• Filistin Kudüs Yafa Kapısı, 1903
    Osmanlı Devleti zamanında Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığında (1512 – 1520) fethedilen Kudüs-ü Şerif’e Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) sebiller yaptırmış, Kubbetü’s-Sahra’nın duvarları ve kapısını yeniden tamir ettirmiş, Hz. Davud türbesini inşâ ettirmiş, şehrin etrafını saran surları onartmış, kaleyi restore ettirmiş, yeniden inşa ettirdiği kapılara kitabeler yazdırarak şehirde pek çok Osmanlı izi bırakmıştır.
    II. Abdülhamid (1876-1909) dönemine gelindiğinde şehirdeki imar faaliyetleri devam etmiş ve “Saltanatının Otuzuncu Yılı” anısına Filistin’i saat kuleleri ile donatmıştır. El-Halil Kapısı’nın girişinde II. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Kudüs Saat Kulesi ve sebili yer alır. O zamanlarda saat kuleleri yaptırmak büyük devlet olmanın bir simgesi sayılmaktaydı. Surdaki bayrağı, Abdülhamid Han’ın yaptırdığı saat kulesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın yazdırdığı kitabe ile Kudüs Osmanlı şehri olduğunu tüm dünyaya gösteriyordu.
    Filistin Kudüs Yafa Kapısı, 1903 Osmanlı Devleti zamanında Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığında (1512 – 1520) fethedilen Kudüs-ü Şerif’e Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) sebiller yaptırmış, Kubbetü’s-Sahra’nın duvarları ve kapısını yeniden tamir ettirmiş, Hz. Davud türbesini inşâ ettirmiş, şehrin etrafını saran surları onartmış, kaleyi restore ettirmiş, yeniden inşa ettirdiği kapılara kitabeler yazdırarak şehirde pek çok Osmanlı izi bırakmıştır. II. Abdülhamid (1876-1909) dönemine gelindiğinde şehirdeki imar faaliyetleri devam etmiş ve “Saltanatının Otuzuncu Yılı” anısına Filistin’i saat kuleleri ile donatmıştır. El-Halil Kapısı’nın girişinde II. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Kudüs Saat Kulesi ve sebili yer alır. O zamanlarda saat kuleleri yaptırmak büyük devlet olmanın bir simgesi sayılmaktaydı. Surdaki bayrağı, Abdülhamid Han’ın yaptırdığı saat kulesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın yazdırdığı kitabe ile Kudüs Osmanlı şehri olduğunu tüm dünyaya gösteriyordu.
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • Fatih Sultan Mehmed'in Napoli'de vefat eden talihsiz Şehzadesi.
    Cem Sultan'ın dramı...

    Fatih Sultan Mehmed 1481'de vefat edince tahta büyük oğlu 2. Bayezid geçti. Küçük oğlu Şehzade Cem, ağabeyinin saltanatını kabul etmedi. Tahta geçmek için ağabeyi 2. Bayezid ile savaştı ama başarısız oldu ve tahta oturamayacağını anladı.

    Şehzade Cem, önce Memlüklülere sığındı. Daha sonra Rodos'a gitti. Maalesef Rodos'a gitmesiyle artık esaret hayatıda başlamış oldu. Fatih'in oğluna Rodos Şövalyeleri bir nevi esir muamelesi yaptılar.

    Rodos Şövalyeleri Papa'dan istedikleri parayı alınca ile zavallı Şehzade'yi İtalya'ya naklettiler.

    Cem Sultan 1489'da Roma'ya vardı. Şehrin dışında Papa'nın oğlu, kardinaller ve büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Halk, Fatih'in oğlunu görmek için yollara yığılmıştı. Büyük hükümdarlara yapılan bir törenle Şehzade Cem, Vatikan Sarayı'na girdi.

    O andan itibaren Roma, Avrupa siyasetinin merkezi haline geldi. Macaristan Kralı ve Memlük Sultanı, Şehzade'nin kendilerine verilmesi için Papa'ya baskı yapmaya başlamışlardı.

    Şehzade'yi Osmanlı'ya karşı koz olarak kullanmak düşüncesi herkeste vardı.

    Roma'ya varışının ertesi günü Şehzade Cem, Papa tarafından kabul edildi. Papa, Kardinaller, Roma'da bulunan bütün elçiler, Şehzade'yi ayakta karşıladı. Papa, büyük tacını ve tören elbisesini giymişti.

    Protokol görevlileri Şehzade'ye, imparatorların bile Papa'nın ayaklarını öptüğünü söyleyip, hiç olmazsa Papanın karşısında eğilmesini rica ettiler. Şehzade Cem, babasından başka kimsenin önünde eğilmemiş olduğunu, bundan sonra da eğilmeyeceğini söyledi.

    Israrlar karşısında ölümü tercih edeceğini söyleyince vazgeçmek zorunda kaldılar. Papa İnnocent, kendisini başıyla selamlayan Şehzade'yi kucaklayıp öptü. Bu, bir Papa'nın en büyük hükümdara karşı göstereceği en son iltifat derecesiydi.

    3 gün, 3 gece Şehzade'nin şerefine şenlik ve ziyafet düzenlendi. Şehzade Cem sonuçta Vatikan Sarayı'nda esirdi ve huzursuzdu. Papa tarafından birçok defa davet edildi. Papa, Osmanlı'ya karşı yeni bir Haçlı seferi için Şehzade'yi elde etmek istiyordu.

    Bu düşüncesini Şehzade'ye açınca, Şehzade karşısına dikildi. İslâm'a asla ihanet etmeyeceğini, başına dünya tacını bile koysalar istemediğini, tek isteğinin Kahire’ye gidip ailesinin yanında ömrünü tamamlamak olduğunu söyledi.

    1490'da Roma'ya gelen Sultan 2.Bayezid'in elçisi, Şehzade Cem'in 3 yıllık ödeneğini Papa'ya teslim etti. Elçi Şehzade tarafından da karşılandı.

    Şehzade'nin ayağını öpen elçi, Sultan Bayezid'in mektubunu ve hediyelerini verdi. Şehzade iyi kalpliliğinden Roma'da gezintiye çıktığı zaman, yollarda gördüğü fakirlere büyük sadakalar dağıtıyordu.

    Roma halkı arasında, Şehzade'nin Hristiyan olduğuna dair dedikodular çıktı. Papa bu dedikodulara inandı. Bir gün Şehzade Cem'i açıkça Hristiyan olmaya davet etti. Şehzade bunu bir hakaret saydı ve ayağa kalkıp konuşmaya son verdi.

    Papa, Şehzade'nin son derece kızdığını görünce, geri adım atıp Şehzade Cem'i sakinleştirici sözler söyledi. Bu arada Fransa Kralı Charles, Şehzade Cem'i alabilmek için Papa'ya büyük baskı yapıyordu.

    En sonunda yeni Papa Alessandro Borgia, Fransa Kralı'nın baskılarına dayanamadı ve Şehzade'yi teslim etti. Şehzade Cem, artık Fransa Kralı'nın esiriydi.

    Fransa Kralı, Şehzade Cem'i yanına alıp Napoli'ye doğru yola çıktı.

    Fakat yolda Şehzade Cem rahatsızlandı ve öleceğini anladı. 25 Şubat 1495'te, Fatih Sultan Mehmed Han'ın küçük oğlu Şehzade Cem, Napoli'de vefat etti. Papa tarafından yavaş etkileyen bir terkiple zehirlendikten sonra Fransa Kralı'na teslim edildiği ve bu sebeple öldüğü muhakkaktır.

    Şehzade Cem'in Avrupa'daki esareti, Osmanlı'nın rahat hareket etmesini engelledi. Avrupa devletleri tarafından Osmanlı'ya bir koz olarak düşünüldü. 2. Bayezid'in eli kolu bir nevi bağlandı kardeşinin esareti sebebiyle.

    Şehzade Cem, ağabeyi 2. Bayezid'e duygu yüklü mektuplar yazmış ve tahtta hakkı olduğunu söylemişti. Buna karşın 2. Bayezid'de tahtın kendisine kısmet olduğunu ve artık buna rıza göstermesi gerektiğini ifade eden karşı mektuplar yazdı.

    Vefat ettiğinde henüz 35 yaşındaydı.
    Son 12 senesini Avrupa'da geçirmiş, ordan oraya savrulmuş, vatanına ve ezan seslerine hasret kalmıştı. Naaşı bir müddet sonra Bursa'ya getirildi ve atalarının yanına defnedildi.

    Sonuçta o bir Osmanlı Şehzadesiydi ve her Şehzade gibi Padişah olmak üzere yetiştirilmişti. Fatih'in talihsiz Şehzadesi Sultan Cem'i rahmetle anıyorum..
    Fatih Sultan Mehmed'in Napoli'de vefat eden talihsiz Şehzadesi. Cem Sultan'ın dramı... Fatih Sultan Mehmed 1481'de vefat edince tahta büyük oğlu 2. Bayezid geçti. Küçük oğlu Şehzade Cem, ağabeyinin saltanatını kabul etmedi. Tahta geçmek için ağabeyi 2. Bayezid ile savaştı ama başarısız oldu ve tahta oturamayacağını anladı. Şehzade Cem, önce Memlüklülere sığındı. Daha sonra Rodos'a gitti. Maalesef Rodos'a gitmesiyle artık esaret hayatıda başlamış oldu. Fatih'in oğluna Rodos Şövalyeleri bir nevi esir muamelesi yaptılar. Rodos Şövalyeleri Papa'dan istedikleri parayı alınca ile zavallı Şehzade'yi İtalya'ya naklettiler. Cem Sultan 1489'da Roma'ya vardı. Şehrin dışında Papa'nın oğlu, kardinaller ve büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Halk, Fatih'in oğlunu görmek için yollara yığılmıştı. Büyük hükümdarlara yapılan bir törenle Şehzade Cem, Vatikan Sarayı'na girdi. O andan itibaren Roma, Avrupa siyasetinin merkezi haline geldi. Macaristan Kralı ve Memlük Sultanı, Şehzade'nin kendilerine verilmesi için Papa'ya baskı yapmaya başlamışlardı. Şehzade'yi Osmanlı'ya karşı koz olarak kullanmak düşüncesi herkeste vardı. Roma'ya varışının ertesi günü Şehzade Cem, Papa tarafından kabul edildi. Papa, Kardinaller, Roma'da bulunan bütün elçiler, Şehzade'yi ayakta karşıladı. Papa, büyük tacını ve tören elbisesini giymişti. Protokol görevlileri Şehzade'ye, imparatorların bile Papa'nın ayaklarını öptüğünü söyleyip, hiç olmazsa Papanın karşısında eğilmesini rica ettiler. Şehzade Cem, babasından başka kimsenin önünde eğilmemiş olduğunu, bundan sonra da eğilmeyeceğini söyledi. Israrlar karşısında ölümü tercih edeceğini söyleyince vazgeçmek zorunda kaldılar. Papa İnnocent, kendisini başıyla selamlayan Şehzade'yi kucaklayıp öptü. Bu, bir Papa'nın en büyük hükümdara karşı göstereceği en son iltifat derecesiydi. 3 gün, 3 gece Şehzade'nin şerefine şenlik ve ziyafet düzenlendi. Şehzade Cem sonuçta Vatikan Sarayı'nda esirdi ve huzursuzdu. Papa tarafından birçok defa davet edildi. Papa, Osmanlı'ya karşı yeni bir Haçlı seferi için Şehzade'yi elde etmek istiyordu. Bu düşüncesini Şehzade'ye açınca, Şehzade karşısına dikildi. İslâm'a asla ihanet etmeyeceğini, başına dünya tacını bile koysalar istemediğini, tek isteğinin Kahire’ye gidip ailesinin yanında ömrünü tamamlamak olduğunu söyledi. 1490'da Roma'ya gelen Sultan 2.Bayezid'in elçisi, Şehzade Cem'in 3 yıllık ödeneğini Papa'ya teslim etti. Elçi Şehzade tarafından da karşılandı. Şehzade'nin ayağını öpen elçi, Sultan Bayezid'in mektubunu ve hediyelerini verdi. Şehzade iyi kalpliliğinden Roma'da gezintiye çıktığı zaman, yollarda gördüğü fakirlere büyük sadakalar dağıtıyordu. Roma halkı arasında, Şehzade'nin Hristiyan olduğuna dair dedikodular çıktı. Papa bu dedikodulara inandı. Bir gün Şehzade Cem'i açıkça Hristiyan olmaya davet etti. Şehzade bunu bir hakaret saydı ve ayağa kalkıp konuşmaya son verdi. Papa, Şehzade'nin son derece kızdığını görünce, geri adım atıp Şehzade Cem'i sakinleştirici sözler söyledi. Bu arada Fransa Kralı Charles, Şehzade Cem'i alabilmek için Papa'ya büyük baskı yapıyordu. En sonunda yeni Papa Alessandro Borgia, Fransa Kralı'nın baskılarına dayanamadı ve Şehzade'yi teslim etti. Şehzade Cem, artık Fransa Kralı'nın esiriydi. Fransa Kralı, Şehzade Cem'i yanına alıp Napoli'ye doğru yola çıktı. Fakat yolda Şehzade Cem rahatsızlandı ve öleceğini anladı. 25 Şubat 1495'te, Fatih Sultan Mehmed Han'ın küçük oğlu Şehzade Cem, Napoli'de vefat etti. Papa tarafından yavaş etkileyen bir terkiple zehirlendikten sonra Fransa Kralı'na teslim edildiği ve bu sebeple öldüğü muhakkaktır. Şehzade Cem'in Avrupa'daki esareti, Osmanlı'nın rahat hareket etmesini engelledi. Avrupa devletleri tarafından Osmanlı'ya bir koz olarak düşünüldü. 2. Bayezid'in eli kolu bir nevi bağlandı kardeşinin esareti sebebiyle. Şehzade Cem, ağabeyi 2. Bayezid'e duygu yüklü mektuplar yazmış ve tahtta hakkı olduğunu söylemişti. Buna karşın 2. Bayezid'de tahtın kendisine kısmet olduğunu ve artık buna rıza göstermesi gerektiğini ifade eden karşı mektuplar yazdı. Vefat ettiğinde henüz 35 yaşındaydı. Son 12 senesini Avrupa'da geçirmiş, ordan oraya savrulmuş, vatanına ve ezan seslerine hasret kalmıştı. Naaşı bir müddet sonra Bursa'ya getirildi ve atalarının yanına defnedildi. Sonuçta o bir Osmanlı Şehzadesiydi ve her Şehzade gibi Padişah olmak üzere yetiştirilmişti. Fatih'in talihsiz Şehzadesi Sultan Cem'i rahmetle anıyorum..
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • Sepetçiler Kasrı İSTANBUL
    Günümüzde Yeşilay Genel Merkezi olarak kullanılan Sepetçiler Kasrı, 1643'te Sultan İbrahim tarafından Bizans döneminden kalma surların üzerine inşa ettirilmiştir. Topkapı Sarayı'nın dış bahçesinde ve kıyı alanlarında yer alan yapılardan bugüne kadar gelebilen sadece Sepetçiler Kasrı'dır. İnşaatında kullanılan kırmızı mermerler Darıca ve Rusçuk'tan, çinileri İznik'ten, demir aksam ve çiviler de Samakoy ve Selanik'ten getirilmiştir.
    Kasrın kapı kemeri üzerindeki kitabede yer alan bilgiye göre, yapıldığı dönemde Topkapı Sarayı sınırları içinde kalan Kasır, Sultan I. Mahmut (1730–1754) döneminde 1739'da yenilenmiştir. Bunun ardından XIX. yüzyıl ortalarında da yeni bir onarım yapılmıştır.
    Saltanat Kayıkları
    Sepetçiler Kasrı'nın İstanbul yaşamına ilişkin bir diğer önemi ise saraya ait kayıkların bulunduğu yerde olmasıdır. Demiryolu, Topkapı Sarayı ile bağlantısını kesmeden önce sultanların kayıkları burada korunmaktaydı.
    Sepetçiler Kasrı İSTANBUL Günümüzde Yeşilay Genel Merkezi olarak kullanılan Sepetçiler Kasrı, 1643'te Sultan İbrahim tarafından Bizans döneminden kalma surların üzerine inşa ettirilmiştir. Topkapı Sarayı'nın dış bahçesinde ve kıyı alanlarında yer alan yapılardan bugüne kadar gelebilen sadece Sepetçiler Kasrı'dır. İnşaatında kullanılan kırmızı mermerler Darıca ve Rusçuk'tan, çinileri İznik'ten, demir aksam ve çiviler de Samakoy ve Selanik'ten getirilmiştir. Kasrın kapı kemeri üzerindeki kitabede yer alan bilgiye göre, yapıldığı dönemde Topkapı Sarayı sınırları içinde kalan Kasır, Sultan I. Mahmut (1730–1754) döneminde 1739'da yenilenmiştir. Bunun ardından XIX. yüzyıl ortalarında da yeni bir onarım yapılmıştır. Saltanat Kayıkları Sepetçiler Kasrı'nın İstanbul yaşamına ilişkin bir diğer önemi ise saraya ait kayıkların bulunduğu yerde olmasıdır. Demiryolu, Topkapı Sarayı ile bağlantısını kesmeden önce sultanların kayıkları burada korunmaktaydı.
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • Osmanlı imparatorluğu döneminde Filistin

    Filistin Kudüs Yafa Kapısı, 1903
    Osmanlı Devleti zamanında Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığında (1512 – 1520) fethedilen Kudüs-ü Şerif’e Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) sebiller yaptırmış, Kubbetü’s-Sahra’nın duvarları ve kapısını yeniden tamir ettirmiş, Hz. Davud türbesini inşâ ettirmiş, şehrin etrafını saran surları onartmış, kaleyi restore ettirmiş, yeniden inşa ettirdiği kapılara kitabeler yazdırarak şehirde pek çok Osmanlı izi bırakmıştır.
    II. Abdülhamid (1876-1909) dönemine gelindiğinde şehirdeki imar faaliyetleri devam etmiş ve “Saltanatının Otuzuncu Yılı” anısına Filistin’i saat kuleleri ile donatmıştır. El-Halil Kapısı’nın girişinde II. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Kudüs Saat Kulesi ve sebili yer alır. O zamanlarda saat kuleleri yaptırmak büyük devlet olmanın bir simgesi sayılmaktaydı. Surdaki bayrağı, Abdülhamid Han’ın yaptırdığı saat kulesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın yazdırdığı kitabe ile Kudüs Osmanlı şehri olduğunu tüm dünyaya gösteriyordu.
    Osmanlı imparatorluğu döneminde Filistin Filistin Kudüs Yafa Kapısı, 1903 Osmanlı Devleti zamanında Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığında (1512 – 1520) fethedilen Kudüs-ü Şerif’e Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) sebiller yaptırmış, Kubbetü’s-Sahra’nın duvarları ve kapısını yeniden tamir ettirmiş, Hz. Davud türbesini inşâ ettirmiş, şehrin etrafını saran surları onartmış, kaleyi restore ettirmiş, yeniden inşa ettirdiği kapılara kitabeler yazdırarak şehirde pek çok Osmanlı izi bırakmıştır. II. Abdülhamid (1876-1909) dönemine gelindiğinde şehirdeki imar faaliyetleri devam etmiş ve “Saltanatının Otuzuncu Yılı” anısına Filistin’i saat kuleleri ile donatmıştır. El-Halil Kapısı’nın girişinde II. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Kudüs Saat Kulesi ve sebili yer alır. O zamanlarda saat kuleleri yaptırmak büyük devlet olmanın bir simgesi sayılmaktaydı. Surdaki bayrağı, Abdülhamid Han’ın yaptırdığı saat kulesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın yazdırdığı kitabe ile Kudüs Osmanlı şehri olduğunu tüm dünyaya gösteriyordu.
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • İngiliz casusu ünlü Arabistanlı Lawrence‘ın Hicaz Demiryolu’nda Araplara sabotaj düzenlettiği Osmanlı treninin görüntüsü dikkat çekti.
    Sahibini Bekleyen Tren!

    Bu tren ayağa kalkmadığı süre işgal ihanet devam ediyor demektir.

    Arabistanlı (ingiliz) Lawrence‘ın Hicaz Demiryolu’nda sabotaj düzenlediği Osmanlı treni...

    101 yıldır sessizce çölün ortasında yatıyor...

    Kimse ona dokunamıyor, bir ihanet anıtı gibi duruyor .
    İngiliz casusu ünlü Arabistanlı Lawrence'in Hicaz Demiryolu'nda Araplara sabotaj düzenlettiği Osmanlı treni

    Hicaz Demiryolu üzerinde Arapların Osmanlı’ya düzenlediği sabotaja ait tren kalıntısı, görmek isteyenlerin dikkatine sunuluyor. İngiliz casusu ünlü Arabistanlı Lawrence‘ın Hicaz Demiryolu’nda Araplara sabotaj düzenlettiği Osmanlı treninin tam 101 yıldan bu yana aynı yerde, hiçbir şekilde dokunulmadan durduğu kaydedildi.

    Treninin, tarihe canlı şekilde tanıklık etmesi ve gelecek nesillere yaşananlar hakkında fikir vermesi nedeniyle önemli olduğu belirtildi.

    Türkiye'de yıllardır Arapların İngilizlerle işbirliği yaparak isyan ettiğini kabul etmeyen kesimler var. Ürdün tarafından restore edilen Ram Vadisi'ndeki Osmanlı Hicaz Demiryolu'nda ise, Arap Ayaklanması turistler için yeniden canlandırılıyor.

    Tarih sayfalarını çevirdiğimizde Türk milletinin uğradığı en büyük ihanetlerden biri 1. Dünya Savaşı sırasındaki Arap ihaneti olduğu görülür.

    Cihan Harbi tüm şiddetiyle sürüyor ve Osmanlı Devleti 9 cephede savaş veriyordu. Bağdat, Hicaz ve Ürdün-Kanal cephelerinde büyük zaiyatlar verildi.

    Emperyalistlerin doymayan iştahları için yeni sömürgeler gerekiyordu. Osmanlının egemenliğinde olan Arap yarımadasındaki kabileler, kolay istismar edebilecek ve satın alınabilecek durumdaydı.

    Şerif Hüseyin, İtilaf Devletlerinden Arabistan'da kendi iktidarının tanınacağına yönelik vaadi aldıktan sonra ve özellikle Osmanlı'nın da yenileceğini tahmin ettiğinden 5 Haziran 1916'da isyanı başlattı.

    Yalnız Medine'yi Fahreddin (Türkkan) Paşa ve ordusu savaşın sonuna kadar savunmayı başardılar. Bu isyan sırasında, Edward Lawrence de bulunuyordu.

    İsyan öncesinde ise Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, Araplara şu bildiriyi yayımlar: “…Uyanınız! Elele vererek, Osmanlı saltanatını yıkma zamanı geldi.”

    Emir Faysal’ın 11 Ağustos 1919 günlü mektubu: “Bütün Müslümanların gözleri İngiltere’ye dikilmiştir. Türk-Müslüman İmparatorluğu’nun yıkılmasında asıl kuvvet olan Araplar, şimdi ödüllerinin ne olacağını bilmek istiyorlar."

    "HASTA TRENİNDEKİ BÜTÜN YARALI VE HASTA TÜRKLERİ ÖLDÜRDÜLER"

    Türk Ordusunun Eylül 1918 ayı içerisinde Tafas çekilme harekâtında Lawrence, kinini ve öfkesini kontrol edemez haldeydi. Artık Türkleri hiçbir şeyin kurtaramayacağını biliyordu. Bütün benliği ile kendini o kanlı katliama vermişti. Korkunç çığlıklar atıyordu.
    Deli gibi bağırıyordu. Süngülü bir Türk erinin yüzüne ateş etti ve yere yığılan ölüyü atına çiğnetti. Arap askerleri, Lawrence ın kışkırtmasıyla Dera da terkedilmiş bulunan bir hasta trenindeki bütün yaralı ve hasta Türkleri merhametsizce öldürmüşlerdir.

    Türk Ordusu, Dera ve Şam istikametinde kuzeye doğru çekilirken Dera Tafas köyü civarında Lawrence, yanında bulunan Arap birliklerine; Savaşçılar! İçinizde en iyisi, en çok Türk öldürecek olandır. Esir almayacaksınız. Teslim olmak isteyeni öldüreceksiniz. Hepsini öldürün! Hepsini öldürün!" demiş, bunun üzerine Arap kumandanlarından olan Tallal, Auda ve Nasır da bedevi askerlerine aynı şekilde "Esir almak yok! Bütün Türkleri öldüreceğiz!" komutunu vermiş ve uygulamışlardır.

    Ayrıca Tallal, çekilen Türk askerlerini takip ederken yolda halsiz bir şekilde uzanan "Su..su" diyen bir Türk askerinin başına ateş ederek onları öldürmüş, yol boyunca gücü tükenmiş diğer Türk askerlerini de adamları ile birlikte insafsızca katletmiştir.

    LAWRANCE KİMDİR?

    1916 - 1918 yılları arasında Arap Ayaklanması ve Sina ve Filistin Cephesi gibi olaylarda Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine karşı üstlendiği rol ile ünlüdür. Bölgedeki Arap aşiretlerini silahlandırarak Osmanlı'ya karşı ayaklanmalarında yardımcı rol üstlenmiştir. Buradaki rolü nedeniyle "Arabistanlı Lawrence" olarak tanınmıştır.

    Seçkin Hizmet Rütbesi ve Banyo Nişanı sahibidir. I. Dünya Savaşı esnasında gerçekleştirdiği icraatlar, Arabistanlı Lawrence filmine konu oldu. I. Faysal ile çok yakın ilişkiler içerisinde bulundu. Lawrence, Mustafa Kemal Atatürk'e silahıyla ateş ederek öldürmeye teşebbüs ettiğini belirtmiş fakat saldırısında başarılı olamayıp Atatürk'ün yanında bulunan bir subayı vurabildiğini iddia etmiştir.

    Lawrence, ilk tayin yeri olan Kahire'de İngiliz Askeri Haberalma Servisi için çalıştı. Araplarla olan sıcak ilişkileri Lawrence'ı, İngiliz ve Arap kuvvetleri arasındaki irtibat subaylığı görevi için biçilmiş kaftan kılıyordu. Ekim 1916'da, Arap millî faaliyetlerini rapor etmesi için çöle gönderildi.

    HİCAZ DEMİRYOLU'NA YAPTIKLARI SALDIRILARA AĞIRLIK VERDİLER

    Mekke şerifi Hüseyin bin Ali'nin oğlu Emir Faysal komutasındaki düzensiz birliklerle birlikte Osmanlı Ordusu'na karşı gerilla mücadelesi verdi. Arapları, Medine'deki Osmanlı Muhafız Birlikleri'ni şehirden çıkarmamaları konusunda ikna etti. Böylece Araplar, şehre malzeme getiren Hicaz demiryoluna yaptıkları saldırılara ağırlık verebildiler. Şehri savunmakla meşgul olan Osmanlı askerlerini diğer yandan da demiryolunu tamir etmek zorunda bırakmak suretiyle oyaladılar. Lawrence, Akabe ve Şam'ın işgalinde de önemli rol aldı.

    Araplarla geçirdiği zaman zarfında, gelenek ve yaşantılarına bayağı adapte oldu. Deve ile seyahat edip, sıkı bir dostluk kurduğu Prens Faysal'ın hediye ettiği yerel kıyafetleri giymeye alıştı.

    I. Dünya Savaşı'nın sonlarında İngiliz Hükûmeti'ni, Arapların bağımsızlığının İngilizlerin yararına olduğuna ikna etme konusunda oldukça başarılı oldu.
    İngiliz casusu ünlü Arabistanlı Lawrence‘ın Hicaz Demiryolu’nda Araplara sabotaj düzenlettiği Osmanlı treninin görüntüsü dikkat çekti. Sahibini Bekleyen Tren! Bu tren ayağa kalkmadığı süre işgal ihanet devam ediyor demektir. Arabistanlı (ingiliz) Lawrence‘ın Hicaz Demiryolu’nda sabotaj düzenlediği Osmanlı treni... 101 yıldır sessizce çölün ortasında yatıyor... Kimse ona dokunamıyor, bir ihanet anıtı gibi duruyor . İngiliz casusu ünlü Arabistanlı Lawrence'in Hicaz Demiryolu'nda Araplara sabotaj düzenlettiği Osmanlı treni Hicaz Demiryolu üzerinde Arapların Osmanlı’ya düzenlediği sabotaja ait tren kalıntısı, görmek isteyenlerin dikkatine sunuluyor. İngiliz casusu ünlü Arabistanlı Lawrence‘ın Hicaz Demiryolu’nda Araplara sabotaj düzenlettiği Osmanlı treninin tam 101 yıldan bu yana aynı yerde, hiçbir şekilde dokunulmadan durduğu kaydedildi. Treninin, tarihe canlı şekilde tanıklık etmesi ve gelecek nesillere yaşananlar hakkında fikir vermesi nedeniyle önemli olduğu belirtildi. Türkiye'de yıllardır Arapların İngilizlerle işbirliği yaparak isyan ettiğini kabul etmeyen kesimler var. Ürdün tarafından restore edilen Ram Vadisi'ndeki Osmanlı Hicaz Demiryolu'nda ise, Arap Ayaklanması turistler için yeniden canlandırılıyor. Tarih sayfalarını çevirdiğimizde Türk milletinin uğradığı en büyük ihanetlerden biri 1. Dünya Savaşı sırasındaki Arap ihaneti olduğu görülür. Cihan Harbi tüm şiddetiyle sürüyor ve Osmanlı Devleti 9 cephede savaş veriyordu. Bağdat, Hicaz ve Ürdün-Kanal cephelerinde büyük zaiyatlar verildi. Emperyalistlerin doymayan iştahları için yeni sömürgeler gerekiyordu. Osmanlının egemenliğinde olan Arap yarımadasındaki kabileler, kolay istismar edebilecek ve satın alınabilecek durumdaydı. Şerif Hüseyin, İtilaf Devletlerinden Arabistan'da kendi iktidarının tanınacağına yönelik vaadi aldıktan sonra ve özellikle Osmanlı'nın da yenileceğini tahmin ettiğinden 5 Haziran 1916'da isyanı başlattı. Yalnız Medine'yi Fahreddin (Türkkan) Paşa ve ordusu savaşın sonuna kadar savunmayı başardılar. Bu isyan sırasında, Edward Lawrence de bulunuyordu. İsyan öncesinde ise Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, Araplara şu bildiriyi yayımlar: “…Uyanınız! Elele vererek, Osmanlı saltanatını yıkma zamanı geldi.” Emir Faysal’ın 11 Ağustos 1919 günlü mektubu: “Bütün Müslümanların gözleri İngiltere’ye dikilmiştir. Türk-Müslüman İmparatorluğu’nun yıkılmasında asıl kuvvet olan Araplar, şimdi ödüllerinin ne olacağını bilmek istiyorlar." "HASTA TRENİNDEKİ BÜTÜN YARALI VE HASTA TÜRKLERİ ÖLDÜRDÜLER" Türk Ordusunun Eylül 1918 ayı içerisinde Tafas çekilme harekâtında Lawrence, kinini ve öfkesini kontrol edemez haldeydi. Artık Türkleri hiçbir şeyin kurtaramayacağını biliyordu. Bütün benliği ile kendini o kanlı katliama vermişti. Korkunç çığlıklar atıyordu. Deli gibi bağırıyordu. Süngülü bir Türk erinin yüzüne ateş etti ve yere yığılan ölüyü atına çiğnetti. Arap askerleri, Lawrence ın kışkırtmasıyla Dera da terkedilmiş bulunan bir hasta trenindeki bütün yaralı ve hasta Türkleri merhametsizce öldürmüşlerdir. Türk Ordusu, Dera ve Şam istikametinde kuzeye doğru çekilirken Dera Tafas köyü civarında Lawrence, yanında bulunan Arap birliklerine; Savaşçılar! İçinizde en iyisi, en çok Türk öldürecek olandır. Esir almayacaksınız. Teslim olmak isteyeni öldüreceksiniz. Hepsini öldürün! Hepsini öldürün!" demiş, bunun üzerine Arap kumandanlarından olan Tallal, Auda ve Nasır da bedevi askerlerine aynı şekilde "Esir almak yok! Bütün Türkleri öldüreceğiz!" komutunu vermiş ve uygulamışlardır. Ayrıca Tallal, çekilen Türk askerlerini takip ederken yolda halsiz bir şekilde uzanan "Su..su" diyen bir Türk askerinin başına ateş ederek onları öldürmüş, yol boyunca gücü tükenmiş diğer Türk askerlerini de adamları ile birlikte insafsızca katletmiştir. LAWRANCE KİMDİR? 1916 - 1918 yılları arasında Arap Ayaklanması ve Sina ve Filistin Cephesi gibi olaylarda Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine karşı üstlendiği rol ile ünlüdür. Bölgedeki Arap aşiretlerini silahlandırarak Osmanlı'ya karşı ayaklanmalarında yardımcı rol üstlenmiştir. Buradaki rolü nedeniyle "Arabistanlı Lawrence" olarak tanınmıştır. Seçkin Hizmet Rütbesi ve Banyo Nişanı sahibidir. I. Dünya Savaşı esnasında gerçekleştirdiği icraatlar, Arabistanlı Lawrence filmine konu oldu. I. Faysal ile çok yakın ilişkiler içerisinde bulundu. Lawrence, Mustafa Kemal Atatürk'e silahıyla ateş ederek öldürmeye teşebbüs ettiğini belirtmiş fakat saldırısında başarılı olamayıp Atatürk'ün yanında bulunan bir subayı vurabildiğini iddia etmiştir. Lawrence, ilk tayin yeri olan Kahire'de İngiliz Askeri Haberalma Servisi için çalıştı. Araplarla olan sıcak ilişkileri Lawrence'ı, İngiliz ve Arap kuvvetleri arasındaki irtibat subaylığı görevi için biçilmiş kaftan kılıyordu. Ekim 1916'da, Arap millî faaliyetlerini rapor etmesi için çöle gönderildi. HİCAZ DEMİRYOLU'NA YAPTIKLARI SALDIRILARA AĞIRLIK VERDİLER Mekke şerifi Hüseyin bin Ali'nin oğlu Emir Faysal komutasındaki düzensiz birliklerle birlikte Osmanlı Ordusu'na karşı gerilla mücadelesi verdi. Arapları, Medine'deki Osmanlı Muhafız Birlikleri'ni şehirden çıkarmamaları konusunda ikna etti. Böylece Araplar, şehre malzeme getiren Hicaz demiryoluna yaptıkları saldırılara ağırlık verebildiler. Şehri savunmakla meşgul olan Osmanlı askerlerini diğer yandan da demiryolunu tamir etmek zorunda bırakmak suretiyle oyaladılar. Lawrence, Akabe ve Şam'ın işgalinde de önemli rol aldı. Araplarla geçirdiği zaman zarfında, gelenek ve yaşantılarına bayağı adapte oldu. Deve ile seyahat edip, sıkı bir dostluk kurduğu Prens Faysal'ın hediye ettiği yerel kıyafetleri giymeye alıştı. I. Dünya Savaşı'nın sonlarında İngiliz Hükûmeti'ni, Arapların bağımsızlığının İngilizlerin yararına olduğuna ikna etme konusunda oldukça başarılı oldu.
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • Kaddafi'nin öldürülmesinin 16 gerçek nedeni
    1. Libya'da elektrik faturası gelmedi, elektrik tüm vatandaşlarına bedava geldi.
    2. Kredi faizleri yoktu, bankalar devlete aitti, vatandaşına kredi kanunla %0.
    3. Kaddafi, Libya'daki herkes ev sahibi olana kadar ebeveynlerine ev almayacaklarına söz verdi. Kaddafi'nin babası saltanatı sırasında
    bir çadırda öldü.
    4. Libya'daki tüm yeni evli çiftler hükümetten 60.000 dinar aldı ve bu yüzden kendi dairelerini satın aldılar ve ailelerini kurdular.
    5. Libya'da eğitim ve tıbbi tedaviler ücretsizdi. Kaddafi'den önce sadece %25 okuyucu vardı, onun saltanatı sırasında %83'lük
    6. Libyalılar bir çiftlikte yaşamak isteseler, ücretsiz ev ekipmanları, tohumlar ve büyükbaş hayvan aldılar.
    7. Eğer Libya'da tedavi edilemezlerse, devlet onlara yurt dışına tedavi için +2300$ konaklama ve seyahat için fon verirdi.
    8. Libyalı araba alsa fiyatın %50'sini devlet finanse etti.
    9. Benzinin litre fiyatı 0.14 dolar oldu.
    10. Libya'nın dış borcu yoktu ve rezervleri
    150 milyar dolardı (şimdi dünya çapında donduruldu)
    11. Libyalıların bir kısmı okuldan sonra işe giremediği için devlet iş bulamayınca meslek ortalama maaşını ödeyecekmiş gibi.
    12. Libya petrol satışlarının bir kısmı doğrudan tüm vatandaşların banka hesaplarına bağlandı.
    13. Çocuk dünyaya getiren anne 5.000$ alacaktı
    14. 40 somun ekmek 0.15 dolar tuttu.
    15. Libyalıların %25'inin tüm Illisna diplomalarına sahipti.
    16. Kaddafi, çöl ülkesinde suyun bulunmasını sağlamak için "BÜYÜK ADAM PROJESİ" olarak bilinen dünyanın en büyük sulama projesini gerçekleştirdi.
    Bunun adı "DİKTATÖRLÜK"se demokrasi nedir acaba?
    Kaddafi'nin öldürülmesinin 16 gerçek nedeni 1. Libya'da elektrik faturası gelmedi, elektrik tüm vatandaşlarına bedava geldi. 2. Kredi faizleri yoktu, bankalar devlete aitti, vatandaşına kredi kanunla %0. 3. Kaddafi, Libya'daki herkes ev sahibi olana kadar ebeveynlerine ev almayacaklarına söz verdi. Kaddafi'nin babası saltanatı sırasında bir çadırda öldü. 4. Libya'daki tüm yeni evli çiftler hükümetten 60.000 dinar aldı ve bu yüzden kendi dairelerini satın aldılar ve ailelerini kurdular. 5. Libya'da eğitim ve tıbbi tedaviler ücretsizdi. Kaddafi'den önce sadece %25 okuyucu vardı, onun saltanatı sırasında %83'lük 6. Libyalılar bir çiftlikte yaşamak isteseler, ücretsiz ev ekipmanları, tohumlar ve büyükbaş hayvan aldılar. 7. Eğer Libya'da tedavi edilemezlerse, devlet onlara yurt dışına tedavi için +2300$ konaklama ve seyahat için fon verirdi. 8. Libyalı araba alsa fiyatın %50'sini devlet finanse etti. 9. Benzinin litre fiyatı 0.14 dolar oldu. 10. Libya'nın dış borcu yoktu ve rezervleri 150 milyar dolardı (şimdi dünya çapında donduruldu) 11. Libyalıların bir kısmı okuldan sonra işe giremediği için devlet iş bulamayınca meslek ortalama maaşını ödeyecekmiş gibi. 12. Libya petrol satışlarının bir kısmı doğrudan tüm vatandaşların banka hesaplarına bağlandı. 13. Çocuk dünyaya getiren anne 5.000$ alacaktı 14. 40 somun ekmek 0.15 dolar tuttu. 15. Libyalıların %25'inin tüm Illisna diplomalarına sahipti. 16. Kaddafi, çöl ülkesinde suyun bulunmasını sağlamak için "BÜYÜK ADAM PROJESİ" olarak bilinen dünyanın en büyük sulama projesini gerçekleştirdi. Bunun adı "DİKTATÖRLÜK"se demokrasi nedir acaba?
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • TÜRK RAZİYE BEGÜM SULTAN...

    RAZİYE BEGÜM SULTAN 'I BİLİYOR MUSUNUZ
    DELHİ –HİNDİSTAN-TÜRK SULTANLIĞI
    DOÇ.DR.BAHRİYE ÜÇOK / İSLAM DEVLETLERİNDE TÜRK NAİBELER VE TÜRK KADIN HÜKÜMDARLAR

    HİNDİSTAN’I, X. ASIRDAN XIX. ASIRDAKİ İNGİLİZ İŞGALİNE GELİNCEYE KADAR ASIRLARCA TÜRK ASILLI HANEDANLAR İDARE ETTİ BU MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİNDEN BİRİSİ DE KUTUB ŞAHLARDIR...

    SULTAN RAZİYE (1236-1240), ŞEMSED-DİN İLTUTMUŞ'UN, KARISI TÜRKAN/TERKEN HATUN'DAN'] DOĞAN KIZIDIR VE GELENEKLERİN AKSİNE EVLENDİRİLMEYEREK BÜYÜK BİR TİTİZLİKLE GELECEĞE HAZIRLANMIŞTIR...

    İNGİLTERE KRALİÇESİ I.MARY’DEN[1] 318 yıl, EN ÇOK BİLİNEN KADIN HÜKÜMDAR KRALİÇE I.ELİZABETH’DEN 322 YIL, BÜYÜK BRİTANYA İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE HİNDİSTAN İMPARATORU İLAN EDİLEN KRALİÇE VİCTORİA I.(1837-19019)’DEN DE 600 YIL ÖNCE ÖNCE HÜKÜMDARLIK YAPMIŞ, AKTİF VE GÜÇLÜ BİR SİYASET UYGULAMAKTAN DA GERİ KALMAYARAK 4 YIL TAHTTA OTURMUŞ , DÜNYA TARİHİNDE BENZERİNE RASTLANMAYAN, ONUR DUYULACAK VE EMSALSİZ CESARET ÖRNEKLERİYLE DOLU BİR TÜRK KADINI OLAN DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI’NIN HÜKÜMDARI OLAN SULTAN RAZİYE, AYNI ZAMANDA TARİHTEKİ İLK TÜRK KADIN HÜKÜMDARDIR...

    HİNDİSTAN TARİHİNİN ÖNEMLİ KAYNAKLARINDAN BİRİ OLAN CÜZCANİ, BU DEVLETİN ADINDAN “SELATİN-İ HİND ” DİYE BAHSETMİŞ VE SONRAKİ KAYNAKLARDA GENELDE BU ŞEKİLDE TEKRAR EDİLMİŞ, ANCAK GÜNÜMÜZ ARAŞTIRMACILARININ DELHİ SULTANLIĞI ” DİYE BELİRTTİKLERİ BU ADIN “DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI [2]/DEVLETİ OLMASI GEREKTİĞİ DEĞERLİ TARİHÇİ DOÇ.DR.SALİM ÇÖHÇE TARAFINDAN İFADE EDİLMEKTEDİR. “DEHLİ ” SÖYLEMİ TÜM İSLAM KAYNAKLARINDAN KAYDEDİLEN ŞEKLİDİR VE İNGİLİZLER TARAFINDAN KENDİ TELAFFUZLARINA UYGUN OLARAK 19. YY DA DELHİ ” OLARAK DEĞİŞTİRİLMİŞTİR...

    SULTAN RAZİYE (1236-1240), ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN ÇOK SEVİP, SAYDIĞI VE HAREMİNİN BAŞKADINI OLARAK KÖŞKÜ FİRUZİ'DE OTURMAYA LAYIK GÖRDÜĞÜ KARISI TÜRKAN/TERKEN HATUN'DAN [3] DOĞAN KIZIDIR VE GELENEKLERİN AKSİNE EVLENDİRİLMEYEREK, BÜYÜK BİR TİTİZLİKLE GELECEĞE HAZIRLANMIŞTIR...

    PADİŞAHIN EMRİNİ UYGULAMADILAR
    SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ, 1233 YILI BAŞLARINDA MÜRİF-İ MEMALİK TACÜ’L-MÜLK MAHMUD'A, RAZİYE'Yİ VELİAHD OLARAK TAYİN ETTİĞİNİ BELİRTEN BİR FERMAN YAZMASINI EMRETMİŞ ANCAK BU DAVRANIŞA, SULTAN'A YAKINLIĞI İLE TANINAN MEMLUK ASILLI TÜRK MELİKLERİ SALTANATA LAYIK, YETİŞMİŞ OĞULLARI VARKEN BİR KIZIN İSLAM MÜLKÜNE VELİAHD YAPILMASININ HİKMETİ NEDİR ŞEKLİNDE İTİRAZ ETMİŞLER VE SÖZ KONUSU MELİKLER BU DURUMUN KENDİLERİNCE MÜNASİP...

    GÖRÜLMEDİĞİNİ DE AÇIKÇA BİZZAT SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'A BİLDİRMİŞLERDİR. BUNUN ÜZERİNE SULTAN, "BENİM OĞULLARIM İŞRET VE GENÇLİK ZEVKLERİYLE MEŞGULDÜRLER. HİÇBİRİSİNDE MEMLEKET İDARE EDECEK KABİLİYET YOKTUR DOLAYISIYLA ÜLKEDEKİ DÜZENİ MUHAFAZA EDEMEZLER. BİLİNİZ Kİ, BENİM ÖLÜMÜMDEN SONRA VELİAHDLIĞA HİÇBİRİSİ RAZİYE'DEN DAHA LAYIK DEĞİLDİR ”[4] “ZİRA, RAZİYE HER YÖNDEN ERKEK KARDEŞLERİNDEN ÜSTÜNDÜR. GERÇİ ŞEKLEN KADINDIR AMA, ZEKA VE BASİRETİ ERKEKTEN FARKSIZDIR “[5] SÔZLERİYLE DEVLET İDARESİNDE ALIŞILMIŞIN DIŞINDA KARARLAR ALMIŞ, ASKERİ BİR TOPLUMA KADIN BİR HÜKÜMDAR ADAYI GÖSTERECEK KADAR GERÇEKÇİ VE SAĞLIKLI DÜŞÜNMÜŞTÜR...

    SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN VASİYETİ VE KENDİSİNDEN SONRA YERİNE GEÇECEK HÜKÜMDARI BİZZAT BELİRLEMESİNE RAĞMEN ONUN ÖLÜMÜNDEN SONRA TÜRK EMİR VE MELİKLER BUNU UYGULAMADILAR [6] VE ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN OĞLU FİRUZ ŞAH’I TAHTA GEÇİRDİLER...

    TARİHTE MÜSLÜMAN TÜRKLERİN İLK KADIN HÜKÜMDARI...

    BABASININ DA BELİRTTİĞİ ÜZERE DEVLETİ YÖNETECEK NİTELİĞE SAHİP OLMAYAN FİRUZ ŞAH EĞLENCE VE SEFAYA DALARAK BABASININ BİN BİR GÜÇLÜKLE TOPLADIĞI HAZİNEYİ BOŞALTMIŞ TECRÜBELİ YÖNETİCİLERİNİN SÖZLERİNE ÖNEM VERMEMESİ YÜZÜNDEN DE DEVLET İDARESİ TAM bir KARGAŞA İÇİNE SÜRÜKLENMİŞ ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ’UN, FİRUZ ŞAH YERİNE RAZİYE’Yİ TAHTA GEÇİRMEK İSTEMESİNDEKİ NEDEN DE BU İDİ...

    OĞLUNUN BASİRETSİZ YÖNETİMİNDEN İSTİFADE EDEREK GÜÇ KAZANAN SULTAN'IN ANNESİ [7], DAHA ÖNCE KISKANDIĞI PEK ÇOK CARİYEYİ ÇEŞİTLİ ZULÜMLERE MARUZ BIRAKTIRDIĞI GİBİ BUNLARDAN BAZILARINI DA ÖLDÜRTEREK SARAYDA ADALETSİZ VE...

    KANLI SAHNELERE NEDEN OLDUĞU GİBİ BAŞKENT'TE SALTANATA ORTAK OLMAMASI İÇİN RAZİYE'Yİ ORTADAN KALDIRMAK AMACIYLA FAALİYETLERE GİRİŞİR BAŞARILI OLUR AMA DEVLETHANE’NİN DAMINA SIĞINAN RAZİYE'DE BOŞ DURMAZ VE BURADAN YAPTIĞI HEYECANLI KONUŞMAYLA GALEYANA GELEN HALK, BAZI MELİKLERLE BİRLİKTE DEVLETHANE'Yİ KUŞATARAK SULTANIN ANNESİNİ TUTUKLAMIŞLAR VE RAZİYE'Yİ DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI TAHTINA OTURTMUŞLARDIR [8]. VE RAZİYE’NİN KATİLLER KATLEDİLMELİDİR'' EMRİ ÜZERİNE FİRUZ ŞAH 29 KASIM 1236'DA ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR [9]...

    SULTAN RAZİYE’NİN BAŞINDA OLDUĞU DEVLET ‘DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI’DIR [10].VE BÖYLECE TARİHTE İLK KEZ BİR TÜRK KADINI HÜKÜMDAR OLMUŞTUR...

    SULTAN RAZİYE, İLK İŞ OLARAK SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH ZAMANINDA İHMAL EDİLEN KANUN VE GELENEKLERİ TEKRAR CANLANDIRDI [11]. BÖYLECE KANUN HAKİMİYETİNİ SAĞLAYARAK YENİ BİR BARIŞ VE SÜKUNET DÖNEMİ BAŞLATMIŞ OLUYORDU. ONUN BU TAVRI ETKİSİNİ GÖSTERMİŞ VE SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH'A KARŞI İSYAN EDEN LAKHNAURİ VALİSİ MELİK İZZED-DİN TOGAN HAN TUĞUL RAZİYE'NİN YÜKSEK HAKİMİYETİNİ TANIDIĞINI BİLDİREREK YENİDEN MERKEZE BAĞLANDI BU HAREKETİNDEN DOLAYI DA MUHTARİYET SİMGESİ OLAN ÇETR VE KIRMIZI BAYRAK GÖNDERİLEREK GÖNLÜ HOŞ EDİLMİŞTİR.[12]...

    SAVAŞTA BAŞARILI BİR KOMUTAN
    SULTAN RAZİYE'NİN TAHTA GEÇİŞİNİ İZLEYEN EN ÖNEMLİ OLAY NUR TÜRK [13] ADLI ALİM BİR KİŞİNİN HİNDİSTAN'IN DEĞİŞİK BÖLGELERİNDEN BAŞINA TOPLADIĞI KARMATİ VE MÜLAHİDELERDEN [14]...

    OLUŞAN BİR GRUP İLE BAŞLATTIĞI İSYANDIR
    SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ ZAMANINDA VEZİRLİK MAKAMINDA OLAN TACİK ZÜMRESİNDEN NİZAMÜ'L-MÜLK MUHAMMED CÜNEYDİ, DAHA ÖNCE İSYAN ETTİKLERİ SIRADA KİLUGHARİ ‘DE SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH'I TERK EDEREK YANLARINA SIĞINDIĞI MELİK ‘ALA ED-DİN CANI, MELİK SEYF ED-DİN KUÇI, MELİK 'İZZED-DİN MUHAMMED SALARI VE MELİK 'İZZED-DİN KEBİR HAN AYAZ ARALARINDA ANLAŞARAK RAZİYE'NİN HAKİMİYETİNİ...

    TANIMAMIŞLARDIR DEHLİ ÖNLERİNE KADAR GELEN BU MELİKLER İLE ANLAŞMA SAĞLANAMAMASI ÜZERİNE OUDH VALİSİ MELİK NUSRET ED-DİN TAİSI ALDIĞI
    EMİRLE İSYANCILARA KARŞI HAREKETE GEÇMİŞ FAKAT GANJ NEHRİNİ GEÇERKEN ANİDEN SALDIRAN MELİK SEYF ED-DİN KUÇI'YE ESİR DÜŞEN TAİSİ BUNU ONUR MESELESİ YAPMIŞ VE BU DURUMA DAYANAMAYARAK KISA BİR SÜRE SONRA VEFAT ETMİŞTİR[15]...

    RAZİYE, ALDIĞI TEDBİRLER VE BÜYÜK BİR USTALIKLA UYGULADIĞI POLİTİKA [16] SAYESİNDE ÇOK GEÇMEDEN MUHALİFLERİN BÖLÜNMELERİNİ SAĞLAMIŞTIR. NİTEKİM SULTAN'IN TARAFINA ÇEKİLEN MELİK İZZED-DİN MUHAMMED SALARİ VASITASIYLA MELİK İZZED-DİN KEBİR HAN AYAZ DA MUHALİFLERDEN AYRILMIŞ VE BU İKİSİ İLE YAPILAN GİZLİ ANLAŞMA, DİĞERLERİNİN DAĞILMALARINA SEBEP OLMUŞTUR ANLAŞMAYA GÖRE BU İKİ MELİK, DİĞER İSYANCILARI YAKALAYARAK SULTAN'A TESLİM ETMEYİ KABUL ETMEKTEYDİLER GÜNÜMÜZ ARAŞTIRMACILARINDAN BAZILARI, BU MELİKLERİN ARKADAŞLARINA İHANET ETMEDİKLERİNİ, ANCAK SULTAN RAZİYE’NİN YAYDIĞI BÖYLE BİR DEDİKODUNUN MELİKLER ARASINDAKİ BİRLİĞİ PARÇALADIĞINIYAZMAKTA .17... İSELER DE KAYNAKLARIN AÇIK İFADELERİ BU SAVI KABUL ETMEMEKTEDİR...

    SULTAN RAZİYE'NİN TEDBİRLERİ KARŞISINDA SAVAŞ MEYDANINI BIRAKARAK HIZLA KAÇMAYA BAŞLAYAN İSYANCI MELİKLER KENDİLERİNİ TAKİP EDEN KUVVETLERİN ELLERİNDEN KURTULAMAYARAK ELE GEÇİRİLDİKLERİ ÇEŞİTLİ BÖLGELERDE ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR BU SIRADA SİRMUR TEPELERİNE KAÇAN NİZAMÜ'L-MÜLK MUHAMMED CÜNEYDİ DE ORADA ÖLDÜ BU OLAYDAN SONRA İYİCE GÜÇLENEN RAZİYE, DEVLET İŞLERİNİ YENİDEN DÜZENLEMEK ÜZERE HAREKETE GEÇTİ VE ÖNEMLİ MEVKİLERE KENDİSİNE TARAFTAR OLAN KİŞİLERİ GETİRDİ [18]...

    DEVLET OTORİTESİNİ YENİDEN SAĞLADI
    DEHLİ SULTANLIĞI YENİDEN HUZURA KAVUŞMUŞ, BU VESİLEYLE DE LAKHNAUTİ- DİPAL ARASINDA HÜKÜM SÜREN BÜTÜN EMİR VE MELİKLER DE BUYRUK ALTINA ALINMIŞLAR...

    SULTAN ŞEMS ED-DİN-DİN İLTUTMUŞ ZAMANINDA, 1226 YILINDA DEHLİ'YE BAĞLANAN RETENBUR ONUN ÖLÜMÜNDEN KISA BİR MÜDDET SONRA HİNDULAR TARAFINDAN KUŞATILMIŞ VE İÇ ÇEKİŞMELER YÜZÜNDEN GEREKLİ YARDIM GÖNDERİLEMEMİŞTİ SULTAN RAZİYE, TAHTTAKİ YERİNİ SAĞLAMLAŞTIRIP, DÜZENİ TEKRAR OTURTTUKTAN SONRA İLK İŞ OLARAK RETENBUR KALESİNDE MAHSUR KALAN MÜSLÜMANLARIN KURTARILMASI İÇİN ÇALIŞMALARA BAŞLADI. HAZIRLADIĞI GÜÇLÜ BİR ORDU, KUTLUĞ HAN ÜNVANIYLA ORDU NAİBLİĞİNE'' ATANAN MELİK SEYF ED-DIN AYBEG'İN ANİDEN ÖLMESİ YÜZÜNDEN MELİK KUTB ED-DİN HÜSEYİN KOMUTASINDA ÇOK AZ BİR GECİKMEYLE HAREKETE GEÇİLDİ...

    SULTAN RAZİYE, DEVLETİN ÖNEMLİ MEVKİLERİNDEN BİRİNE HABEŞ ASILLI MELİK CELALEDDİN’İ ATAMIŞ BU DURUM MELİKLER ARASINDA HOŞ KARŞILANMAMIŞ VE KADIN ELBİSELERİ VE ÖRTÜDEN ÇIKTIĞI, CÜPPE GİYİP, KÜLAH ÖRTEREK VE FİL ÜZERİNDE AÇIKÇA HALK ARASINDA DOLAŞTIĞI İÇİN ELEŞTİRMEYE YIPRATMAYA BAŞLAMIŞLAR, BU BAHANE İLE GALYUR BÖLGESİNDE KARIŞIKLIK BAŞLATMIŞLARDI SULTAN RAZİYE HÜKÜMDARLIK ORDUSUNU BÖLGEYE SEVK ETMİŞ VE KARIŞIKLIĞI SONA ERDİRMİŞTİR BU DEFA YİNE BİLİNMEYEN BİR NEDENLE PENCAP BÖLGESİNDE İSYAN BAŞLAMIŞ VE LAHOR VALİSİ KEBİR HAN AYAZ’IN GALYUR OLAYINDAN BAŞARISIZ ÇIKAN MERKEZDEKİ MUHALİFLER TARAFINDAN KIŞKIRTILDIĞI SANILMAKTA...
    SULTAN RAZİYE HÜKÜMDARLIK
    ORDUSUNUN BAŞINDA ISRARLA TAKİP SONUCU KEBİR HAN AYAZ GERİ ÇEKİLMİŞ AMA SULTAN RAZİYE İŞİNİ BİTİRME YERİNE ANLAŞMA YOLUNA GİTMİŞ VE AYAZ YENİDEN MERKEZE BAĞLANIRKEN, RAZİYE DE DEHLİ’YE GERİ DÖNMÜŞ DEHLİ’YE DÖNDÜKTEN 20 GÜN KADAR SONRA TABERHİNDE MELİKİ İHTİYAR ED-DIN- ALTUNİYE, HABEŞ ASILLI CEMALEDDİN YAKUT’UN ÜSTÜN MEVKİYE GETİRİLMESİNİ BAHANE EDEREK İSYAN ETMİŞ. BU İSYANI BASTIRMAK ÜZERE 3 NİSAN 1240 GÜNÜ BÜYÜK BİR ORDUYLA BAŞKENT’TEN AYRILIP TABERHİNDİ’YE ULAŞTIĞINDA TÜRK EMİR VE MELİKLER AYAKLANARAK CEMALEDDİN YAKUT’U ÖLDÜRMÜŞ, SULTAN RAZİYE’Yİ DE TABERHİNDE KALESİNE GÖNDERMİŞLERDİR RAZİYE, TABERHİNDE KALESİNDE HAPİSTE BULUNDUĞU SIRADA DEHLİ'DE ÖNEMLİ OLAYLAR CEREYAN ETMİŞ, NAİBÜ'L-MÜLK TAYİN EDİLEREK İKTİDARI ELE GEÇİREN MELİK İHTİYARED-DİN AYTİGİN ÖLDÜRÜLMÜŞ VE MELİK BEDRED-DİN...

    RUMİ, EMİR-İ HACİB OLARAK TAYİN EDİLMİŞTİ BU SIRADA TABERHİNDE MELİKİ MELİK İHTİYARED-DIN ALTUNİYE İLE RAZİYE DE EVLENMİŞTİ. BU EVLİLİK MELİK ALTUNİYE'NİN ÇOK YAKIN ARKADAŞININ İNTİKAMINI ALMAK İSTEMESİ VEYA HIRSI [19] KADAR RAZİYE'NİN DE PARLAK VAADLERİNİN BİR SONUCUDUR AYNI ZAMANDA.[20]...

    GİRİŞTİĞİ İLK HAREKETTE BAŞARILI OLAMAYARAK TABERHİNDE'YE GERİ DÖNEN RAZİYE, DAĞILAN BİRLİKLERİNİ TOPARLAYIP, YENİDEN DÜZENLEDİ BU SIRADA İSYAN EDEREK BAŞKENT'TEN AYRILAN MELİK İZZED-DİN MUHAMMED SALARI VE MELİK İHTİYARED-DİN KARAKAŞ HAN AYTİGİN'İN KUVVETLERİYLE KENDİLERİNE KATILMALARIYLA İYİCE GÜÇLENEN RAZİYE İLE ALTUNİYE'NİN BİRLEŞİK KUVVETLERİ, İKİNCİ KEZ DEHLİ ÜZERİNE YÜRÜDÜ ANCAK 13 EKİM 1240'DA

    21] DEHLİ KUVVETLERİ TEKRAR GALİP GELDİ BUNUN ÜZERİNE KAÇMAYA ÇALIŞAN RAZİYE'Yİ, KAYHTAL SINIRLARI YAKINLARINDA ETRAFINDAKİLERİN HEPSİ KENDİSİNİ TERK ETTİ DÜZ BİR ARAZİDE TEK BAŞINA, YORGUN OLDUĞU HALDE AÇ VE SUSUZ KALAN RAZİYE, BİR HİNDU ÇİFTÇİDEN İSTEDİĞİ EKMEĞİ YEDİKTEN SONRA YORGUNLUĞUN TESİRİYLE UYUDUĞU BİR SIRADA ÜZERİNDEKİ DEĞERLİ ELBİSELERE TAMAH EDEN SÖZ KONUSU HİNDU ÇİFTÇİ TARAFINDAN, 14 EKİM 1240 GÜNÜ ÖLDÜRÜLEREK [22], BİR TARLAYA GÖMÜLMÜŞTÜR. KISA SÜRE SONRA BU DURUM ANLAŞILMIŞ VE RAZİYE'NİN TEŞHİS EDİLEN CESEDİ, DİNİ TÖRENLE AYNI YERE TEKRAR DEFNEDİLMİŞTİR SONRALARI ÜZERİNE BİR KUBBE DE YAPILAN CEMNE NEHRİ KENARINDAKİ BU KABRİN BİR ZİYARETGAH HALİNE GELDİĞİNİ İBN BATTUTA HABER VERMEKTEDİR[23]...

    NEDEN TAHTTAN İNDİRİLDİ
    SULTAN RAZİYE, DEHLİ TÜRK DEVLETİNİN EN BÜYÜK HÜKÜMDARI OLDUĞU GİBİ HİND-TÜRK TARİHİNİN EN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLERİNDEN BİRİ OLARAK KABUL...

    EDİLMEKTE..FERASETLİ VE OLGUN OLMASININ YANI SIRA, HÜKÜMDARLIK İÇİN GEREKLİ PEK ÇOK ÖZELLİĞİ, BABASI TARAFINDAN DA TAKDİR EDİLDİĞİ GİBİ, ŞAHSINDA TOPLAMIŞ BULUNUYORDU...

    FİRİŞTE’NİN KAYITLARINA GÖRE SULTAN RAZİYE'NİN AYNI ZAMANDA ÇOK GÜZEL KUR'AN OKUDUĞU VE İYİ BİR EĞİTİM ALDIĞI [24] ANLAŞILMIŞ; İBN BATTUTA RAZİYE İÇİN YAY KUŞANMIŞ OLDUĞU VE MAİYETİ ETRAFINDA BULUNDUĞU HALDE ERKEK GİBİ ATA BİNER VE YÜZÜNÜ ÖRTMEZDİ." DEMEKTEDİR[25]...

    CÜZCANİ,ONUN FİLE BİNDİĞİNİ AÇIKÇA BELİRTMESİNE RAĞMEN ATA BİNDİĞİNDEN HİÇ BAHSETMEMEKTEDİR DOLAYISIYLA İSEMI VE NİZAM ED-DIN AHMED'İN KAYDETTİKLERİ ŞEKİLDE, RAZİYE'NİN ATA BİNERKEN HABEŞ ASILLI MEMLUK EMIR-I AHUR CEMAL ED-DİN YAKUT TARAFINDAN KOLTUK ALTINDAN TUTULARAK YARDIM EDİLMESİ [26] GİBİ ONUN TERBİYESİ ALEYHİNE YÖNELTİLEN VE DAHA SONRAKİ ESERLERDE DE SIKÇA TEKRAR EDİLEN [27] BİR TAKIM İDDİALARIN EN UFAK BİR İMA YOLUYLA DA OLSA CÜZCANİ'NİN KAYITLARINDA yer ALMAMIŞTIR...

    SULTAN RAZİYE, SULTANLIĞI’NIN SON DÖNEMLERİNDE TAM BİR ERKEK KİMLİĞİNE BÜRÜNMÜŞ, ELBİSELERİNİ ATMIŞ VE FİLE BİNEREK HALK ARASINA ÇIKMIŞTI [28]. YUKARIDA DA BELİRTİLDİĞİ GİBİ BU TAVRIYLA BİRLİKTE TOPLANTILARA VE HALKIN ARASINA YÜZÜ AÇIK OLDUĞU HALDE KATILMASI [29] ELEŞTİRİLERE SEBEP...

    OLMUŞTUR. SULTAN RAZİYE, ADETA ÇELİKTEN BİR ELLE HAKİMİYETİNİ BİR MÜDDET DAHA SÜRDÜRDÜĞÜ HALDE, BU KONU ONUN TAHTTAN İNDİRİLMESİ İÇİN ÖNEMLİ BİR NEDEN SAYILMIŞTIR. KİRMAN SELÇUKLULARINDA GÖRÜLEN [30] VE DAHA SONRA BALABAN'IN DA İFADE ETTİĞİ GİBİ O DÖNEMİN GENEL EĞİLİMİNE GÖRE HÜKÜMDARIN ASKERE VE HALKA YÜZÜNÜ FAZLA GÖSTERMESİ PEK HOŞ KARŞILANMAMAKTAYDI [31]...

    İSEMI DE AKILLI KADINLARIN BAŞINA KÜLAH YARAMADI Kİ, ERKEKLERİN BAŞINA HUZURDAN HUSUSİ VA'ZEDİLDİ.(ALAH TARAFINDAN VERİLDİ)... (ÖYLEYSE BİZ) MEMLEKET GELİRİNİ BİR ERKEĞE VERELİM, ONUN BAŞINA EFENDİLİK KÜLAHINI KOYALIM [32] DİYEREK, TÜRK EMİR VE MELİKLERİ HAREKETE GEÇİREN ESAS GEREKÇEYİ BÖYLE AÇIKLAMIŞTIR...

    DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİ
    SULTAN RAİZYE ASKERİ VE SİYASİ DEHASININ YANI SIRA HİÇ TE AZIMSANMAYACAK ŞEKİLDE ŞİİR YAZMAYA DA YETENEĞİ VARDIR
    YALNIZ TÜRK TARİHİNDE DEĞİL, DÜNYA TARİHİNDE BİLE BİR BENZERİNE RASTLANMAYAN İFTİHAR EDİLECEK BİR...

    TÜRK KADINI TİPİNİ TEMSİL ETMEKTEDİR. YAŞADIĞI FELAKETLERE RAĞMEN, YILMAYAN EMSALSİZ CESARET VE YİĞİTLİĞİ YANINDA SULTAN RAZİYE'NİN BİR ÖZELLİĞİ DAHA VARDI, ŞİİR. ŞİİRE KARŞI BÜYÜK BİR YETENEK OLDUĞU KAYITLARA GEÇMİŞ VE ŞİRİN-İ-DİHLEVI'' VEYA ŞİRİN-İ GUN'' MAHLASLARIYLA YAZDIĞI BEYİTLERİ KENDİ ZAMANINDAKİ TÜRK-FARS EDEBİYATININ EN GÜZEL ÖRNEKLERİ OLDUĞU KABUL EDİLMEKTEDİR.[33] HİNT’LİLER...

    DUYGU DÜNYASININ ZENGİNLİĞİ YANINDA İYİ BİR YÖNETİCİ ÖZELLİKLERİNİ DE SERGİLEYEN GÜÇLÜ İRADELİ BU KADIN ŞAİRİMİZİ DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİDİR DİYE İSİMLENDİRMEK ABARTI OLMAMALIDIR
    FARSÇA YAZDIĞI ŞİİRLERİNDEN BAZI SATIRLAR MAGE-İ REHMENİ’NİN PERDENEŞİNAN-İ SUHENGUY’DAN ŞÖYLEDİR [34]...

    BİZİM BAŞIMIZA HEP NE GELİRSE HEP BİZDENDİR, BİÇARE GÖNLÜN NE SUÇU VAR O ZAVALLI DA BİZİM SEBEPSİZ GAMIMIZDAN ÖLMÜŞTÜR....
    ***
    BEN AYAĞIMIN BEREKETİ İLE FELEĞİ SALTANAT TAHTI YAPAR, HÜMA’NIN KANADINI DA SİNEKLERİ KOVMAK HİZMETİNDE KULLANIRIM...
    ***
    EY ŞİRİN GEL, MUHABBET YOLUNA ADIM ATMA, BUNDAN SAKIN SEN YOKSA BU YOLDA FERHAD’IN BAŞINA GELENLERİ İŞİTMEDİN Mİ...
    ****
    ONUN YÜZÜNÜ GÖRMEDİĞİM HALDE, GÖZ BEBEĞİ GİBİ, ONA GÖZÜMÜN İÇİNDE YER VERDİM...
    ****
    BEN SENİN ADINI İŞİTMEDİĞİM VE YÜZÜNÜ GÖRMEDİĞİM HALDE,
    GÖZÜM GİBİ SEVERİM SENİ...
    ****
    GÜNEŞİN IŞINLARININ TİTREMESİ,
    BİZİM KILIÇ GİBİ OLAN GAZAPLI BAKIŞLARIMIZDAN KORKTUĞU İÇİN DEĞİL DE NEDENDİR...

    SULTAN RAZİYE , SALTANATI ESNASINDA, KENDİSİNDEN ÇOK SONRA HİNDİSTAN İMPARATORU İLAN EDİLEN İNGİLTERE KRALİÇESİ ELİZABETH II GİBİ KADINSI DAVRANIŞLAR GÖSTERMEMİŞTİR. M. AZİZ AHMAD'İN DE BELİRTTİĞİ ÜZERE, HER YÖNDEN ERKEK GİBİ KUVVETLİ, HATTA ERKEK BİLE OLDUĞU RİVAYET EDİLEN BİR TÜRK KADINI OLUP HÜKÜMDARLIĞI SIRASINDA HAREM ENTRİKALARI YERİNE HALKIN ARASINA GİREREK ONLARA VE TÜRK EMİR VE MELİKLERE KARŞILARINDAKİNİN GÜZEL bir KADIN OLDUĞUNU UNUTTURMUŞTUR [35]...

    SULTAN RAZİYE İÇİN CÜZCANI HER NE KADAR BÜYÜK, AKILLI, ADALETLİ, KERİM, ALİMLERİ HOŞ TUTAN, ADİL...

    ADALET YAYAN, AHALİSİNİ BESLEYEN VE ORDU-ÇEKEN BİR PADİŞAHTI. PADİŞAHLARA GEREKEN BÜTÜN VASIFLARLA DONANMIŞTI. FAKAT, YARATILIŞTA ERKEKLERİN HESABINDAN NASİBİNİ ALMAMIŞTI BÜTÜN BU SEÇKİN SIFATLAR ONA NE FAYDA VERİR [36] DEMEKTE İSE DE, ERKEKLER ARASINDA BİR KADININ GÖSTEREBİLECEĞİ DAVRANIŞLARI ASLA YAPMAYAN VE BÖYLELİKLE AYRI CİNSTEN OLMANIN ORTAYA ÇIKARACAĞI OLUMSUZLUKLARI BÜYÜK ÖLÇÜDE GİDERMEYİ BAŞARAN RAZİYE, AYNI ZAMANDA AKTİF VE GÜÇLÜ BİR SİYASET UYGULAMAKTAN DA GERİ KALMAMIŞTIR...

    SULTAN RAZİYE, MELİKLERCE TAHTTAN İNDİRİLMEK İSTENDİĞİNDE BUNU KABUL ETMEMİŞ, KURMAK İSTEDİĞİ DÜZENİ SONUNA KADAR GÖTÜRMEK HUSUSUNDAKİ AZMİNİ, SALTANATI ELE GEÇİRMEK İÇİN ÜST ÜSTE YAPTIĞI VE HAYATINA MAL OLAN HAMLELERLE GÖSTERMİŞTİR...

    BUNUN YANINDA ALİGARH MUSLİM UNİVERSİTESİ PROFESÖRLERİNDEN DR. EKMEL EYYUBİ’NİN ORD. PROF. DR. AZ. VELİDI TOGAN'A ATFEN VERDİĞİ BİLGİYE [37] GÖRE,SULTAN RAZİYE'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİNİN TOPLANDIĞI BİR DİVANI DA BULUNMAKTADIR EĞER BU BİLGİ DOĞRULANIRSA, SULTAN RAZİYE, TÜRK VE DÜNYA EDEBİYATI TARİHİNİN, BİLİNEN İLK TÜRK KADIN ŞAİRLİĞİNİN YANI SIRA İLK TÜRKÇE DİVAN SAHİBİ OLMA VASFINI DA KAZANACAKTIR BU DİVAN...

    HİNDİSTAN’DA BULUNMAKTA VE HİNTLİLER SULTAN RAZİYE’NİN BİR TÜRK DEĞİL, HİNTLİ OLDUĞUNU İDDİA ETMEKTEDİRLER TÜRKÇE DİVAN’IN YAKIŞACAĞI YER DE TÜRKİYE’DE BİR ŞİİR MÜZESİ OLMALI VE ORASI OLMALIDIR...

    SULTAN RAZİYE O DÖNEM GELENEKLERİNİN AKSİNE KADIN ELBİSELERİ VE ÖRTÜDEN ÇIKTIĞI, CÜPPE GİYİP, KÜLAH ÖRTEREK HALKIN ARASINDA DOLAŞTIĞI İÇİN ELEŞTİRİLER ALMIŞTIR[38]...

    KIYAFETTE DEVRİM YAPMIŞ VE O DÖNEMDEKİ GELENEKLERİN AKSİNE YÜZÜNÜ ÖRTMEYEN, ÇOK İYİ KUR'AN OKUYAN, YÖNETİCİLİK YETENEĞİ MÜKEMMEL CESUR, AKILLI, ZEKİ VE ŞAİR OLAN RAZİYE’NİN TÜM DÜNYAYA DUYURULMASI GEREKMEKTEDİR AYNI ZAMANDA TÜRKÇE DİVAN’I DA BİZİM KIYMETLİ ESERLERİMİZİN ARASINA KATILMALIDIR !..
    TÜRK RAZİYE BEGÜM SULTAN... RAZİYE BEGÜM SULTAN 'I BİLİYOR MUSUNUZ DELHİ –HİNDİSTAN-TÜRK SULTANLIĞI DOÇ.DR.BAHRİYE ÜÇOK / İSLAM DEVLETLERİNDE TÜRK NAİBELER VE TÜRK KADIN HÜKÜMDARLAR HİNDİSTAN’I, X. ASIRDAN XIX. ASIRDAKİ İNGİLİZ İŞGALİNE GELİNCEYE KADAR ASIRLARCA TÜRK ASILLI HANEDANLAR İDARE ETTİ BU MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİNDEN BİRİSİ DE KUTUB ŞAHLARDIR... SULTAN RAZİYE (1236-1240), ŞEMSED-DİN İLTUTMUŞ'UN, KARISI TÜRKAN/TERKEN HATUN'DAN'] DOĞAN KIZIDIR VE GELENEKLERİN AKSİNE EVLENDİRİLMEYEREK BÜYÜK BİR TİTİZLİKLE GELECEĞE HAZIRLANMIŞTIR... İNGİLTERE KRALİÇESİ I.MARY’DEN[1] 318 yıl, EN ÇOK BİLİNEN KADIN HÜKÜMDAR KRALİÇE I.ELİZABETH’DEN 322 YIL, BÜYÜK BRİTANYA İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE HİNDİSTAN İMPARATORU İLAN EDİLEN KRALİÇE VİCTORİA I.(1837-19019)’DEN DE 600 YIL ÖNCE ÖNCE HÜKÜMDARLIK YAPMIŞ, AKTİF VE GÜÇLÜ BİR SİYASET UYGULAMAKTAN DA GERİ KALMAYARAK 4 YIL TAHTTA OTURMUŞ , DÜNYA TARİHİNDE BENZERİNE RASTLANMAYAN, ONUR DUYULACAK VE EMSALSİZ CESARET ÖRNEKLERİYLE DOLU BİR TÜRK KADINI OLAN DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI’NIN HÜKÜMDARI OLAN SULTAN RAZİYE, AYNI ZAMANDA TARİHTEKİ İLK TÜRK KADIN HÜKÜMDARDIR... HİNDİSTAN TARİHİNİN ÖNEMLİ KAYNAKLARINDAN BİRİ OLAN CÜZCANİ, BU DEVLETİN ADINDAN “SELATİN-İ HİND ” DİYE BAHSETMİŞ VE SONRAKİ KAYNAKLARDA GENELDE BU ŞEKİLDE TEKRAR EDİLMİŞ, ANCAK GÜNÜMÜZ ARAŞTIRMACILARININ DELHİ SULTANLIĞI ” DİYE BELİRTTİKLERİ BU ADIN “DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI [2]/DEVLETİ OLMASI GEREKTİĞİ DEĞERLİ TARİHÇİ DOÇ.DR.SALİM ÇÖHÇE TARAFINDAN İFADE EDİLMEKTEDİR. “DEHLİ ” SÖYLEMİ TÜM İSLAM KAYNAKLARINDAN KAYDEDİLEN ŞEKLİDİR VE İNGİLİZLER TARAFINDAN KENDİ TELAFFUZLARINA UYGUN OLARAK 19. YY DA DELHİ ” OLARAK DEĞİŞTİRİLMİŞTİR... SULTAN RAZİYE (1236-1240), ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN ÇOK SEVİP, SAYDIĞI VE HAREMİNİN BAŞKADINI OLARAK KÖŞKÜ FİRUZİ'DE OTURMAYA LAYIK GÖRDÜĞÜ KARISI TÜRKAN/TERKEN HATUN'DAN [3] DOĞAN KIZIDIR VE GELENEKLERİN AKSİNE EVLENDİRİLMEYEREK, BÜYÜK BİR TİTİZLİKLE GELECEĞE HAZIRLANMIŞTIR... PADİŞAHIN EMRİNİ UYGULAMADILAR SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ, 1233 YILI BAŞLARINDA MÜRİF-İ MEMALİK TACÜ’L-MÜLK MAHMUD'A, RAZİYE'Yİ VELİAHD OLARAK TAYİN ETTİĞİNİ BELİRTEN BİR FERMAN YAZMASINI EMRETMİŞ ANCAK BU DAVRANIŞA, SULTAN'A YAKINLIĞI İLE TANINAN MEMLUK ASILLI TÜRK MELİKLERİ SALTANATA LAYIK, YETİŞMİŞ OĞULLARI VARKEN BİR KIZIN İSLAM MÜLKÜNE VELİAHD YAPILMASININ HİKMETİ NEDİR ŞEKLİNDE İTİRAZ ETMİŞLER VE SÖZ KONUSU MELİKLER BU DURUMUN KENDİLERİNCE MÜNASİP... GÖRÜLMEDİĞİNİ DE AÇIKÇA BİZZAT SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'A BİLDİRMİŞLERDİR. BUNUN ÜZERİNE SULTAN, "BENİM OĞULLARIM İŞRET VE GENÇLİK ZEVKLERİYLE MEŞGULDÜRLER. HİÇBİRİSİNDE MEMLEKET İDARE EDECEK KABİLİYET YOKTUR DOLAYISIYLA ÜLKEDEKİ DÜZENİ MUHAFAZA EDEMEZLER. BİLİNİZ Kİ, BENİM ÖLÜMÜMDEN SONRA VELİAHDLIĞA HİÇBİRİSİ RAZİYE'DEN DAHA LAYIK DEĞİLDİR ”[4] “ZİRA, RAZİYE HER YÖNDEN ERKEK KARDEŞLERİNDEN ÜSTÜNDÜR. GERÇİ ŞEKLEN KADINDIR AMA, ZEKA VE BASİRETİ ERKEKTEN FARKSIZDIR “[5] SÔZLERİYLE DEVLET İDARESİNDE ALIŞILMIŞIN DIŞINDA KARARLAR ALMIŞ, ASKERİ BİR TOPLUMA KADIN BİR HÜKÜMDAR ADAYI GÖSTERECEK KADAR GERÇEKÇİ VE SAĞLIKLI DÜŞÜNMÜŞTÜR... SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN VASİYETİ VE KENDİSİNDEN SONRA YERİNE GEÇECEK HÜKÜMDARI BİZZAT BELİRLEMESİNE RAĞMEN ONUN ÖLÜMÜNDEN SONRA TÜRK EMİR VE MELİKLER BUNU UYGULAMADILAR [6] VE ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ'UN OĞLU FİRUZ ŞAH’I TAHTA GEÇİRDİLER... TARİHTE MÜSLÜMAN TÜRKLERİN İLK KADIN HÜKÜMDARI... BABASININ DA BELİRTTİĞİ ÜZERE DEVLETİ YÖNETECEK NİTELİĞE SAHİP OLMAYAN FİRUZ ŞAH EĞLENCE VE SEFAYA DALARAK BABASININ BİN BİR GÜÇLÜKLE TOPLADIĞI HAZİNEYİ BOŞALTMIŞ TECRÜBELİ YÖNETİCİLERİNİN SÖZLERİNE ÖNEM VERMEMESİ YÜZÜNDEN DE DEVLET İDARESİ TAM bir KARGAŞA İÇİNE SÜRÜKLENMİŞ ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ’UN, FİRUZ ŞAH YERİNE RAZİYE’Yİ TAHTA GEÇİRMEK İSTEMESİNDEKİ NEDEN DE BU İDİ... OĞLUNUN BASİRETSİZ YÖNETİMİNDEN İSTİFADE EDEREK GÜÇ KAZANAN SULTAN'IN ANNESİ [7], DAHA ÖNCE KISKANDIĞI PEK ÇOK CARİYEYİ ÇEŞİTLİ ZULÜMLERE MARUZ BIRAKTIRDIĞI GİBİ BUNLARDAN BAZILARINI DA ÖLDÜRTEREK SARAYDA ADALETSİZ VE... KANLI SAHNELERE NEDEN OLDUĞU GİBİ BAŞKENT'TE SALTANATA ORTAK OLMAMASI İÇİN RAZİYE'Yİ ORTADAN KALDIRMAK AMACIYLA FAALİYETLERE GİRİŞİR BAŞARILI OLUR AMA DEVLETHANE’NİN DAMINA SIĞINAN RAZİYE'DE BOŞ DURMAZ VE BURADAN YAPTIĞI HEYECANLI KONUŞMAYLA GALEYANA GELEN HALK, BAZI MELİKLERLE BİRLİKTE DEVLETHANE'Yİ KUŞATARAK SULTANIN ANNESİNİ TUTUKLAMIŞLAR VE RAZİYE'Yİ DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI TAHTINA OTURTMUŞLARDIR [8]. VE RAZİYE’NİN KATİLLER KATLEDİLMELİDİR'' EMRİ ÜZERİNE FİRUZ ŞAH 29 KASIM 1236'DA ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR [9]... SULTAN RAZİYE’NİN BAŞINDA OLDUĞU DEVLET ‘DEHLİ TÜRK SULTANLIĞI’DIR [10].VE BÖYLECE TARİHTE İLK KEZ BİR TÜRK KADINI HÜKÜMDAR OLMUŞTUR... SULTAN RAZİYE, İLK İŞ OLARAK SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH ZAMANINDA İHMAL EDİLEN KANUN VE GELENEKLERİ TEKRAR CANLANDIRDI [11]. BÖYLECE KANUN HAKİMİYETİNİ SAĞLAYARAK YENİ BİR BARIŞ VE SÜKUNET DÖNEMİ BAŞLATMIŞ OLUYORDU. ONUN BU TAVRI ETKİSİNİ GÖSTERMİŞ VE SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH'A KARŞI İSYAN EDEN LAKHNAURİ VALİSİ MELİK İZZED-DİN TOGAN HAN TUĞUL RAZİYE'NİN YÜKSEK HAKİMİYETİNİ TANIDIĞINI BİLDİREREK YENİDEN MERKEZE BAĞLANDI BU HAREKETİNDEN DOLAYI DA MUHTARİYET SİMGESİ OLAN ÇETR VE KIRMIZI BAYRAK GÖNDERİLEREK GÖNLÜ HOŞ EDİLMİŞTİR.[12]... SAVAŞTA BAŞARILI BİR KOMUTAN SULTAN RAZİYE'NİN TAHTA GEÇİŞİNİ İZLEYEN EN ÖNEMLİ OLAY NUR TÜRK [13] ADLI ALİM BİR KİŞİNİN HİNDİSTAN'IN DEĞİŞİK BÖLGELERİNDEN BAŞINA TOPLADIĞI KARMATİ VE MÜLAHİDELERDEN [14]... OLUŞAN BİR GRUP İLE BAŞLATTIĞI İSYANDIR SULTAN ŞEMS ED-DİN İLTUTMUŞ ZAMANINDA VEZİRLİK MAKAMINDA OLAN TACİK ZÜMRESİNDEN NİZAMÜ'L-MÜLK MUHAMMED CÜNEYDİ, DAHA ÖNCE İSYAN ETTİKLERİ SIRADA KİLUGHARİ ‘DE SULTAN RÜKN ED-DİN FİRUZ ŞAH'I TERK EDEREK YANLARINA SIĞINDIĞI MELİK ‘ALA ED-DİN CANI, MELİK SEYF ED-DİN KUÇI, MELİK 'İZZED-DİN MUHAMMED SALARI VE MELİK 'İZZED-DİN KEBİR HAN AYAZ ARALARINDA ANLAŞARAK RAZİYE'NİN HAKİMİYETİNİ... TANIMAMIŞLARDIR DEHLİ ÖNLERİNE KADAR GELEN BU MELİKLER İLE ANLAŞMA SAĞLANAMAMASI ÜZERİNE OUDH VALİSİ MELİK NUSRET ED-DİN TAİSI ALDIĞI EMİRLE İSYANCILARA KARŞI HAREKETE GEÇMİŞ FAKAT GANJ NEHRİNİ GEÇERKEN ANİDEN SALDIRAN MELİK SEYF ED-DİN KUÇI'YE ESİR DÜŞEN TAİSİ BUNU ONUR MESELESİ YAPMIŞ VE BU DURUMA DAYANAMAYARAK KISA BİR SÜRE SONRA VEFAT ETMİŞTİR[15]... RAZİYE, ALDIĞI TEDBİRLER VE BÜYÜK BİR USTALIKLA UYGULADIĞI POLİTİKA [16] SAYESİNDE ÇOK GEÇMEDEN MUHALİFLERİN BÖLÜNMELERİNİ SAĞLAMIŞTIR. NİTEKİM SULTAN'IN TARAFINA ÇEKİLEN MELİK İZZED-DİN MUHAMMED SALARİ VASITASIYLA MELİK İZZED-DİN KEBİR HAN AYAZ DA MUHALİFLERDEN AYRILMIŞ VE BU İKİSİ İLE YAPILAN GİZLİ ANLAŞMA, DİĞERLERİNİN DAĞILMALARINA SEBEP OLMUŞTUR ANLAŞMAYA GÖRE BU İKİ MELİK, DİĞER İSYANCILARI YAKALAYARAK SULTAN'A TESLİM ETMEYİ KABUL ETMEKTEYDİLER GÜNÜMÜZ ARAŞTIRMACILARINDAN BAZILARI, BU MELİKLERİN ARKADAŞLARINA İHANET ETMEDİKLERİNİ, ANCAK SULTAN RAZİYE’NİN YAYDIĞI BÖYLE BİR DEDİKODUNUN MELİKLER ARASINDAKİ BİRLİĞİ PARÇALADIĞINIYAZMAKTA .17... İSELER DE KAYNAKLARIN AÇIK İFADELERİ BU SAVI KABUL ETMEMEKTEDİR... SULTAN RAZİYE'NİN TEDBİRLERİ KARŞISINDA SAVAŞ MEYDANINI BIRAKARAK HIZLA KAÇMAYA BAŞLAYAN İSYANCI MELİKLER KENDİLERİNİ TAKİP EDEN KUVVETLERİN ELLERİNDEN KURTULAMAYARAK ELE GEÇİRİLDİKLERİ ÇEŞİTLİ BÖLGELERDE ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR BU SIRADA SİRMUR TEPELERİNE KAÇAN NİZAMÜ'L-MÜLK MUHAMMED CÜNEYDİ DE ORADA ÖLDÜ BU OLAYDAN SONRA İYİCE GÜÇLENEN RAZİYE, DEVLET İŞLERİNİ YENİDEN DÜZENLEMEK ÜZERE HAREKETE GEÇTİ VE ÖNEMLİ MEVKİLERE KENDİSİNE TARAFTAR OLAN KİŞİLERİ GETİRDİ [18]... DEVLET OTORİTESİNİ YENİDEN SAĞLADI DEHLİ SULTANLIĞI YENİDEN HUZURA KAVUŞMUŞ, BU VESİLEYLE DE LAKHNAUTİ- DİPAL ARASINDA HÜKÜM SÜREN BÜTÜN EMİR VE MELİKLER DE BUYRUK ALTINA ALINMIŞLAR... SULTAN ŞEMS ED-DİN-DİN İLTUTMUŞ ZAMANINDA, 1226 YILINDA DEHLİ'YE BAĞLANAN RETENBUR ONUN ÖLÜMÜNDEN KISA BİR MÜDDET SONRA HİNDULAR TARAFINDAN KUŞATILMIŞ VE İÇ ÇEKİŞMELER YÜZÜNDEN GEREKLİ YARDIM GÖNDERİLEMEMİŞTİ SULTAN RAZİYE, TAHTTAKİ YERİNİ SAĞLAMLAŞTIRIP, DÜZENİ TEKRAR OTURTTUKTAN SONRA İLK İŞ OLARAK RETENBUR KALESİNDE MAHSUR KALAN MÜSLÜMANLARIN KURTARILMASI İÇİN ÇALIŞMALARA BAŞLADI. HAZIRLADIĞI GÜÇLÜ BİR ORDU, KUTLUĞ HAN ÜNVANIYLA ORDU NAİBLİĞİNE'' ATANAN MELİK SEYF ED-DIN AYBEG'İN ANİDEN ÖLMESİ YÜZÜNDEN MELİK KUTB ED-DİN HÜSEYİN KOMUTASINDA ÇOK AZ BİR GECİKMEYLE HAREKETE GEÇİLDİ... SULTAN RAZİYE, DEVLETİN ÖNEMLİ MEVKİLERİNDEN BİRİNE HABEŞ ASILLI MELİK CELALEDDİN’İ ATAMIŞ BU DURUM MELİKLER ARASINDA HOŞ KARŞILANMAMIŞ VE KADIN ELBİSELERİ VE ÖRTÜDEN ÇIKTIĞI, CÜPPE GİYİP, KÜLAH ÖRTEREK VE FİL ÜZERİNDE AÇIKÇA HALK ARASINDA DOLAŞTIĞI İÇİN ELEŞTİRMEYE YIPRATMAYA BAŞLAMIŞLAR, BU BAHANE İLE GALYUR BÖLGESİNDE KARIŞIKLIK BAŞLATMIŞLARDI SULTAN RAZİYE HÜKÜMDARLIK ORDUSUNU BÖLGEYE SEVK ETMİŞ VE KARIŞIKLIĞI SONA ERDİRMİŞTİR BU DEFA YİNE BİLİNMEYEN BİR NEDENLE PENCAP BÖLGESİNDE İSYAN BAŞLAMIŞ VE LAHOR VALİSİ KEBİR HAN AYAZ’IN GALYUR OLAYINDAN BAŞARISIZ ÇIKAN MERKEZDEKİ MUHALİFLER TARAFINDAN KIŞKIRTILDIĞI SANILMAKTA... SULTAN RAZİYE HÜKÜMDARLIK ORDUSUNUN BAŞINDA ISRARLA TAKİP SONUCU KEBİR HAN AYAZ GERİ ÇEKİLMİŞ AMA SULTAN RAZİYE İŞİNİ BİTİRME YERİNE ANLAŞMA YOLUNA GİTMİŞ VE AYAZ YENİDEN MERKEZE BAĞLANIRKEN, RAZİYE DE DEHLİ’YE GERİ DÖNMÜŞ DEHLİ’YE DÖNDÜKTEN 20 GÜN KADAR SONRA TABERHİNDE MELİKİ İHTİYAR ED-DIN- ALTUNİYE, HABEŞ ASILLI CEMALEDDİN YAKUT’UN ÜSTÜN MEVKİYE GETİRİLMESİNİ BAHANE EDEREK İSYAN ETMİŞ. BU İSYANI BASTIRMAK ÜZERE 3 NİSAN 1240 GÜNÜ BÜYÜK BİR ORDUYLA BAŞKENT’TEN AYRILIP TABERHİNDİ’YE ULAŞTIĞINDA TÜRK EMİR VE MELİKLER AYAKLANARAK CEMALEDDİN YAKUT’U ÖLDÜRMÜŞ, SULTAN RAZİYE’Yİ DE TABERHİNDE KALESİNE GÖNDERMİŞLERDİR RAZİYE, TABERHİNDE KALESİNDE HAPİSTE BULUNDUĞU SIRADA DEHLİ'DE ÖNEMLİ OLAYLAR CEREYAN ETMİŞ, NAİBÜ'L-MÜLK TAYİN EDİLEREK İKTİDARI ELE GEÇİREN MELİK İHTİYARED-DİN AYTİGİN ÖLDÜRÜLMÜŞ VE MELİK BEDRED-DİN... RUMİ, EMİR-İ HACİB OLARAK TAYİN EDİLMİŞTİ BU SIRADA TABERHİNDE MELİKİ MELİK İHTİYARED-DIN ALTUNİYE İLE RAZİYE DE EVLENMİŞTİ. BU EVLİLİK MELİK ALTUNİYE'NİN ÇOK YAKIN ARKADAŞININ İNTİKAMINI ALMAK İSTEMESİ VEYA HIRSI [19] KADAR RAZİYE'NİN DE PARLAK VAADLERİNİN BİR SONUCUDUR AYNI ZAMANDA.[20]... GİRİŞTİĞİ İLK HAREKETTE BAŞARILI OLAMAYARAK TABERHİNDE'YE GERİ DÖNEN RAZİYE, DAĞILAN BİRLİKLERİNİ TOPARLAYIP, YENİDEN DÜZENLEDİ BU SIRADA İSYAN EDEREK BAŞKENT'TEN AYRILAN MELİK İZZED-DİN MUHAMMED SALARI VE MELİK İHTİYARED-DİN KARAKAŞ HAN AYTİGİN'İN KUVVETLERİYLE KENDİLERİNE KATILMALARIYLA İYİCE GÜÇLENEN RAZİYE İLE ALTUNİYE'NİN BİRLEŞİK KUVVETLERİ, İKİNCİ KEZ DEHLİ ÜZERİNE YÜRÜDÜ ANCAK 13 EKİM 1240'DA 21] DEHLİ KUVVETLERİ TEKRAR GALİP GELDİ BUNUN ÜZERİNE KAÇMAYA ÇALIŞAN RAZİYE'Yİ, KAYHTAL SINIRLARI YAKINLARINDA ETRAFINDAKİLERİN HEPSİ KENDİSİNİ TERK ETTİ DÜZ BİR ARAZİDE TEK BAŞINA, YORGUN OLDUĞU HALDE AÇ VE SUSUZ KALAN RAZİYE, BİR HİNDU ÇİFTÇİDEN İSTEDİĞİ EKMEĞİ YEDİKTEN SONRA YORGUNLUĞUN TESİRİYLE UYUDUĞU BİR SIRADA ÜZERİNDEKİ DEĞERLİ ELBİSELERE TAMAH EDEN SÖZ KONUSU HİNDU ÇİFTÇİ TARAFINDAN, 14 EKİM 1240 GÜNÜ ÖLDÜRÜLEREK [22], BİR TARLAYA GÖMÜLMÜŞTÜR. KISA SÜRE SONRA BU DURUM ANLAŞILMIŞ VE RAZİYE'NİN TEŞHİS EDİLEN CESEDİ, DİNİ TÖRENLE AYNI YERE TEKRAR DEFNEDİLMİŞTİR SONRALARI ÜZERİNE BİR KUBBE DE YAPILAN CEMNE NEHRİ KENARINDAKİ BU KABRİN BİR ZİYARETGAH HALİNE GELDİĞİNİ İBN BATTUTA HABER VERMEKTEDİR[23]... NEDEN TAHTTAN İNDİRİLDİ SULTAN RAZİYE, DEHLİ TÜRK DEVLETİNİN EN BÜYÜK HÜKÜMDARI OLDUĞU GİBİ HİND-TÜRK TARİHİNİN EN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLERİNDEN BİRİ OLARAK KABUL... EDİLMEKTE..FERASETLİ VE OLGUN OLMASININ YANI SIRA, HÜKÜMDARLIK İÇİN GEREKLİ PEK ÇOK ÖZELLİĞİ, BABASI TARAFINDAN DA TAKDİR EDİLDİĞİ GİBİ, ŞAHSINDA TOPLAMIŞ BULUNUYORDU... FİRİŞTE’NİN KAYITLARINA GÖRE SULTAN RAZİYE'NİN AYNI ZAMANDA ÇOK GÜZEL KUR'AN OKUDUĞU VE İYİ BİR EĞİTİM ALDIĞI [24] ANLAŞILMIŞ; İBN BATTUTA RAZİYE İÇİN YAY KUŞANMIŞ OLDUĞU VE MAİYETİ ETRAFINDA BULUNDUĞU HALDE ERKEK GİBİ ATA BİNER VE YÜZÜNÜ ÖRTMEZDİ." DEMEKTEDİR[25]... CÜZCANİ,ONUN FİLE BİNDİĞİNİ AÇIKÇA BELİRTMESİNE RAĞMEN ATA BİNDİĞİNDEN HİÇ BAHSETMEMEKTEDİR DOLAYISIYLA İSEMI VE NİZAM ED-DIN AHMED'İN KAYDETTİKLERİ ŞEKİLDE, RAZİYE'NİN ATA BİNERKEN HABEŞ ASILLI MEMLUK EMIR-I AHUR CEMAL ED-DİN YAKUT TARAFINDAN KOLTUK ALTINDAN TUTULARAK YARDIM EDİLMESİ [26] GİBİ ONUN TERBİYESİ ALEYHİNE YÖNELTİLEN VE DAHA SONRAKİ ESERLERDE DE SIKÇA TEKRAR EDİLEN [27] BİR TAKIM İDDİALARIN EN UFAK BİR İMA YOLUYLA DA OLSA CÜZCANİ'NİN KAYITLARINDA yer ALMAMIŞTIR... SULTAN RAZİYE, SULTANLIĞI’NIN SON DÖNEMLERİNDE TAM BİR ERKEK KİMLİĞİNE BÜRÜNMÜŞ, ELBİSELERİNİ ATMIŞ VE FİLE BİNEREK HALK ARASINA ÇIKMIŞTI [28]. YUKARIDA DA BELİRTİLDİĞİ GİBİ BU TAVRIYLA BİRLİKTE TOPLANTILARA VE HALKIN ARASINA YÜZÜ AÇIK OLDUĞU HALDE KATILMASI [29] ELEŞTİRİLERE SEBEP... OLMUŞTUR. SULTAN RAZİYE, ADETA ÇELİKTEN BİR ELLE HAKİMİYETİNİ BİR MÜDDET DAHA SÜRDÜRDÜĞÜ HALDE, BU KONU ONUN TAHTTAN İNDİRİLMESİ İÇİN ÖNEMLİ BİR NEDEN SAYILMIŞTIR. KİRMAN SELÇUKLULARINDA GÖRÜLEN [30] VE DAHA SONRA BALABAN'IN DA İFADE ETTİĞİ GİBİ O DÖNEMİN GENEL EĞİLİMİNE GÖRE HÜKÜMDARIN ASKERE VE HALKA YÜZÜNÜ FAZLA GÖSTERMESİ PEK HOŞ KARŞILANMAMAKTAYDI [31]... İSEMI DE AKILLI KADINLARIN BAŞINA KÜLAH YARAMADI Kİ, ERKEKLERİN BAŞINA HUZURDAN HUSUSİ VA'ZEDİLDİ.(ALAH TARAFINDAN VERİLDİ)... (ÖYLEYSE BİZ) MEMLEKET GELİRİNİ BİR ERKEĞE VERELİM, ONUN BAŞINA EFENDİLİK KÜLAHINI KOYALIM [32] DİYEREK, TÜRK EMİR VE MELİKLERİ HAREKETE GEÇİREN ESAS GEREKÇEYİ BÖYLE AÇIKLAMIŞTIR... DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİ SULTAN RAİZYE ASKERİ VE SİYASİ DEHASININ YANI SIRA HİÇ TE AZIMSANMAYACAK ŞEKİLDE ŞİİR YAZMAYA DA YETENEĞİ VARDIR YALNIZ TÜRK TARİHİNDE DEĞİL, DÜNYA TARİHİNDE BİLE BİR BENZERİNE RASTLANMAYAN İFTİHAR EDİLECEK BİR... TÜRK KADINI TİPİNİ TEMSİL ETMEKTEDİR. YAŞADIĞI FELAKETLERE RAĞMEN, YILMAYAN EMSALSİZ CESARET VE YİĞİTLİĞİ YANINDA SULTAN RAZİYE'NİN BİR ÖZELLİĞİ DAHA VARDI, ŞİİR. ŞİİRE KARŞI BÜYÜK BİR YETENEK OLDUĞU KAYITLARA GEÇMİŞ VE ŞİRİN-İ-DİHLEVI'' VEYA ŞİRİN-İ GUN'' MAHLASLARIYLA YAZDIĞI BEYİTLERİ KENDİ ZAMANINDAKİ TÜRK-FARS EDEBİYATININ EN GÜZEL ÖRNEKLERİ OLDUĞU KABUL EDİLMEKTEDİR.[33] HİNT’LİLER... DUYGU DÜNYASININ ZENGİNLİĞİ YANINDA İYİ BİR YÖNETİCİ ÖZELLİKLERİNİ DE SERGİLEYEN GÜÇLÜ İRADELİ BU KADIN ŞAİRİMİZİ DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİDİR DİYE İSİMLENDİRMEK ABARTI OLMAMALIDIR FARSÇA YAZDIĞI ŞİİRLERİNDEN BAZI SATIRLAR MAGE-İ REHMENİ’NİN PERDENEŞİNAN-İ SUHENGUY’DAN ŞÖYLEDİR [34]... BİZİM BAŞIMIZA HEP NE GELİRSE HEP BİZDENDİR, BİÇARE GÖNLÜN NE SUÇU VAR O ZAVALLI DA BİZİM SEBEPSİZ GAMIMIZDAN ÖLMÜŞTÜR.... *** BEN AYAĞIMIN BEREKETİ İLE FELEĞİ SALTANAT TAHTI YAPAR, HÜMA’NIN KANADINI DA SİNEKLERİ KOVMAK HİZMETİNDE KULLANIRIM... *** EY ŞİRİN GEL, MUHABBET YOLUNA ADIM ATMA, BUNDAN SAKIN SEN YOKSA BU YOLDA FERHAD’IN BAŞINA GELENLERİ İŞİTMEDİN Mİ... **** ONUN YÜZÜNÜ GÖRMEDİĞİM HALDE, GÖZ BEBEĞİ GİBİ, ONA GÖZÜMÜN İÇİNDE YER VERDİM... **** BEN SENİN ADINI İŞİTMEDİĞİM VE YÜZÜNÜ GÖRMEDİĞİM HALDE, GÖZÜM GİBİ SEVERİM SENİ... **** GÜNEŞİN IŞINLARININ TİTREMESİ, BİZİM KILIÇ GİBİ OLAN GAZAPLI BAKIŞLARIMIZDAN KORKTUĞU İÇİN DEĞİL DE NEDENDİR... SULTAN RAZİYE , SALTANATI ESNASINDA, KENDİSİNDEN ÇOK SONRA HİNDİSTAN İMPARATORU İLAN EDİLEN İNGİLTERE KRALİÇESİ ELİZABETH II GİBİ KADINSI DAVRANIŞLAR GÖSTERMEMİŞTİR. M. AZİZ AHMAD'İN DE BELİRTTİĞİ ÜZERE, HER YÖNDEN ERKEK GİBİ KUVVETLİ, HATTA ERKEK BİLE OLDUĞU RİVAYET EDİLEN BİR TÜRK KADINI OLUP HÜKÜMDARLIĞI SIRASINDA HAREM ENTRİKALARI YERİNE HALKIN ARASINA GİREREK ONLARA VE TÜRK EMİR VE MELİKLERE KARŞILARINDAKİNİN GÜZEL bir KADIN OLDUĞUNU UNUTTURMUŞTUR [35]... SULTAN RAZİYE İÇİN CÜZCANI HER NE KADAR BÜYÜK, AKILLI, ADALETLİ, KERİM, ALİMLERİ HOŞ TUTAN, ADİL... ADALET YAYAN, AHALİSİNİ BESLEYEN VE ORDU-ÇEKEN BİR PADİŞAHTI. PADİŞAHLARA GEREKEN BÜTÜN VASIFLARLA DONANMIŞTI. FAKAT, YARATILIŞTA ERKEKLERİN HESABINDAN NASİBİNİ ALMAMIŞTI BÜTÜN BU SEÇKİN SIFATLAR ONA NE FAYDA VERİR [36] DEMEKTE İSE DE, ERKEKLER ARASINDA BİR KADININ GÖSTEREBİLECEĞİ DAVRANIŞLARI ASLA YAPMAYAN VE BÖYLELİKLE AYRI CİNSTEN OLMANIN ORTAYA ÇIKARACAĞI OLUMSUZLUKLARI BÜYÜK ÖLÇÜDE GİDERMEYİ BAŞARAN RAZİYE, AYNI ZAMANDA AKTİF VE GÜÇLÜ BİR SİYASET UYGULAMAKTAN DA GERİ KALMAMIŞTIR... SULTAN RAZİYE, MELİKLERCE TAHTTAN İNDİRİLMEK İSTENDİĞİNDE BUNU KABUL ETMEMİŞ, KURMAK İSTEDİĞİ DÜZENİ SONUNA KADAR GÖTÜRMEK HUSUSUNDAKİ AZMİNİ, SALTANATI ELE GEÇİRMEK İÇİN ÜST ÜSTE YAPTIĞI VE HAYATINA MAL OLAN HAMLELERLE GÖSTERMİŞTİR... BUNUN YANINDA ALİGARH MUSLİM UNİVERSİTESİ PROFESÖRLERİNDEN DR. EKMEL EYYUBİ’NİN ORD. PROF. DR. AZ. VELİDI TOGAN'A ATFEN VERDİĞİ BİLGİYE [37] GÖRE,SULTAN RAZİYE'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİNİN TOPLANDIĞI BİR DİVANI DA BULUNMAKTADIR EĞER BU BİLGİ DOĞRULANIRSA, SULTAN RAZİYE, TÜRK VE DÜNYA EDEBİYATI TARİHİNİN, BİLİNEN İLK TÜRK KADIN ŞAİRLİĞİNİN YANI SIRA İLK TÜRKÇE DİVAN SAHİBİ OLMA VASFINI DA KAZANACAKTIR BU DİVAN... HİNDİSTAN’DA BULUNMAKTA VE HİNTLİLER SULTAN RAZİYE’NİN BİR TÜRK DEĞİL, HİNTLİ OLDUĞUNU İDDİA ETMEKTEDİRLER TÜRKÇE DİVAN’IN YAKIŞACAĞI YER DE TÜRKİYE’DE BİR ŞİİR MÜZESİ OLMALI VE ORASI OLMALIDIR... SULTAN RAZİYE O DÖNEM GELENEKLERİNİN AKSİNE KADIN ELBİSELERİ VE ÖRTÜDEN ÇIKTIĞI, CÜPPE GİYİP, KÜLAH ÖRTEREK HALKIN ARASINDA DOLAŞTIĞI İÇİN ELEŞTİRİLER ALMIŞTIR[38]... KIYAFETTE DEVRİM YAPMIŞ VE O DÖNEMDEKİ GELENEKLERİN AKSİNE YÜZÜNÜ ÖRTMEYEN, ÇOK İYİ KUR'AN OKUYAN, YÖNETİCİLİK YETENEĞİ MÜKEMMEL CESUR, AKILLI, ZEKİ VE ŞAİR OLAN RAZİYE’NİN TÜM DÜNYAYA DUYURULMASI GEREKMEKTEDİR AYNI ZAMANDA TÜRKÇE DİVAN’I DA BİZİM KIYMETLİ ESERLERİMİZİN ARASINA KATILMALIDIR !..
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • HİNDİSTAN BABÜR SULTANI
    RAZİYE BEGÜM SULTAN’I
    BİLİYOR MUSUNUZ?
    DELHİ –HİNDİSTAN-TÜRK SULTANLIĞI
    Doç.Dr.Bahriye ÜÇOK / İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Türk Kadın Hükümdarlar
    ***Hindistan’ı, X. Asırdan XIX. asırdaki İngiliz işgaline gelinceye kadar asırlarca Türk asıllı hanedanlar idare etti. Bu Müslüman Türk devletlerinden birisi de Kutubşahlardır.***
    ''Sultan Raziye (1236-1240), Şemsed-din İltutmuş'un, karısı Türkan/Terken Hatun'dan] doğan kızıdır ve geleneklerin aksine evlendirilmeyerek, büyük bir titizlikle geleceğe hazırlanmıştır.''
    İngiltere Kraliçesi I.Mary’den[1] 318 yıl, en çok bilinen kadın hükümdar Kraliçe I.Elizabeth’den 322 yıl, Büyük Britanya İmparatorluğu döneminde Hindistan İmparatoru ilan edilen Kraliçe Victoria I.(1837-19019)’den de 600 yıl önce önce hükümdarlık yapmış, aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmayarak 4 yıl tahtta oturmuş , dünya tarihinde benzerine rastlanmayan, onur duyulacak ve emsalsiz cesaret örnekleriyle dolu bir Türk kadını olan Dehli Türk Sultanlığı’nın hükümdarı olan Sultan Raziye, aynı zamanda tarihteki İlk Türk Kadın Hükümdardır..
    Hindistan Tarihinin önemli kaynaklarından biri olan Cüzcani, bu devletin adından “Selatin-i Hind” diye bahsetmiş ve sonraki kaynaklarda genelde bu şekilde tekrar edilmiş, ancak günümüz araştırmacılarının “Delhi Sultanlığı” diye belirttikleri bu adın “Dehli Türk Sultanlığı[2]/Devleti olması gerektiği değerli tarihçi Doç.Dr.Salim Çöhçe tarafından ifade edilmektedir. “Dehli” söylemi tüm İslam kaynaklarından kaydedilen şeklidir ve İngilizler tarafından kendi telaffuzlarına uygun olarak 19. yy da “Delhi” olarak değiştirilmiştir.
    Sultan Raziye (1236-1240), Şems ed-din İltutmuş'un çok sevip, saydığı ve hareminin başkadını olarak Köşk ü Firuzi'de oturmaya layık gördüğü karısı Türkan/Terken Hatun'dan [3] doğan kızıdır ve geleneklerin aksine evlendirilmeyerek, büyük bir titizlikle geleceğe hazırlanmıştır.
    PADİŞAHIN EMRİNİ UYGULAMADILAR
    Sultan Şems ed-din İltutmuş, 1233 yılı başlarında Mürif-i Memalik Tacü’l-Mülk Mahmud'a, Raziye'yi veliahd olarak tayin ettiğini belirten bir ferman yazmasını emretmiş, ancak bu davranışa, Sultan'a yakınlığı ile tanınan memluk asıllı Türk melikleri "saltanata layık, yetişmiş oğulları varken bir kızın İslam mülküne veliahd yapılmasının hikmeti nedir?” şeklinde itiraz etmişler ve söz konusu melikler “bu durumun kendilerince münasip görülmediğini” de açıkça bizzat Sultan Şems ed-din İltutmuş'a bildirmişlerdir. Bunun üzerine Sultan, "Benim oğullarım işret ve gençlik zevkleriyle meşguldürler. Hiçbirisinde memleket idare edecek kabiliyet yoktur. Dolayısıyla ülkedeki düzeni muhafaza edemezler. Biliniz ki, benim ölümümden sonra veliahdlığa hiçbirisi Raziye'den daha layık değildir”[4] “Zira, Raziye her yönden erkek kardeşlerinden üstündür. Gerçi şeklen kadındır ama, zeka ve basireti erkekten farksızdır“[5] sôzleriyle Devlet idaresinde alışılmışın dışında kararlar almış, askeri bir topluma kadın bir hükümdar adayı gösterecek kadar gerçekçi ve sağlıklı düşünmüştür..
    Sultan Şems ed-din İltutmuş'un vasiyeti ve kendisinden sonra yerine geçecek hükümdarı bizzat belirlemesine rağmen onun ölümünden sonra Türk emir ve melikler bunu uygulamadılar [6] ve Şems ed-din İltutmuş'un oğlu Firuz Şah’ı tahta geçirdiler..
    TARİHTE MÜSLÜMAN TÜRKLERİN İLK KADIN HÜKÜMDARI
    Babasının da belirttiği üzere Devleti yönetecek niteliğe sahip olmayan Firuz Şah eğlence ve sefaya dalarak babasının bin bir güçlükle topladığı hazineyi boşaltmış, tecrübeli yöneticilerinin sözlerine önem vermemesi yüzünden de devlet idaresi tam bir kargaşa içine sürüklenmiş.. Şems ed-din İltutmuş’un, Firuz Şah yerine Raziye’yi tahta geçirmek istemesindeki neden de bu idi..
    Oğlunun basiretsiz yönetiminden istifade ederek güç kazanan Sultan'ın annesi[7], daha önce kıskandığı pek çok cariyeyi çeşitli zulümlere maruz bıraktırdığı gibi, bunlardan bazılarını da öldürterek sarayda adaletsiz ve kanlı sahnelere neden olduğu gibi Başkent'te saltanata ortak olmaması için Raziye'yi ortadan kaldırmak amacıyla faaliyetlere girişir, başarılı olur ama Devlethane’nin damına sığınan Raziye'de boş durmaz ve buradan yaptığı heyecanlı konuşmayla galeyana gelen halk, bazı meliklerle birlikte Devlethane'yi kuşatarak Sultanın annesini tutuklamışlar ve Raziye'yi Dehli Türk Sultanlığı tahtına oturtmuşlardır [8]. Ve Raziye’nin''katiller katledilmelidir'' emri üzerine Firuz Şah 29 Kasım 1236'da öldürülmüştür[9].
    Sultan Raziye’nin başında olduğu devlet ‘Dehli Türk Sultanlığı’dır[10].Ve böylece tarihte ilk kez bir Türk kadını hükümdar olmuştur..
    Sultan Raziye, ilk iş olarak Sultan Rükn ed-din Firuz Şah zamanında ihmal edilen kanun ve gelenekleri tekrar canlandırdı [11]. Böylece kanun hakimiyetini sağlayarak yeni bir barış ve sükunet dönemi başlatmış oluyordu. Onun bu tavrı etkisini göstermiş ve Sultan Rükn ed-din Firuz Şah'a karşı isyan eden Lakhnauri Valisi Melik izzed-din Togan Han Tuğul, Raziye'nin yüksek hakimiyetini tanıdığını bildirerek yeniden merkeze bağlandı. Bu hareketinden dolayı da muhtariyet simgesi olan Çetr ve kırmızı bayrak gönderilerek gönlü hoş edilmiştir.[12]
    SAVAŞTA BAŞARILI BİR KOMUTAN
    Sultan Raziye'nin tahta geçişini izleyen en önemli olay Nur Türk[13] adlı alim bir kişinin Hindistan'ın değişik bölgelerinden başına topladığı Karmati ve Mülahidelerden[14] oluşan bir grup ile başlattığı isyandır..
    Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında vezirlik makamında olan Tacik zümresinden Nizamü'l-Mülk Muhammed Cüneydi, daha önce isyan ettikleri sırada Kilughari ‘de Sultan Rükn ed-din Firuz Şah'ı terk ederek yanlarına sığındığı Melik ‘Ala ed-din Canı, Melik Seyf ed-din Kuçı, Melik 'İzzed-din Muhammed Saları ve Melik 'İzzed-din Kebir Han Ayaz aralarında anlaşarak Raziye'nin hakimiyetini tanımamışlardır. Dehli önlerine kadar gelen bu melikler ile anlaşma sağlanamaması üzerine Oudh Valisi Melik Nusret ed-din Taisı aldığı emirle isyancılara karşı harekete geçmiş fakat Ganj nehrini geçerken aniden saldıran Melik Seyf ed-din Kuçı'ye esir düşen Taisi bunu onur meselesi yapmış ve bu duruma dayanamayarak kısa bir süre sonra vefat etmiştir[15]
    Raziye, aldığı tedbirler ve büyük bir ustalıkla uyguladığı politika [16] sayesinde çok geçmeden muhaliflerin bölünmelerini sağlamıştır. Nitekim Sultan'ın tarafına çekilen Melik İzzed-din Muhammed Salari vasıtasıyla Melik 'İzzed-din Kebir Han Ayaz da muhaliflerden ayrılmış ve bu ikisi ile yapılan gizli anlaşma, diğerlerinin dağılmalarına sebep olmuştur. Anlaşmaya göre bu iki melik, diğer isyancıları yakalayarak Sultan'a teslim etmeyi kabul etmekteydiler. Günümüz araştırmacılarından bazıları, bu meliklerin arkadaşlarına ihanet etmediklerini, ancak Sultan Raziye’nin yaydığı böyle bir dedikodunun melikler arasındaki birliği parçaladığını yazmakta [17] iseler de kaynakların açık ifadeleri bu savı kabul etmemektedir..
    Sultan Raziye'nin tedbirleri karşısında savaş meydanını bırakarak hızla kaçmaya başlayan isyancı melikler , kendilerini takip eden kuvvetlerin ellerinden kurtulamayarak ele geçirildikleri çeşitli bölgelerde öldürülmüştür. Bu sırada Sirmur tepelerine kaçan Nizamü'l-Mülk Muhammed Cüneydi de orada öldü. Bu olaydan sonra iyice güçlenen Raziye, devlet işlerini yeniden düzenlemek üzere harekete geçti ve önemli mevkilere kendisine taraftar olan kişileri getirdi [18].
    DEVLET OTORİTESİNİ YENİDEN SAĞLADI
    Dehli Sultanlığı yeniden huzura kavuşmuş, bu vesileyle de Lakhnauti- Dipal arasında hüküm süren bütün emir ve melikler de buyruk altına alınmışlar..
    Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında, 1226 yılında Dehli'ye bağlanan Retenbur , onun ölümünden kısa bir müddet sonra Hindular tarafından kuşatılmış ve iç çekişmeler yüzünden gerekli yardım gönderilememişti. Sultan Raziye, tahttaki yerini sağlamlaştırıp, düzeni tekrar oturttuktan sonra ilk iş olarak Retenbur kalesinde mahsur kalan müslümanların kurtarılması için çalışmalara başladı. Hazırladığı güçlü bir ordu, Kutluğ Han ünvanıyla “Ordu Naibliğine'' atanan melik Seyf ed-dın Aybeg'in aniden ölmesi yüzünden Melik Kutb ed-din Hüseyin komutasında çok az bir gecikmeyle harekete geçildi.
    Sultan Raziye, Devletin önemli mevkilerinden birine Habeş asıllı Melik Celaleddin’i atamış. Bu durum melikler arasında hoş karşılanmamış ve “ kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek ve fil üzerinde açıkça halk arasında dolaştığı” için eleştirmeye yıpratmaya başlamışlar, bu bahane ile Galyur bölgesinde karışıklık başlatmışlardı.. Sultan Raziye Hükümdarlık ordusunu bölgeye sevk etmiş ve karışıklığı sona erdirmiştir. Bu defa yine bilinmeyen bir nedenle Pencap bölgesinde isyan başlamış ve Lahor valisi Kebir Han Ayaz’ın Galyur olayından başarısız çıkan merkezdeki muhalifler tarafından kışkırtıldığı sanılmakta.. Sultan Raziye hükümdarlık ordusunun başında ısrarla takip sonucu Kebir Han Ayaz geri çekilmiş ama Sultan Raziye işini bitirme yerine anlaşma yoluna gitmiş ve Ayaz yeniden merkeze bağlanırken, Raziye de Dehli’ye geri dönmüş. Dehli’ye döndükten 20 gün kadar sonra Taberhinde meliki İhtiyar ed-dın Altuniye, Habeş asıllı Cemaleddin Yakut’un üstün mevkiye getirilmesini bahane ederek isyan etmiş. Bu isyanı bastırmak üzere 3 Nisan 1240 günü büyük bir orduyla Başkent’ten ayrılıp Taberhindi’ye ulaştığında Türk emir ve melikler ayaklanarak Cemaleddin Yakut’u öldürmüş, Sultan Raziye’yi de Taberhinde kalesine göndermişlerdir.Raziye, Taberhinde kalesinde hapiste bulunduğu sırada Dehli'de önemli olaylar cereyan etmiş, Naibü'l-Mülk tayin edilerek iktidarı ele geçiren Melik İhtiyared-din Aytigin öldürülmüş ve Melik Bedred-din Sungur Rumi, Emir-i Hacib olarak tayin edilmişti. Bu sırada Taberhinde Meliki Melik İhtiyared-dın Altuniye ile Raziye de evlenmişti. Bu evlilik Melik Altuniye'nin çok yakın arkadaşının intikamını almak istemesi veya hırsı [19] kadar Raziye'nin de parlak vaadlerinin bir sonucudur aynı zamanda.[20].
    Giriştiği ilk harekette başarılı olamayarak Taberhinde'ye geri dönen Raziye, dağılan birliklerini toparlayıp, yeniden düzenledi. Bu sırada isyan ederek Başkent'ten ayrılan Melik İzzed-din Muhammed Saları ve Melik İhtiyared-din Karakaş Han Aytigin'in kuvvetleriyle kendilerine katılmalarıyla iyice güçlenen Raziye ile Altuniye'nin birleşik kuvvetleri, ikinci kez Dehli üzerine yürüdü. Ancak 13 Ekim 1240'da [21] Dehli kuvvetleri tekrar galip geldi. Bunun üzerine kaçmaya çalışan Raziye'yi, Kayhtal sınırları yakınlarında etrafındakilerin hepsi kendisini terk etti.
    Düz bir arazide tek başına, yorgun olduğu halde aç ve susuz kalan Raziye, bir Hindu çiftçiden istediği ekmeği yedikten sonra yorgunluğun tesiriyle uyuduğu bir sırada üzerindeki değerli elbiselere tamah eden söz konusu Hindu çiftçi tarafından, 14 Ekim 1240 günü öldürülerek[22], bir tarlaya gömülmüştür. Kısa süre sonra bu durum anlaşılmış ve Raziye'nin teşhis edilen cesedi, dini törenle aynı yere tekrar defnedilmiştir . Sonraları üzerine bir kubbe de yapılan Cemne nehri kenarındaki bu kabrin bir ziyaretgah haline geldiğini İbn Battuta haber vermektedir[23].
    NEDEN TAHTTAN İNDİRİLDİ
    Sultan Raziye, Dehli Türk Devletinin en büyük hükümdarı olduğu gibi Hind-Türk tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilmekte..Ferasetli ve olgun olmasının yanı sıra, hükümdarlık için gerekli pek çok özelliği, babası tarafından da takdir edildiği gibi, şahsında toplamış bulunuyordu.
    Firişte’nin kayıtlarına göre Sultan Raziye'nin aynı zamanda çok güzel Kur'an okuduğu ve iyi bir eğitim aldığı [24] anlaşılmış; İbn Battuta Raziye için "Yay kuşanmış olduğu ve maiyeti etrafında bulunduğu halde erkek gibi ata biner ve yüzünü örtmezdi." demektedir[25]. Cüzcani,onun file bindiğini açıkça belirtmesine rağmen ata bindiğinden hiç bahsetmemektedir. Dolayısıyla İsemı ve Nizam ed-dın Ahmed'in kaydettikleri şekilde, Raziye'nin ata binerken Habeş asıllı memluk Emır-ı Ahur Cemal ed-dın Yakut tarafından koltuk altından tutularak yardım edilmesi [26] gibi onun terbiyesi aleyhine yöneltilen ve daha sonraki eserlerde de sıkça tekrar edilen[27] bir takım iddiaların en ufak bir ima yoluyla da olsa Cüzcani'nin kayıtlarında yer almamıştır.
    Sultan Raziye, Sultanlığı’nın son dönemlerinde tam bir erkek kimliğine bürünmüş, elbiselerini atmış ve file binerek halk arasına çıkmıştı [28]. Yukarıda da belirtildiği gibi bu tavrıyla birlikte toplantılara ve halkın arasına yüzü açık olduğu halde katılması [29] eleştirilere sebep olmuştur. Sultan Raziye, adeta çelikten bir elle hakimiyetini bir müddet daha sürdürdüğü halde, bu konu onun tahttan indirilmesi için önemli bir neden sayılmıştır. Kirman Selçuklularında görülen[30] ve daha sonra Balaban'ın da ifade ettiği gibi, o dönemin genel eğilimine göre hükümdarın askere ve halka yüzünü fazla göstermesi pek hoş karşılanmamaktaydı [31].
    İsemı de “Akıllı kadınların başına külah yaramadı ki, erkeklerin başına huzurdan hususi va'zedildi.(Alah tarafından verildi)... (Öyleyse biz) Memleket gelirini bir erkeğe verelim, onun başına efendilik külahını koyalım”[32] diyerek, Türk emir ve melikleri harekete geçiren esas gerekçeyi böyle açıklamıştır. .
    DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİ
    Sultan Raizye askeri ve siyasi dehasının yanı sıra hiç te azımsanmayacak şekilde şiir yazmaya da yeteneği vardır..
    Yalnız Türk tarihinde değil, dünya tarihinde bile bir benzerine rastlanmayan iftihar edilecek bir Türk kadını tipini temsil etmektedir. Yaşadığı felaketlere rağmen, yılmayan emsalsiz cesaret ve yiğitliği yanında Sultan Raziye'nin bir özelliği daha vardı, ŞİİR. Şiire karşı büyük bir yetenek olduğu kayıtlara geçmiş ve ''Şirin-i-Dihlevı'' veya ''Şirin-i Gun'' mahlaslarıyla yazdığı beyitleri kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel örnekleri olduğu kabul edilmektedir.[33]
    inHint’liler
    Duygu dünyasının zenginliği yanında iyi bir yönetici özelliklerini de sergileyen güçlü iradeli bu kadın şairimizi dünyanın ilk kadın şairidir diye isimlendirmek abartı olmamalıdır.
    Farsça yazdığı şiirlerinden bazı satırlar Mage-i Rehmeni’nin Perdeneşinan-i Suhenguy’dan şöyledir[34]:.
    Bizim başımıza hep ne gelirse hep bizdendir,
    Biçare gönlün ne suçu var?
    O zavallı da bizim sebepsiz gamımızdan ölmüştür.
    ***
    Ben ayağımın bereketi ile feleği saltanat tahtı yapar,
    Hüma’nın kanadını da sinekleri kovmak hizmetinde kullanırım.
    ***
    Ey şirin gel, muhabbet yoluna adım atma, bundan sakın.
    Sen yoksa bu yolda Ferhad’ın başına gelenleri işitmedin mi?
    ****
    Onun yüzünü görmediğim halde, göz bebeği gibi,
    Ona gözümün içinde yer verdim.
    ****
    Ben senin adını işitmediğim ve yüzünü görmediğim halde,
    Gözüm gibi severim seni
    ****
    Güneşin ışınlarının titremesi,
    Bizim kılıç gibi olan gazaplı bakışlarımızdan
    Korktuğu için değil de nedendir?
    Sultan Raziye , saltanatı esnasında, kendisinden çok sonra Hindistan İmparatoru ilan edilen İngiltere Kraliçesi Elizabeth II gibi kadınsı davranışlar göstermemiştir. M. Aziz Ahmad'in de belirttiği üzere, her yönden erkek gibi kuvvetli, hatta erkek bile olduğu rivayet edilen bir Türk kadını olup; hükümdarlığı sırasında harem entrikaları yerine halkın arasına girerek onlara ve Türk emir ve meliklere karşılarındakinin güzel bir kadın olduğunu unutturmuştur[35].
    Sultan Raziye için Cüzcanı her ne kadar “büyük, akıllı, adaletli, kerim, alimleri hoş tutan, adil, adalet yayan, ahalisini besleyen ve ordu-çeken bir padişahtı. Padişahlara gereken bütün vasıflarla donanmıştı. Fakat, yaratılışta erkeklerin hesabından nasibini almamıştı. Bütün bu seçkin sıfatlar ona ne fayda verir” [36] demekte ise de, erkekler arasında bir kadının gösterebileceği davranışları asla yapmayan ve böylelikle ayrı cinsten olmanın ortaya çıkaracağı olumsuzlukları büyük ölçüde gidermeyi başaran Raziye, aynı zamanda aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmamıştır.
    Sultan Raziye, meliklerce tahttan indirilmek istendiğinde bunu kabul etmemiş, kurmak istediği düzeni sonuna kadar götürmek hususundaki azmini, saltanatı ele geçirmek için üst üste yaptığı ve hayatına mal olan hamlelerle göstermiştir.
    Bunun yanında Aligarh Muslim Universitesi Profesörlerinden Dr. Ekmel Eyyubi’nin Ord. Prof. Dr. AZ. Velidı Togan'a atfen verdiği bilgiye [37] göre,Sultan Raziye'nin Türkçe şiirlerinin toplandığı bir divanı da bulunmaktadır. Eğer bu bilgi doğrulanırsa, Sultan Raziye, Türk ve Dünya Edebiyatı tarihinin, bilinen ilk Türk Kadın Şairliğinin yanı sıra ilk Türkçe divan sahibi olma vasfını da kazanacaktır. Bu divan Hindistan’da bulunmakta ve Hintliler Sultan Raziye’nin bir Türk değil, Hintli olduğunu iddia etmektedirler. Türkçe Divan’ın yakışacağı yer de Türkiye’de bir şiir müzesi olmalı ve orası olmalıdır.
    Sultan Raziye, o dönem geleneklerinin aksine “kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek halkın arasında dolaştığı” için eleştiriler almıştır[38]..
    Kıyafette devrim yapmış ve o dönemdeki geleneklerin aksine yüzünü örtmeyen, çok iyi kuran okuyan, yöneticilik yeteneği mükemmel, cesur, akıllı, zeki ve şair olan Raziye’nin tüm dünyaya duyurulması gerekmektedir. Aynı zamanda Türkçe Divan’ı da bizim kıymetli eserlerimizin arasına katılmalıdır.
    KAYNAKÇA:
    [1] Mary I (1516-1558), Mary Tudor olarak da bilinir. VIII. Henry ile Aragonlu Catherine' nin kızı ve İngiltere'nin ilk kadın hükümdarıy¬dı. Greenwich'te doğdu. İyi bir öğrenim gördü. Erken yaşlarda İspanyolca, İtalyanca ve Fransızca öğrendi.
    [2] Dehli Türk Sultanlığı, 1206 yılında Kuzey Hindistan’da Mucızzi meliklerinden olan Kutb eddin Aybeg (1206-1210) tarafından kurulmuştur. Sultan Kutb eddin’in damadı, oğulluğu ve aynı zamanda en güvendiği kumandanlarından birisi olan İltutmuş ta bu sülalenin ilk kurucularından ve ilk Sultanıdır(1211-1236)..
    [3] Terken “Melike” manasına gelmektedir. Bkz.O.Turan, “Terken Ünvanı”, THT dergisi, s.1(Ankara 1944), s.67-73
    [4] Cüzcani I, s.454
    [5] Cüzcani I, s.458
    [6] Cuzcani 1, s.455'de yer alan Şehzade Nasır ed-din Mahmud'un 1229 yılında Lakhnauti'de ölmesinden sonra Sultan'ın hayatta kalan en büyük oğlu olması sebebiyle Firuz Şah'ın, halkın ve meliklerin ümidi haline geldiği hususunda kayıt daha çok meliklerin isteğini yansıtır. '
    [7] Firuz şah’ın annesinin isminin verilmediği, ''Terken Hatun" diye anıldığı görülmektedir. Kaynaklardan bu Hatun'un Raziye'nin annesinden başka birisi olduğunu anlaşılmaktadır.
    [8] İsemi, s.l26 vd. da Raziye'nin isyancı meliklere babasının vasiyetini hatırlatarak, içerisine düştükleri durumdan ancak kendisini tahta geçirmek suretiyle kurtu1abileceklerine inandırmış ve ''kutsuz oğuldan, kız iyidir...'' diyen meliklerini birkaç seneliğine denenmek üzere buna rıza gösterdikleri belirtilir .
    [9] İbn Battuta ll, s.37
    [10] 16 Türk Devletinden biri olan “Akhunlar”; Afganistan, Kuzey Hindistan, Harezm, Doğu İran ve Doğu Türkistan bölgelerini bir yüzyıldan fazla egemenliğinde bulunduran devleti kuran Hun kolu[10]
    [11] Cüzcani 1, s. 458 : Nizam ed-din Ahmed. s.66 : Fırişte 1, s.ll8 (25) Cüzcanj ll, s. 13 vd.
    [12] (25) Cüzcani ll, s. 13 vd
    [13] Cüzcani, Tabakat-ı Nasırı, A General History of Muhammedan Dynasties of Asia 1, (nşr. H.G. Raverty), Calcutta 1864, (s.646'da Nur ud-din olarak kaydedilen bu kişi Türk olarak gösterilir).
    [14] Kuran ayetlerinin açık anlamları dışında, gizli anlamları olduğuna inananların oluşturduğu tarikatın kolları.Kurucusu Hasan Sabbah’tır
    [15]Cuzcani I,s. 458 : Es-Sibrindi, s.25 : Firişte 1, s.119 (27) Cuzcani ll, s. 3
    [16] R.C.Mııjumdar-H.C. Raychaudhuri-K. Datta, An Advanced History of India, London .1%1 , s.286'da bu politika günümüzdeki ifadcsiyle "süper diplomasi" olarak niıelcndirilİr
    [17] Bkz. Y .H. Bayur, Hindistan Tarihi 1,llkça~lardan Gurkanlı Devletinin Kuruluşuna ~ Kadar, Ankara 1949, s.283
    [18] Cüzcani 1, s.459 : Es-Sihrindi, s.25 vd.
    [19] M. Aziz Ahmad, Polilicial History and Inslilions of the Early Turkish Empire of Delhi (l290). Lahor 1948. s.203
    [20] Bkz.lsemi, s.t33
    [21] Firişte 1, LI2(bu tarih “23 Eylül 1240" olarak verilmekte.
    [22] 1semi; s.l36'da Raziye'nin Melik Altuniye ile birlikte Hindular tarafından yanarak öldürüldüğü kaydedilmiş.
    [23] Bh. İbn Batnıta n. s.38
    [24] Firişte 1, s.l18
    [25] İbn Batnıta n. s.37
    [26] Bkz.1semi1 s.l29 : Nizam ed-din Ahmed, s.67
    [27] Örnek olarak Bkz. Fırişte 1, s.i 19 : Bedauni, Muntakhabut Tevarikh 1, (nşr. A.A.Kebir ed-dİD Ahmed-W .Nassau LeeS)1 Calcutta 1868, s.84
    [28] Cüzcani 1, s.460:İsemi , s.l28 : Es-Sihrindi, s.26 : Nizam ed-din Ahmed, s.67: Bedauni. s.84
    [29] İsemi, s.l28 bu toplantının tasviri yapılır. Ayrıca Raziye'nin böyle bir toplantıda tahtta oturuken, tacı üzerinden omuzlarına ve sırtına inen başörtülü, ama yüzü açık şekliyle gösteren bir minyatürü için Bkz. B. Üçok:. İslam Devletleri’nde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar. Ankara 1965. s.49
    [30] Bkz. E. Merçil. Kirman Seyçukluları Tarihi. tstanbull980, s.251
    [31] Bkz. Nizam ed-din Ahmed. s. 79 vd
    [32] lsemi, s.l29 vd.
    [33] Bkz. B. Üçok, a.g.e. .s.Sl vd
    [34] Üçok, Bahriye.İslam Devletleri’nde Türk Naibeler ve Türk Kadın Hükümdarlar. Kültür Bakanlığı Yayınları 1475
    [35] M Aziz Ahmad, a.g.c. s.195
    [36] Cüzcani I, s.457
    [37] Bu bilgi 6. Milletlerarası Türkoloji Kongresi'nin 21 Eylül 1988 tarihli Oturumunda sunduğu tebliğinden sonra yapılan açık1ama ile ortaya konulmuştur.
    [38] Es-sihrindi, s.26"

    ***

    Bu bilgi 6. Milletlerarası Türkoloji Kongresi'nin 21 Eylül 1988 tarihli Oturumunda sunduğu tebliğinden sonra yapılan açık1ama ile ortaya konulmuştur.
    HİNDİSTAN BABÜR SULTANI RAZİYE BEGÜM SULTAN’I BİLİYOR MUSUNUZ? DELHİ –HİNDİSTAN-TÜRK SULTANLIĞI Doç.Dr.Bahriye ÜÇOK / İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Türk Kadın Hükümdarlar ***Hindistan’ı, X. Asırdan XIX. asırdaki İngiliz işgaline gelinceye kadar asırlarca Türk asıllı hanedanlar idare etti. Bu Müslüman Türk devletlerinden birisi de Kutubşahlardır.*** ''Sultan Raziye (1236-1240), Şemsed-din İltutmuş'un, karısı Türkan/Terken Hatun'dan] doğan kızıdır ve geleneklerin aksine evlendirilmeyerek, büyük bir titizlikle geleceğe hazırlanmıştır.'' İngiltere Kraliçesi I.Mary’den[1] 318 yıl, en çok bilinen kadın hükümdar Kraliçe I.Elizabeth’den 322 yıl, Büyük Britanya İmparatorluğu döneminde Hindistan İmparatoru ilan edilen Kraliçe Victoria I.(1837-19019)’den de 600 yıl önce önce hükümdarlık yapmış, aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmayarak 4 yıl tahtta oturmuş , dünya tarihinde benzerine rastlanmayan, onur duyulacak ve emsalsiz cesaret örnekleriyle dolu bir Türk kadını olan Dehli Türk Sultanlığı’nın hükümdarı olan Sultan Raziye, aynı zamanda tarihteki İlk Türk Kadın Hükümdardır.. Hindistan Tarihinin önemli kaynaklarından biri olan Cüzcani, bu devletin adından “Selatin-i Hind” diye bahsetmiş ve sonraki kaynaklarda genelde bu şekilde tekrar edilmiş, ancak günümüz araştırmacılarının “Delhi Sultanlığı” diye belirttikleri bu adın “Dehli Türk Sultanlığı[2]/Devleti olması gerektiği değerli tarihçi Doç.Dr.Salim Çöhçe tarafından ifade edilmektedir. “Dehli” söylemi tüm İslam kaynaklarından kaydedilen şeklidir ve İngilizler tarafından kendi telaffuzlarına uygun olarak 19. yy da “Delhi” olarak değiştirilmiştir. Sultan Raziye (1236-1240), Şems ed-din İltutmuş'un çok sevip, saydığı ve hareminin başkadını olarak Köşk ü Firuzi'de oturmaya layık gördüğü karısı Türkan/Terken Hatun'dan [3] doğan kızıdır ve geleneklerin aksine evlendirilmeyerek, büyük bir titizlikle geleceğe hazırlanmıştır. PADİŞAHIN EMRİNİ UYGULAMADILAR Sultan Şems ed-din İltutmuş, 1233 yılı başlarında Mürif-i Memalik Tacü’l-Mülk Mahmud'a, Raziye'yi veliahd olarak tayin ettiğini belirten bir ferman yazmasını emretmiş, ancak bu davranışa, Sultan'a yakınlığı ile tanınan memluk asıllı Türk melikleri "saltanata layık, yetişmiş oğulları varken bir kızın İslam mülküne veliahd yapılmasının hikmeti nedir?” şeklinde itiraz etmişler ve söz konusu melikler “bu durumun kendilerince münasip görülmediğini” de açıkça bizzat Sultan Şems ed-din İltutmuş'a bildirmişlerdir. Bunun üzerine Sultan, "Benim oğullarım işret ve gençlik zevkleriyle meşguldürler. Hiçbirisinde memleket idare edecek kabiliyet yoktur. Dolayısıyla ülkedeki düzeni muhafaza edemezler. Biliniz ki, benim ölümümden sonra veliahdlığa hiçbirisi Raziye'den daha layık değildir”[4] “Zira, Raziye her yönden erkek kardeşlerinden üstündür. Gerçi şeklen kadındır ama, zeka ve basireti erkekten farksızdır“[5] sôzleriyle Devlet idaresinde alışılmışın dışında kararlar almış, askeri bir topluma kadın bir hükümdar adayı gösterecek kadar gerçekçi ve sağlıklı düşünmüştür.. Sultan Şems ed-din İltutmuş'un vasiyeti ve kendisinden sonra yerine geçecek hükümdarı bizzat belirlemesine rağmen onun ölümünden sonra Türk emir ve melikler bunu uygulamadılar [6] ve Şems ed-din İltutmuş'un oğlu Firuz Şah’ı tahta geçirdiler.. TARİHTE MÜSLÜMAN TÜRKLERİN İLK KADIN HÜKÜMDARI Babasının da belirttiği üzere Devleti yönetecek niteliğe sahip olmayan Firuz Şah eğlence ve sefaya dalarak babasının bin bir güçlükle topladığı hazineyi boşaltmış, tecrübeli yöneticilerinin sözlerine önem vermemesi yüzünden de devlet idaresi tam bir kargaşa içine sürüklenmiş.. Şems ed-din İltutmuş’un, Firuz Şah yerine Raziye’yi tahta geçirmek istemesindeki neden de bu idi.. Oğlunun basiretsiz yönetiminden istifade ederek güç kazanan Sultan'ın annesi[7], daha önce kıskandığı pek çok cariyeyi çeşitli zulümlere maruz bıraktırdığı gibi, bunlardan bazılarını da öldürterek sarayda adaletsiz ve kanlı sahnelere neden olduğu gibi Başkent'te saltanata ortak olmaması için Raziye'yi ortadan kaldırmak amacıyla faaliyetlere girişir, başarılı olur ama Devlethane’nin damına sığınan Raziye'de boş durmaz ve buradan yaptığı heyecanlı konuşmayla galeyana gelen halk, bazı meliklerle birlikte Devlethane'yi kuşatarak Sultanın annesini tutuklamışlar ve Raziye'yi Dehli Türk Sultanlığı tahtına oturtmuşlardır [8]. Ve Raziye’nin''katiller katledilmelidir'' emri üzerine Firuz Şah 29 Kasım 1236'da öldürülmüştür[9]. Sultan Raziye’nin başında olduğu devlet ‘Dehli Türk Sultanlığı’dır[10].Ve böylece tarihte ilk kez bir Türk kadını hükümdar olmuştur.. Sultan Raziye, ilk iş olarak Sultan Rükn ed-din Firuz Şah zamanında ihmal edilen kanun ve gelenekleri tekrar canlandırdı [11]. Böylece kanun hakimiyetini sağlayarak yeni bir barış ve sükunet dönemi başlatmış oluyordu. Onun bu tavrı etkisini göstermiş ve Sultan Rükn ed-din Firuz Şah'a karşı isyan eden Lakhnauri Valisi Melik izzed-din Togan Han Tuğul, Raziye'nin yüksek hakimiyetini tanıdığını bildirerek yeniden merkeze bağlandı. Bu hareketinden dolayı da muhtariyet simgesi olan Çetr ve kırmızı bayrak gönderilerek gönlü hoş edilmiştir.[12] SAVAŞTA BAŞARILI BİR KOMUTAN Sultan Raziye'nin tahta geçişini izleyen en önemli olay Nur Türk[13] adlı alim bir kişinin Hindistan'ın değişik bölgelerinden başına topladığı Karmati ve Mülahidelerden[14] oluşan bir grup ile başlattığı isyandır.. Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında vezirlik makamında olan Tacik zümresinden Nizamü'l-Mülk Muhammed Cüneydi, daha önce isyan ettikleri sırada Kilughari ‘de Sultan Rükn ed-din Firuz Şah'ı terk ederek yanlarına sığındığı Melik ‘Ala ed-din Canı, Melik Seyf ed-din Kuçı, Melik 'İzzed-din Muhammed Saları ve Melik 'İzzed-din Kebir Han Ayaz aralarında anlaşarak Raziye'nin hakimiyetini tanımamışlardır. Dehli önlerine kadar gelen bu melikler ile anlaşma sağlanamaması üzerine Oudh Valisi Melik Nusret ed-din Taisı aldığı emirle isyancılara karşı harekete geçmiş fakat Ganj nehrini geçerken aniden saldıran Melik Seyf ed-din Kuçı'ye esir düşen Taisi bunu onur meselesi yapmış ve bu duruma dayanamayarak kısa bir süre sonra vefat etmiştir[15] Raziye, aldığı tedbirler ve büyük bir ustalıkla uyguladığı politika [16] sayesinde çok geçmeden muhaliflerin bölünmelerini sağlamıştır. Nitekim Sultan'ın tarafına çekilen Melik İzzed-din Muhammed Salari vasıtasıyla Melik 'İzzed-din Kebir Han Ayaz da muhaliflerden ayrılmış ve bu ikisi ile yapılan gizli anlaşma, diğerlerinin dağılmalarına sebep olmuştur. Anlaşmaya göre bu iki melik, diğer isyancıları yakalayarak Sultan'a teslim etmeyi kabul etmekteydiler. Günümüz araştırmacılarından bazıları, bu meliklerin arkadaşlarına ihanet etmediklerini, ancak Sultan Raziye’nin yaydığı böyle bir dedikodunun melikler arasındaki birliği parçaladığını yazmakta [17] iseler de kaynakların açık ifadeleri bu savı kabul etmemektedir.. Sultan Raziye'nin tedbirleri karşısında savaş meydanını bırakarak hızla kaçmaya başlayan isyancı melikler , kendilerini takip eden kuvvetlerin ellerinden kurtulamayarak ele geçirildikleri çeşitli bölgelerde öldürülmüştür. Bu sırada Sirmur tepelerine kaçan Nizamü'l-Mülk Muhammed Cüneydi de orada öldü. Bu olaydan sonra iyice güçlenen Raziye, devlet işlerini yeniden düzenlemek üzere harekete geçti ve önemli mevkilere kendisine taraftar olan kişileri getirdi [18]. DEVLET OTORİTESİNİ YENİDEN SAĞLADI Dehli Sultanlığı yeniden huzura kavuşmuş, bu vesileyle de Lakhnauti- Dipal arasında hüküm süren bütün emir ve melikler de buyruk altına alınmışlar.. Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında, 1226 yılında Dehli'ye bağlanan Retenbur , onun ölümünden kısa bir müddet sonra Hindular tarafından kuşatılmış ve iç çekişmeler yüzünden gerekli yardım gönderilememişti. Sultan Raziye, tahttaki yerini sağlamlaştırıp, düzeni tekrar oturttuktan sonra ilk iş olarak Retenbur kalesinde mahsur kalan müslümanların kurtarılması için çalışmalara başladı. Hazırladığı güçlü bir ordu, Kutluğ Han ünvanıyla “Ordu Naibliğine'' atanan melik Seyf ed-dın Aybeg'in aniden ölmesi yüzünden Melik Kutb ed-din Hüseyin komutasında çok az bir gecikmeyle harekete geçildi. Sultan Raziye, Devletin önemli mevkilerinden birine Habeş asıllı Melik Celaleddin’i atamış. Bu durum melikler arasında hoş karşılanmamış ve “ kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek ve fil üzerinde açıkça halk arasında dolaştığı” için eleştirmeye yıpratmaya başlamışlar, bu bahane ile Galyur bölgesinde karışıklık başlatmışlardı.. Sultan Raziye Hükümdarlık ordusunu bölgeye sevk etmiş ve karışıklığı sona erdirmiştir. Bu defa yine bilinmeyen bir nedenle Pencap bölgesinde isyan başlamış ve Lahor valisi Kebir Han Ayaz’ın Galyur olayından başarısız çıkan merkezdeki muhalifler tarafından kışkırtıldığı sanılmakta.. Sultan Raziye hükümdarlık ordusunun başında ısrarla takip sonucu Kebir Han Ayaz geri çekilmiş ama Sultan Raziye işini bitirme yerine anlaşma yoluna gitmiş ve Ayaz yeniden merkeze bağlanırken, Raziye de Dehli’ye geri dönmüş. Dehli’ye döndükten 20 gün kadar sonra Taberhinde meliki İhtiyar ed-dın Altuniye, Habeş asıllı Cemaleddin Yakut’un üstün mevkiye getirilmesini bahane ederek isyan etmiş. Bu isyanı bastırmak üzere 3 Nisan 1240 günü büyük bir orduyla Başkent’ten ayrılıp Taberhindi’ye ulaştığında Türk emir ve melikler ayaklanarak Cemaleddin Yakut’u öldürmüş, Sultan Raziye’yi de Taberhinde kalesine göndermişlerdir.Raziye, Taberhinde kalesinde hapiste bulunduğu sırada Dehli'de önemli olaylar cereyan etmiş, Naibü'l-Mülk tayin edilerek iktidarı ele geçiren Melik İhtiyared-din Aytigin öldürülmüş ve Melik Bedred-din Sungur Rumi, Emir-i Hacib olarak tayin edilmişti. Bu sırada Taberhinde Meliki Melik İhtiyared-dın Altuniye ile Raziye de evlenmişti. Bu evlilik Melik Altuniye'nin çok yakın arkadaşının intikamını almak istemesi veya hırsı [19] kadar Raziye'nin de parlak vaadlerinin bir sonucudur aynı zamanda.[20]. Giriştiği ilk harekette başarılı olamayarak Taberhinde'ye geri dönen Raziye, dağılan birliklerini toparlayıp, yeniden düzenledi. Bu sırada isyan ederek Başkent'ten ayrılan Melik İzzed-din Muhammed Saları ve Melik İhtiyared-din Karakaş Han Aytigin'in kuvvetleriyle kendilerine katılmalarıyla iyice güçlenen Raziye ile Altuniye'nin birleşik kuvvetleri, ikinci kez Dehli üzerine yürüdü. Ancak 13 Ekim 1240'da [21] Dehli kuvvetleri tekrar galip geldi. Bunun üzerine kaçmaya çalışan Raziye'yi, Kayhtal sınırları yakınlarında etrafındakilerin hepsi kendisini terk etti. Düz bir arazide tek başına, yorgun olduğu halde aç ve susuz kalan Raziye, bir Hindu çiftçiden istediği ekmeği yedikten sonra yorgunluğun tesiriyle uyuduğu bir sırada üzerindeki değerli elbiselere tamah eden söz konusu Hindu çiftçi tarafından, 14 Ekim 1240 günü öldürülerek[22], bir tarlaya gömülmüştür. Kısa süre sonra bu durum anlaşılmış ve Raziye'nin teşhis edilen cesedi, dini törenle aynı yere tekrar defnedilmiştir . Sonraları üzerine bir kubbe de yapılan Cemne nehri kenarındaki bu kabrin bir ziyaretgah haline geldiğini İbn Battuta haber vermektedir[23]. NEDEN TAHTTAN İNDİRİLDİ Sultan Raziye, Dehli Türk Devletinin en büyük hükümdarı olduğu gibi Hind-Türk tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilmekte..Ferasetli ve olgun olmasının yanı sıra, hükümdarlık için gerekli pek çok özelliği, babası tarafından da takdir edildiği gibi, şahsında toplamış bulunuyordu. Firişte’nin kayıtlarına göre Sultan Raziye'nin aynı zamanda çok güzel Kur'an okuduğu ve iyi bir eğitim aldığı [24] anlaşılmış; İbn Battuta Raziye için "Yay kuşanmış olduğu ve maiyeti etrafında bulunduğu halde erkek gibi ata biner ve yüzünü örtmezdi." demektedir[25]. Cüzcani,onun file bindiğini açıkça belirtmesine rağmen ata bindiğinden hiç bahsetmemektedir. Dolayısıyla İsemı ve Nizam ed-dın Ahmed'in kaydettikleri şekilde, Raziye'nin ata binerken Habeş asıllı memluk Emır-ı Ahur Cemal ed-dın Yakut tarafından koltuk altından tutularak yardım edilmesi [26] gibi onun terbiyesi aleyhine yöneltilen ve daha sonraki eserlerde de sıkça tekrar edilen[27] bir takım iddiaların en ufak bir ima yoluyla da olsa Cüzcani'nin kayıtlarında yer almamıştır. Sultan Raziye, Sultanlığı’nın son dönemlerinde tam bir erkek kimliğine bürünmüş, elbiselerini atmış ve file binerek halk arasına çıkmıştı [28]. Yukarıda da belirtildiği gibi bu tavrıyla birlikte toplantılara ve halkın arasına yüzü açık olduğu halde katılması [29] eleştirilere sebep olmuştur. Sultan Raziye, adeta çelikten bir elle hakimiyetini bir müddet daha sürdürdüğü halde, bu konu onun tahttan indirilmesi için önemli bir neden sayılmıştır. Kirman Selçuklularında görülen[30] ve daha sonra Balaban'ın da ifade ettiği gibi, o dönemin genel eğilimine göre hükümdarın askere ve halka yüzünü fazla göstermesi pek hoş karşılanmamaktaydı [31]. İsemı de “Akıllı kadınların başına külah yaramadı ki, erkeklerin başına huzurdan hususi va'zedildi.(Alah tarafından verildi)... (Öyleyse biz) Memleket gelirini bir erkeğe verelim, onun başına efendilik külahını koyalım”[32] diyerek, Türk emir ve melikleri harekete geçiren esas gerekçeyi böyle açıklamıştır. . DÜNYANIN İLK KADIN ŞAİRİ Sultan Raizye askeri ve siyasi dehasının yanı sıra hiç te azımsanmayacak şekilde şiir yazmaya da yeteneği vardır.. Yalnız Türk tarihinde değil, dünya tarihinde bile bir benzerine rastlanmayan iftihar edilecek bir Türk kadını tipini temsil etmektedir. Yaşadığı felaketlere rağmen, yılmayan emsalsiz cesaret ve yiğitliği yanında Sultan Raziye'nin bir özelliği daha vardı, ŞİİR. Şiire karşı büyük bir yetenek olduğu kayıtlara geçmiş ve ''Şirin-i-Dihlevı'' veya ''Şirin-i Gun'' mahlaslarıyla yazdığı beyitleri kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel örnekleri olduğu kabul edilmektedir.[33] inHint’liler Duygu dünyasının zenginliği yanında iyi bir yönetici özelliklerini de sergileyen güçlü iradeli bu kadın şairimizi dünyanın ilk kadın şairidir diye isimlendirmek abartı olmamalıdır. Farsça yazdığı şiirlerinden bazı satırlar Mage-i Rehmeni’nin Perdeneşinan-i Suhenguy’dan şöyledir[34]:. Bizim başımıza hep ne gelirse hep bizdendir, Biçare gönlün ne suçu var? O zavallı da bizim sebepsiz gamımızdan ölmüştür. *** Ben ayağımın bereketi ile feleği saltanat tahtı yapar, Hüma’nın kanadını da sinekleri kovmak hizmetinde kullanırım. *** Ey şirin gel, muhabbet yoluna adım atma, bundan sakın. Sen yoksa bu yolda Ferhad’ın başına gelenleri işitmedin mi? **** Onun yüzünü görmediğim halde, göz bebeği gibi, Ona gözümün içinde yer verdim. **** Ben senin adını işitmediğim ve yüzünü görmediğim halde, Gözüm gibi severim seni **** Güneşin ışınlarının titremesi, Bizim kılıç gibi olan gazaplı bakışlarımızdan Korktuğu için değil de nedendir? Sultan Raziye , saltanatı esnasında, kendisinden çok sonra Hindistan İmparatoru ilan edilen İngiltere Kraliçesi Elizabeth II gibi kadınsı davranışlar göstermemiştir. M. Aziz Ahmad'in de belirttiği üzere, her yönden erkek gibi kuvvetli, hatta erkek bile olduğu rivayet edilen bir Türk kadını olup; hükümdarlığı sırasında harem entrikaları yerine halkın arasına girerek onlara ve Türk emir ve meliklere karşılarındakinin güzel bir kadın olduğunu unutturmuştur[35]. Sultan Raziye için Cüzcanı her ne kadar “büyük, akıllı, adaletli, kerim, alimleri hoş tutan, adil, adalet yayan, ahalisini besleyen ve ordu-çeken bir padişahtı. Padişahlara gereken bütün vasıflarla donanmıştı. Fakat, yaratılışta erkeklerin hesabından nasibini almamıştı. Bütün bu seçkin sıfatlar ona ne fayda verir” [36] demekte ise de, erkekler arasında bir kadının gösterebileceği davranışları asla yapmayan ve böylelikle ayrı cinsten olmanın ortaya çıkaracağı olumsuzlukları büyük ölçüde gidermeyi başaran Raziye, aynı zamanda aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmamıştır. Sultan Raziye, meliklerce tahttan indirilmek istendiğinde bunu kabul etmemiş, kurmak istediği düzeni sonuna kadar götürmek hususundaki azmini, saltanatı ele geçirmek için üst üste yaptığı ve hayatına mal olan hamlelerle göstermiştir. Bunun yanında Aligarh Muslim Universitesi Profesörlerinden Dr. Ekmel Eyyubi’nin Ord. Prof. Dr. AZ. Velidı Togan'a atfen verdiği bilgiye [37] göre,Sultan Raziye'nin Türkçe şiirlerinin toplandığı bir divanı da bulunmaktadır. Eğer bu bilgi doğrulanırsa, Sultan Raziye, Türk ve Dünya Edebiyatı tarihinin, bilinen ilk Türk Kadın Şairliğinin yanı sıra ilk Türkçe divan sahibi olma vasfını da kazanacaktır. Bu divan Hindistan’da bulunmakta ve Hintliler Sultan Raziye’nin bir Türk değil, Hintli olduğunu iddia etmektedirler. Türkçe Divan’ın yakışacağı yer de Türkiye’de bir şiir müzesi olmalı ve orası olmalıdır. Sultan Raziye, o dönem geleneklerinin aksine “kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek halkın arasında dolaştığı” için eleştiriler almıştır[38].. Kıyafette devrim yapmış ve o dönemdeki geleneklerin aksine yüzünü örtmeyen, çok iyi kuran okuyan, yöneticilik yeteneği mükemmel, cesur, akıllı, zeki ve şair olan Raziye’nin tüm dünyaya duyurulması gerekmektedir. Aynı zamanda Türkçe Divan’ı da bizim kıymetli eserlerimizin arasına katılmalıdır. KAYNAKÇA: [1] Mary I (1516-1558), Mary Tudor olarak da bilinir. VIII. Henry ile Aragonlu Catherine' nin kızı ve İngiltere'nin ilk kadın hükümdarıy¬dı. Greenwich'te doğdu. İyi bir öğrenim gördü. Erken yaşlarda İspanyolca, İtalyanca ve Fransızca öğrendi. [2] Dehli Türk Sultanlığı, 1206 yılında Kuzey Hindistan’da Mucızzi meliklerinden olan Kutb eddin Aybeg (1206-1210) tarafından kurulmuştur. Sultan Kutb eddin’in damadı, oğulluğu ve aynı zamanda en güvendiği kumandanlarından birisi olan İltutmuş ta bu sülalenin ilk kurucularından ve ilk Sultanıdır(1211-1236).. [3] Terken “Melike” manasına gelmektedir. Bkz.O.Turan, “Terken Ünvanı”, THT dergisi, s.1(Ankara 1944), s.67-73 [4] Cüzcani I, s.454 [5] Cüzcani I, s.458 [6] Cuzcani 1, s.455'de yer alan Şehzade Nasır ed-din Mahmud'un 1229 yılında Lakhnauti'de ölmesinden sonra Sultan'ın hayatta kalan en büyük oğlu olması sebebiyle Firuz Şah'ın, halkın ve meliklerin ümidi haline geldiği hususunda kayıt daha çok meliklerin isteğini yansıtır. ' [7] Firuz şah’ın annesinin isminin verilmediği, ''Terken Hatun" diye anıldığı görülmektedir. Kaynaklardan bu Hatun'un Raziye'nin annesinden başka birisi olduğunu anlaşılmaktadır. [8] İsemi, s.l26 vd. da Raziye'nin isyancı meliklere babasının vasiyetini hatırlatarak, içerisine düştükleri durumdan ancak kendisini tahta geçirmek suretiyle kurtu1abileceklerine inandırmış ve ''kutsuz oğuldan, kız iyidir...'' diyen meliklerini birkaç seneliğine denenmek üzere buna rıza gösterdikleri belirtilir . [9] İbn Battuta ll, s.37 [10] 16 Türk Devletinden biri olan “Akhunlar”; Afganistan, Kuzey Hindistan, Harezm, Doğu İran ve Doğu Türkistan bölgelerini bir yüzyıldan fazla egemenliğinde bulunduran devleti kuran Hun kolu[10] [11] Cüzcani 1, s. 458 : Nizam ed-din Ahmed. s.66 : Fırişte 1, s.ll8 (25) Cüzcanj ll, s. 13 vd. [12] (25) Cüzcani ll, s. 13 vd [13] Cüzcani, Tabakat-ı Nasırı, A General History of Muhammedan Dynasties of Asia 1, (nşr. H.G. Raverty), Calcutta 1864, (s.646'da Nur ud-din olarak kaydedilen bu kişi Türk olarak gösterilir). [14] Kuran ayetlerinin açık anlamları dışında, gizli anlamları olduğuna inananların oluşturduğu tarikatın kolları.Kurucusu Hasan Sabbah’tır [15]Cuzcani I,s. 458 : Es-Sibrindi, s.25 : Firişte 1, s.119 (27) Cuzcani ll, s. 3 [16] R.C.Mııjumdar-H.C. Raychaudhuri-K. Datta, An Advanced History of India, London .1%1 , s.286'da bu politika günümüzdeki ifadcsiyle "süper diplomasi" olarak niıelcndirilİr [17] Bkz. Y .H. Bayur, Hindistan Tarihi 1,llkça~lardan Gurkanlı Devletinin Kuruluşuna ~ Kadar, Ankara 1949, s.283 [18] Cüzcani 1, s.459 : Es-Sihrindi, s.25 vd. [19] M. Aziz Ahmad, Polilicial History and Inslilions of the Early Turkish Empire of Delhi (l290). Lahor 1948. s.203 [20] Bkz.lsemi, s.t33 [21] Firişte 1, LI2(bu tarih “23 Eylül 1240" olarak verilmekte. [22] 1semi; s.l36'da Raziye'nin Melik Altuniye ile birlikte Hindular tarafından yanarak öldürüldüğü kaydedilmiş. [23] Bh. İbn Batnıta n. s.38 [24] Firişte 1, s.l18 [25] İbn Batnıta n. s.37 [26] Bkz.1semi1 s.l29 : Nizam ed-din Ahmed, s.67 [27] Örnek olarak Bkz. Fırişte 1, s.i 19 : Bedauni, Muntakhabut Tevarikh 1, (nşr. A.A.Kebir ed-dİD Ahmed-W .Nassau LeeS)1 Calcutta 1868, s.84 [28] Cüzcani 1, s.460:İsemi , s.l28 : Es-Sihrindi, s.26 : Nizam ed-din Ahmed, s.67: Bedauni. s.84 [29] İsemi, s.l28 bu toplantının tasviri yapılır. Ayrıca Raziye'nin böyle bir toplantıda tahtta oturuken, tacı üzerinden omuzlarına ve sırtına inen başörtülü, ama yüzü açık şekliyle gösteren bir minyatürü için Bkz. B. Üçok:. İslam Devletleri’nde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar. Ankara 1965. s.49 [30] Bkz. E. Merçil. Kirman Seyçukluları Tarihi. tstanbull980, s.251 [31] Bkz. Nizam ed-din Ahmed. s. 79 vd [32] lsemi, s.l29 vd. [33] Bkz. B. Üçok, a.g.e. .s.Sl vd [34] Üçok, Bahriye.İslam Devletleri’nde Türk Naibeler ve Türk Kadın Hükümdarlar. Kültür Bakanlığı Yayınları 1475 [35] M Aziz Ahmad, a.g.c. s.195 [36] Cüzcani I, s.457 [37] Bu bilgi 6. Milletlerarası Türkoloji Kongresi'nin 21 Eylül 1988 tarihli Oturumunda sunduğu tebliğinden sonra yapılan açık1ama ile ortaya konulmuştur. [38] Es-sihrindi, s.26" *** Bu bilgi 6. Milletlerarası Türkoloji Kongresi'nin 21 Eylül 1988 tarihli Oturumunda sunduğu tebliğinden sonra yapılan açık1ama ile ortaya konulmuştur.
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • İSLAM VE BİLİM : MÜSLÜMAN DEVLETLER NİÇİN GERİ KALDILAR ?

    KURAN-I KERİM'in Anayasa olduğu ve hayatta yaşandığı 1450 senenin 1200 senesi boyunca İslam Devletleri, sadece Askeri alanda Süper Güç değillerdi, her alanda üstündüler..

    Matematik, Astronomi, Tıb, Fizik, Kimya, Ecza vs bilimlerinde de yüzlerce bilim adamı yetiştirdiler.

    Avrupada kitapları asırlarca okutulan İbni Sina, Ibni Heysem, Buruni gibi müslüman bilim-adamlarinin tam listesini görmek için google aramada, MEŞHUR MÜSLÜMAN BİLİM ADAMLARI yazıp arayabilirsiniz.

    Çünki Kuran, bilimi, gözlemi, akıl ve mantık ilmini kullanmayı emrediyor.. onlarca Ayeti ile insanları akla, tefekküre, istişare ve ilmi araştırmaya havale ediyor...

    Peki, öyleyse dünyada 56 müslüman ülke neden bu halde …?

    1.. Avrupa ve Amerika sömürgeci katil ve kafir devletleri yüzünden.. Afrika ve Asya'daki müslüman topraklarını asirlarca sömürüp, elmas, altın, bakır, platin ve diğer maden kaynaklarını çaldılar. O çalıntı servetler ile Avrupa'nın sanayi altyapısını, bilim ve teknolojisini desteklediler ve dev sermaye birikimlerine ulaştılar.

    2.. Rusya ve Avrupa'nın hristiyan devletleri Osmanlı'ya asırlar boyunca savaş açıp hücum ettiler. Osmanlıya kendine gelip, ferahlayıp bilim ve teknolojide tekrar güçlenme fırsatını vermediler.

    3.. Osmanlı ve diğer İslam Memleketleri de son 3 asırda, Kuran'ın emri olan ve fiili dua olan Adetullah Kanunları, Fizik, Kimya, Mekanik, Elektrik gibi fenlere, bilimlere çalışmakta geri kalıp, medreselerde sadece Dini eğitime ağırlık verdiler. Halbuki :

    Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir (dini ilimlerdir). Aklın nuru, fünun-u medeniyedir (modern fenler, bilimlerdir).

    İkisinin imtizacıyla (din ve bilimin işbirliği ile) hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti (gayreti, çalışkanlığı) pervaz eder (uçar, yükselir).

    İftirak ettikleri vakit (din ve modern fenler ayrıldıkları zaman); birincisinde (dindarlarda) taassub, ikincisinde (sadece bilim tahsil edenlerde) hile, şübhe tevellüd eder (doğar)...

    (Said Nursi r.a. Münazarat - 86)

    4.. Rusya'nın 200 yıl, Çin'in 80 yıldır Orta Asya Türklerine zulümleri, baskıları ve esaret altına almaları, Orta Asya Türklerini maddeten geri bırakmıştır.

    5.. Avrupa'nın kafir devletlerine ve ideolojilerine ruhunu satmış, onların uşağı ve taklidcisi olmuş karanlık "aydınlar" ve kukla yöneticiler yüzünden ülkemiz ve diğer islam ülkeleri büyük tahribat gördü ve maddi manevi geri kaldı.

    Bu karanlık aydınlar ve diktatör yöneticiler, Allaha ve Kurana bağlanıp teslim olmak yerine, 100 yıldır Kefereye gönül bağladılar ve kendi insanlarına zulmettiler veya zarar verdiler.

    Ülkemizde son 30-40 sene içinde, hususan Rahmetli Turgut Özal devrinde ve Başkan Erdoğan devresinde, dindar kadrolar, dindar bilim-insanları ve mühendisler sayesinde gerçekleşen altyapı, teknoloji, sağlık bilimleri, savunma sanayi, uçak teknolojisi, yazılım teknolojisi alanlarındaki büyük atılımlar, ülkemizi G20'ye sokmuş ve G10 içine girebilmek için de milletimize ümid ve gayret vermiştir.

    "Hıristiyanlar dinlerinde reform, rönesans yaptılar. Böylece ortaçağdan kurtuldular… Müslümanlar da dinde reform yaparlarsa kalkınır, gelişirler" şeklindeki iddiaya cevaben :

    Hz İsa'nin tebliğ ettigi hakiki dini degil, tahrif edilmiş Hristiyanlık hususan Katolik mezhebi, ilme, ilim-adamlarına, akıl ve mantığa düşmandı... Reformlar ondan dolayı bir protesto niteliğinde başladı ve Protestant mezhebi ortaya çıktı.

    Bizde ise İslamiyet daima bilim-adamlarının ve fakirlerin, mazlumların himayecisi, ezilen halk sınıfının destekçisi olmuştur. Kuran ve Hadis-i Şeriflerde, bilimi teşvik eden yüzlerce ayetler, hadisler, bu hakikati apaçık isbat eder..

    1200 yıl boyunca Süpergüç islam devletleri ve gecmiş müslüman bilimadamları, islamiyetin Bilim ve Akla verdiği önemi gösterir.. Onun için bizim dinimizin Reforma ve insan eliyle değiştirilmeye ihtiyacı olamaz.

    Hz. İsa, iman esasları ve ahlaki kaideleri ders verdi ama günlük muamelat ve devlet idaresi ve içtimai kanunlara dair bir teferruata girmedi. Bu detayları, Ruhban reisleri ve sonra da Hristiyan siyasetçiler tesis ettiler. Onun için, Hristiyanlıktaki dini reformlar Allahı ve Hz. İsa'yı a.s. inkar maksadını ve manasını taşımıyordu.

    Halbuki İslâmiyet dininin ve şeriatının sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, iki cihanın sultanı, şark ve garb ve Endülüs ve Hind, birer taht-ı saltanatı olduğundan; Din-i İslâm'ın esasatını bizzât kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en küçük âdâbını dahi bizzât o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor.

    Demek İslâmiyetin teferruat hükümleri, değişmesi mümkün bir elbise gibi değil ki; onlar reform yaparak değiştirilse, Dinin Esasları ayakta kalabilsin.

    İslamiyetin, Kuran ve Sünnetin teferruattaki detay hükümleri, Dinin Esasları için bir ceseddir, en azından cildi, derisidir. Esas hükümler ve detay hükümler iç içe girmiş ve yapışıktır, ayrılmaları kâbil değildir.

    O ibadet veya içtimai hükümleri değiştirmek demek, doğrudan doğruya Şeriatın Sahibini inkâr ve tekzib etmek çıkar !
    (Said Nursi-Mektubat-435'dan istifade ile)

    Mesela, Kuran'da 130 kere emredilen Namaz, müminler için farz bir Esas Hükümdür. Ama namaz içinde Fatiha, zammı sure, Ettehiyyat vs okumak gibi teferruatı bizzat Sahabilerine öğreten Allah'ın Elçisidir (s.a.v.). Dolayısıyla o teferruat yani ince detayları müminlerin değiştirmeleri mümkün değildir.

    Mesela, Kuran-i Kerim'de haram hükmüyle yasaklanan zina, alkollü içki, kumar, suçsuz bir masumu öldürmek, anne-babaya isyan edip ilişkiyi kesmek, cihadı terketmek, namuslu bir kadın veya erkeğe zina konusunda iftira atmak faizli tefecilik gibi büyük günahlar bahsedilmiş ve bazılarının dünyevi cezaları da kısaca zikredilmiştir. Lakin bunların toplum hayatında cezai uygulamalarının detayları bizzat Hz. Peygamber Efendimiz tarafından yapılmış ve Ümmetine gösterilmiştir. Bunları reform ile değiştirmek, Allahın ve Elçisinin emir ve yasaklarını, hadd ve kanunlarını beğenmemek ve reddetmek manasındadır...

    Beşeriyet, bu dünyada saadet, huzur ve maddi-manevi terakki istiyorsa, Islamiyetin Esaslarına ve Şeriatın Adil Kanunlarına uyup uygulamak mecburiyetindedir.

    Dr. Ali Kemal Pekkendir
    ODTÜ Makina-82, Birmingham Univ-99
    Windsor, İngiltere
    İSLAM VE BİLİM : MÜSLÜMAN DEVLETLER NİÇİN GERİ KALDILAR ? KURAN-I KERİM'in Anayasa olduğu ve hayatta yaşandığı 1450 senenin 1200 senesi boyunca İslam Devletleri, sadece Askeri alanda Süper Güç değillerdi, her alanda üstündüler.. Matematik, Astronomi, Tıb, Fizik, Kimya, Ecza vs bilimlerinde de yüzlerce bilim adamı yetiştirdiler. Avrupada kitapları asırlarca okutulan İbni Sina, Ibni Heysem, Buruni gibi müslüman bilim-adamlarinin tam listesini görmek için google aramada, MEŞHUR MÜSLÜMAN BİLİM ADAMLARI yazıp arayabilirsiniz. Çünki Kuran, bilimi, gözlemi, akıl ve mantık ilmini kullanmayı emrediyor.. onlarca Ayeti ile insanları akla, tefekküre, istişare ve ilmi araştırmaya havale ediyor... Peki, öyleyse dünyada 56 müslüman ülke neden bu halde …? 1.. Avrupa ve Amerika sömürgeci katil ve kafir devletleri yüzünden.. Afrika ve Asya'daki müslüman topraklarını asirlarca sömürüp, elmas, altın, bakır, platin ve diğer maden kaynaklarını çaldılar. O çalıntı servetler ile Avrupa'nın sanayi altyapısını, bilim ve teknolojisini desteklediler ve dev sermaye birikimlerine ulaştılar. 2.. Rusya ve Avrupa'nın hristiyan devletleri Osmanlı'ya asırlar boyunca savaş açıp hücum ettiler. Osmanlıya kendine gelip, ferahlayıp bilim ve teknolojide tekrar güçlenme fırsatını vermediler. 3.. Osmanlı ve diğer İslam Memleketleri de son 3 asırda, Kuran'ın emri olan ve fiili dua olan Adetullah Kanunları, Fizik, Kimya, Mekanik, Elektrik gibi fenlere, bilimlere çalışmakta geri kalıp, medreselerde sadece Dini eğitime ağırlık verdiler. Halbuki : Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir (dini ilimlerdir). Aklın nuru, fünun-u medeniyedir (modern fenler, bilimlerdir). İkisinin imtizacıyla (din ve bilimin işbirliği ile) hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti (gayreti, çalışkanlığı) pervaz eder (uçar, yükselir). İftirak ettikleri vakit (din ve modern fenler ayrıldıkları zaman); birincisinde (dindarlarda) taassub, ikincisinde (sadece bilim tahsil edenlerde) hile, şübhe tevellüd eder (doğar)... (Said Nursi r.a. Münazarat - 86) 4.. Rusya'nın 200 yıl, Çin'in 80 yıldır Orta Asya Türklerine zulümleri, baskıları ve esaret altına almaları, Orta Asya Türklerini maddeten geri bırakmıştır. 5.. Avrupa'nın kafir devletlerine ve ideolojilerine ruhunu satmış, onların uşağı ve taklidcisi olmuş karanlık "aydınlar" ve kukla yöneticiler yüzünden ülkemiz ve diğer islam ülkeleri büyük tahribat gördü ve maddi manevi geri kaldı. Bu karanlık aydınlar ve diktatör yöneticiler, Allaha ve Kurana bağlanıp teslim olmak yerine, 100 yıldır Kefereye gönül bağladılar ve kendi insanlarına zulmettiler veya zarar verdiler. Ülkemizde son 30-40 sene içinde, hususan Rahmetli Turgut Özal devrinde ve Başkan Erdoğan devresinde, dindar kadrolar, dindar bilim-insanları ve mühendisler sayesinde gerçekleşen altyapı, teknoloji, sağlık bilimleri, savunma sanayi, uçak teknolojisi, yazılım teknolojisi alanlarındaki büyük atılımlar, ülkemizi G20'ye sokmuş ve G10 içine girebilmek için de milletimize ümid ve gayret vermiştir. "Hıristiyanlar dinlerinde reform, rönesans yaptılar. Böylece ortaçağdan kurtuldular… Müslümanlar da dinde reform yaparlarsa kalkınır, gelişirler" şeklindeki iddiaya cevaben : Hz İsa'nin tebliğ ettigi hakiki dini degil, tahrif edilmiş Hristiyanlık hususan Katolik mezhebi, ilme, ilim-adamlarına, akıl ve mantığa düşmandı... Reformlar ondan dolayı bir protesto niteliğinde başladı ve Protestant mezhebi ortaya çıktı. Bizde ise İslamiyet daima bilim-adamlarının ve fakirlerin, mazlumların himayecisi, ezilen halk sınıfının destekçisi olmuştur. Kuran ve Hadis-i Şeriflerde, bilimi teşvik eden yüzlerce ayetler, hadisler, bu hakikati apaçık isbat eder.. 1200 yıl boyunca Süpergüç islam devletleri ve gecmiş müslüman bilimadamları, islamiyetin Bilim ve Akla verdiği önemi gösterir.. Onun için bizim dinimizin Reforma ve insan eliyle değiştirilmeye ihtiyacı olamaz. Hz. İsa, iman esasları ve ahlaki kaideleri ders verdi ama günlük muamelat ve devlet idaresi ve içtimai kanunlara dair bir teferruata girmedi. Bu detayları, Ruhban reisleri ve sonra da Hristiyan siyasetçiler tesis ettiler. Onun için, Hristiyanlıktaki dini reformlar Allahı ve Hz. İsa'yı a.s. inkar maksadını ve manasını taşımıyordu. Halbuki İslâmiyet dininin ve şeriatının sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, iki cihanın sultanı, şark ve garb ve Endülüs ve Hind, birer taht-ı saltanatı olduğundan; Din-i İslâm'ın esasatını bizzât kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en küçük âdâbını dahi bizzât o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek İslâmiyetin teferruat hükümleri, değişmesi mümkün bir elbise gibi değil ki; onlar reform yaparak değiştirilse, Dinin Esasları ayakta kalabilsin. İslamiyetin, Kuran ve Sünnetin teferruattaki detay hükümleri, Dinin Esasları için bir ceseddir, en azından cildi, derisidir. Esas hükümler ve detay hükümler iç içe girmiş ve yapışıktır, ayrılmaları kâbil değildir. O ibadet veya içtimai hükümleri değiştirmek demek, doğrudan doğruya Şeriatın Sahibini inkâr ve tekzib etmek çıkar ! (Said Nursi-Mektubat-435'dan istifade ile) Mesela, Kuran'da 130 kere emredilen Namaz, müminler için farz bir Esas Hükümdür. Ama namaz içinde Fatiha, zammı sure, Ettehiyyat vs okumak gibi teferruatı bizzat Sahabilerine öğreten Allah'ın Elçisidir (s.a.v.). Dolayısıyla o teferruat yani ince detayları müminlerin değiştirmeleri mümkün değildir. Mesela, Kuran-i Kerim'de haram hükmüyle yasaklanan zina, alkollü içki, kumar, suçsuz bir masumu öldürmek, anne-babaya isyan edip ilişkiyi kesmek, cihadı terketmek, namuslu bir kadın veya erkeğe zina konusunda iftira atmak faizli tefecilik gibi büyük günahlar bahsedilmiş ve bazılarının dünyevi cezaları da kısaca zikredilmiştir. Lakin bunların toplum hayatında cezai uygulamalarının detayları bizzat Hz. Peygamber Efendimiz tarafından yapılmış ve Ümmetine gösterilmiştir. Bunları reform ile değiştirmek, Allahın ve Elçisinin emir ve yasaklarını, hadd ve kanunlarını beğenmemek ve reddetmek manasındadır... Beşeriyet, bu dünyada saadet, huzur ve maddi-manevi terakki istiyorsa, Islamiyetin Esaslarına ve Şeriatın Adil Kanunlarına uyup uygulamak mecburiyetindedir. Dr. Ali Kemal Pekkendir ODTÜ Makina-82, Birmingham Univ-99 Windsor, İngiltere
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • İLK MÜSLÜMAN TÜRK HAKANI; SALTUK BUĞRA HAN

    Babası; bugün Doğu Türkistan sınırları dahilinde bulunan Kaşgar şehri civarında hükümran olan Karahanlı Devleti hükümdar ailesinden Bezir Arslan Han; onun da babası, Bilge Mangur Kadir Han idi.

    Soyları, Afrasiyab bin Besen vasıtasıyla Türk bin Yafes bin Nuh aleyhisselama ulaşmaktadır. 829 (H. 245) yılında bir Karahanlı şehzadesi olarak doğdu.

    İlk Müslüman Türk devleti Karahanlılar, Batı Türkistan'da Karluk, Çiğil ve Yağma Türkleri tarafından kurulmuştur.

    751 yılında Talas savaşı ile Müslüman Araplar, Çin orduları ve Karluk Türkleri arasında meydana gelmiştir.

    Bu savaş, Müslüman Araplar ve Karluk Türklerinin Çin orduları karşısında zafer kazandığı bir savaştır.

    Bu zaferin ardından İslamiyet Türkler arasında hızla yayılmıştır.

    Saltuk buğra han, Babası Bezir Han'ın ölmesi üzerine amcası ve üvey babası Oğulcak Kadir Han'ın yanında büyüdü.

    Satuk Buğra Han on iki yaşına geldiğinde Şamani Devleti şehzadeleri arasında anlaşmazlık çıktı.

    Bunlardan Nasır bin Ahmed, Oğulcak Kadir Han'ın ülkesine sığındı. Kendisine sığınan şehzadeye iyi davranan ve onu yanına alan Oğulcak Kadır Han Nasır bin Ahmed'a Aruç vilayetinin yönetimini verdi.

    Nasır bin Ahmed'in gayretleriyle Aruç bir ticaret merkezi haline geldi. Satuk Buğra Han Aruç'a yaptığı ziyaretler sırasında Nasır bin Ahmed ile tanışır ve ondan İslamiyeti öğrenir.

    Müslüman olduktan sonra Abdülkerim adını alarak Abdulkerim Satuk Buğra Han adını aldı.

    Yirmi beş yaşına geldiğinde amcasına müslüman olduğunu söyledi, amcası buna karşı çıkınca ikili arasınaki anlaşmazlık daha büyük bir hal alarak ikili arasındaki Fergana Savaşı'na dönüştü.

    İlk olarak Atbaşı kalesini zaptetti ardından üç bin kişilik bir orduyla Kaşgar üzerine yürüyüp fethetti.
    Amcası Oğulcak Kadır Hanı öldürdü.

    Ülkede hakimiyeti sağlayıp Türk ülkelerinde İslamiyeti hızla yaydı. Bu seferin ardından yaptığı seferlerde Yağma, Çiğil, Oğuz boylarının yerleşmiş bulunduğu Türkistan şehirlerini birer birer ele geçirdi.

    Doğu vilayetlerini yöneten Büyük Kağan Bazır Arslan Han Çinliler'den destek alarak 924 yılında Satuk Buğra Han'a savaş açtı.

    Satuk Buğra Han Müslümanların yardım ve desteğiyle, Balasagun Savaşı'nı yaptı ve galip geldi.

    31 yıl hüküm süren Satuk Buğra Han hayatı boyunca islamiyet için cihad etmis, hoş görüsü ve devleti yönetiş şekliyle yüz binlerce kişinin müslüman olmasını sağlamıştır.

    Saltanatının sonuna doğru, Satuk Buğra Han, Xıtay sınırına bir sefer yapar ve Turfan'a kadar bütün ülkenin tamamına İslamiyeti yayar.

    Sefer sırasında hastalanan Saltuk Buğra Han Kaşgar'a geri getirilir ve burada bir yıl boyunca hasta yatar sonunda vefat eder.

    Saltuk Buğra Han'ın yaşamını yitirdiği son gün, Hicrî 344 Milâdi 955'tir.

    Saltuk Buğra Han'ın dört oğlu ve üçte kızı bulunmaktadır babalarının vefatının ardından Hasan Buğra Sultan Han, "Padişah Gazi" ünvanını alıp Kaşgar'da babasının yerine geçmiştir.

    Ruhu Şad Mekanı Cennet olsun inşaALLAH
    İLK MÜSLÜMAN TÜRK HAKANI; SALTUK BUĞRA HAN Babası; bugün Doğu Türkistan sınırları dahilinde bulunan Kaşgar şehri civarında hükümran olan Karahanlı Devleti hükümdar ailesinden Bezir Arslan Han; onun da babası, Bilge Mangur Kadir Han idi. Soyları, Afrasiyab bin Besen vasıtasıyla Türk bin Yafes bin Nuh aleyhisselama ulaşmaktadır. 829 (H. 245) yılında bir Karahanlı şehzadesi olarak doğdu. İlk Müslüman Türk devleti Karahanlılar, Batı Türkistan'da Karluk, Çiğil ve Yağma Türkleri tarafından kurulmuştur. 751 yılında Talas savaşı ile Müslüman Araplar, Çin orduları ve Karluk Türkleri arasında meydana gelmiştir. Bu savaş, Müslüman Araplar ve Karluk Türklerinin Çin orduları karşısında zafer kazandığı bir savaştır. Bu zaferin ardından İslamiyet Türkler arasında hızla yayılmıştır. Saltuk buğra han, Babası Bezir Han'ın ölmesi üzerine amcası ve üvey babası Oğulcak Kadir Han'ın yanında büyüdü. Satuk Buğra Han on iki yaşına geldiğinde Şamani Devleti şehzadeleri arasında anlaşmazlık çıktı. Bunlardan Nasır bin Ahmed, Oğulcak Kadir Han'ın ülkesine sığındı. Kendisine sığınan şehzadeye iyi davranan ve onu yanına alan Oğulcak Kadır Han Nasır bin Ahmed'a Aruç vilayetinin yönetimini verdi. Nasır bin Ahmed'in gayretleriyle Aruç bir ticaret merkezi haline geldi. Satuk Buğra Han Aruç'a yaptığı ziyaretler sırasında Nasır bin Ahmed ile tanışır ve ondan İslamiyeti öğrenir. Müslüman olduktan sonra Abdülkerim adını alarak Abdulkerim Satuk Buğra Han adını aldı. Yirmi beş yaşına geldiğinde amcasına müslüman olduğunu söyledi, amcası buna karşı çıkınca ikili arasınaki anlaşmazlık daha büyük bir hal alarak ikili arasındaki Fergana Savaşı'na dönüştü. İlk olarak Atbaşı kalesini zaptetti ardından üç bin kişilik bir orduyla Kaşgar üzerine yürüyüp fethetti. Amcası Oğulcak Kadır Hanı öldürdü. Ülkede hakimiyeti sağlayıp Türk ülkelerinde İslamiyeti hızla yaydı. Bu seferin ardından yaptığı seferlerde Yağma, Çiğil, Oğuz boylarının yerleşmiş bulunduğu Türkistan şehirlerini birer birer ele geçirdi. Doğu vilayetlerini yöneten Büyük Kağan Bazır Arslan Han Çinliler'den destek alarak 924 yılında Satuk Buğra Han'a savaş açtı. Satuk Buğra Han Müslümanların yardım ve desteğiyle, Balasagun Savaşı'nı yaptı ve galip geldi. 31 yıl hüküm süren Satuk Buğra Han hayatı boyunca islamiyet için cihad etmis, hoş görüsü ve devleti yönetiş şekliyle yüz binlerce kişinin müslüman olmasını sağlamıştır. Saltanatının sonuna doğru, Satuk Buğra Han, Xıtay sınırına bir sefer yapar ve Turfan'a kadar bütün ülkenin tamamına İslamiyeti yayar. Sefer sırasında hastalanan Saltuk Buğra Han Kaşgar'a geri getirilir ve burada bir yıl boyunca hasta yatar sonunda vefat eder. Saltuk Buğra Han'ın yaşamını yitirdiği son gün, Hicrî 344 Milâdi 955'tir. Saltuk Buğra Han'ın dört oğlu ve üçte kızı bulunmaktadır babalarının vefatının ardından Hasan Buğra Sultan Han, "Padişah Gazi" ünvanını alıp Kaşgar'da babasının yerine geçmiştir. Ruhu Şad Mekanı Cennet olsun inşaALLAH
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
Αναζήτηση αποτελεσμάτων