YIL, BÜYÜK BRİTANYA İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE HİNDİSTAN İMPARATORU İLAN EDİLEN KRALİÇE VİCTORİA I.(1837-19019)’DEN DE 600 YIL ÖNCE ÖNCE HÜKÜMDARLIK YAPMIŞ, AKTİF VE GÜÇLÜ BİR SİYASET UYGULAMAKTAN DA GERİ KALMAYARAK 4 YIL TAHTTA OTURMUŞ , DÜNYA TARİHİNDE BENZERİNE RASTLANMAYAN, ONUR DUYULACAK VE EMSALSİZ CESARET ÖRNEKLERİYLE DOLU BİR TÜRK KADINI OLAN DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI’NIN HÜKÜMDARI OLAN SULTAN RAZİYE, AYNI ZAMANDA TARİHTEKİ İLK TÜRK KADIN HÜKÜMDARDIR... HİNDİSTAN TARİHİNİN ÖNEMLİ KAYNAKLARINDAN BİRİ OLAN CÜZCANİ, BU DEVLETİN ADINDAN “SELATİN-İ HİND ” DİYE BAHSETMİŞ VE SONRAKİ KAYNAKLARDA GENELDE BU ŞEKİLDE TEKRAR EDİLMİŞ, ANCAK GÜNÜMÜZ ARAŞTIRMACILARININ DELHİ SULTANLIĞI ” DİYE BELİRTTİKLERİ BU ADIN “DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI [2]/DEVLETİ OLMASI GEREKTİĞİ DEĞERLİ TARİHÇİ DOÇ.DR.SALİM ÇÖHÇE TARAFINDAN İFADE EDİLMEKTEDİR. “DEHLİ ” SÖYLEMİ TÜM İSLAM KAYNAKLARINDAN KAYDEDİLEN ŞEKLİDİR VE İNGİLİZLER TARAFINDAN KENDİ TELAFFUZLARINA UYGUN OLARAK 19. YY DA DELHİ ” OLARAK DEĞİŞTİRİLMİŞTİR... SULTAN RAZİYE (1236-1240), ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN ÇOK SEVİP, SAYDIĞI VE HAREMİNİN BAŞKADINI OLARAK KÖŞKÜ FİRUZİ'DE OTURMAYA LAYIK GÖRDÜĞÜ KARISI TÜRKAN/TERKEN HATUN'DAN [3] DOĞAN KIZIDIR VE GELENEKLERİN AKSİNE EVLENDİRİLMEYEREK, BÜYÜK BİR TİTİZLİKLE GELECEĞE HAZIRLANMIŞTIR... PADİŞAHIN EMRİNİ UYGULAMADILAR SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ, 1233 YILI BAŞLARINDA MÜRİF-İ MEMALİK TACÜ’L-MÜLK MAHMUD'A, RAZİYE'Yİ VELİAHD OLARAK TAYİN ETTİĞİNİ BELİRTEN BİR FERMAN YAZMASINI EMRETMİŞ ANCAK BU DAVRANIŞA, SULTAN'A YAKINLIĞI İLE TANINAN MEMLUK ASILLI TÜRK MELİKLERİ SALTANATA LAYIK, YETİŞMİŞ OĞULLARI VARKEN BİR KIZIN İSLAM MÜLKÜNE VELİAHD YAPILMASININ HİKMETİ NEDİR ŞEKLİNDE İTİRAZ ETMİŞLER VE SÖZ KONUSU MELİKLER BU DURUMUN KENDİLERİNCE MÜNASİP... GÖRÜLMEDİĞİNİ DE AÇIKÇA BİZZAT SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'A BİLDİRMİŞLERDİR. BUNUN ÜZERİNE SULTAN, "BENİM OĞULLARIM İŞRET VE GENÇLİK ZEVKLERİYLE MEŞGULDÜRLER. HİÇBİRİSİNDE MEMLEKET İDARE EDECEK KABİLİYET YOKTUR DOLAYISIYLA ÜLKEDEKİ DÜZENİ MUHAFAZA EDEMEZLER. BİLİNİZ Kİ, BENİM ÖLÜMÜMDEN SONRA VELİAHDLIĞA HİÇBİRİSİ RAZİYE'DEN DAHA LAYIK DEĞİLDİR ”[4] “ZİRA, RAZİYE HER YÖNDEN ERKEK KARDEŞLERİNDEN ÜSTÜNDÜR. GERÇİ ŞEKLEN KADINDIR AMA, ZEKA VE BASİRETİ ERKEKTEN FARKSIZDIR “[5] SÔZLERİYLE DEVLET İDARESİNDE ALIŞILMIŞIN DIŞINDA KARARLAR ALMIŞ, ASKERİ BİR TOPLUMA KADIN BİR HÜKÜMDAR ADAYI GÖSTERECEK KADAR GERÇEKÇİ VE SAĞLIKLI DÜŞÜNMÜŞTÜR... SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN VASİYETİ VE KENDİSİNDEN SONRA YERİNE GEÇECEK HÜKÜMDARI BİZZAT BELİRLEMESİNE RAĞMEN ONUN ÖLÜMÜNDEN SONRA TÜRK EMİR VE MELİKLER BUNU UYGULAMADILAR [6] VE ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN OĞLU FİRUZ ŞAH’I TAHTA GEÇİRDİLER... TARİHTE MÜSLÜMAN TÜRKLERİN İLK KADIN HÜKÜMDARI... BABASININ DA BELİRTTİĞİ ÜZERE DEVLETİ YÖNETECEK NİTELİĞE SAHİP OLMAYAN FİRUZ ŞAH EĞLENCE VE SEFAYA DALARAK BABASININ BİN BİR GÜÇLÜKLE TOPLADIĞI HAZİNEYİ BOŞALTMIŞ TECRÜBELİ YÖNETİCİLERİNİN SÖZLERİNE ÖNEM VERMEMESİ YÜZÜNDEN DE DEVLET İDARESİ TAM bir KARGAŞA İÇİNE SÜRÜKLENMİŞ ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ’UN, FİRUZ ŞAH YERİNE RAZİYE’Yİ TAHTA GEÇİRMEK İSTEMESİNDEKİ NEDEN DE BU İDİ... OĞLUNUN BASİRETSİZ YÖNETİMİNDEN İSTİFADE EDEREK GÜÇ KAZANAN SULTAN'IN ANNESİ [7], DAHA ÖNCE KISKANDIĞI PEK ÇOK CARİYEYİ ÇEŞİTLİ ZULÜMLERE MARUZ BIRAKTIRDIĞI GİBİ BUNLARDAN BAZILARINI DA ÖLDÜRTEREK SARAYDA ADALETSİZ VE... KANLI SAHNELERE NEDEN OLDUĞU GİBİ BAŞKENT'TE SALTANATA ORTAK OLMAMASI İÇİN RAZİYE'Yİ ORTADAN KALDIRMAK AMACIYLA FAALİYETLERE GİRİŞİR BAŞARILI OLUR AMA DEVLETHANE’NİN DAMINA SIĞINAN RAZİYE'DE BOŞ DURMAZ VE BURADAN YAPTIĞI HEYECANLI KONUŞMAYLA GALEYANA GELEN HALK, BAZI MELİKLERLE BİRLİKTE DEVLETHANE'Yİ KUŞATARAK SULTANIN ANNESİNİ TUTUKLAMIŞLAR VE RAZİYE'Yİ DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI TAHTINA OTURTMUŞLARDIR [8]. VE RAZİYE’NİN KATİLLER KATLEDİLMELİDİR'' EMRİ ÜZERİNE FİRUZ ŞAH 29 KASIM 1236'DA ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR [9]... SULTAN RAZİYE’NİN BAŞINDA OLDUĞU DEVLET ‘DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI’DIR [10].VE BÖYLECE TARİHTE İLK KEZ BİR TÜRK KADINI HÜKÜMDAR OLMUŞTUR... SULTAN RAZİYE, İLK İŞ OLARAK SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH ZAMANINDA İHMAL EDİLEN KANUN VE GELENEKLERİ TEKRAR CANLANDIRDI [11]. BÖYLECE KANUN HAKİMİYETİNİ SAĞLAYARAK YENİ BİR BARIŞ VE SÜKUNET DÖNEMİ BAŞLATMIŞ OLUYORDU. ONUN BU TAVRI ETKİSİNİ GÖSTERMİŞ VE SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH'A KARŞI İSYAN EDEN LAKHNAURİ VALİSİ MELİK İZZED-DİN TOGAN HAN TUĞUL RAZİYE'NİN YÜKSEK HAKİMİYETİNİ TANIDIĞINI BİLDİREREK YENİDEN MERKEZE BAĞLANDI BU HAREKETİNDEN DOLAYI DA MUHTARİYET SİMGESİ OLAN ÇETR VE KIRMIZI BAYRAK GÖNDERİLEREK GÖNLÜ HOŞ EDİLMİŞTİR.[12]... SAVAŞTA BAŞARILI BİR KOMUTAN SULTAN RAZİYE'NİN TAHTA GEÇİŞİNİ İZLEYEN EN ÖNEMLİ OLAY NUR TÜRK [13] ADLI ALİM BİR KİŞİNİN HİNDİSTAN'IN DEĞİŞİK BÖLGELERİNDEN BAŞINA TOPLADIĞI KARMATİ VE MÜLAHİDELERDEN [14]... OLUŞAN BİR GRUP İLE BAŞLATTIĞI İSYANDIR SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ ZAMANINDA VEZİRLİK MAKAMINDA OLAN TACİK ZÜMRESİNDEN NİZAMÜ'L-MÜLK MUHAMMED CÜNEYDİ, DAHA ÖNCE İSYAN ETTİKLERİ SIRADA KİLUGHARİ ‘DE SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH'I TERK EDEREK YANLARINA SIĞINDIĞI MELİK ‘ALA ED-DİN CANI, MELİK SEYF ED-DİN KUÇI, MELİK 'İZZED-DİN MUHAMMED SALARI VE MELİK 'İZZED-DİN KEBİR HAN AYAZ ARALARINDA ANLAŞARAK RAZİYE'NİN HAKİMİYETİNİ... TANIMAMIŞLARDIR DEHLİ ÖNLERİNE KADAR GELEN BU MELİKLER İLE ANLAŞMA SAĞLANAMAMASI ÜZERİNE OUDH VALİSİ MELİK NUSRET ED-DİN TAİSI ALDIĞI EMİRLE İSYANCILARA KARŞI HAREKETE GEÇMİŞ FAKAT GANJ NEHRİNİ GEÇERKEN ANİDEN SALDIRAN MELİK SEYF ED-DİN KUÇI'YE ESİR DÜŞEN TAİSİ BUNU ONUR MESELESİ YAPMIŞ VE BU DURUMA DAYANAMAYARAK KISA BİR SÜRE SONRA VEFAT ETMİŞTİR[15]... RAZİYE, ALDIĞI TEDBİRLER VE BÜYÜK BİR USTALIKLA UYGULADIĞI POLİTİKA [16] SAYESİNDE ÇOK GEÇMEDEN MUHALİFLERİN BÖLÜNMELERİNİ SAĞLAMIŞTIR. NİTEKİM SULTAN'IN TARAFINA ÇEKİLEN MELİK İZZED-DİN MUHAMMED SALARİ VASITASIYLA MELİK İZZED-DİN KEBİR HAN AYAZ DA MUHALİFLERDEN AYRILMIŞ VE BU İKİSİ İLE YAPILAN GİZLİ ANLAŞMA, DİĞERLERİNİN DAĞILMALARINA SEBEP OLMUŞTUR ANLAŞMAYA GÖRE BU İKİ MELİK, DİĞER İSYANCILARI YAKALAYARAK SULTAN'A TESLİM ETMEYİ KABUL ETMEKTEYDİLER GÜNÜMÜZ ARAŞTIRMACILARINDAN BAZILARI, BU MELİKLERİN ARKADAŞLARINA İHANET ETMEDİKLERİNİ, ANCAK SULTAN RAZİYE’NİN YAYDIĞI BÖYLE BİR DEDİKODUNUN MELİKLER ARASINDAKİ BİRLİĞİ PARÇALADIĞINIYAZMAKTA .17... İSELER DE KAYNAKLARIN AÇIK İFADELERİ BU SAVI KABUL ETMEMEKTEDİR... SULTAN RAZİYE'NİN TEDBİRLERİ KARŞISINDA SAVAŞ MEYDANINI BIRAKARAK HIZLA KAÇMAYA BAŞLAYAN İSYANCI MELİKLER KENDİLERİNİ TAKİP EDEN KUVVETLERİN ELLERİNDEN KURTULAMAYARAK ELE GEÇİRİLDİKLERİ ÇEŞİTLİ BÖLGELERDE ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR BU SIRADA SİRMUR TEPELERİNE KAÇAN NİZAMÜ'L-MÜLK MUHAMMED CÜNEYDİ DE ORADA ÖLDÜ BU OLAYDAN SONRA İYİCE GÜÇLENEN RAZİYE, DEVLET İŞLERİNİ YENİDEN DÜZENLEMEK ÜZERE HAREKETE GEÇTİ VE ÖNEMLİ MEVKİLERE KENDİSİNE TARAFTAR OLAN KİŞİLERİ GETİRDİ [18]... DEVLET OTORİTESİNİ YENİDEN SAĞLADI DEHLİ SULTANLIĞI YENİDEN HUZURA KAVUŞMUŞ, BU VESİLEYLE DE LAKHNAUTİ- DİPAL ARASINDA HÜKÜM SÜREN BÜTÜN EMİR VE MELİKLER DE BUYRUK ALTINA ALINMIŞLAR... SULTAN ŞEMS ED-DİN-DİN İLTUTMUŞ ZAMANINDA, 1226 YILINDA DEHLİ'YE BAĞLANAN RETENBUR ONUN ÖLÜMÜNDEN KISA BİR MÜDDET SONRA HİNDULAR TARAFINDAN KUŞATILMIŞ VE İÇ ÇEKİŞMELER YÜZÜNDEN GEREKLİ YARDIM GÖNDERİLEMEMİŞTİ SULTAN RAZİYE, TAHTTAKİ YERİNİ SAĞLAMLAŞTIRIP, DÜZENİ TEKRAR OTURTTUKTAN SONRA İLK İŞ OLARAK RETENBUR KALESİNDE MAHSUR KALAN MÜSLÜMANLARIN KURTARILMASI İÇİN ÇALIŞMALARA BAŞLADI. HAZIRLADIĞI GÜÇLÜ BİR ORDU, KUTLUĞ HAN ÜNVANIYLA ORDU NAİBLİĞİNE'' ATANAN MELİK SEYF ED-DIN AYBEG'İN ANİDEN ÖLMESİ YÜZÜNDEN MELİK KUTB ED-DİN HÜSEYİN KOMUTASINDA ÇOK AZ BİR GECİKMEYLE HAREKETE GEÇİLDİ... SULTAN RAZİYE, DEVLETİN ÖNEMLİ MEVKİLERİNDEN BİRİNE HABEŞ ASILLI MELİK CELALEDDİN’İ ATAMIŞ BU DURUM MELİKLER ARASINDA HOŞ KARŞILANMAMIŞ VE KADIN ELBİSELERİ VE ÖRTÜDEN ÇIKTIĞI, CÜPPE GİYİP, KÜLAH ÖRTEREK VE FİL ÜZERİNDE AÇIKÇA HALK ARASINDA DOLAŞTIĞI İÇİN ELEŞTİRMEYE YIPRATMAYA BAŞLAMIŞLAR, BU BAHANE İLE GALYUR BÖLGESİNDE KARIŞIKLIK BAŞLATMIŞLARDI SULTAN RAZİYE HÜKÜMDARLIK ORDUSUNU BÖLGEYE SEVK ETMİŞ VE KARIŞIKLIĞI SONA ERDİRMİŞTİR BU DEFA YİNE BİLİNMEYEN BİR NEDENLE PENCAP BÖLGESİNDE İSYAN BAŞLAMIŞ VE LAHOR VALİSİ KEBİR HAN AYAZ’IN GALYUR OLAYINDAN BAŞARISIZ ÇIKAN MERKEZDEKİ MUHALİFLER TARAFINDAN KIŞKIRTILDIĞI SANILMAKTA... SULTAN RAZİYE HÜKÜMDARLIK ORDUSUNUN BAŞINDA ISRARLA TAKİP SONUCU KEBİR HAN AYAZ GERİ ÇEKİLMİŞ AMA SULTAN RAZİYE İŞİNİ BİTİRME YERİNE ANLAŞMA YOLUNA GİTMİŞ VE AYAZ YENİDEN MERKEZE BAĞLANIRKEN, RAZİYE DE DEHLİ’YE GERİ DÖNMÜŞ DEHLİ’YE DÖNDÜKTEN 20 GÜN KADAR SONRA TABERHİNDE MELİKİ İHTİYAR ED-DIN- ALTUNİYE, HABEŞ ASILLI CEMALEDDİN YAKUT’UN ÜSTÜN MEVKİYE GETİRİLMESİNİ BAHANE EDEREK İSYAN ETMİŞ. BU İSYANI BASTIRMAK ÜZERE 3 NİSAN 1240 GÜNÜ BÜYÜK BİR ORDUYLA BAŞKENT’TEN AYRILIP TABERHİNDİ’YE ULAŞTIĞINDA TÜRK EMİR VE MELİKLER AYAKLANARAK CEMALEDDİN YAKUT’U ÖLDÜRMÜŞ, SULTAN RAZİYE’Yİ DE TABERHİNDE KALESİNE GÖNDERMİŞLERDİR RAZİYE, TABERHİNDE KALESİNDE HAPİSTE BULUNDUĞU SIRADA DEHLİ'DE ÖNEMLİ OLAYLAR CEREYAN ETMİŞ, NAİBÜ'L-MÜLK TAYİN EDİLEREK İKTİDARI ELE GEÇİREN MELİK İHTİYARED-DİN AYTİGİN ÖLDÜRÜLMÜŞ VE MELİK BEDRED-DİN... RUMİ, EMİR-İ HACİB OLARAK TAYİN EDİLMİŞTİ BU SIRADA TABERHİNDE MELİKİ MELİK İHTİYARED-DIN ALTUNİYE İLE RAZİYE DE EVLENMİŞTİ. BU EVLİLİK MELİK ALTUNİYE'NİN ÇOK YAKIN ARKADAŞININ İNTİKAMINI ALMAK İSTEMESİ VEYA HIRSI [19] KADAR RAZİYE'NİN DE PARLAK VAADLERİNİN BİR SONUCUDUR AYNI ZAMANDA.[20]... GİRİŞTİĞİ İLK HAREKETTE BAŞARILI OLAMAYARAK TABERHİNDE'YE GERİ DÖNEN RAZİYE, DAĞILAN BİRLİKLERİNİ TOPARLAYIP, YENİDEN DÜZENLEDİ BU SIRADA İSYAN EDEREK BAŞKENT'TEN AYRILAN MELİK İZZED-DİN MUHAMMED SALARI VE MELİK İHTİYARED-DİN KARAKAŞ HAN AYTİGİN'İN KUVVETLERİYLE KENDİLERİNE KATILMALARIYLA İYİCE GÜÇLENEN RAZİYE İLE ALTUNİYE'NİN BİRLEŞİK KUVVETLERİ, İKİNCİ KEZ DEHLİ ÜZERİNE YÜRÜDÜ ANCAK 13 EKİM 1240'DA 21] DEHLİ KUVVETLERİ TEKRAR GALİP GELDİ BUNUN ÜZERİNE KAÇMAYA ÇALIŞAN RAZİYE'Yİ, KAYHTAL SINIRLARI YAKINLARINDA ETRAFINDAKİLERİN HEPSİ KENDİSİNİ TERK ETTİ DÜZ BİR ARAZİDE TEK BAŞINA, YORGUN OLDUĞU HALDE AÇ VE SUSUZ KALAN RAZİYE, BİR HİNDU ÇİFTÇİDEN İSTEDİĞİ EKMEĞİ YEDİKTEN SONRA YORGUNLUĞUN TESİRİYLE UYUDUĞU BİR SIRADA ÜZERİNDEKİ DEĞERLİ ELBİSELERE TAMAH EDEN SÖZ KONUSU HİNDU ÇİFTÇİ TARAFINDAN, 14 EKİM 1240 GÜNÜ ÖLDÜRÜLEREK [22], BİR TARLAYA GÖMÜLMÜŞTÜR. KISA SÜRE SONRA BU DURUM ANLAŞILMIŞ VE RAZİYE'NİN TEŞHİS EDİLEN CESEDİ, DİNİ TÖRENLE AYNI YERE TEKRAR DEFNEDİLMİŞTİR SONRALARI ÜZERİNE BİR KUBBE DE YAPILAN CEMNE NEHRİ KENARINDAKİ BU KABRİN BİR ZİYARETGAH HALİNE GELDİĞİNİ İBN BATTUTA HABER VERMEKTEDİR[23]... NEDEN TAHTTAN İNDİRİLDİ SULTAN RAZİYE, DEHLİ TÜRK DEVLETİNİN EN BÜYÜK HÜKÜMDARI OLDUĞU GİBİ HİND-TÜRK TARİHİNİN EN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLERİNDEN BİRİ OLARAK KABUL... EDİLMEKTE..FERASETLİ VE OLGUN OLMASININ YANI SIRA, HÜKÜMDARLIK İÇİN GEREKLİ PEK ÇOK ÖZELLİĞİ, BABASI TARAFINDAN DA TAKDİR EDİLDİĞİ GİBİ, ŞAHSINDA TOPLAMIŞ BULUNUYORDU... FİRİŞTE’NİN KAYITLARINA GÖRE SULTAN RAZİYE'NİN AYNI ZAMANDA ÇOK GÜZEL KUR'AN OKUDUĞU VE İYİ BİR EĞİTİM ALDIĞI [24] ANLAŞILMIŞ; İBN BATTUTA RAZİYE İÇİN YAY KUŞANMIŞ OLDUĞU VE MAİYETİ ETRAFINDA BULUNDUĞU HALDE ERKEK GİBİ ATA BİNER VE YÜZÜNÜ ÖRTMEZDİ." DEMEKTEDİR[25]... CÜZCANİ,ONUN FİLE BİNDİĞİNİ AÇIKÇA BELİRTMESİNE RAĞMEN ATA BİNDİĞİNDEN HİÇ BAHSETMEMEKTEDİR DOLAYISIYLA İSEMI VE NİZAM ED-DIN AHMED'İN KAYDETTİKLERİ ŞEKİLDE, RAZİYE'NİN ATA BİNERKEN HABEŞ ASILLI MEMLUK EMIR-I AHUR CEMAL ED-DİN YAKUT TARAFINDAN KOLTUK ALTINDAN TUTULARAK YARDIM EDİLMESİ [26] GİBİ ONUN TERBİYESİ ALEYHİNE YÖNELTİLEN VE DAHA SONRAKİ ESERLERDE DE SIKÇA TEKRAR EDİLEN [27] BİR TAKIM İDDİALARIN EN UFAK BİR İMA YOLUYLA DA OLSA CÜZCANİ'NİN KAYITLARINDA yer ALMAMIŞTIR... SULTAN RAZİYE, SULTANLIĞI’NIN SON DÖNEMLERİNDE TAM BİR ERKEK KİMLİĞİNE BÜRÜNMÜŞ, ELBİSELERİNİ ATMIŞ VE FİLE BİNEREK HALK ARASINA ÇIKMIŞTI [28]. YUKARIDA DA BELİRTİLDİĞİ GİBİ BU TAVRIYLA BİRLİKTE TOPLANTILARA VE HALKIN ARASINA YÜZÜ AÇIK OLDUĞU HALDE KATILMASI [29] ELEŞTİRİLERE SEBEP... OLMUŞTUR. SULTAN RAZİYE, ADETA ÇELİKTEN BİR ELLE HAKİMİYETİNİ BİR MÜDDET DAHA SÜRDÜRDÜĞÜ HALDE, BU KONU ONUN TAHTTAN İNDİRİLMESİ İÇİN ÖNEMLİ BİR NEDEN SAYILMIŞTIR. KİRMAN SELÇUKLULARINDA GÖRÜLEN [30] VE DAHA SONRA BALABAN'IN DA İFADE ETTİĞİ GİBİ O DÖNEMİN GENEL EĞİLİMİNE GÖRE HÜKÜMDARIN ASKERE VE HALKA YÜZÜNÜ FAZLA GÖSTERMESİ PEK HOŞ KARŞILANMAMAKTAYDI [31]... İSEMI DE AKILLI KADINLARIN BAŞINA KÜLAH YARAMADI Kİ, ERKEKLERİN BAŞINA HUZURDAN HUSUSİ VA'ZEDİLDİ.(ALAH TARAFINDAN VERİLDİ)... (ÖYLEYSE BİZ) MEMLEKET GELİRİNİ BİR ERKEĞE VERELİM, ONUN BAŞINA EFENDİLİK KÜLAHINI KOYALIM [32] DİYEREK, TÜRK EMİR VE MELİKLERİ HAREKETE GEÇİREN ESAS GEREKÇEYİ BÖYLE AÇIKLAMIŞTIR... DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİ SULTAN RAİZYE ASKERİ VE SİYASİ DEHASININ YANI SIRA HİÇ TE AZIMSANMAYACAK ŞEKİLDE ŞİİR YAZMAYA DA YETENEĞİ VARDIR YALNIZ TÜRK TARİHİNDE DEĞİL, DÜNYA TARİHİNDE BİLE BİR BENZERİNE RASTLANMAYAN İFTİHAR EDİLECEK BİR... TÜRK KADINI TİPİNİ TEMSİL ETMEKTEDİR. YAŞADIĞI FELAKETLERE RAĞMEN, YILMAYAN EMSALSİZ CESARET VE YİĞİTLİĞİ YANINDA SULTAN RAZİYE'NİN BİR ÖZELLİĞİ DAHA VARDI, ŞİİR. ŞİİRE KARŞI BÜYÜK BİR YETENEK OLDUĞU KAYITLARA GEÇMİŞ VE ŞİRİN-İ-DİHLEVI'' VEYA ŞİRİN-İ GUN'' MAHLASLARIYLA YAZDIĞI BEYİTLERİ KENDİ ZAMANINDAKİ TÜRK-FARS EDEBİYATININ EN GÜZEL ÖRNEKLERİ OLDUĞU KABUL EDİLMEKTEDİR.[33] HİNT’LİLER... DUYGU DÜNYASININ ZENGİNLİĞİ YANINDA İYİ BİR YÖNETİCİ ÖZELLİKLERİNİ DE SERGİLEYEN GÜÇLÜ İRADELİ BU KADIN ŞAİRİMİZİ DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİDİR DİYE İSİMLENDİRMEK ABARTI OLMAMALIDIR FARSÇA YAZDIĞI ŞİİRLERİNDEN BAZI SATIRLAR MAGE-İ REHMENİ’NİN PERDENEŞİNAN-İ SUHENGUY’DAN ŞÖYLEDİR [34]... BİZİM BAŞIMIZA HEP NE GELİRSE HEP BİZDENDİR, BİÇARE GÖNLÜN NE SUÇU VAR O ZAVALLI DA BİZİM SEBEPSİZ GAMIMIZDAN ÖLMÜŞTÜR.... *** BEN AYAĞIMIN BEREKETİ İLE FELEĞİ SALTANAT TAHTI YAPAR, HÜMA’NIN KANADINI DA SİNEKLERİ KOVMAK HİZMETİNDE KULLANIRIM... *** EY ŞİRİN GEL, MUHABBET YOLUNA ADIM ATMA, BUNDAN SAKIN SEN YOKSA BU YOLDA FERHAD’IN BAŞINA GELENLERİ İŞİTMEDİN Mİ... **** ONUN YÜZÜNÜ GÖRMEDİĞİM HALDE, GÖZ BEBEĞİ GİBİ, ONA GÖZÜMÜN İÇİNDE YER VERDİM... **** BEN SENİN ADINI İŞİTMEDİĞİM VE YÜZÜNÜ GÖRMEDİĞİM HALDE, GÖZÜM GİBİ SEVERİM SENİ... **** GÜNEŞİN IŞINLARININ TİTREMESİ, BİZİM KILIÇ GİBİ OLAN GAZAPLI BAKIŞLARIMIZDAN KORKTUĞU İÇİN DEĞİL DE NEDENDİR... SULTAN RAZİYE , SALTANATI ESNASINDA, KENDİSİNDEN ÇOK SONRA HİNDİSTAN İMPARATORU İLAN EDİLEN İNGİLTERE KRALİÇESİ ELİZABETH II GİBİ KADINSI DAVRANIŞLAR GÖSTERMEMİŞTİR. M. AZİZ AHMAD'İN DE BELİRTTİĞİ ÜZERE, HER YÖNDEN ERKEK GİBİ KUVVETLİ, HATTA ERKEK BİLE OLDUĞU RİVAYET EDİLEN BİR TÜRK KADINI OLUP HÜKÜMDARLIĞI SIRASINDA HAREM ENTRİKALARI YERİNE HALKIN ARASINA GİREREK ONLARA VE TÜRK EMİR VE MELİKLERE KARŞILARINDAKİNİN GÜZEL bir KADIN OLDUĞUNU UNUTTURMUŞTUR [35]... SULTAN RAZİYE İÇİN CÜZCANI HER NE KADAR BÜYÜK, AKILLI, ADALETLİ, KERİM, ALİMLERİ HOŞ TUTAN, ADİL... ADALET YAYAN, AHALİSİNİ BESLEYEN VE ORDU-ÇEKEN BİR PADİŞAHTI. PADİŞAHLARA GEREKEN BÜTÜN VASIFLARLA DONANMIŞTI. FAKAT, YARATILIŞTA ERKEKLERİN HESABINDAN NASİBİNİ ALMAMIŞTI BÜTÜN BU SEÇKİN SIFATLAR ONA NE FAYDA VERİR [36] DEMEKTE İSE DE, ERKEKLER ARASINDA BİR KADININ GÖSTEREBİLECEĞİ DAVRANIŞLARI ASLA YAPMAYAN VE BÖYLELİKLE AYRI CİNSTEN OLMANIN ORTAYA ÇIKARACAĞI OLUMSUZLUKLARI BÜYÜK ÖLÇÜDE GİDERMEYİ BAŞARAN RAZİYE, AYNI ZAMANDA AKTİF VE GÜÇLÜ BİR SİYASET UYGULAMAKTAN DA GERİ KALMAMIŞTIR... SULTAN RAZİYE, MELİKLERCE TAHTTAN İNDİRİLMEK İSTENDİĞİNDE BUNU KABUL ETMEMİŞ, KURMAK İSTEDİĞİ DÜZENİ SONUNA KADAR GÖTÜRMEK HUSUSUNDAKİ AZMİNİ, SALTANATI ELE GEÇİRMEK İÇİN ÜST ÜSTE YAPTIĞI VE HAYATINA MAL OLAN HAMLELERLE GÖSTERMİŞTİR... BUNUN YANINDA ALİGARH MUSLİM UNİVERSİTESİ PROFESÖRLERİNDEN DR. EKMEL EYYUBİ’NİN ORD. PROF. DR. AZ. VELİDI TOGAN'A ATFEN VERDİĞİ BİLGİYE [37] GÖRE,SULTAN RAZİYE'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİNİN TOPLANDIĞI BİR DİVANI DA BULUNMAKTADIR EĞER BU BİLGİ DOĞRULANIRSA, SULTAN RAZİYE, TÜRK VE DÜNYA EDEBİYATI TARİHİNİN, BİLİNEN İLK TÜRK KADIN ŞAİRLİĞİNİN YANI SIRA İLK TÜRKÇE DİVAN SAHİBİ OLMA VASFINI DA KAZANACAKTIR BU DİVAN... HİNDİSTAN’DA BULUNMAKTA VE HİNTLİLER SULTAN RAZİYE’NİN BİR TÜRK DEĞİL, HİNTLİ OLDUĞUNU İDDİA ETMEKTEDİRLER TÜRKÇE DİVAN’IN YAKIŞACAĞI YER DE TÜRKİYE’DE BİR ŞİİR MÜZESİ OLMALI VE ORASI OLMALIDIR... SULTAN RAZİYE O DÖNEM GELENEKLERİNİN AKSİNE KADIN ELBİSELERİ VE ÖRTÜDEN ÇIKTIĞI, CÜPPE GİYİP, KÜLAH ÖRTEREK HALKIN ARASINDA DOLAŞTIĞI İÇİN ELEŞTİRİLER ALMIŞTIR[38]... KIYAFETTE DEVRİM YAPMIŞ VE O DÖNEMDEKİ GELENEKLERİN AKSİNE YÜZÜNÜ ÖRTMEYEN, ÇOK İYİ KUR'AN OKUYAN, YÖNETİCİLİK YETENEĞİ MÜKEMMEL CESUR, AKILLI, ZEKİ VE ŞAİR OLAN RAZİYE’NİN TÜM DÜNYAYA DUYURULMASI GEREKMEKTEDİR AYNI ZAMANDA TÜRKÇE DİVAN’I DA BİZİM KIYMETLİ ESERLERİMİZİN ARASINA KATILMALIDIR !..
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • HİNDİSTAN BABÜR SULTANI
    RAZİYE BEGÜM SULTAN’I
    BİLİYOR MUSUNUZ?
    DELHİ –HİNDİSTAN-TÜRK SULTANLIĞI
    Doç.Dr.Bahriye ÜÇOK / İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Türk Kadın Hükümdarlar
    ***Hindistan’ı, X. Asırdan XIX. asırdaki İngiliz işgaline gelinceye kadar asırlarca Türk asıllı hanedanlar idare etti. Bu Müslüman Türk devletlerinden birisi de Kutubşahlardır.***
    ''Sultan Raziye (1236-1240), Şemsed-din İltutmuş'un, karısı Türkan/Terken Hatun'dan] doğan kızıdır ve geleneklerin aksine evlendirilmeyerek, büyük bir titizlikle geleceğe hazırlanmıştır.''
    İngiltere Kraliçesi I.Mary’den[1] 318 yıl, en çok bilinen kadın hükümdar Kraliçe I.Elizabeth’den 322 yıl, Büyük Britanya İmparatorluğu döneminde Hindistan İmparatoru ilan edilen Kraliçe Victoria I.(1837-19019)’den de 600 yıl önce önce hükümdarlık yapmış, aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmayarak 4 yıl tahtta oturmuş , dünya tarihinde benzerine rastlanmayan, onur duyulacak ve emsalsiz cesaret örnekleriyle dolu bir Türk kadını olan Dehli Türk Sultanlığı’nın hükümdarı olan Sultan Raziye, aynı zamanda tarihteki İlk Türk Kadın Hükümdardır..
    Hindistan Tarihinin önemli kaynaklarından biri olan Cüzcani, bu devletin adından “Selatin-i Hind” diye bahsetmiş ve sonraki kaynaklarda genelde bu şekilde tekrar edilmiş, ancak günümüz araştırmacılarının “Delhi Sultanlığı” diye belirttikleri bu adın “Dehli Türk Sultanlığı[2]/Devleti olması gerektiği değerli tarihçi Doç.Dr.Salim Çöhçe tarafından ifade edilmektedir. “Dehli” söylemi tüm İslam kaynaklarından kaydedilen şeklidir ve İngilizler tarafından kendi telaffuzlarına uygun olarak 19. yy da “Delhi” olarak değiştirilmiştir.
    Sultan Raziye (1236-1240), Şems ed-din İltutmuş'un çok sevip, saydığı ve hareminin başkadını olarak Köşk ü Firuzi'de oturmaya layık gördüğü karısı Türkan/Terken Hatun'dan [3] doğan kızıdır ve geleneklerin aksine evlendirilmeyerek, büyük bir titizlikle geleceğe hazırlanmıştır.
    PADİŞAHIN EMRİNİ UYGULAMADILAR
    Sultan Şems ed-din İltutmuş, 1233 yılı başlarında Mürif-i Memalik Tacü’l-Mülk Mahmud'a, Raziye'yi veliahd olarak tayin ettiğini belirten bir ferman yazmasını emretmiş, ancak bu davranışa, Sultan'a yakınlığı ile tanınan memluk asıllı Türk melikleri "saltanata layık, yetişmiş oğulları varken bir kızın İslam mülküne veliahd yapılmasının hikmeti nedir?” şeklinde itiraz etmişler ve söz konusu melikler “bu durumun kendilerince münasip görülmediğini” de açıkça bizzat Sultan Şems ed-din İltutmuş'a bildirmişlerdir. Bunun üzerine Sultan, "Benim oğullarım işret ve gençlik zevkleriyle meşguldürler. Hiçbirisinde memleket idare edecek kabiliyet yoktur. Dolayısıyla ülkedeki düzeni muhafaza edemezler. Biliniz ki, benim ölümümden sonra veliahdlığa hiçbirisi Raziye'den daha layık değildir”[4] “Zira, Raziye her yönden erkek kardeşlerinden üstündür. Gerçi şeklen kadındır ama, zeka ve basireti erkekten farksızdır“[5] sôzleriyle Devlet idaresinde alışılmışın dışında kararlar almış, askeri bir topluma kadın bir hükümdar adayı gösterecek kadar gerçekçi ve sağlıklı düşünmüştür..
    Sultan Şems ed-din İltutmuş'un vasiyeti ve kendisinden sonra yerine geçecek hükümdarı bizzat belirlemesine rağmen onun ölümünden sonra Türk emir ve melikler bunu uygulamadılar [6] ve Şems ed-din İltutmuş'un oğlu Firuz Şah’ı tahta geçirdiler..
    TARİHTE MÜSLÜMAN TÜRKLERİN İLK KADIN HÜKÜMDARI
    Babasının da belirttiği üzere Devleti yönetecek niteliğe sahip olmayan Firuz Şah eğlence ve sefaya dalarak babasının bin bir güçlükle topladığı hazineyi boşaltmış, tecrübeli yöneticilerinin sözlerine önem vermemesi yüzünden de devlet idaresi tam bir kargaşa içine sürüklenmiş.. Şems ed-din İltutmuş’un, Firuz Şah yerine Raziye’yi tahta geçirmek istemesindeki neden de bu idi..
    Oğlunun basiretsiz yönetiminden istifade ederek güç kazanan Sultan'ın annesi[7], daha önce kıskandığı pek çok cariyeyi çeşitli zulümlere maruz bıraktırdığı gibi, bunlardan bazılarını da öldürterek sarayda adaletsiz ve kanlı sahnelere neden olduğu gibi Başkent'te saltanata ortak olmaması için Raziye'yi ortadan kaldırmak amacıyla faaliyetlere girişir, başarılı olur ama Devlethane’nin damına sığınan Raziye'de boş durmaz ve buradan yaptığı heyecanlı konuşmayla galeyana gelen halk, bazı meliklerle birlikte Devlethane'yi kuşatarak Sultanın annesini tutuklamışlar ve Raziye'yi Dehli Türk Sultanlığı tahtına oturtmuşlardır [8]. Ve Raziye’nin''katiller katledilmelidir'' emri üzerine Firuz Şah 29 Kasım 1236'da öldürülmüştür[9].
    Sultan Raziye’nin başında olduğu devlet ‘Dehli Türk Sultanlığı’dır[10].Ve böylece tarihte ilk kez bir Türk kadını hükümdar olmuştur..
    Sultan Raziye, ilk iş olarak Sultan Rükn ed-din Firuz Şah zamanında ihmal edilen kanun ve gelenekleri tekrar canlandırdı [11]. Böylece kanun hakimiyetini sağlayarak yeni bir barış ve sükunet dönemi başlatmış oluyordu. Onun bu tavrı etkisini göstermiş ve Sultan Rükn ed-din Firuz Şah'a karşı isyan eden Lakhnauri Valisi Melik izzed-din Togan Han Tuğul, Raziye'nin yüksek hakimiyetini tanıdığını bildirerek yeniden merkeze bağlandı. Bu hareketinden dolayı da muhtariyet simgesi olan Çetr ve kırmızı bayrak gönderilerek gönlü hoş edilmiştir.[12]
    SAVAŞTA BAŞARILI BİR KOMUTAN
    Sultan Raziye'nin tahta geçişini izleyen en önemli olay Nur Türk[13] adlı alim bir kişinin Hindistan'ın değişik bölgelerinden başına topladığı Karmati ve Mülahidelerden[14] oluşan bir grup ile başlattığı isyandır..
    Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında vezirlik makamında olan Tacik zümresinden Nizamü'l-Mülk Muhammed Cüneydi, daha önce isyan ettikleri sırada Kilughari ‘de Sultan Rükn ed-din Firuz Şah'ı terk ederek yanlarına sığındığı Melik ‘Ala ed-din Canı, Melik Seyf ed-din Kuçı, Melik 'İzzed-din Muhammed Saları ve Melik 'İzzed-din Kebir Han Ayaz aralarında anlaşarak Raziye'nin hakimiyetini tanımamışlardır. Dehli önlerine kadar gelen bu melikler ile anlaşma sağlanamaması üzerine Oudh Valisi Melik Nusret ed-din Taisı aldığı emirle isyancılara karşı harekete geçmiş fakat Ganj nehrini geçerken aniden saldıran Melik Seyf ed-din Kuçı'ye esir düşen Taisi bunu onur meselesi yapmış ve bu duruma dayanamayarak kısa bir süre sonra vefat etmiştir[15]
    Raziye, aldığı tedbirler ve büyük bir ustalıkla uyguladığı politika [16] sayesinde çok geçmeden muhaliflerin bölünmelerini sağlamıştır. Nitekim Sultan'ın tarafına çekilen Melik İzzed-din Muhammed Salari vasıtasıyla Melik 'İzzed-din Kebir Han Ayaz da muhaliflerden ayrılmış ve bu ikisi ile yapılan gizli anlaşma, diğerlerinin dağılmalarına sebep olmuştur. Anlaşmaya göre bu iki melik, diğer isyancıları yakalayarak Sultan'a teslim etmeyi kabul etmekteydiler. Günümüz araştırmacılarından bazıları, bu meliklerin arkadaşlarına ihanet etmediklerini, ancak Sultan Raziye’nin yaydığı böyle bir dedikodunun melikler arasındaki birliği parçaladığını yazmakta [17] iseler de kaynakların açık ifadeleri bu savı kabul etmemektedir..
    Sultan Raziye'nin tedbirleri karşısında savaş meydanını bırakarak hızla kaçmaya başlayan isyancı melikler , kendilerini takip eden kuvvetlerin ellerinden kurtulamayarak ele geçirildikleri çeşitli bölgelerde öldürülmüştür. Bu sırada Sirmur tepelerine kaçan Nizamü'l-Mülk Muhammed Cüneydi de orada öldü. Bu olaydan sonra iyice güçlenen Raziye, devlet işlerini yeniden düzenlemek üzere harekete geçti ve önemli mevkilere kendisine taraftar olan kişileri getirdi [18].
    DEVLET OTORİTESİNİ YENİDEN SAĞLADI
    Dehli Sultanlığı yeniden huzura kavuşmuş, bu vesileyle de Lakhnauti- Dipal arasında hüküm süren bütün emir ve melikler de buyruk altına alınmışlar..
    Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında, 1226 yılında Dehli'ye bağlanan Retenbur , onun ölümünden kısa bir müddet sonra Hindular tarafından kuşatılmış ve iç çekişmeler yüzünden gerekli yardım gönderilememişti. Sultan Raziye, tahttaki yerini sağlamlaştırıp, düzeni tekrar oturttuktan sonra ilk iş olarak Retenbur kalesinde mahsur kalan müslümanların kurtarılması için çalışmalara başladı. Hazırladığı güçlü bir ordu, Kutluğ Han ünvanıyla “Ordu Naibliğine'' atanan melik Seyf ed-dın Aybeg'in aniden ölmesi yüzünden Melik Kutb ed-din Hüseyin komutasında çok az bir gecikmeyle harekete geçildi.
    Sultan Raziye, Devletin önemli mevkilerinden birine Habeş asıllı Melik Celaleddin’i atamış. Bu durum melikler arasında hoş karşılanmamış ve “ kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek ve fil üzerinde açıkça halk arasında dolaştığı” için eleştirmeye yıpratmaya başlamışlar, bu bahane ile Galyur bölgesinde karışıklık başlatmışlardı.. Sultan Raziye Hükümdarlık ordusunu bölgeye sevk etmiş ve karışıklığı sona erdirmiştir. Bu defa yine bilinmeyen bir nedenle Pencap bölgesinde isyan başlamış ve Lahor valisi Kebir Han Ayaz’ın Galyur olayından başarısız çıkan merkezdeki muhalifler tarafından kışkırtıldığı sanılmakta.. Sultan Raziye hükümdarlık ordusunun başında ısrarla takip sonucu Kebir Han Ayaz geri çekilmiş ama Sultan Raziye işini bitirme yerine anlaşma yoluna gitmiş ve Ayaz yeniden merkeze bağlanırken, Raziye de Dehli’ye geri dönmüş. Dehli’ye döndükten 20 gün kadar sonra Taberhinde meliki İhtiyar ed-dın Altuniye, Habeş asıllı Cemaleddin Yakut’un üstün mevkiye getirilmesini bahane ederek isyan etmiş. Bu isyanı bastırmak üzere 3 Nisan 1240 günü büyük bir orduyla Başkent’ten ayrılıp Taberhindi’ye ulaştığında Türk emir ve melikler ayaklanarak Cemaleddin Yakut’u öldürmüş, Sultan Raziye’yi de Taberhinde kalesine göndermişlerdir.Raziye, Taberhinde kalesinde hapiste bulunduğu sırada Dehli'de önemli olaylar cereyan etmiş, Naibü'l-Mülk tayin edilerek iktidarı ele geçiren Melik İhtiyared-din Aytigin öldürülmüş ve Melik Bedred-din Sungur Rumi, Emir-i Hacib olarak tayin edilmişti. Bu sırada Taberhinde Meliki Melik İhtiyared-dın Altuniye ile Raziye de evlenmişti. Bu evlilik Melik Altuniye'nin çok yakın arkadaşının intikamını almak istemesi veya hırsı [19] kadar Raziye'nin de parlak vaadlerinin bir sonucudur aynı zamanda.[20].
    Giriştiği ilk harekette başarılı olamayarak Taberhinde'ye geri dönen Raziye, dağılan birliklerini toparlayıp, yeniden düzenledi. Bu sırada isyan ederek Başkent'ten ayrılan Melik İzzed-din Muhammed Saları ve Melik İhtiyared-din Karakaş Han Aytigin'in kuvvetleriyle kendilerine katılmalarıyla iyice güçlenen Raziye ile Altuniye'nin birleşik kuvvetleri, ikinci kez Dehli üzerine yürüdü. Ancak 13 Ekim 1240'da [21] Dehli kuvvetleri tekrar galip geldi. Bunun üzerine kaçmaya çalışan Raziye'yi, Kayhtal sınırları yakınlarında etrafındakilerin hepsi kendisini terk etti.
    Düz bir arazide tek başına, yorgun olduğu halde aç ve susuz kalan Raziye, bir Hindu çiftçiden istediği ekmeği yedikten sonra yorgunluğun tesiriyle uyuduğu bir sırada üzerindeki değerli elbiselere tamah eden söz konusu Hindu çiftçi tarafından, 14 Ekim 1240 günü öldürülerek[22], bir tarlaya gömülmüştür. Kısa süre sonra bu durum anlaşılmış ve Raziye'nin teşhis edilen cesedi, dini törenle aynı yere tekrar defnedilmiştir . Sonraları üzerine bir kubbe de yapılan Cemne nehri kenarındaki bu kabrin bir ziyaretgah haline geldiğini İbn Battuta haber vermektedir[23].
    NEDEN TAHTTAN İNDİRİLDİ
    Sultan Raziye, Dehli Türk Devletinin en büyük hükümdarı olduğu gibi Hind-Türk tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilmekte..Ferasetli ve olgun olmasının yanı sıra, hükümdarlık için gerekli pek çok özelliği, babası tarafından da takdir edildiği gibi, şahsında toplamış bulunuyordu.
    Firişte’nin kayıtlarına göre Sultan Raziye'nin aynı zamanda çok güzel Kur'an okuduğu ve iyi bir eğitim aldığı [24] anlaşılmış; İbn Battuta Raziye için "Yay kuşanmış olduğu ve maiyeti etrafında bulunduğu halde erkek gibi ata biner ve yüzünü örtmezdi." demektedir[25]. Cüzcani,onun file bindiğini açıkça belirtmesine rağmen ata bindiğinden hiç bahsetmemektedir. Dolayısıyla İsemı ve Nizam ed-dın Ahmed'in kaydettikleri şekilde, Raziye'nin ata binerken Habeş asıllı memluk Emır-ı Ahur Cemal ed-dın Yakut tarafından koltuk altından tutularak yardım edilmesi [26] gibi onun terbiyesi aleyhine yöneltilen ve daha sonraki eserlerde de sıkça tekrar edilen[27] bir takım iddiaların en ufak bir ima yoluyla da olsa Cüzcani'nin kayıtlarında yer almamıştır.
    Sultan Raziye, Sultanlığı’nın son dönemlerinde tam bir erkek kimliğine bürünmüş, elbiselerini atmış ve file binerek halk arasına çıkmıştı [28]. Yukarıda da belirtildiği gibi bu tavrıyla birlikte toplantılara ve halkın arasına yüzü açık olduğu halde katılması [29] eleştirilere sebep olmuştur. Sultan Raziye, adeta çelikten bir elle hakimiyetini bir müddet daha sürdürdüğü halde, bu konu onun tahttan indirilmesi için önemli bir neden sayılmıştır. Kirman Selçuklularında görülen[30] ve daha sonra Balaban'ın da ifade ettiği gibi, o dönemin genel eğilimine göre hükümdarın askere ve halka yüzünü fazla göstermesi pek hoş karşılanmamaktaydı [31].
    İsemı de “Akıllı kadınların başına külah yaramadı ki, erkeklerin başına huzurdan hususi va'zedildi.(Alah tarafından verildi)... (Öyleyse biz) Memleket gelirini bir erkeğe verelim, onun başına efendilik külahını koyalım”[32] diyerek, Türk emir ve melikleri harekete geçiren esas gerekçeyi böyle açıklamıştır. .
    DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİ
    Sultan Raizye askeri ve siyasi dehasının yanı sıra hiç te azımsanmayacak şekilde şiir yazmaya da yeteneği vardır..
    Yalnız Türk tarihinde değil, dünya tarihinde bile bir benzerine rastlanmayan iftihar edilecek bir Türk kadını tipini temsil etmektedir. Yaşadığı felaketlere rağmen, yılmayan emsalsiz cesaret ve yiğitliği yanında Sultan Raziye'nin bir özelliği daha vardı, ŞİİR. Şiire karşı büyük bir yetenek olduğu kayıtlara geçmiş ve ''Şirin-i-Dihlevı'' veya ''Şirin-i Gun'' mahlaslarıyla yazdığı beyitleri kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel örnekleri olduğu kabul edilmektedir.[33]
    inHint’liler
    Duygu dünyasının zenginliği yanında iyi bir yönetici özelliklerini de sergileyen güçlü iradeli bu kadın şairimizi dünyanın ilk kadın şairidir diye isimlendirmek abartı olmamalıdır.
    Farsça yazdığı şiirlerinden bazı satırlar Mage-i Rehmeni’nin Perdeneşinan-i Suhenguy’dan şöyledir[34]:.
    Bizim başımıza hep ne gelirse hep bizdendir,
    Biçare gönlün ne suçu var?
    O zavallı da bizim sebepsiz gamımızdan ölmüştür.
    ***
    Ben ayağımın bereketi ile feleği saltanat tahtı yapar,
    Hüma’nın kanadını da sinekleri kovmak hizmetinde kullanırım.
    ***
    Ey şirin gel, muhabbet yoluna adım atma, bundan sakın.
    Sen yoksa bu yolda Ferhad’ın başına gelenleri işitmedin mi?
    ****
    Onun yüzünü görmediğim halde, göz bebeği gibi,
    Ona gözümün içinde yer verdim.
    ****
    Ben senin adını işitmediğim ve yüzünü görmediğim halde,
    Gözüm gibi severim seni
    ****
    Güneşin ışınlarının titremesi,
    Bizim kılıç gibi olan gazaplı bakışlarımızdan
    Korktuğu için değil de nedendir?
    Sultan Raziye , saltanatı esnasında, kendisinden çok sonra Hindistan İmparatoru ilan edilen İngiltere Kraliçesi Elizabeth II gibi kadınsı davranışlar göstermemiştir. M. Aziz Ahmad'in de belirttiği üzere, her yönden erkek gibi kuvvetli, hatta erkek bile olduğu rivayet edilen bir Türk kadını olup; hükümdarlığı sırasında harem entrikaları yerine halkın arasına girerek onlara ve Türk emir ve meliklere karşılarındakinin güzel bir kadın olduğunu unutturmuştur[35].
    Sultan Raziye için Cüzcanı her ne kadar “büyük, akıllı, adaletli, kerim, alimleri hoş tutan, adil, adalet yayan, ahalisini besleyen ve ordu-çeken bir padişahtı. Padişahlara gereken bütün vasıflarla donanmıştı. Fakat, yaratılışta erkeklerin hesabından nasibini almamıştı. Bütün bu seçkin sıfatlar ona ne fayda verir” [36] demekte ise de, erkekler arasında bir kadının gösterebileceği davranışları asla yapmayan ve böylelikle ayrı cinsten olmanın ortaya çıkaracağı olumsuzlukları büyük ölçüde gidermeyi başaran Raziye, aynı zamanda aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmamıştır.
    Sultan Raziye, meliklerce tahttan indirilmek istendiğinde bunu kabul etmemiş, kurmak istediği düzeni sonuna kadar götürmek hususundaki azmini, saltanatı ele geçirmek için üst üste yaptığı ve hayatına mal olan hamlelerle göstermiştir.
    Bunun yanında Aligarh Muslim Universitesi Profesörlerinden Dr. Ekmel Eyyubi’nin Ord. Prof. Dr. AZ. Velidı Togan'a atfen verdiği bilgiye [37] göre,Sultan Raziye'nin Türkçe şiirlerinin toplandığı bir divanı da bulunmaktadır. Eğer bu bilgi doğrulanırsa, Sultan Raziye, Türk ve Dünya Edebiyatı tarihinin, bilinen ilk Türk Kadın Şairliğinin yanı sıra ilk Türkçe divan sahibi olma vasfını da kazanacaktır. Bu divan Hindistan’da bulunmakta ve Hintliler Sultan Raziye’nin bir Türk değil, Hintli olduğunu iddia etmektedirler. Türkçe Divan’ın yakışacağı yer de Türkiye’de bir şiir müzesi olmalı ve orası olmalıdır.
    Sultan Raziye, o dönem geleneklerinin aksine “kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek halkın arasında dolaştığı” için eleştiriler almıştır[38]..
    Kıyafette devrim yapmış ve o dönemdeki geleneklerin aksine yüzünü örtmeyen, çok iyi kuran okuyan, yöneticilik yeteneği mükemmel, cesur, akıllı, zeki ve şair olan Raziye’nin tüm dünyaya duyurulması gerekmektedir. Aynı zamanda Türkçe Divan’ı da bizim kıymetli eserlerimizin arasına katılmalıdır.
    KAYNAKÇA:
    [1] Mary I (1516-1558), Mary Tudor olarak da bilinir. VIII. Henry ile Aragonlu Catherine' nin kızı ve İngiltere'nin ilk kadın hükümdarıy¬dı. Greenwich'te doğdu. İyi bir öğrenim gördü. Erken yaşlarda İspanyolca, İtalyanca ve Fransızca öğrendi.
    [2] Dehli Türk Sultanlığı, 1206 yılında Kuzey Hindistan’da Mucızzi meliklerinden olan Kutb eddin Aybeg (1206-1210) tarafından kurulmuştur. Sultan Kutb eddin’in damadı, oğulluğu ve aynı zamanda en güvendiği kumandanlarından birisi olan İltutmuş ta bu sülalenin ilk kurucularından ve ilk Sultanıdır(1211-1236)..
    [3] Terken “Melike” manasına gelmektedir. Bkz.O.Turan, “Terken Ünvanı”, THT dergisi, s.1(Ankara 1944), s.67-73
    [4] Cüzcani I, s.454
    [5] Cüzcani I, s.458
    [6] Cuzcani 1, s.455'de yer alan Şehzade Nasır ed-din Mahmud'un 1229 yılında Lakhnauti'de ölmesinden sonra Sultan'ın hayatta kalan en büyük oğlu olması sebebiyle Firuz Şah'ın, halkın ve meliklerin ümidi haline geldiği hususunda kayıt daha çok meliklerin isteğini yansıtır. '
    [7] Firuz şah’ın annesinin isminin verilmediği, ''Terken Hatun" diye anıldığı görülmektedir. Kaynaklardan bu Hatun'un Raziye'nin annesinden başka birisi olduğunu anlaşılmaktadır.
    [8] İsemi, s.l26 vd. da Raziye'nin isyancı meliklere babasının vasiyetini hatırlatarak, içerisine düştükleri durumdan ancak kendisini tahta geçirmek suretiyle kurtu1abileceklerine inandırmış ve ''kutsuz oğuldan, kız iyidir...'' diyen meliklerini birkaç seneliğine denenmek üzere buna rıza gösterdikleri belirtilir .
    [9] İbn Battuta ll, s.37
    [10] 16 Türk Devletinden biri olan “Akhunlar”; Afganistan, Kuzey Hindistan, Harezm, Doğu İran ve Doğu Türkistan bölgelerini bir yüzyıldan fazla egemenliğinde bulunduran devleti kuran Hun kolu[10]
    [11] Cüzcani 1, s. 458 : Nizam ed-din Ahmed. s.66 : Fırişte 1, s.ll8 (25) Cüzcanj ll, s. 13 vd.
    [12] (25) Cüzcani ll, s. 13 vd
    [13] Cüzcani, Tabakat-ı Nasırı, A General History of Muhammedan Dynasties of Asia 1, (nşr. H.G. Raverty), Calcutta 1864, (s.646'da Nur ud-din olarak kaydedilen bu kişi Türk olarak gösterilir).
    [14] Kuran ayetlerinin açık anlamları dışında, gizli anlamları olduğuna inananların oluşturduğu tarikatın kolları.Kurucusu Hasan Sabbah’tır
    [15]Cuzcani I,s. 458 : Es-Sibrindi, s.25 : Firişte 1, s.119 (27) Cuzcani ll, s. 3
    [16] R.C.Mııjumdar-H.C. Raychaudhuri-K. Datta, An Advanced History of India, London .1%1 , s.286'da bu politika günümüzdeki ifadcsiyle "süper diplomasi" olarak niıelcndirilİr
    [17] Bkz. Y .H. Bayur, Hindistan Tarihi 1,llkça~lardan Gurkanlı Devletinin Kuruluşuna ~ Kadar, Ankara 1949, s.283
    [18] Cüzcani 1, s.459 : Es-Sihrindi, s.25 vd.
    [19] M. Aziz Ahmad, Polilicial History and Inslilions of the Early Turkish Empire of Delhi (l290). Lahor 1948. s.203
    [20] Bkz.lsemi, s.t33
    [21] Firişte 1, LI2(bu tarih “23 Eylül 1240" olarak verilmekte.
    [22] 1semi; s.l36'da Raziye'nin Melik Altuniye ile birlikte Hindular tarafından yanarak öldürüldüğü kaydedilmiş.
    [23] Bh. İbn Batnıta n. s.38
    [24] Firişte 1, s.l18
    [25] İbn Batnıta n. s.37
    [26] Bkz.1semi1 s.l29 : Nizam ed-din Ahmed, s.67
    [27] Örnek olarak Bkz. Fırişte 1, s.i 19 : Bedauni, Muntakhabut Tevarikh 1, (nşr. A.A.Kebir ed-dİD Ahmed-W .Nassau LeeS)1 Calcutta 1868, s.84
    [28] Cüzcani 1, s.460:İsemi , s.l28 : Es-Sihrindi, s.26 : Nizam ed-din Ahmed, s.67: Bedauni. s.84
    [29] İsemi, s.l28 bu toplantının tasviri yapılır. Ayrıca Raziye'nin böyle bir toplantıda tahtta oturuken, tacı üzerinden omuzlarına ve sırtına inen başörtülü, ama yüzü açık şekliyle gösteren bir minyatürü için Bkz. B. Üçok:. İslam Devletleri’nde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar. Ankara 1965. s.49
    [30] Bkz. E. Merçil. Kirman Seyçukluları Tarihi. tstanbull980, s.251
    [31] Bkz. Nizam ed-din Ahmed. s. 79 vd
    [32] lsemi, s.l29 vd.
    [33] Bkz. B. Üçok, a.g.e. .s.Sl vd
    [34] Üçok, Bahriye.İslam Devletleri’nde Türk Naibeler ve Türk Kadın Hükümdarlar. Kültür Bakanlığı Yayınları 1475
    [35] M Aziz Ahmad, a.g.c. s.195
    [36] Cüzcani I, s.457
    [37] Bu bilgi 6. Milletlerarası Türkoloji Kongresi'nin 21 Eylül 1988 tarihli Oturumunda sunduğu tebliğinden sonra yapılan açık1ama ile ortaya konulmuştur.
    [38] Es-sihrindi, s.26"

    ***

    Bu bilgi 6. Milletlerarası Türkoloji Kongresi'nin 21 Eylül 1988 tarihli Oturumunda sunduğu tebliğinden sonra yapılan açık1ama ile ortaya konulmuştur.
    HİNDİSTAN BABÜR SULTANI RAZİYE BEGÜM SULTAN’I BİLİYOR MUSUNUZ? DELHİ –HİNDİSTAN-TÜRK SULTANLIĞI Doç.Dr.Bahriye ÜÇOK / İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Türk Kadın Hükümdarlar ***Hindistan’ı, X. Asırdan XIX. asırdaki İngiliz işgaline gelinceye kadar asırlarca Türk asıllı hanedanlar idare etti. Bu Müslüman Türk devletlerinden birisi de Kutubşahlardır.*** ''Sultan Raziye (1236-1240), Şemsed-din İltutmuş'un, karısı Türkan/Terken Hatun'dan] doğan kızıdır ve geleneklerin aksine evlendirilmeyerek, büyük bir titizlikle geleceğe hazırlanmıştır.'' İngiltere Kraliçesi I.Mary’den[1] 318 yıl, en çok bilinen kadın hükümdar Kraliçe I.Elizabeth’den 322 yıl, Büyük Britanya İmparatorluğu döneminde Hindistan İmparatoru ilan edilen Kraliçe Victoria I.(1837-19019)’den de 600 yıl önce önce hükümdarlık yapmış, aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmayarak 4 yıl tahtta oturmuş , dünya tarihinde benzerine rastlanmayan, onur duyulacak ve emsalsiz cesaret örnekleriyle dolu bir Türk kadını olan Dehli Türk Sultanlığı’nın hükümdarı olan Sultan Raziye, aynı zamanda tarihteki İlk Türk Kadın Hükümdardır.. Hindistan Tarihinin önemli kaynaklarından biri olan Cüzcani, bu devletin adından “Selatin-i Hind” diye bahsetmiş ve sonraki kaynaklarda genelde bu şekilde tekrar edilmiş, ancak günümüz araştırmacılarının “Delhi Sultanlığı” diye belirttikleri bu adın “Dehli Türk Sultanlığı[2]/Devleti olması gerektiği değerli tarihçi Doç.Dr.Salim Çöhçe tarafından ifade edilmektedir. “Dehli” söylemi tüm İslam kaynaklarından kaydedilen şeklidir ve İngilizler tarafından kendi telaffuzlarına uygun olarak 19. yy da “Delhi” olarak değiştirilmiştir. Sultan Raziye (1236-1240), Şems ed-din İltutmuş'un çok sevip, saydığı ve hareminin başkadını olarak Köşk ü Firuzi'de oturmaya layık gördüğü karısı Türkan/Terken Hatun'dan [3] doğan kızıdır ve geleneklerin aksine evlendirilmeyerek, büyük bir titizlikle geleceğe hazırlanmıştır. PADİŞAHIN EMRİNİ UYGULAMADILAR Sultan Şems ed-din İltutmuş, 1233 yılı başlarında Mürif-i Memalik Tacü’l-Mülk Mahmud'a, Raziye'yi veliahd olarak tayin ettiğini belirten bir ferman yazmasını emretmiş, ancak bu davranışa, Sultan'a yakınlığı ile tanınan memluk asıllı Türk melikleri "saltanata layık, yetişmiş oğulları varken bir kızın İslam mülküne veliahd yapılmasının hikmeti nedir?” şeklinde itiraz etmişler ve söz konusu melikler “bu durumun kendilerince münasip görülmediğini” de açıkça bizzat Sultan Şems ed-din İltutmuş'a bildirmişlerdir. Bunun üzerine Sultan, "Benim oğullarım işret ve gençlik zevkleriyle meşguldürler. Hiçbirisinde memleket idare edecek kabiliyet yoktur. Dolayısıyla ülkedeki düzeni muhafaza edemezler. Biliniz ki, benim ölümümden sonra veliahdlığa hiçbirisi Raziye'den daha layık değildir”[4] “Zira, Raziye her yönden erkek kardeşlerinden üstündür. Gerçi şeklen kadındır ama, zeka ve basireti erkekten farksızdır“[5] sôzleriyle Devlet idaresinde alışılmışın dışında kararlar almış, askeri bir topluma kadın bir hükümdar adayı gösterecek kadar gerçekçi ve sağlıklı düşünmüştür.. Sultan Şems ed-din İltutmuş'un vasiyeti ve kendisinden sonra yerine geçecek hükümdarı bizzat belirlemesine rağmen onun ölümünden sonra Türk emir ve melikler bunu uygulamadılar [6] ve Şems ed-din İltutmuş'un oğlu Firuz Şah’ı tahta geçirdiler.. TARİHTE MÜSLÜMAN TÜRKLERİN İLK KADIN HÜKÜMDARI Babasının da belirttiği üzere Devleti yönetecek niteliğe sahip olmayan Firuz Şah eğlence ve sefaya dalarak babasının bin bir güçlükle topladığı hazineyi boşaltmış, tecrübeli yöneticilerinin sözlerine önem vermemesi yüzünden de devlet idaresi tam bir kargaşa içine sürüklenmiş.. Şems ed-din İltutmuş’un, Firuz Şah yerine Raziye’yi tahta geçirmek istemesindeki neden de bu idi.. Oğlunun basiretsiz yönetiminden istifade ederek güç kazanan Sultan'ın annesi[7], daha önce kıskandığı pek çok cariyeyi çeşitli zulümlere maruz bıraktırdığı gibi, bunlardan bazılarını da öldürterek sarayda adaletsiz ve kanlı sahnelere neden olduğu gibi Başkent'te saltanata ortak olmaması için Raziye'yi ortadan kaldırmak amacıyla faaliyetlere girişir, başarılı olur ama Devlethane’nin damına sığınan Raziye'de boş durmaz ve buradan yaptığı heyecanlı konuşmayla galeyana gelen halk, bazı meliklerle birlikte Devlethane'yi kuşatarak Sultanın annesini tutuklamışlar ve Raziye'yi Dehli Türk Sultanlığı tahtına oturtmuşlardır [8]. Ve Raziye’nin''katiller katledilmelidir'' emri üzerine Firuz Şah 29 Kasım 1236'da öldürülmüştür[9]. Sultan Raziye’nin başında olduğu devlet ‘Dehli Türk Sultanlığı’dır[10].Ve böylece tarihte ilk kez bir Türk kadını hükümdar olmuştur.. Sultan Raziye, ilk iş olarak Sultan Rükn ed-din Firuz Şah zamanında ihmal edilen kanun ve gelenekleri tekrar canlandırdı [11]. Böylece kanun hakimiyetini sağlayarak yeni bir barış ve sükunet dönemi başlatmış oluyordu. Onun bu tavrı etkisini göstermiş ve Sultan Rükn ed-din Firuz Şah'a karşı isyan eden Lakhnauri Valisi Melik izzed-din Togan Han Tuğul, Raziye'nin yüksek hakimiyetini tanıdığını bildirerek yeniden merkeze bağlandı. Bu hareketinden dolayı da muhtariyet simgesi olan Çetr ve kırmızı bayrak gönderilerek gönlü hoş edilmiştir.[12] SAVAŞTA BAŞARILI BİR KOMUTAN Sultan Raziye'nin tahta geçişini izleyen en önemli olay Nur Türk[13] adlı alim bir kişinin Hindistan'ın değişik bölgelerinden başına topladığı Karmati ve Mülahidelerden[14] oluşan bir grup ile başlattığı isyandır.. Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında vezirlik makamında olan Tacik zümresinden Nizamü'l-Mülk Muhammed Cüneydi, daha önce isyan ettikleri sırada Kilughari ‘de Sultan Rükn ed-din Firuz Şah'ı terk ederek yanlarına sığındığı Melik ‘Ala ed-din Canı, Melik Seyf ed-din Kuçı, Melik 'İzzed-din Muhammed Saları ve Melik 'İzzed-din Kebir Han Ayaz aralarında anlaşarak Raziye'nin hakimiyetini tanımamışlardır. Dehli önlerine kadar gelen bu melikler ile anlaşma sağlanamaması üzerine Oudh Valisi Melik Nusret ed-din Taisı aldığı emirle isyancılara karşı harekete geçmiş fakat Ganj nehrini geçerken aniden saldıran Melik Seyf ed-din Kuçı'ye esir düşen Taisi bunu onur meselesi yapmış ve bu duruma dayanamayarak kısa bir süre sonra vefat etmiştir[15] Raziye, aldığı tedbirler ve büyük bir ustalıkla uyguladığı politika [16] sayesinde çok geçmeden muhaliflerin bölünmelerini sağlamıştır. Nitekim Sultan'ın tarafına çekilen Melik İzzed-din Muhammed Salari vasıtasıyla Melik 'İzzed-din Kebir Han Ayaz da muhaliflerden ayrılmış ve bu ikisi ile yapılan gizli anlaşma, diğerlerinin dağılmalarına sebep olmuştur. Anlaşmaya göre bu iki melik, diğer isyancıları yakalayarak Sultan'a teslim etmeyi kabul etmekteydiler. Günümüz araştırmacılarından bazıları, bu meliklerin arkadaşlarına ihanet etmediklerini, ancak Sultan Raziye’nin yaydığı böyle bir dedikodunun melikler arasındaki birliği parçaladığını yazmakta [17] iseler de kaynakların açık ifadeleri bu savı kabul etmemektedir.. Sultan Raziye'nin tedbirleri karşısında savaş meydanını bırakarak hızla kaçmaya başlayan isyancı melikler , kendilerini takip eden kuvvetlerin ellerinden kurtulamayarak ele geçirildikleri çeşitli bölgelerde öldürülmüştür. Bu sırada Sirmur tepelerine kaçan Nizamü'l-Mülk Muhammed Cüneydi de orada öldü. Bu olaydan sonra iyice güçlenen Raziye, devlet işlerini yeniden düzenlemek üzere harekete geçti ve önemli mevkilere kendisine taraftar olan kişileri getirdi [18]. DEVLET OTORİTESİNİ YENİDEN SAĞLADI Dehli Sultanlığı yeniden huzura kavuşmuş, bu vesileyle de Lakhnauti- Dipal arasında hüküm süren bütün emir ve melikler de buyruk altına alınmışlar.. Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında, 1226 yılında Dehli'ye bağlanan Retenbur , onun ölümünden kısa bir müddet sonra Hindular tarafından kuşatılmış ve iç çekişmeler yüzünden gerekli yardım gönderilememişti. Sultan Raziye, tahttaki yerini sağlamlaştırıp, düzeni tekrar oturttuktan sonra ilk iş olarak Retenbur kalesinde mahsur kalan müslümanların kurtarılması için çalışmalara başladı. Hazırladığı güçlü bir ordu, Kutluğ Han ünvanıyla “Ordu Naibliğine'' atanan melik Seyf ed-dın Aybeg'in aniden ölmesi yüzünden Melik Kutb ed-din Hüseyin komutasında çok az bir gecikmeyle harekete geçildi. Sultan Raziye, Devletin önemli mevkilerinden birine Habeş asıllı Melik Celaleddin’i atamış. Bu durum melikler arasında hoş karşılanmamış ve “ kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek ve fil üzerinde açıkça halk arasında dolaştığı” için eleştirmeye yıpratmaya başlamışlar, bu bahane ile Galyur bölgesinde karışıklık başlatmışlardı.. Sultan Raziye Hükümdarlık ordusunu bölgeye sevk etmiş ve karışıklığı sona erdirmiştir. Bu defa yine bilinmeyen bir nedenle Pencap bölgesinde isyan başlamış ve Lahor valisi Kebir Han Ayaz’ın Galyur olayından başarısız çıkan merkezdeki muhalifler tarafından kışkırtıldığı sanılmakta.. Sultan Raziye hükümdarlık ordusunun başında ısrarla takip sonucu Kebir Han Ayaz geri çekilmiş ama Sultan Raziye işini bitirme yerine anlaşma yoluna gitmiş ve Ayaz yeniden merkeze bağlanırken, Raziye de Dehli’ye geri dönmüş. Dehli’ye döndükten 20 gün kadar sonra Taberhinde meliki İhtiyar ed-dın Altuniye, Habeş asıllı Cemaleddin Yakut’un üstün mevkiye getirilmesini bahane ederek isyan etmiş. Bu isyanı bastırmak üzere 3 Nisan 1240 günü büyük bir orduyla Başkent’ten ayrılıp Taberhindi’ye ulaştığında Türk emir ve melikler ayaklanarak Cemaleddin Yakut’u öldürmüş, Sultan Raziye’yi de Taberhinde kalesine göndermişlerdir.Raziye, Taberhinde kalesinde hapiste bulunduğu sırada Dehli'de önemli olaylar cereyan etmiş, Naibü'l-Mülk tayin edilerek iktidarı ele geçiren Melik İhtiyared-din Aytigin öldürülmüş ve Melik Bedred-din Sungur Rumi, Emir-i Hacib olarak tayin edilmişti. Bu sırada Taberhinde Meliki Melik İhtiyared-dın Altuniye ile Raziye de evlenmişti. Bu evlilik Melik Altuniye'nin çok yakın arkadaşının intikamını almak istemesi veya hırsı [19] kadar Raziye'nin de parlak vaadlerinin bir sonucudur aynı zamanda.[20]. Giriştiği ilk harekette başarılı olamayarak Taberhinde'ye geri dönen Raziye, dağılan birliklerini toparlayıp, yeniden düzenledi. Bu sırada isyan ederek Başkent'ten ayrılan Melik İzzed-din Muhammed Saları ve Melik İhtiyared-din Karakaş Han Aytigin'in kuvvetleriyle kendilerine katılmalarıyla iyice güçlenen Raziye ile Altuniye'nin birleşik kuvvetleri, ikinci kez Dehli üzerine yürüdü. Ancak 13 Ekim 1240'da [21] Dehli kuvvetleri tekrar galip geldi. Bunun üzerine kaçmaya çalışan Raziye'yi, Kayhtal sınırları yakınlarında etrafındakilerin hepsi kendisini terk etti. Düz bir arazide tek başına, yorgun olduğu halde aç ve susuz kalan Raziye, bir Hindu çiftçiden istediği ekmeği yedikten sonra yorgunluğun tesiriyle uyuduğu bir sırada üzerindeki değerli elbiselere tamah eden söz konusu Hindu çiftçi tarafından, 14 Ekim 1240 günü öldürülerek[22], bir tarlaya gömülmüştür. Kısa süre sonra bu durum anlaşılmış ve Raziye'nin teşhis edilen cesedi, dini törenle aynı yere tekrar defnedilmiştir . Sonraları üzerine bir kubbe de yapılan Cemne nehri kenarındaki bu kabrin bir ziyaretgah haline geldiğini İbn Battuta haber vermektedir[23]. NEDEN TAHTTAN İNDİRİLDİ Sultan Raziye, Dehli Türk Devletinin en büyük hükümdarı olduğu gibi Hind-Türk tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilmekte..Ferasetli ve olgun olmasının yanı sıra, hükümdarlık için gerekli pek çok özelliği, babası tarafından da takdir edildiği gibi, şahsında toplamış bulunuyordu. Firişte’nin kayıtlarına göre Sultan Raziye'nin aynı zamanda çok güzel Kur'an okuduğu ve iyi bir eğitim aldığı [24] anlaşılmış; İbn Battuta Raziye için "Yay kuşanmış olduğu ve maiyeti etrafında bulunduğu halde erkek gibi ata biner ve yüzünü örtmezdi." demektedir[25]. Cüzcani,onun file bindiğini açıkça belirtmesine rağmen ata bindiğinden hiç bahsetmemektedir. Dolayısıyla İsemı ve Nizam ed-dın Ahmed'in kaydettikleri şekilde, Raziye'nin ata binerken Habeş asıllı memluk Emır-ı Ahur Cemal ed-dın Yakut tarafından koltuk altından tutularak yardım edilmesi [26] gibi onun terbiyesi aleyhine yöneltilen ve daha sonraki eserlerde de sıkça tekrar edilen[27] bir takım iddiaların en ufak bir ima yoluyla da olsa Cüzcani'nin kayıtlarında yer almamıştır. Sultan Raziye, Sultanlığı’nın son dönemlerinde tam bir erkek kimliğine bürünmüş, elbiselerini atmış ve file binerek halk arasına çıkmıştı [28]. Yukarıda da belirtildiği gibi bu tavrıyla birlikte toplantılara ve halkın arasına yüzü açık olduğu halde katılması [29] eleştirilere sebep olmuştur. Sultan Raziye, adeta çelikten bir elle hakimiyetini bir müddet daha sürdürdüğü halde, bu konu onun tahttan indirilmesi için önemli bir neden sayılmıştır. Kirman Selçuklularında görülen[30] ve daha sonra Balaban'ın da ifade ettiği gibi, o dönemin genel eğilimine göre hükümdarın askere ve halka yüzünü fazla göstermesi pek hoş karşılanmamaktaydı [31]. İsemı de “Akıllı kadınların başına külah yaramadı ki, erkeklerin başına huzurdan hususi va'zedildi.(Alah tarafından verildi)... (Öyleyse biz) Memleket gelirini bir erkeğe verelim, onun başına efendilik külahını koyalım”[32] diyerek, Türk emir ve melikleri harekete geçiren esas gerekçeyi böyle açıklamıştır. . DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİ Sultan Raizye askeri ve siyasi dehasının yanı sıra hiç te azımsanmayacak şekilde şiir yazmaya da yeteneği vardır.. Yalnız Türk tarihinde değil, dünya tarihinde bile bir benzerine rastlanmayan iftihar edilecek bir Türk kadını tipini temsil etmektedir. Yaşadığı felaketlere rağmen, yılmayan emsalsiz cesaret ve yiğitliği yanında Sultan Raziye'nin bir özelliği daha vardı, ŞİİR. Şiire karşı büyük bir yetenek olduğu kayıtlara geçmiş ve ''Şirin-i-Dihlevı'' veya ''Şirin-i Gun'' mahlaslarıyla yazdığı beyitleri kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel örnekleri olduğu kabul edilmektedir.[33] inHint’liler Duygu dünyasının zenginliği yanında iyi bir yönetici özelliklerini de sergileyen güçlü iradeli bu kadın şairimizi dünyanın ilk kadın şairidir diye isimlendirmek abartı olmamalıdır. Farsça yazdığı şiirlerinden bazı satırlar Mage-i Rehmeni’nin Perdeneşinan-i Suhenguy’dan şöyledir[34]:. Bizim başımıza hep ne gelirse hep bizdendir, Biçare gönlün ne suçu var? O zavallı da bizim sebepsiz gamımızdan ölmüştür. *** Ben ayağımın bereketi ile feleği saltanat tahtı yapar, Hüma’nın kanadını da sinekleri kovmak hizmetinde kullanırım. *** Ey şirin gel, muhabbet yoluna adım atma, bundan sakın. Sen yoksa bu yolda Ferhad’ın başına gelenleri işitmedin mi? **** Onun yüzünü görmediğim halde, göz bebeği gibi, Ona gözümün içinde yer verdim. **** Ben senin adını işitmediğim ve yüzünü görmediğim halde, Gözüm gibi severim seni **** Güneşin ışınlarının titremesi, Bizim kılıç gibi olan gazaplı bakışlarımızdan Korktuğu için değil de nedendir? Sultan Raziye , saltanatı esnasında, kendisinden çok sonra Hindistan İmparatoru ilan edilen İngiltere Kraliçesi Elizabeth II gibi kadınsı davranışlar göstermemiştir. M. Aziz Ahmad'in de belirttiği üzere, her yönden erkek gibi kuvvetli, hatta erkek bile olduğu rivayet edilen bir Türk kadını olup; hükümdarlığı sırasında harem entrikaları yerine halkın arasına girerek onlara ve Türk emir ve meliklere karşılarındakinin güzel bir kadın olduğunu unutturmuştur[35]. Sultan Raziye için Cüzcanı her ne kadar “büyük, akıllı, adaletli, kerim, alimleri hoş tutan, adil, adalet yayan, ahalisini besleyen ve ordu-çeken bir padişahtı. Padişahlara gereken bütün vasıflarla donanmıştı. Fakat, yaratılışta erkeklerin hesabından nasibini almamıştı. Bütün bu seçkin sıfatlar ona ne fayda verir” [36] demekte ise de, erkekler arasında bir kadının gösterebileceği davranışları asla yapmayan ve böylelikle ayrı cinsten olmanın ortaya çıkaracağı olumsuzlukları büyük ölçüde gidermeyi başaran Raziye, aynı zamanda aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmamıştır. Sultan Raziye, meliklerce tahttan indirilmek istendiğinde bunu kabul etmemiş, kurmak istediği düzeni sonuna kadar götürmek hususundaki azmini, saltanatı ele geçirmek için üst üste yaptığı ve hayatına mal olan hamlelerle göstermiştir. Bunun yanında Aligarh Muslim Universitesi Profesörlerinden Dr. Ekmel Eyyubi’nin Ord. Prof. Dr. AZ. Velidı Togan'a atfen verdiği bilgiye [37] göre,Sultan Raziye'nin Türkçe şiirlerinin toplandığı bir divanı da bulunmaktadır. Eğer bu bilgi doğrulanırsa, Sultan Raziye, Türk ve Dünya Edebiyatı tarihinin, bilinen ilk Türk Kadın Şairliğinin yanı sıra ilk Türkçe divan sahibi olma vasfını da kazanacaktır. Bu divan Hindistan’da bulunmakta ve Hintliler Sultan Raziye’nin bir Türk değil, Hintli olduğunu iddia etmektedirler. Türkçe Divan’ın yakışacağı yer de Türkiye’de bir şiir müzesi olmalı ve orası olmalıdır. Sultan Raziye, o dönem geleneklerinin aksine “kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek halkın arasında dolaştığı” için eleştiriler almıştır[38].. Kıyafette devrim yapmış ve o dönemdeki geleneklerin aksine yüzünü örtmeyen, çok iyi kuran okuyan, yöneticilik yeteneği mükemmel, cesur, akıllı, zeki ve şair olan Raziye’nin tüm dünyaya duyurulması gerekmektedir. Aynı zamanda Türkçe Divan’ı da bizim kıymetli eserlerimizin arasına katılmalıdır. KAYNAKÇA: [1] Mary I (1516-1558), Mary Tudor olarak da bilinir. VIII. Henry ile Aragonlu Catherine' nin kızı ve İngiltere'nin ilk kadın hükümdarıy¬dı. Greenwich'te doğdu. İyi bir öğrenim gördü. Erken yaşlarda İspanyolca, İtalyanca ve Fransızca öğrendi. [2] Dehli Türk Sultanlığı, 1206 yılında Kuzey Hindistan’da Mucızzi meliklerinden olan Kutb eddin Aybeg (1206-1210) tarafından kurulmuştur. Sultan Kutb eddin’in damadı, oğulluğu ve aynı zamanda en güvendiği kumandanlarından birisi olan İltutmuş ta bu sülalenin ilk kurucularından ve ilk Sultanıdır(1211-1236).. [3] Terken “Melike” manasına gelmektedir. Bkz.O.Turan, “Terken Ünvanı”, THT dergisi, s.1(Ankara 1944), s.67-73 [4] Cüzcani I, s.454 [5] Cüzcani I, s.458 [6] Cuzcani 1, s.455'de yer alan Şehzade Nasır ed-din Mahmud'un 1229 yılında Lakhnauti'de ölmesinden sonra Sultan'ın hayatta kalan en büyük oğlu olması sebebiyle Firuz Şah'ın, halkın ve meliklerin ümidi haline geldiği hususunda kayıt daha çok meliklerin isteğini yansıtır. ' [7] Firuz şah’ın annesinin isminin verilmediği, ''Terken Hatun" diye anıldığı görülmektedir. Kaynaklardan bu Hatun'un Raziye'nin annesinden başka birisi olduğunu anlaşılmaktadır. [8] İsemi, s.l26 vd. da Raziye'nin isyancı meliklere babasının vasiyetini hatırlatarak, içerisine düştükleri durumdan ancak kendisini tahta geçirmek suretiyle kurtu1abileceklerine inandırmış ve ''kutsuz oğuldan, kız iyidir...'' diyen meliklerini birkaç seneliğine denenmek üzere buna rıza gösterdikleri belirtilir . [9] İbn Battuta ll, s.37 [10] 16 Türk Devletinden biri olan “Akhunlar”; Afganistan, Kuzey Hindistan, Harezm, Doğu İran ve Doğu Türkistan bölgelerini bir yüzyıldan fazla egemenliğinde bulunduran devleti kuran Hun kolu[10] [11] Cüzcani 1, s. 458 : Nizam ed-din Ahmed. s.66 : Fırişte 1, s.ll8 (25) Cüzcanj ll, s. 13 vd. [12] (25) Cüzcani ll, s. 13 vd [13] Cüzcani, Tabakat-ı Nasırı, A General History of Muhammedan Dynasties of Asia 1, (nşr. H.G. Raverty), Calcutta 1864, (s.646'da Nur ud-din olarak kaydedilen bu kişi Türk olarak gösterilir). [14] Kuran ayetlerinin açık anlamları dışında, gizli anlamları olduğuna inananların oluşturduğu tarikatın kolları.Kurucusu Hasan Sabbah’tır [15]Cuzcani I,s. 458 : Es-Sibrindi, s.25 : Firişte 1, s.119 (27) Cuzcani ll, s. 3 [16] R.C.Mııjumdar-H.C. Raychaudhuri-K. Datta, An Advanced History of India, London .1%1 , s.286'da bu politika günümüzdeki ifadcsiyle "süper diplomasi" olarak niıelcndirilİr [17] Bkz. Y .H. Bayur, Hindistan Tarihi 1,llkça~lardan Gurkanlı Devletinin Kuruluşuna ~ Kadar, Ankara 1949, s.283 [18] Cüzcani 1, s.459 : Es-Sihrindi, s.25 vd. [19] M. Aziz Ahmad, Polilicial History and Inslilions of the Early Turkish Empire of Delhi (l290). Lahor 1948. s.203 [20] Bkz.lsemi, s.t33 [21] Firişte 1, LI2(bu tarih “23 Eylül 1240" olarak verilmekte. [22] 1semi; s.l36'da Raziye'nin Melik Altuniye ile birlikte Hindular tarafından yanarak öldürüldüğü kaydedilmiş. [23] Bh. İbn Batnıta n. s.38 [24] Firişte 1, s.l18 [25] İbn Batnıta n. s.37 [26] Bkz.1semi1 s.l29 : Nizam ed-din Ahmed, s.67 [27] Örnek olarak Bkz. Fırişte 1, s.i 19 : Bedauni, Muntakhabut Tevarikh 1, (nşr. A.A.Kebir ed-dİD Ahmed-W .Nassau LeeS)1 Calcutta 1868, s.84 [28] Cüzcani 1, s.460:İsemi , s.l28 : Es-Sihrindi, s.26 : Nizam ed-din Ahmed, s.67: Bedauni. s.84 [29] İsemi, s.l28 bu toplantının tasviri yapılır. Ayrıca Raziye'nin böyle bir toplantıda tahtta oturuken, tacı üzerinden omuzlarına ve sırtına inen başörtülü, ama yüzü açık şekliyle gösteren bir minyatürü için Bkz. B. Üçok:. İslam Devletleri’nde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar. Ankara 1965. s.49 [30] Bkz. E. Merçil. Kirman Seyçukluları Tarihi. tstanbull980, s.251 [31] Bkz. Nizam ed-din Ahmed. s. 79 vd [32] lsemi, s.l29 vd. [33] Bkz. B. Üçok, a.g.e. .s.Sl vd [34] Üçok, Bahriye.İslam Devletleri’nde Türk Naibeler ve Türk Kadın Hükümdarlar. Kültür Bakanlığı Yayınları 1475 [35] M Aziz Ahmad, a.g.c. s.195 [36] Cüzcani I, s.457 [37] Bu bilgi 6. Milletlerarası Türkoloji Kongresi'nin 21 Eylül 1988 tarihli Oturumunda sunduğu tebliğinden sonra yapılan açık1ama ile ortaya konulmuştur. [38] Es-sihrindi, s.26" *** Bu bilgi 6. Milletlerarası Türkoloji Kongresi'nin 21 Eylül 1988 tarihli Oturumunda sunduğu tebliğinden sonra yapılan açık1ama ile ortaya konulmuştur.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla, 'OHAL kapsamında çalışma ve sosyal güvenlik alanına ilişkin alınan tedbirlere dair kararname' Resmi Gazete'de yayımlandı.

    Kararnameye göre depremden etkilenen ve OHAL kapsamında bulunan kentlerdeki işverenler, işyerlerinin ağır ya da orta hasarlı olduğunu belgelemeleri durumunda, 'uygunluk tespiti' beklenmeksizin kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilecek.
    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla, 'OHAL kapsamında çalışma ve sosyal güvenlik alanına ilişkin alınan tedbirlere dair kararname' Resmi Gazete'de yayımlandı. Kararnameye göre depremden etkilenen ve OHAL kapsamında bulunan kentlerdeki işverenler, işyerlerinin ağır ya da orta hasarlı olduğunu belgelemeleri durumunda, 'uygunluk tespiti' beklenmeksizin kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilecek.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Cuma Hutbesi: “En Büyük Mucize Kur’an-ı Kerim”

    Muhterem Müslümanlar!

    Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Elif Lâm Râ. Bu Kur’an, Allah’ın izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, çıkarman için sana indirdiğimiz kitaptır…”[1]

    Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabı; rehberliğin en güzeli ise Muhammed (s.a.s)’in rehberliğidir.”[2]

    Aziz Müminler!

    Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, Cenâb-ı Hakk’ın bütün insanlığa göndermiş olduğu son ilahi mesajdır. İndirildiği andan kıyamete kadar bütün insanlık için her alanda kutsal bir metin, dînî, hukûkî ve ahlâkî alanda ilahi bir rehberdir. Rabbimizin kullarına duyduğu engin şefkat ve merhametin en büyük tecellisidir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in en büyük mucizesidir. Kur’an’ın hükmü kıyamete kadar bâkîdir. Bir harfi bile değişmemiş ve asla değiştirilemeyecektir. Zira Kur’an, ilahi ve beşeri tedbirlerle Rabbimizin koruması altındadır ve O’nun vaadi haktır: اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ “Şüphesiz Kur’an’ı biz indirdik. Onun koruyucusu da elbette biziz.”[3]

    Kıymetli Müslümanlar!

    Kur’an-ı Kerim, bütün insanlığı hidayete ve ebedi kurtuluşa davet eder. Rabbimize, çevremize ve bütün kâinata karşı görev ve sorumluluklarımızı bize öğretir. İslam’ın hayat veren hükümlerini açıklar. Bilgi ve hikmetin, iyilik ve güzelliğin yollarını gösterir. Barış ve huzurun, adalet ve birlikte yaşamanın ilkelerini bildirir. İnsan onur ve haysiyetini, hak ve hürriyetini mukaddes bilmeyi emreder.

    Değerli Müminler!

    Kur’an-ı Kerim’i rehber edinen Müslümanlar, tarih boyunca farklı inanç ve kültürlerle bir arada, barış ve huzur içinde yaşamanın en güzel örneklerini sunmuştur. Farklı din mensupları Müslümanların idaresi ve koruması altında dinlerini özgürce yaşamıştır. Yüce Rabbimiz, لَآ اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ “Dinde zorlama yoktur”[4] buyurarak, herkese inanç özgürlüğü tanımıştır. İslam medeniyetinde başkalarının inancına hakaret etmek, kutsalına zarar vermek yoktur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “Allah’tan başkasına tapanlara hakaret etmeyin; sonra onlar da bilgisizlik yüzünden sınırı aşarak Allah’a hakaret ederler.”[5]

    Aziz Müslümanlar!

    Son günlerde Kur’an’a ve İslam’a yönelik çirkin saldırılar sadece Müslümanları değil, insanlığın bütün ortak değerlerini ve toplumsal barışı hedef almaktadır. İnsan onurunu zedelemek, kutsal değerlere saldırmak, hak ve hukuk tanımamak özgürlük kılıfı altında normalleştirilemez. İfade özgürlüğü hiçbir inanca ve o inancın mensuplarına hakareti masum gösteremez. Özgürlük, hiç kimseye bir başkasının hakkını ihlal etme yetkisi veremez. Bilakis özgürlük, herkesin inanç ve düşüncesine saygı göstermeyi, bütün farklılıklara rağmen başkalarının hak ve hukukunu gözetmeyi gerektirir. Şu halde, inancımıza ve mukaddes değerlerimize yapılan bu tür menfur saldırıların karşısında yer almak sadece Müslümanların değil, bütün insanlığın ortak vazifesidir.

    Kıymetli Kardeşlerim!

    İslam’a ve onun muazzez değerlerine yönelik saldırılara karşı verilebilecek en güzel cevap yüce dinimiz İslam’ı en doğru şekilde öğrenmek ve temsil etmektir. Bunun için de Kur’an’ı okumak, anlamak, yaşamak ve yaşatmak için daha fazla çalışmalıyız. Onun hayat veren ilkelerini, hak ve adalet anlayışını, sevgi ve barış yüklü mesajlarını bütün insanlığa hikmetli bir dil ve güzel bir üslupla ulaştırmak için daha çok gayret göstermeliyiz. Hutbemi Yüce Rabbimizin şu ayetiyle bitiriyorum:

    يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.”[6]

    [1] İbrâhîm, 14/1.
    [2] Nesâî, Îdeyn, 22.
    [3] Hicr, 15/9.
    [4] Bakara, 2/256.
    [5] En’âm, 6/108.
    [6] Saff, 61/8.
    Cuma Hutbesi: “En Büyük Mucize Kur’an-ı Kerim” Muhterem Müslümanlar! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Elif Lâm Râ. Bu Kur’an, Allah’ın izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, çıkarman için sana indirdiğimiz kitaptır…”[1] Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabı; rehberliğin en güzeli ise Muhammed (s.a.s)’in rehberliğidir.”[2] Aziz Müminler! Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, Cenâb-ı Hakk’ın bütün insanlığa göndermiş olduğu son ilahi mesajdır. İndirildiği andan kıyamete kadar bütün insanlık için her alanda kutsal bir metin, dînî, hukûkî ve ahlâkî alanda ilahi bir rehberdir. Rabbimizin kullarına duyduğu engin şefkat ve merhametin en büyük tecellisidir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in en büyük mucizesidir. Kur’an’ın hükmü kıyamete kadar bâkîdir. Bir harfi bile değişmemiş ve asla değiştirilemeyecektir. Zira Kur’an, ilahi ve beşeri tedbirlerle Rabbimizin koruması altındadır ve O’nun vaadi haktır: اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ “Şüphesiz Kur’an’ı biz indirdik. Onun koruyucusu da elbette biziz.”[3] Kıymetli Müslümanlar! Kur’an-ı Kerim, bütün insanlığı hidayete ve ebedi kurtuluşa davet eder. Rabbimize, çevremize ve bütün kâinata karşı görev ve sorumluluklarımızı bize öğretir. İslam’ın hayat veren hükümlerini açıklar. Bilgi ve hikmetin, iyilik ve güzelliğin yollarını gösterir. Barış ve huzurun, adalet ve birlikte yaşamanın ilkelerini bildirir. İnsan onur ve haysiyetini, hak ve hürriyetini mukaddes bilmeyi emreder. Değerli Müminler! Kur’an-ı Kerim’i rehber edinen Müslümanlar, tarih boyunca farklı inanç ve kültürlerle bir arada, barış ve huzur içinde yaşamanın en güzel örneklerini sunmuştur. Farklı din mensupları Müslümanların idaresi ve koruması altında dinlerini özgürce yaşamıştır. Yüce Rabbimiz, لَآ اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ “Dinde zorlama yoktur”[4] buyurarak, herkese inanç özgürlüğü tanımıştır. İslam medeniyetinde başkalarının inancına hakaret etmek, kutsalına zarar vermek yoktur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “Allah’tan başkasına tapanlara hakaret etmeyin; sonra onlar da bilgisizlik yüzünden sınırı aşarak Allah’a hakaret ederler.”[5] Aziz Müslümanlar! Son günlerde Kur’an’a ve İslam’a yönelik çirkin saldırılar sadece Müslümanları değil, insanlığın bütün ortak değerlerini ve toplumsal barışı hedef almaktadır. İnsan onurunu zedelemek, kutsal değerlere saldırmak, hak ve hukuk tanımamak özgürlük kılıfı altında normalleştirilemez. İfade özgürlüğü hiçbir inanca ve o inancın mensuplarına hakareti masum gösteremez. Özgürlük, hiç kimseye bir başkasının hakkını ihlal etme yetkisi veremez. Bilakis özgürlük, herkesin inanç ve düşüncesine saygı göstermeyi, bütün farklılıklara rağmen başkalarının hak ve hukukunu gözetmeyi gerektirir. Şu halde, inancımıza ve mukaddes değerlerimize yapılan bu tür menfur saldırıların karşısında yer almak sadece Müslümanların değil, bütün insanlığın ortak vazifesidir. Kıymetli Kardeşlerim! İslam’a ve onun muazzez değerlerine yönelik saldırılara karşı verilebilecek en güzel cevap yüce dinimiz İslam’ı en doğru şekilde öğrenmek ve temsil etmektir. Bunun için de Kur’an’ı okumak, anlamak, yaşamak ve yaşatmak için daha fazla çalışmalıyız. Onun hayat veren ilkelerini, hak ve adalet anlayışını, sevgi ve barış yüklü mesajlarını bütün insanlığa hikmetli bir dil ve güzel bir üslupla ulaştırmak için daha çok gayret göstermeliyiz. Hutbemi Yüce Rabbimizin şu ayetiyle bitiriyorum: يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.”[6] [1] İbrâhîm, 14/1. [2] Nesâî, Îdeyn, 22. [3] Hicr, 15/9. [4] Bakara, 2/256. [5] En’âm, 6/108. [6] Saff, 61/8.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Dışişleri Bakanlığı, İsveç'te Kur'an'ı Kerim yakılmasını "Ülkemizin tüm uyarılarına rağmen İsveç’te bugün kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim’e karşı yapılan aşağılık saldırıyı en güçlü şekilde lanetliyoruz" ifadeleriyle kınadı.

    Dışişleri Bakanlığı'ndan, İsveç’te Kur'an-ı Kerim’in yakılması hakkında yapılan yazılı açıklamada şunlar kaydedildi;

    Ülkemizin tüm uyarılarına rağmen, İsveç’te bugün (21 Ocak) kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’e karşı yapılan aşağılık saldırıyı en güçlü şekilde lanetliyoruz. Müslümanları hedef gösteren ve kutsal değerlerimize hakaret eden bu İslam düşmanı provokatif eyleme ifade özgürlüğü adı altında izin verilmesini hiçbir şekilde kabul etmiyoruz. Çünkü bu bir nefret suçudur.

    Kur'an-ı Kerim'e saygısızlığa Ankara'dan sert tepkiler geldi

    Bu aşağılık eylem aynı zamanda İslam düşmanlığının, ırkçı ve ayrımcı akımların Avrupa’da ulaştığı kaygı verici seviyenin de bir başka göstergesidir.

    İsveç makamlarını bu nefret suçunun failleri hakkında gerekli işlemleri yapmaya ve tüm ülkeleri ve uluslararası kuruluşları İslam düşmanlığına karşı dayanışma halinde somut tedbirler almaya çağırıyoruz.


    The Ministry of Foreign Affairs condemned the burning of the Qur'an in Sweden with the statements, "Despite all the warnings of our country, we condemn the vile attack against our holy book, the Qur'an, in Sweden today".

    In a written statement from the Ministry of Foreign Affairs regarding the burning of the Qur'an in Sweden, the following was recorded;

    Despite all the warnings of our country, we condemn in the strongest possible terms the vile attack against our holy book, the Holy Quran, in Sweden today (21 January). We in no way accept that this anti-Islamic provocative action that targets Muslims and insults our sacred values ​​is allowed under the name of freedom of expression. Because this is a hate crime.

    Strong reactions came from Ankara to disrespecting the Quran

    This despicable act is also another indicator of the alarming level reached by Islamophobia, racist and discriminatory currents in Europe.

    We call on the Swedish authorities to take necessary action against the perpetrators of this hate crime and to take concrete measures in solidarity with all countries and international organizations against Islamophobia.
    Dışişleri Bakanlığı, İsveç'te Kur'an'ı Kerim yakılmasını "Ülkemizin tüm uyarılarına rağmen İsveç’te bugün kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim’e karşı yapılan aşağılık saldırıyı en güçlü şekilde lanetliyoruz" ifadeleriyle kınadı. Dışişleri Bakanlığı'ndan, İsveç’te Kur'an-ı Kerim’in yakılması hakkında yapılan yazılı açıklamada şunlar kaydedildi; Ülkemizin tüm uyarılarına rağmen, İsveç’te bugün (21 Ocak) kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’e karşı yapılan aşağılık saldırıyı en güçlü şekilde lanetliyoruz. Müslümanları hedef gösteren ve kutsal değerlerimize hakaret eden bu İslam düşmanı provokatif eyleme ifade özgürlüğü adı altında izin verilmesini hiçbir şekilde kabul etmiyoruz. Çünkü bu bir nefret suçudur. Kur'an-ı Kerim'e saygısızlığa Ankara'dan sert tepkiler geldi Bu aşağılık eylem aynı zamanda İslam düşmanlığının, ırkçı ve ayrımcı akımların Avrupa’da ulaştığı kaygı verici seviyenin de bir başka göstergesidir. İsveç makamlarını bu nefret suçunun failleri hakkında gerekli işlemleri yapmaya ve tüm ülkeleri ve uluslararası kuruluşları İslam düşmanlığına karşı dayanışma halinde somut tedbirler almaya çağırıyoruz. The Ministry of Foreign Affairs condemned the burning of the Qur'an in Sweden with the statements, "Despite all the warnings of our country, we condemn the vile attack against our holy book, the Qur'an, in Sweden today". In a written statement from the Ministry of Foreign Affairs regarding the burning of the Qur'an in Sweden, the following was recorded; Despite all the warnings of our country, we condemn in the strongest possible terms the vile attack against our holy book, the Holy Quran, in Sweden today (21 January). We in no way accept that this anti-Islamic provocative action that targets Muslims and insults our sacred values ​​is allowed under the name of freedom of expression. Because this is a hate crime. Strong reactions came from Ankara to disrespecting the Quran This despicable act is also another indicator of the alarming level reached by Islamophobia, racist and discriminatory currents in Europe. We call on the Swedish authorities to take necessary action against the perpetrators of this hate crime and to take concrete measures in solidarity with all countries and international organizations against Islamophobia.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Cuma Hutbesi: “Merhamet Toplumu”

    Muhterem Müslümanlar!

    Cenâb-ı Hakk’ın kullarına bahşettiği en değerli nimetlerden biri de merhamet duygusudur. Merhamet, Rabbimizin “Rahmân” isminin bir tecellisidir. Merhamet, kalp inceliği ve gönül yumuşaklığıdır. Şefkatli ve insaflı davranmaktır. Merhamet, kalpleri kin, öfke ve intikam gibi hastalıklardan temizlemektir. Gönülleri sevgi, saygı ve affın güzelliğiyle tezyin etmektir. Can taşıyan her bir varlığa hatta bütün kâinata muhabbet nazarıyla bakmaktır.

    Aziz Müminler!

    Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.s)’in en belirgin özelliği onun merhamet ve şefkatidir.[1] Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in davranış şekli şöyle anlatılmaktadır. “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi…”[2]

    Allah Resûlü (s.a.s), “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en güzel davranandır.”[3] buyurarak eşlerin birbirlerine karşı insaflı ve merhametli olmalarını emretmiştir. “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşından dolayı hürmet ederse, Allah da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birisini hazırlar.”[4] müjdesiyle dua ve bereket vesilemiz olan yaşlılara güzel muamelede bulunmayı tavsiye etmiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in çocuklara karşı olan şefkat ve muhabbetini ise çocukluğunu peygamberimizin yanında geçiren Hz. Enes (r.a) şöyle anlatmaktadır: “Allah Resûlü, beni bir kez olsun azarlamadı, kalbimi kırmadı. Bana karşı sürekli ‘evladım’, ‘yavrucuğum’ gibi gönül alıcı, sevgi dolu ifadeler kullandı.”[5]

    Kıymetli Müslümanlar!

    “Her canlıya yapılan iyilikte bir sevap vardır.”[6] buyuran Resûlüllah (s.a.s)’in şefkat ve merhametinden bütün canlılar gibi hayvanlar da nasibini almıştır. Rahmet elçisinin insanlığa takdim ettiği ilkeler üzerinde yükselen İslam medeniyetinde hayvanlara şefkat ve merhamet gösterilir. Onların uygun ortamlarda yaşama ve barınma hakları gözetilir. Ancak hayvanların hakkı korunurken, mükerrem bir varlık olan insanın zarar görmesine de izin verilmemelidir. İnsan hayatını tehdit eden hayvanlar cadde ve sokaklarda başıboş bırakılmamalıdır. Hastalık riski taşıyan veya saldırgan hayvanlardan başta çocuklarımız olmak üzere insanlarımızı korumak, bunun için gerekli tedbirleri almak hepimizin sorumluluğudur.

    Değerli Müminler!

    Şiddet, öfke, kin ve nefretin yürekleri işgal ettiği günümüzde merhamet medeniyetinin birer mensubu olarak bize düşen, Rahmet Peygamberinin mesajlarına yeniden sarılmaktır. “Ben ancak rahmet olarak gönderildim.”[7] buyuran Allah Resûlü’nün ilim, hikmet ve irfan mektebinde gönüllerimizi eğitmektir.

    O halde geliniz! Asrımızın en büyük hastalığı haline gelen merhametsizliği bir tarafa bırakarak; eşimize, çocuğumuza, ana babamıza, yaşlılarımıza, çevremize ve bütün canlılara karşı vicdanlı ve merhametli olalım. Gönlümüzde merhamet pınarları çağlasın daima. Kalbimizde merhamet adlı bir çınar büyüsün. Şefkat ve rahmet kaplasın dört bir yanımızı. Ailemiz ve toplumumuz merhamet ocağı olsun.

    Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisiyle bitiriyorum: “Merhamet edene Rahman olan Allah da merhamet eder. Siz yerdeki bütün mahlûkata merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.”[8]

    [1] Tövbe, 9/128.
    [2] Âl-i İmrân, 3/159.
    [3] Tirmizî, Menâkıb, 63.
    [4] Tirmizî, Birr, 75.
    [5] Buhârî, Edeb, 39; Müslim, Âdâb, 31.
    [6] Buhârî, Müsâkât, 9.
    [7] Müslim, Birr, 24.
    [8] Ebû Dâvûd, Edeb, 58.
    Cuma Hutbesi: “Merhamet Toplumu” Muhterem Müslümanlar! Cenâb-ı Hakk’ın kullarına bahşettiği en değerli nimetlerden biri de merhamet duygusudur. Merhamet, Rabbimizin “Rahmân” isminin bir tecellisidir. Merhamet, kalp inceliği ve gönül yumuşaklığıdır. Şefkatli ve insaflı davranmaktır. Merhamet, kalpleri kin, öfke ve intikam gibi hastalıklardan temizlemektir. Gönülleri sevgi, saygı ve affın güzelliğiyle tezyin etmektir. Can taşıyan her bir varlığa hatta bütün kâinata muhabbet nazarıyla bakmaktır. Aziz Müminler! Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.s)’in en belirgin özelliği onun merhamet ve şefkatidir.[1] Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in davranış şekli şöyle anlatılmaktadır. “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi…”[2] Allah Resûlü (s.a.s), “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en güzel davranandır.”[3] buyurarak eşlerin birbirlerine karşı insaflı ve merhametli olmalarını emretmiştir. “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşından dolayı hürmet ederse, Allah da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birisini hazırlar.”[4] müjdesiyle dua ve bereket vesilemiz olan yaşlılara güzel muamelede bulunmayı tavsiye etmiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in çocuklara karşı olan şefkat ve muhabbetini ise çocukluğunu peygamberimizin yanında geçiren Hz. Enes (r.a) şöyle anlatmaktadır: “Allah Resûlü, beni bir kez olsun azarlamadı, kalbimi kırmadı. Bana karşı sürekli ‘evladım’, ‘yavrucuğum’ gibi gönül alıcı, sevgi dolu ifadeler kullandı.”[5] Kıymetli Müslümanlar! “Her canlıya yapılan iyilikte bir sevap vardır.”[6] buyuran Resûlüllah (s.a.s)’in şefkat ve merhametinden bütün canlılar gibi hayvanlar da nasibini almıştır. Rahmet elçisinin insanlığa takdim ettiği ilkeler üzerinde yükselen İslam medeniyetinde hayvanlara şefkat ve merhamet gösterilir. Onların uygun ortamlarda yaşama ve barınma hakları gözetilir. Ancak hayvanların hakkı korunurken, mükerrem bir varlık olan insanın zarar görmesine de izin verilmemelidir. İnsan hayatını tehdit eden hayvanlar cadde ve sokaklarda başıboş bırakılmamalıdır. Hastalık riski taşıyan veya saldırgan hayvanlardan başta çocuklarımız olmak üzere insanlarımızı korumak, bunun için gerekli tedbirleri almak hepimizin sorumluluğudur. Değerli Müminler! Şiddet, öfke, kin ve nefretin yürekleri işgal ettiği günümüzde merhamet medeniyetinin birer mensubu olarak bize düşen, Rahmet Peygamberinin mesajlarına yeniden sarılmaktır. “Ben ancak rahmet olarak gönderildim.”[7] buyuran Allah Resûlü’nün ilim, hikmet ve irfan mektebinde gönüllerimizi eğitmektir. O halde geliniz! Asrımızın en büyük hastalığı haline gelen merhametsizliği bir tarafa bırakarak; eşimize, çocuğumuza, ana babamıza, yaşlılarımıza, çevremize ve bütün canlılara karşı vicdanlı ve merhametli olalım. Gönlümüzde merhamet pınarları çağlasın daima. Kalbimizde merhamet adlı bir çınar büyüsün. Şefkat ve rahmet kaplasın dört bir yanımızı. Ailemiz ve toplumumuz merhamet ocağı olsun. Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisiyle bitiriyorum: “Merhamet edene Rahman olan Allah da merhamet eder. Siz yerdeki bütün mahlûkata merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.”[8] [1] Tövbe, 9/128. [2] Âl-i İmrân, 3/159. [3] Tirmizî, Menâkıb, 63. [4] Tirmizî, Birr, 75. [5] Buhârî, Edeb, 39; Müslim, Âdâb, 31. [6] Buhârî, Müsâkât, 9. [7] Müslim, Birr, 24. [8] Ebû Dâvûd, Edeb, 58.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
  • Cuma Hutbesi: “Önce Tedbir Sonra Tevekkül”

    Muhterem Müslümanlar!

    Mülkün yegâne sahibi olan Yüce Rabbimiz, en küçük zerreden uçsuz bucaksız kâinata varıncaya kadar her şeyi bir ahenk ve düzen içerisinde yaratmıştır. Yaratılıştaki bu muhteşem uyum, “Sünnetullah”a yani Allah’ın hükmüne ve kanunlarına göre işlemektedir. Bizlere düşen, bu ilahi düzen ve yasalara göre hareket etmek, evrende var olan sebep-sonuç ilişkisine uygun davranmaktır.

    Aziz Müminler!

    Sebepler dairesinde cereyan eden hadiselerden biri de afetlerdir. Deprem gibi afetlere engel olmak elbette mümkün değildir. Ancak akıl, bilim ve tecrübe ışığında afetlere karşı tedbir almak ve bunların yol açacağı tahribatı en aza indirmek öncelikli görevimizdir. İslam’ın emrettiği tevekkül anlayışının gereği de budur. Dinimiz, önce bütün tedbirleri almamızı, üzerimize düşen bütün sorumlulukları yerine getirmemizi emreder. Ondan sonra Allah’a tevekkül etmeye, O’na güvenip teslim olmaya davet eder. Nitekim bir adam Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e gelerek, “Ya Resûlallah! Devemi bağlayıp da mı Allah’a tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim.” diye sorduğunda Allah Resûlü (s.a.s), ona şöyle cevap vermiştir: “Önce deveni bağla, sonra Allah’a tevekkül et!”[1]

    Kıymetli Müslümanlar!

    Aldığımız bütün tedbirlere rağmen acı bir hadiseyle karşılaştığımızda ise biz müminlere düşen sabırlı ve metanetli olmak, Allah’ın takdirine rıza göstermektir. İçinde bulunduğumuz durumu akl-ı selim ile değerlendirmek, ihmal, yanlış ve hatalardan gerekli dersleri çıkarmaktır. Cenâb-ı Hakk’a tazarruda bulunmak; tevbe ve istiğfarla, dua ve niyazla O’na sığınmak, rahmet ve yardımını istemektir.

    Değerli Müminler!

    Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah yanlış yoldan dönsünler diye işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.”[2] Evet, afetlerin kötü neticelerinin bir kısmı kendi hata ve ihmallerimiz sebebiyledir. O halde geliniz! Afetlere karşı bilinçli, tedbirli ve hazırlıklı olalım. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in “Allah Teâlâ, birinizin yaptığı işi en sağlam şekilde yapmasından memnun olur.”[3] hadisini kendimize rehber edinelim. Deprem kuşağı üzerinde yer alan ülkemizin gerçeklerine uygun adımlar atalım. Evlerimizi en doğru yere, en sağlam malzemeyle ve en güzel şekilde inşa etmenin gayretinde olalım. Heyelan ve sel riski bulunan bölgelerde, dere yataklarında bina yapmaktan kaçınalım. Kendi elimizle kendimizi tehlikeye atmayalım.

    Aziz Müslümanlar!

    Yüzlerce vatandaşımızın vefatına, binlercesinin etkilenmesine sebep olan 12 Kasım 1999 Düzce depreminin sene-i devriyesi olan yarın saat 18.57’de depremlere karşı toplumumuzda farkındalık oluşturmak amacıyla ülke genelinde “Çök, Kapan, Tutun” hareketleriyle deprem tatbikatı yapılacaktır. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعاًۜ “Kim, bir canı kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.”[4] buyurmaktadır. Bir canı kurtarmak, bir insanın hayata tutunmasına katkıda bulunmak, bu amaca yönelik faaliyetlerin içerisinde olmak, son derece saygın ve değerlidir. Bu vesileyle siz kıymetli kardeşlerimizi bulunduğunuz yerdeki en güvenli noktada hem bu tatbikatta yer almaya hem de AFAD tarafından verilen eğitimlere katılmaya davet ediyorum.

    Hutbemi bitirirken geçmişten günümüze afetlerde vefat eden bütün kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Cenâb-ı Hak, ülkemizi, milletimizi ve tüm insanlığı her türlü afetten muhafaza buyursun.

    [1] Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 60.
    [2] Rûm, 30/41.
    [3] Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, 1/275.
    [4] Mâide, 5/32.
    Cuma Hutbesi: “Önce Tedbir Sonra Tevekkül” Muhterem Müslümanlar! Mülkün yegâne sahibi olan Yüce Rabbimiz, en küçük zerreden uçsuz bucaksız kâinata varıncaya kadar her şeyi bir ahenk ve düzen içerisinde yaratmıştır. Yaratılıştaki bu muhteşem uyum, “Sünnetullah”a yani Allah’ın hükmüne ve kanunlarına göre işlemektedir. Bizlere düşen, bu ilahi düzen ve yasalara göre hareket etmek, evrende var olan sebep-sonuç ilişkisine uygun davranmaktır. Aziz Müminler! Sebepler dairesinde cereyan eden hadiselerden biri de afetlerdir. Deprem gibi afetlere engel olmak elbette mümkün değildir. Ancak akıl, bilim ve tecrübe ışığında afetlere karşı tedbir almak ve bunların yol açacağı tahribatı en aza indirmek öncelikli görevimizdir. İslam’ın emrettiği tevekkül anlayışının gereği de budur. Dinimiz, önce bütün tedbirleri almamızı, üzerimize düşen bütün sorumlulukları yerine getirmemizi emreder. Ondan sonra Allah’a tevekkül etmeye, O’na güvenip teslim olmaya davet eder. Nitekim bir adam Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e gelerek, “Ya Resûlallah! Devemi bağlayıp da mı Allah’a tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim.” diye sorduğunda Allah Resûlü (s.a.s), ona şöyle cevap vermiştir: “Önce deveni bağla, sonra Allah’a tevekkül et!”[1] Kıymetli Müslümanlar! Aldığımız bütün tedbirlere rağmen acı bir hadiseyle karşılaştığımızda ise biz müminlere düşen sabırlı ve metanetli olmak, Allah’ın takdirine rıza göstermektir. İçinde bulunduğumuz durumu akl-ı selim ile değerlendirmek, ihmal, yanlış ve hatalardan gerekli dersleri çıkarmaktır. Cenâb-ı Hakk’a tazarruda bulunmak; tevbe ve istiğfarla, dua ve niyazla O’na sığınmak, rahmet ve yardımını istemektir. Değerli Müminler! Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah yanlış yoldan dönsünler diye işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.”[2] Evet, afetlerin kötü neticelerinin bir kısmı kendi hata ve ihmallerimiz sebebiyledir. O halde geliniz! Afetlere karşı bilinçli, tedbirli ve hazırlıklı olalım. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in “Allah Teâlâ, birinizin yaptığı işi en sağlam şekilde yapmasından memnun olur.”[3] hadisini kendimize rehber edinelim. Deprem kuşağı üzerinde yer alan ülkemizin gerçeklerine uygun adımlar atalım. Evlerimizi en doğru yere, en sağlam malzemeyle ve en güzel şekilde inşa etmenin gayretinde olalım. Heyelan ve sel riski bulunan bölgelerde, dere yataklarında bina yapmaktan kaçınalım. Kendi elimizle kendimizi tehlikeye atmayalım. Aziz Müslümanlar! Yüzlerce vatandaşımızın vefatına, binlercesinin etkilenmesine sebep olan 12 Kasım 1999 Düzce depreminin sene-i devriyesi olan yarın saat 18.57’de depremlere karşı toplumumuzda farkındalık oluşturmak amacıyla ülke genelinde “Çök, Kapan, Tutun” hareketleriyle deprem tatbikatı yapılacaktır. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعاًۜ “Kim, bir canı kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.”[4] buyurmaktadır. Bir canı kurtarmak, bir insanın hayata tutunmasına katkıda bulunmak, bu amaca yönelik faaliyetlerin içerisinde olmak, son derece saygın ve değerlidir. Bu vesileyle siz kıymetli kardeşlerimizi bulunduğunuz yerdeki en güvenli noktada hem bu tatbikatta yer almaya hem de AFAD tarafından verilen eğitimlere katılmaya davet ediyorum. Hutbemi bitirirken geçmişten günümüze afetlerde vefat eden bütün kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Cenâb-ı Hak, ülkemizi, milletimizi ve tüm insanlığı her türlü afetten muhafaza buyursun. [1] Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 60. [2] Rûm, 30/41. [3] Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, 1/275. [4] Mâide, 5/32.
    0 Comentários 0 Compartilhamentos
Páginas impulsionada