• Cuma Hutbesi: "Rahmet ve Mağfiret Mevsimine Girerken"

    Muhterem Müslümanlar!

    Müjdeler olsun hepimize, şükürler olsun Rabbimize. Ramazan-ı şerifin hilali bir kez daha doğacak üzerimize. Bu akşam kılacağımız ilk teravih namazıyla karşılayacağız inşallah rahmet ve mağfiret mevsimini. Teravih ki, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in kıldığı, kıldırdığı ve ümmetinin kılmasını istediği,[1] sahabe-i kiramdan beri günümüzdeki şekliyle kılınagelen[2] sünnet bir namazdır. Teravih; yorulan ruhlarımızı dinlendiren, daralan gönüllerimizi ferahlatan, günahlarımızın affına vesile olan müstesna bir ibadettir. Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim, inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek teravih namazını kılarsa geçmiş günahları bağışlanır.”[3]

    Aziz Müminler!

    Bu gece, Ramazanın bereketi olan sahura kalkacağız inşallah. Sahur vakti, teheccüd namazının vaktidir. Dua ve niyaz, tövbe ve istiğfar vaktidir. Sahura kalkmak, mahlûkatın uyanışına şahitlik etmektir. Uykuyu terk edip, gafleti bir kenara bırakıp, Rabbimizin maddi ve manevi ikramlarıyla dirilmektir. Allah Resûlü (s.a.s), فَإِنَّ فِى السُّحُورِ بَرَكَةً “Sahurda bereket vardır.”[4] buyurmuş, bir yudum suyla bile olsa sahur yapmamızı istemiş, sahura kalkanlara Allah’ın merhamet edeceğini, meleklerin ise hayır duada bulunacağını müjdelemiştir.[5]

    Kıymetli Müslümanlar!

    Ramazan, oruç ayıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Mübarek Ramazan ayı geldi. Yüce Allah bu ayda oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır…”[6] buyurmaktadır. Mukim, akıllı ve büluğ çağına ermiş, hastalık ve yolculuk gibi dinen geçerli bir mazereti bulunmayan her Müslümanın Ramazan ayında oruç tutması farzdır. Rükünlerine, şartlarına ve adaplarına riayet edilerek tutulan oruç, irademizi güçlendirir, gönlümüzü bencillik ve tamahkârlıktan kurtarır. Elimizi haramdan, dilimizi gıybet ve yalandan, ibadetlerimizi riyadan, kalbimizi günahlardan arındırır. Bizleri cehennemden uzaklaştırıp cennete yaklaştırır.

    Değerli Müminler!

    Ramazan, Kur’an ayıdır. Yüce Rabbimiz, “Ramazan; insanlar için bir hidayet rehberi, hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır...”[7] buyurmaktadır. O halde, Ramazanı on bir ayın sultanı kılan Kur’an-ı Kerim’i bol bol okuyalım, manası üzerinde düşünelim, onun hükümlerini hayatımıza aktarmanın daha çok gayretinde olalım. Çocuklarımıza Kur’an’ı, orucu, namazı, camiyi sevdirelim. Muhabbet ve merhamet mekânı camilerimize gelen çocuklarımızı incitmeyelim. Onları güler yüz ve tatlı dille cemaatimiz arasına alarak namazın sükûnetle kılınabilmesini sağlayalım. Ramazan ayının rahmet ve bereketinden, neşe ve coşkusundan onları mahrum bırakmayalım.

    Aziz Müslümanlar!

    Ramazan; Rabbimize, kendimize, ailemize, çevremize ve insanlara karşı sorumluluklarımızı bir kez daha gözden geçirme ayıdır. Öyleyse gönlümüzü, evimizi, işyerimizi, sokağımızı, köyümüzü, ilçemizi, şehrimizi Ramazan ayına hazırlayalım. Yemeden içmeye, giyimden kuşama, alışverişten tüketime, aileden komşuluk ilişkilerine kadar hayatımızın her anına ve alanına İslam’ın emir ve yasaklarını aktarmaya gayret edelim. Dinimizde ve medeniyetimizde yeri olmayan, Ramazanın ruhuna uygun düşmeyen eğlencelerle vaktimizi heba etmeyelim. İbadetlerimizi vaktinde eda etmeye özen gösterelim; zamanımızı ibadet vakitlerine göre ayarlayalım. Lüks ve israfın sergilendiği, ihtiyaç sahiplerinin unutulduğu iftar sofraları kurmayalım. Mazluma, yoksula, kimsesize, yetim ve öksüze kol kanat gerelim, iftar sofralarımızı muhtaçlarla paylaşalım. Orucu bahane ederek evde, işyerinde ve trafikte gönül kırmayalım, huzursuzluk çıkartmayalım. Fırsatçılık yaparak fahiş fiyatlarla insanları mağdur etmeyelim. Müslümanlara zulmedenlere destek verenlerin ürünleriyle sofralarımızı donatmayalım.

    Bu vesileyle idrak edeceğimiz Ramazan-ı şerifin; başta aziz milletimiz olmak üzere âlem-i İslam ve tüm insanlık için hayırlı olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.

    [1] İbn Hanbel, VI, 267; Buhârî, İ’tisâm, 3.
    [2] Muvatta’, Ramazân, 2; Tirmizî, Savm, 81.
    [3] Buhârî, Salâtü’t-terâvîh, 1.
    [4] Buhârî, Savm, 20.
    [5] İbn Hanbel, III, 44.
    [6] Nesâî, Sıyâm, 5.
    [7] Bakara, 2/185.
    Cuma Hutbesi: "Rahmet ve Mağfiret Mevsimine Girerken" Muhterem Müslümanlar! Müjdeler olsun hepimize, şükürler olsun Rabbimize. Ramazan-ı şerifin hilali bir kez daha doğacak üzerimize. Bu akşam kılacağımız ilk teravih namazıyla karşılayacağız inşallah rahmet ve mağfiret mevsimini. Teravih ki, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in kıldığı, kıldırdığı ve ümmetinin kılmasını istediği,[1] sahabe-i kiramdan beri günümüzdeki şekliyle kılınagelen[2] sünnet bir namazdır. Teravih; yorulan ruhlarımızı dinlendiren, daralan gönüllerimizi ferahlatan, günahlarımızın affına vesile olan müstesna bir ibadettir. Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim, inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek teravih namazını kılarsa geçmiş günahları bağışlanır.”[3] Aziz Müminler! Bu gece, Ramazanın bereketi olan sahura kalkacağız inşallah. Sahur vakti, teheccüd namazının vaktidir. Dua ve niyaz, tövbe ve istiğfar vaktidir. Sahura kalkmak, mahlûkatın uyanışına şahitlik etmektir. Uykuyu terk edip, gafleti bir kenara bırakıp, Rabbimizin maddi ve manevi ikramlarıyla dirilmektir. Allah Resûlü (s.a.s), فَإِنَّ فِى السُّحُورِ بَرَكَةً “Sahurda bereket vardır.”[4] buyurmuş, bir yudum suyla bile olsa sahur yapmamızı istemiş, sahura kalkanlara Allah’ın merhamet edeceğini, meleklerin ise hayır duada bulunacağını müjdelemiştir.[5] Kıymetli Müslümanlar! Ramazan, oruç ayıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Mübarek Ramazan ayı geldi. Yüce Allah bu ayda oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır…”[6] buyurmaktadır. Mukim, akıllı ve büluğ çağına ermiş, hastalık ve yolculuk gibi dinen geçerli bir mazereti bulunmayan her Müslümanın Ramazan ayında oruç tutması farzdır. Rükünlerine, şartlarına ve adaplarına riayet edilerek tutulan oruç, irademizi güçlendirir, gönlümüzü bencillik ve tamahkârlıktan kurtarır. Elimizi haramdan, dilimizi gıybet ve yalandan, ibadetlerimizi riyadan, kalbimizi günahlardan arındırır. Bizleri cehennemden uzaklaştırıp cennete yaklaştırır. Değerli Müminler! Ramazan, Kur’an ayıdır. Yüce Rabbimiz, “Ramazan; insanlar için bir hidayet rehberi, hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır...”[7] buyurmaktadır. O halde, Ramazanı on bir ayın sultanı kılan Kur’an-ı Kerim’i bol bol okuyalım, manası üzerinde düşünelim, onun hükümlerini hayatımıza aktarmanın daha çok gayretinde olalım. Çocuklarımıza Kur’an’ı, orucu, namazı, camiyi sevdirelim. Muhabbet ve merhamet mekânı camilerimize gelen çocuklarımızı incitmeyelim. Onları güler yüz ve tatlı dille cemaatimiz arasına alarak namazın sükûnetle kılınabilmesini sağlayalım. Ramazan ayının rahmet ve bereketinden, neşe ve coşkusundan onları mahrum bırakmayalım. Aziz Müslümanlar! Ramazan; Rabbimize, kendimize, ailemize, çevremize ve insanlara karşı sorumluluklarımızı bir kez daha gözden geçirme ayıdır. Öyleyse gönlümüzü, evimizi, işyerimizi, sokağımızı, köyümüzü, ilçemizi, şehrimizi Ramazan ayına hazırlayalım. Yemeden içmeye, giyimden kuşama, alışverişten tüketime, aileden komşuluk ilişkilerine kadar hayatımızın her anına ve alanına İslam’ın emir ve yasaklarını aktarmaya gayret edelim. Dinimizde ve medeniyetimizde yeri olmayan, Ramazanın ruhuna uygun düşmeyen eğlencelerle vaktimizi heba etmeyelim. İbadetlerimizi vaktinde eda etmeye özen gösterelim; zamanımızı ibadet vakitlerine göre ayarlayalım. Lüks ve israfın sergilendiği, ihtiyaç sahiplerinin unutulduğu iftar sofraları kurmayalım. Mazluma, yoksula, kimsesize, yetim ve öksüze kol kanat gerelim, iftar sofralarımızı muhtaçlarla paylaşalım. Orucu bahane ederek evde, işyerinde ve trafikte gönül kırmayalım, huzursuzluk çıkartmayalım. Fırsatçılık yaparak fahiş fiyatlarla insanları mağdur etmeyelim. Müslümanlara zulmedenlere destek verenlerin ürünleriyle sofralarımızı donatmayalım. Bu vesileyle idrak edeceğimiz Ramazan-ı şerifin; başta aziz milletimiz olmak üzere âlem-i İslam ve tüm insanlık için hayırlı olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. [1] İbn Hanbel, VI, 267; Buhârî, İ’tisâm, 3. [2] Muvatta’, Ramazân, 2; Tirmizî, Savm, 81. [3] Buhârî, Salâtü’t-terâvîh, 1. [4] Buhârî, Savm, 20. [5] İbn Hanbel, III, 44. [6] Nesâî, Sıyâm, 5. [7] Bakara, 2/185.
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Eski Türk yazıtlardan birinde şöyle yazar :
    Kuzu dizlerinin üzerine çökerek annesini emer ,
    Karga yaşlı annesini besler ;
    Bunun adı :
    " saygılı davranmaktır ."
    Horoz şafak vakti öter ,
    Yaban kazları
    Her bahar kuzeye
    Her sonbahar güneye uçar ;
    Bunun adı :
    '' söz tutmaktır .''
    Yeşilbaşlı ördek eşini kaybettikten sonra ölene kadar yeni bir eş bulmak istemez .
    Bu :
    '' sadakat ''
    Olarak adlandırılır
    Bir geyik iyi bir otlağa rastladığında yaşadığı sürüyü oraya davet eder ve paylaşır ,
    Karınca yemek gördüğünde bütün koloniyi oraya çağırır ;
    Bunun adı :
    '' adalettir .''
    Eğer bir insan bu erdemlere sahip değilse :
    Hayvandan beter bir halde yaşıyordur .!
    Bir Türkmen duası da şöyledir :
    Tanrım ,
    İlk önce :
    Dağa taşa ver ,
    Ormana ,
    Hayvanlara ,
    Suya ver .
    Ondan sonra :
    İnsanlara ,
    Kapı komşuya ,
    Muhtaç olana ver .
    Kalırsa ,
    En son bana ver .!
    Alıntı
    Eski Türk yazıtlardan birinde şöyle yazar : Kuzu dizlerinin üzerine çökerek annesini emer , Karga yaşlı annesini besler ; Bunun adı : " saygılı davranmaktır ." Horoz şafak vakti öter , Yaban kazları Her bahar kuzeye Her sonbahar güneye uçar ; Bunun adı : '' söz tutmaktır .'' Yeşilbaşlı ördek eşini kaybettikten sonra ölene kadar yeni bir eş bulmak istemez . Bu : '' sadakat '' Olarak adlandırılır Bir geyik iyi bir otlağa rastladığında yaşadığı sürüyü oraya davet eder ve paylaşır , Karınca yemek gördüğünde bütün koloniyi oraya çağırır ; Bunun adı : '' adalettir .'' Eğer bir insan bu erdemlere sahip değilse : Hayvandan beter bir halde yaşıyordur .! Bir Türkmen duası da şöyledir : Tanrım , İlk önce : Dağa taşa ver , Ormana , Hayvanlara , Suya ver . Ondan sonra : İnsanlara , Kapı komşuya , Muhtaç olana ver . Kalırsa , En son bana ver .! Alıntı
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Cuma Hutbesi: "Dünyayı Barış ve İtidale Çağırıyoruz"

    Muhterem Müslümanlar!

    Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış dini İslam’a girin. Şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”[1]

    Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) namazlarının ardından Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyazda bulunmuştur: “Allah’ım! Sen, Selâm’sın; selam, barış ve esenlik Sendendir. Yücelik ve ikram sahibi olan Allah’ım! Sen ne mübareksin.”[2]

    Aziz Müminler!

    Yüce dinimiz İslam barış ve esenlik dinidir. Allah’ın güzel isimlerinden birisi de “es-Selâm”dır. Rabbimiz, barış ve esenliğin kaynağıdır. Kullarına İslam ile barışın yolunu gösteren O’dur. Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’den itibaren gönderdiği tüm rahmet elçileri aracılığıyla insanlığı barışa davet etmiştir. Zira barışın olmadığı yerde savaş vardır. Savaşın olduğu yerde ise kan, gözyaşı ve sönen ocaklar vardır. Yetim ve öksüz kalan çocuklar, dağılan aileler, yıkılan medeniyetler, kaybolan umutlar vardır.

    Kıymetli Müslümanlar!

    İslam’ı kabul edenlere, barışın teminatı anlamında Müslüman denilmiştir. Müslüman, Rabbimizin “Selâm” isminin dünyadaki temsilcisidir. Müslüman, barıştan yana tavır alan, etrafına güven veren, huzur ve kardeşlik ortamına katkı sunan insandır. Bununla birlikte Müslüman, zulme rıza gösteremez. Zalime asla destek olamaz. Çekilen sıkıntılara, yaşanan acılara duyarsız kalamaz. Tek bir kuruşuyla dahi masumlara sıkılan kurşunların, mazlumlara atılan bombaların destekçisi olanlara katkı sunamaz. İstiklâl Şairimiz, Müslüman’ın bu tavrını şöyle ifade etmektedir:

    Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

    Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

    Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım:

    Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

    Değerli Müminler!

    Dünyamızı yangın yerine çevirmek isteyen siyonist zalimler tarafından, önce Gazze’de şimdi de göçe zorladığı Refah’ta Filistinli masumların, bebeklerin ve kadınların üzerine bombalar yağdırılmaktadır. Anlamı “ferahlık ve esenlik” olan Refah kentinde insan hakları, zulmün ateşinde yakılmaktadır. Annelerinin kokusuna doyamamış yavrular, yavrularının kokusuna doyamamış anneler şehit edilmektedir. Yalnızca bir şehir, bir toprak parçası değil, dünyanın gözü önünde Gazze ve Refah’ta insanlığın izzeti çiğnenmektedir. Can, mal ve namus dokunulmazlığı ayaklar altına alınmaktadır. Mazlumlara gönderilen insani yardımlara dahi engel olunmaktadır. Bununla birlikte zulüm, sadece Gazze ve Refah’ta değil maalesef Doğu Türkistan başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde devam etmektedir.

    Aziz Müminler!

    “Dünyaya barış ve demokrasi getireceğiz” söylemiyle İslam beldelerine ölüm kusan caniler ve onların destekçileri, bu güçlerini ümmet-i Muhammed’in suskunluğundan almaktadır. Ne acıdır ki, ümmetin dağınıklığı zalimlerin pervasızlığını günden güne artırmaktadır. Dünyamız, her zamankinden daha fazla barış ve itidale muhtaçtır. Bunun yolu ise Müslümanların dayanışmalarından ve aralarındaki kardeşlik bağlarını güçlendirmelerinden geçmektedir.

    Öyleyse Değerli Müslümanlar!

    Bu zorlu ve sıkıntılı süreçte görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeye devam edelim. Rabbimizin,وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın.”[3] emrine kulak verelim. Zulmün karşısında tek yürek ve tek ses olalım. Gözü dönmüş cinayet şebekelerine karşı muhabbet ve kardeşliğimizi diri tutalım. Maddi ve manevi desteğimizi kardeşlerimize sunmaya devam edelim. Unutmayalım ki, Allah nurunu tamamlayacak; barış, yeryüzüne yeniden hâkim olacaktır.

    Kıymetli Müslümanlar!

    Erzincan’da göçük altında kalan kardeşlerimizin bir an önce salimen kurtulmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Cenâb-ı Hak, vefat eden kardeşlerimize rahmet eylesin. Ailelerine ve milletimize sabırlar versin. Ülkemizi, milletimizi ve âlem-i İslam’ı her türlü kaza, bela ve musibetten muhafaza buyursun.

    [1] Bakara, 2/208.
    [2] Ebu Davud, Vitr, 25.
    [3] Âl-i İmrân, 3/103.
    Cuma Hutbesi: "Dünyayı Barış ve İtidale Çağırıyoruz" Muhterem Müslümanlar! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış dini İslam’a girin. Şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”[1] Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) namazlarının ardından Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyazda bulunmuştur: “Allah’ım! Sen, Selâm’sın; selam, barış ve esenlik Sendendir. Yücelik ve ikram sahibi olan Allah’ım! Sen ne mübareksin.”[2] Aziz Müminler! Yüce dinimiz İslam barış ve esenlik dinidir. Allah’ın güzel isimlerinden birisi de “es-Selâm”dır. Rabbimiz, barış ve esenliğin kaynağıdır. Kullarına İslam ile barışın yolunu gösteren O’dur. Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’den itibaren gönderdiği tüm rahmet elçileri aracılığıyla insanlığı barışa davet etmiştir. Zira barışın olmadığı yerde savaş vardır. Savaşın olduğu yerde ise kan, gözyaşı ve sönen ocaklar vardır. Yetim ve öksüz kalan çocuklar, dağılan aileler, yıkılan medeniyetler, kaybolan umutlar vardır. Kıymetli Müslümanlar! İslam’ı kabul edenlere, barışın teminatı anlamında Müslüman denilmiştir. Müslüman, Rabbimizin “Selâm” isminin dünyadaki temsilcisidir. Müslüman, barıştan yana tavır alan, etrafına güven veren, huzur ve kardeşlik ortamına katkı sunan insandır. Bununla birlikte Müslüman, zulme rıza gösteremez. Zalime asla destek olamaz. Çekilen sıkıntılara, yaşanan acılara duyarsız kalamaz. Tek bir kuruşuyla dahi masumlara sıkılan kurşunların, mazlumlara atılan bombaların destekçisi olanlara katkı sunamaz. İstiklâl Şairimiz, Müslüman’ın bu tavrını şöyle ifade etmektedir: Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım: Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Değerli Müminler! Dünyamızı yangın yerine çevirmek isteyen siyonist zalimler tarafından, önce Gazze’de şimdi de göçe zorladığı Refah’ta Filistinli masumların, bebeklerin ve kadınların üzerine bombalar yağdırılmaktadır. Anlamı “ferahlık ve esenlik” olan Refah kentinde insan hakları, zulmün ateşinde yakılmaktadır. Annelerinin kokusuna doyamamış yavrular, yavrularının kokusuna doyamamış anneler şehit edilmektedir. Yalnızca bir şehir, bir toprak parçası değil, dünyanın gözü önünde Gazze ve Refah’ta insanlığın izzeti çiğnenmektedir. Can, mal ve namus dokunulmazlığı ayaklar altına alınmaktadır. Mazlumlara gönderilen insani yardımlara dahi engel olunmaktadır. Bununla birlikte zulüm, sadece Gazze ve Refah’ta değil maalesef Doğu Türkistan başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde devam etmektedir. Aziz Müminler! “Dünyaya barış ve demokrasi getireceğiz” söylemiyle İslam beldelerine ölüm kusan caniler ve onların destekçileri, bu güçlerini ümmet-i Muhammed’in suskunluğundan almaktadır. Ne acıdır ki, ümmetin dağınıklığı zalimlerin pervasızlığını günden güne artırmaktadır. Dünyamız, her zamankinden daha fazla barış ve itidale muhtaçtır. Bunun yolu ise Müslümanların dayanışmalarından ve aralarındaki kardeşlik bağlarını güçlendirmelerinden geçmektedir. Öyleyse Değerli Müslümanlar! Bu zorlu ve sıkıntılı süreçte görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeye devam edelim. Rabbimizin,وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın.”[3] emrine kulak verelim. Zulmün karşısında tek yürek ve tek ses olalım. Gözü dönmüş cinayet şebekelerine karşı muhabbet ve kardeşliğimizi diri tutalım. Maddi ve manevi desteğimizi kardeşlerimize sunmaya devam edelim. Unutmayalım ki, Allah nurunu tamamlayacak; barış, yeryüzüne yeniden hâkim olacaktır. Kıymetli Müslümanlar! Erzincan’da göçük altında kalan kardeşlerimizin bir an önce salimen kurtulmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Cenâb-ı Hak, vefat eden kardeşlerimize rahmet eylesin. Ailelerine ve milletimize sabırlar versin. Ülkemizi, milletimizi ve âlem-i İslam’ı her türlü kaza, bela ve musibetten muhafaza buyursun. [1] Bakara, 2/208. [2] Ebu Davud, Vitr, 25. [3] Âl-i İmrân, 3/103.
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Allah'ım bu soğuk kış günlerinde evsiz ve muhtaç olanlara yardım eyle...

    Kalbinden başka gidecek yerim yok.
    Beni evsiz bırakma...

    Özdemir Asaf

    #kış #ev #yardımlaşma #muhtaç #insan #people #yardım #soğuk
    Allah'ım bu soğuk kış günlerinde evsiz ve muhtaç olanlara yardım eyle... Kalbinden başka gidecek yerim yok. Beni evsiz bırakma... Özdemir Asaf #kış #ev #yardımlaşma #muhtaç #insan #people #yardım #soğuk
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Eski Türk yazıtlardan birinde şöyle yazar :

    Kuzu dizlerinin üzerine çökerek annesini emer ,
    Karga yaşlı annesini besler ;
    Bunun adı :
    " saygılı davranmaktır ."

    Horoz şafak vakti öter ,
    Yaban kazları
    Her bahar kuzeye
    Her sonbahar güneye uçar ;
    Bunun adı :
    '' söz tutmaktır .''

    Yeşilbaşlı ördek eşini kaybettikten sonra ölene kadar yeni bir eş bulmak istemez .
    Bu :
    '' sadakat ''
    Olarak adlandırılır

    Bir geyik iyi bir otlağa rastladığında yaşadığı sürüyü oraya davet eder ve paylaşır ,
    Karınca yemek gördüğünde bütün koloniyi oraya çağırır ;
    Bunun adı :
    '' adalettir .''

    Eğer bir insan bu erdemlere sahip değilse :
    Hayvandan beter bir halde yaşıyordur .!

    Bir Türkmen duası da şöyledir :

    Allah'ım,
    İlk önce :
    Dağa taşa ver ,
    Ormana ,
    Hayvanlara ,
    Suya ver .
    Ondan sonra :
    İnsanlara ,
    Kapı komşuya ,
    Muhtaç olana ver .
    Kalırsa ,
    En son bana ver...

    Alıntı
    Eski Türk yazıtlardan birinde şöyle yazar : Kuzu dizlerinin üzerine çökerek annesini emer , Karga yaşlı annesini besler ; Bunun adı : " saygılı davranmaktır ." Horoz şafak vakti öter , Yaban kazları Her bahar kuzeye Her sonbahar güneye uçar ; Bunun adı : '' söz tutmaktır .'' Yeşilbaşlı ördek eşini kaybettikten sonra ölene kadar yeni bir eş bulmak istemez . Bu : '' sadakat '' Olarak adlandırılır Bir geyik iyi bir otlağa rastladığında yaşadığı sürüyü oraya davet eder ve paylaşır , Karınca yemek gördüğünde bütün koloniyi oraya çağırır ; Bunun adı : '' adalettir .'' Eğer bir insan bu erdemlere sahip değilse : Hayvandan beter bir halde yaşıyordur .! Bir Türkmen duası da şöyledir : Allah'ım, İlk önce : Dağa taşa ver , Ormana , Hayvanlara , Suya ver . Ondan sonra : İnsanlara , Kapı komşuya , Muhtaç olana ver . Kalırsa , En son bana ver... Alıntı
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Hristiyanlar da ki Noel Değil, Türklerde Yeniden Doğuş Kabul Edilen; NARDUGAN BAYRAMI
    O günde herkes birbirine yardım eder ve o günü mutlu geçirmeye çabalar. Ayaz Ata ise Orta Asya ve Sibiryada Türk Çocuklarını sevindirmek için hediyeler dağıtan ve evsiz yardıma muhtaç insanlara yardım eli uzatan Ulu Bir Kişiliktir, Karakterdir. Esen Kalın.
    Hristiyanlar da ki Noel Değil, Türklerde Yeniden Doğuş Kabul Edilen; NARDUGAN BAYRAMI O günde herkes birbirine yardım eder ve o günü mutlu geçirmeye çabalar. Ayaz Ata ise Orta Asya ve Sibiryada Türk Çocuklarını sevindirmek için hediyeler dağıtan ve evsiz yardıma muhtaç insanlara yardım eli uzatan Ulu Bir Kişiliktir, Karakterdir. Esen Kalın.
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Cuma Hutbesi: "Müminlerin Ebedi Yurdu: Cennet"

    Muhterem Müslümanlar!

    Dünya fanidir, hayat gelip geçicidir. Gün gelir; ömür biter, vade dolar. Her şeyin son bulduğu bu anda, ebedi ahiret hayatı başlar. İnsanı iki akıbetten biri bekler: Ya sonsuz nimetlerle donatılmış cennet; ya da azap diyarı cehennem. Biz müminlerin bu dünyadaki en büyük arzusu ve gayesi ise Allah’ın rızasına nail olup mükâfat yurdu cennete girebilmektir.

    Aziz Müminler!

    Cennet, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, akla hayale gelmeyen nimetlerin müminlere ikram edileceği esenlik yurdudur. Dünya imtihanlarını sabırla aşanları bekleyen huzur yeridir. Başta Peygamber Efendimiz (s.a.s) olmak üzere, Allah’ın sadık kulları, şehitler ve salihlerle buluşacağımız mutluluk diyarıdır.

    Değerli Müslümanlar!

    Hutbeme başlarken okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İman edip salih amel işleyenler, Firdevs cennetlerinde ağırlanacaktır. Onlar, orada ebedi kalacaklar ve hiç ayrılmak istemeyeceklerdir.”[i] Evet, cennet, Rabbimizin biz müminlere vaadidir. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in buyurduğu üzere, “Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a ve peygamber olarak Muhammed Mustafa (s.a.s)’e gönülden iman edenler muhakkak cennete gireceklerdir.”[ii] İmanını ibadetlerle mamur edip hayatını güzel ahlakla süsleyenler, Allah’ın rahmetiyle cennete kavuşacaklardır. Her şart ve durumda doğru söyleyen, sözünü yerine getiren, emanete riayet eden, iffetini koruyan, haramdan kaçınan, kötülüklerden uzak duran müminler, cennetteki ikramlara mazhar olacaklardır. Öfkenin yerine sevgiyi, düşmanlığın yerine barışı, kötülüğün yerine iyiliği hâkim kılan, her daim zalimin karşısında mazlumun yanında duran müminler, cennette ağırlanacaklardır. Cömertliğiyle muhtaçları güldüren, merhametiyle kırık gönülleri tamir eden, güzel bir söz tatlı bir tebessümle etrafına huzur veren müminler, cennet nimetlerine nail olacaklardır.

    Kıymetli Müminler!

    Cennete giden yol, bazen bir garibin gönlünden geçer; o gönüle girmek gerekir. Bazen bir yetimin sevincinde gizlidir; o yetimi bulmak gerekir. Bazen bir mazlumun duasında saklıdır cennet; o duaya tutunmak gerekir. Bazen anne ve babamızın, eşimiz ve çocuklarımızın, akraba ve komşularımızın hoşnutluğundadır; onu kazanmak gerekir. Bazen bir bitkiye bir damla su vererek, bazen bir hayvana şefkat göstererek girilir cennete; hiçbir iyiliği küçümsememek gerekir. Bazen insanların kusurlarını bağışlayıp ayıplarını örtmektir cennetin anahtarı; affı ve müsamahayı ihmal etmemek gerekir. Bazen de bir selam ile müminin dilinden kardeşinin gönlüne giden yoldur cennet; bu yolda sabırla yürümek gerekir.

    Aziz Müslümanlar!

    Elhamdülillah, mademki cennet var, öyleyse boşuna değildir hayatımızdaki sıkıntılar. Mademki cennet var, öyleyse her imtihanın sonsuz mükâfatı var. Mademki cennet var, öyleyse ebediyen gülecek, şu fani dünyada ağlatılanlar. Ne mutlu, Rabbi kendisinden, kendisi de Rabbinden razı olarak cennete girecek olanlara. Ne mutlu, Rabbine karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanan, uçsuz bucaksız cennete koşanlara.

    Hutbemi Allah Resûlü (s.a.s)’in şu duasıyla bitiriyorum: اَللَّهُمَّ إِنِّى أَسْأَلُكَ الْجَنَّةَ وَمَا قَرَّبَ إِلَيْهَا مِنْ قَوْلٍ أَوْ عَمَلٍ “Allah’ım! Senden cenneti ve beni cennete yaklaştıracak olan söz ve amelleri istiyorum.”[iii]

    [i] Kehf, 18/107, 108.
    [ii] Müslim, İmâre, 116.
    [iii] İbn Mâce, Dua, 4.
    Cuma Hutbesi: "Müminlerin Ebedi Yurdu: Cennet" Muhterem Müslümanlar! Dünya fanidir, hayat gelip geçicidir. Gün gelir; ömür biter, vade dolar. Her şeyin son bulduğu bu anda, ebedi ahiret hayatı başlar. İnsanı iki akıbetten biri bekler: Ya sonsuz nimetlerle donatılmış cennet; ya da azap diyarı cehennem. Biz müminlerin bu dünyadaki en büyük arzusu ve gayesi ise Allah’ın rızasına nail olup mükâfat yurdu cennete girebilmektir. Aziz Müminler! Cennet, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, akla hayale gelmeyen nimetlerin müminlere ikram edileceği esenlik yurdudur. Dünya imtihanlarını sabırla aşanları bekleyen huzur yeridir. Başta Peygamber Efendimiz (s.a.s) olmak üzere, Allah’ın sadık kulları, şehitler ve salihlerle buluşacağımız mutluluk diyarıdır. Değerli Müslümanlar! Hutbeme başlarken okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İman edip salih amel işleyenler, Firdevs cennetlerinde ağırlanacaktır. Onlar, orada ebedi kalacaklar ve hiç ayrılmak istemeyeceklerdir.”[i] Evet, cennet, Rabbimizin biz müminlere vaadidir. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in buyurduğu üzere, “Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a ve peygamber olarak Muhammed Mustafa (s.a.s)’e gönülden iman edenler muhakkak cennete gireceklerdir.”[ii] İmanını ibadetlerle mamur edip hayatını güzel ahlakla süsleyenler, Allah’ın rahmetiyle cennete kavuşacaklardır. Her şart ve durumda doğru söyleyen, sözünü yerine getiren, emanete riayet eden, iffetini koruyan, haramdan kaçınan, kötülüklerden uzak duran müminler, cennetteki ikramlara mazhar olacaklardır. Öfkenin yerine sevgiyi, düşmanlığın yerine barışı, kötülüğün yerine iyiliği hâkim kılan, her daim zalimin karşısında mazlumun yanında duran müminler, cennette ağırlanacaklardır. Cömertliğiyle muhtaçları güldüren, merhametiyle kırık gönülleri tamir eden, güzel bir söz tatlı bir tebessümle etrafına huzur veren müminler, cennet nimetlerine nail olacaklardır. Kıymetli Müminler! Cennete giden yol, bazen bir garibin gönlünden geçer; o gönüle girmek gerekir. Bazen bir yetimin sevincinde gizlidir; o yetimi bulmak gerekir. Bazen bir mazlumun duasında saklıdır cennet; o duaya tutunmak gerekir. Bazen anne ve babamızın, eşimiz ve çocuklarımızın, akraba ve komşularımızın hoşnutluğundadır; onu kazanmak gerekir. Bazen bir bitkiye bir damla su vererek, bazen bir hayvana şefkat göstererek girilir cennete; hiçbir iyiliği küçümsememek gerekir. Bazen insanların kusurlarını bağışlayıp ayıplarını örtmektir cennetin anahtarı; affı ve müsamahayı ihmal etmemek gerekir. Bazen de bir selam ile müminin dilinden kardeşinin gönlüne giden yoldur cennet; bu yolda sabırla yürümek gerekir. Aziz Müslümanlar! Elhamdülillah, mademki cennet var, öyleyse boşuna değildir hayatımızdaki sıkıntılar. Mademki cennet var, öyleyse her imtihanın sonsuz mükâfatı var. Mademki cennet var, öyleyse ebediyen gülecek, şu fani dünyada ağlatılanlar. Ne mutlu, Rabbi kendisinden, kendisi de Rabbinden razı olarak cennete girecek olanlara. Ne mutlu, Rabbine karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanan, uçsuz bucaksız cennete koşanlara. Hutbemi Allah Resûlü (s.a.s)’in şu duasıyla bitiriyorum: اَللَّهُمَّ إِنِّى أَسْأَلُكَ الْجَنَّةَ وَمَا قَرَّبَ إِلَيْهَا مِنْ قَوْلٍ أَوْ عَمَلٍ “Allah’ım! Senden cenneti ve beni cennete yaklaştıracak olan söz ve amelleri istiyorum.”[iii] [i] Kehf, 18/107, 108. [ii] Müslim, İmâre, 116. [iii] İbn Mâce, Dua, 4.
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • DÜNYA'IN İLK HAYVAN HASTANESİ
    Osmanlı'da hayvan sevgisi: Mancacılık

    Sokak hayvanlarına olan şiddettin en çirkin halleriyle karşımıza çıktığı şu günlerde içimizdeki duyarlılığı artıracak bir örnekti Osmanlı’daki Mancacılar.

    Osmanlı'da muhtaç durumda olan insanlar için aş evleri açılır, durumu olmayanların borçları silinir, sokak hayvanlarına bakılması için uşak tutulur, maaş verilir; kasaplara, köpeklerin karınlarını doyurmak için bile aylık ödenirdi. Osmanlı'da, insan değerinden ayırt edilmeyen sokak hayvanlarının beslenmesi bir meslek oluşmuştu: Mancacılık…

    DÜNYANIN İLK HAYVAN HASTANESİ
    Dolmabahçe'de kuş, Üsküdar'da kedi hastaneleri, cami ve mezarlıklardaki suluklar, kuş evleri, sonbaharda geri dönemeyen ve yardıma muhtaç leylekler için açılmış dünyanın ilk hayvan hastanesi olan Bursa'daki Düşkün Leylekler Evi, Osmanlı Devleti'nin, hayvanlara verdiği önemin en güzel örnekleri olsa gerek.

    Avrupalı gezginlerin seyahatnamelerinde Osmanlı'nın hayvanlarına besledikleri sevgiden, onların bakımları için kurdukları vakıf ve tedavi merkezlerinden ve hayvanları korumaya yönelik çıkarttıkları kanunlar hakkında hayranlıkla bahsediliyordu.

    OSMANLI’DA HAYVAN HAKKI VARKEN, AVRUPA KEDİLERİ YAKIP EĞLENİYORDU

    Aynı dönemde, Avrupa ülkelerinde hiçbir hayvan hakları kanunu olmadığı gibi, 16. yüzyılda Paris'te her yıl yaz ayının belli bir gününde tüm sokak kedilerinin çuvallara doldurulup yakıldığı ve halkın bugünü eğlencelerle bir festival havasında kutladığı kara bir tarihleri vardı.

    HAYVAN BESLEME MESLEĞİ: MANCACILIK
    Osmanlı’daki hayvan sevgisinin meslek haline getirildiği Mancacılıkta halk hayvan yemi satın alır ya da dileyen parasını verir mancacı onların yerine sokak hayvanlarını düzenli olarak beslerdi. Özellikle binek ve yük hayvanlarının bakımına ayrı özen gösterilirdi. Atlar, köpekler, güvercinler hepsi el üstünde tutulur, kanun çerçevesinde korunurdu.

    KUŞ YUVASINI BOZMAK HEM SUÇ, HEM GÜNAH SAYILIRDI
    Ev sahiplerinin; sütünden ve gücünden yararlanmak üzere besledikleri evcil hayvanların yanı sıra, çatı aralarında kırlangıçlar, bacalarda leylekler yaşardı. Kuş yuvalarını bozmak günah sayılırdı. Top çeken büyük baş hayvanlar, yaşlanınca satılmaz, ölene kadar iyi bakılmaları için maaşa bağlanırlardı.

    HALK VASİYETNAMELERİNDE HAYVANLARI EKSİK ETMEZDİ
    Hatta bazı vasiyetnamelerde hane içindeki hazineden hayvanlar için bir pay bile bırakılırdı. Muhtaç olan hayvan bakımları için bağış yapılır, kasaplara et için altın bırakılırdı.

    Mancacının bir diğer önemli görevi ise soğuk kış günlerinde dağda bulunan kurt, tilki, çakal gibi yabani hayvanlar yiyecek bulamadıklarında aç kalarak telef olmasın, bilhassa aç kaldıklarında şehre inmesin diye dağın eteklerine et ve kemik gibi yiyecekler koyarak yabani hayvanların dağdan inip şehirdeki insanlara bir zarar vermelerini engellerdi.

    Ne yazık ki hayvanlara karşı bu hassasiyet ve adil yaklaşım, Osmanlı toprakları üzerinde batı kültürünün etkisinin artmasıyla birlikte azalmaya başladı ve o etki ile başlayan erozyon, günümüze artarak hatta çığırından çıkarak geldi.
    DÜNYA'IN İLK HAYVAN HASTANESİ Osmanlı'da hayvan sevgisi: Mancacılık Sokak hayvanlarına olan şiddettin en çirkin halleriyle karşımıza çıktığı şu günlerde içimizdeki duyarlılığı artıracak bir örnekti Osmanlı’daki Mancacılar. Osmanlı'da muhtaç durumda olan insanlar için aş evleri açılır, durumu olmayanların borçları silinir, sokak hayvanlarına bakılması için uşak tutulur, maaş verilir; kasaplara, köpeklerin karınlarını doyurmak için bile aylık ödenirdi. Osmanlı'da, insan değerinden ayırt edilmeyen sokak hayvanlarının beslenmesi bir meslek oluşmuştu: Mancacılık… DÜNYANIN İLK HAYVAN HASTANESİ Dolmabahçe'de kuş, Üsküdar'da kedi hastaneleri, cami ve mezarlıklardaki suluklar, kuş evleri, sonbaharda geri dönemeyen ve yardıma muhtaç leylekler için açılmış dünyanın ilk hayvan hastanesi olan Bursa'daki Düşkün Leylekler Evi, Osmanlı Devleti'nin, hayvanlara verdiği önemin en güzel örnekleri olsa gerek. Avrupalı gezginlerin seyahatnamelerinde Osmanlı'nın hayvanlarına besledikleri sevgiden, onların bakımları için kurdukları vakıf ve tedavi merkezlerinden ve hayvanları korumaya yönelik çıkarttıkları kanunlar hakkında hayranlıkla bahsediliyordu. OSMANLI’DA HAYVAN HAKKI VARKEN, AVRUPA KEDİLERİ YAKIP EĞLENİYORDU Aynı dönemde, Avrupa ülkelerinde hiçbir hayvan hakları kanunu olmadığı gibi, 16. yüzyılda Paris'te her yıl yaz ayının belli bir gününde tüm sokak kedilerinin çuvallara doldurulup yakıldığı ve halkın bugünü eğlencelerle bir festival havasında kutladığı kara bir tarihleri vardı. HAYVAN BESLEME MESLEĞİ: MANCACILIK Osmanlı’daki hayvan sevgisinin meslek haline getirildiği Mancacılıkta halk hayvan yemi satın alır ya da dileyen parasını verir mancacı onların yerine sokak hayvanlarını düzenli olarak beslerdi. Özellikle binek ve yük hayvanlarının bakımına ayrı özen gösterilirdi. Atlar, köpekler, güvercinler hepsi el üstünde tutulur, kanun çerçevesinde korunurdu. KUŞ YUVASINI BOZMAK HEM SUÇ, HEM GÜNAH SAYILIRDI Ev sahiplerinin; sütünden ve gücünden yararlanmak üzere besledikleri evcil hayvanların yanı sıra, çatı aralarında kırlangıçlar, bacalarda leylekler yaşardı. Kuş yuvalarını bozmak günah sayılırdı. Top çeken büyük baş hayvanlar, yaşlanınca satılmaz, ölene kadar iyi bakılmaları için maaşa bağlanırlardı. HALK VASİYETNAMELERİNDE HAYVANLARI EKSİK ETMEZDİ Hatta bazı vasiyetnamelerde hane içindeki hazineden hayvanlar için bir pay bile bırakılırdı. Muhtaç olan hayvan bakımları için bağış yapılır, kasaplara et için altın bırakılırdı. Mancacının bir diğer önemli görevi ise soğuk kış günlerinde dağda bulunan kurt, tilki, çakal gibi yabani hayvanlar yiyecek bulamadıklarında aç kalarak telef olmasın, bilhassa aç kaldıklarında şehre inmesin diye dağın eteklerine et ve kemik gibi yiyecekler koyarak yabani hayvanların dağdan inip şehirdeki insanlara bir zarar vermelerini engellerdi. Ne yazık ki hayvanlara karşı bu hassasiyet ve adil yaklaşım, Osmanlı toprakları üzerinde batı kültürünün etkisinin artmasıyla birlikte azalmaya başladı ve o etki ile başlayan erozyon, günümüze artarak hatta çığırından çıkarak geldi.
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Böyle bir hastane ortamında, yaralıların, hastaların ve diğer şifa bekleyenlerin ve onları tedavi etmeye çalışan doktorların ve sağlık personelinin durumlarını hayal edebiliyor musunuz?

    İşgalci katiller en son Türk Filistin Dostluk Hastanesi'ni bombaladı. Gazze'de kanser hastalarına hizmet veren tek kuruluş olan binanın son katı kullanılmaz duruma gelmiş. Hastane ciddi hasar almış.

    Gazze'de sivil yerleşim yerleri, hastaneler, camiler, kiliseler bombalandıkça, binlerce masum insan öldükçe ve dünya bu vahşi soykırıma kör, sağır ve dilsiz kalıp müdahale etmedikçe, insanoğlu hangi faziletlerden ve güzelliklerden söz edebilir?

    İnsan hakları ve hürriyetler, hukuk, bebekler, çocuklar kadınlar ve yaşlılar gibi acizlerin ve bakıma muhtaçların hayatları, ahlak, dürüstlük, namus, şeref, çevrecilik, ...

    Geçiniz bunları, hepsi boş laf. Eğer batılı biri bunları söylüyorsa...

    Batı her zaman çifte standartlıydı ve yalancıydı. Bu yaşanan son acı olaylar bunu bir daha teyit etti ve herkes bir daha gördü.
    Böyle bir hastane ortamında, yaralıların, hastaların ve diğer şifa bekleyenlerin ve onları tedavi etmeye çalışan doktorların ve sağlık personelinin durumlarını hayal edebiliyor musunuz? İşgalci katiller en son Türk Filistin Dostluk Hastanesi'ni bombaladı. Gazze'de kanser hastalarına hizmet veren tek kuruluş olan binanın son katı kullanılmaz duruma gelmiş. Hastane ciddi hasar almış. Gazze'de sivil yerleşim yerleri, hastaneler, camiler, kiliseler bombalandıkça, binlerce masum insan öldükçe ve dünya bu vahşi soykırıma kör, sağır ve dilsiz kalıp müdahale etmedikçe, insanoğlu hangi faziletlerden ve güzelliklerden söz edebilir? İnsan hakları ve hürriyetler, hukuk, bebekler, çocuklar kadınlar ve yaşlılar gibi acizlerin ve bakıma muhtaçların hayatları, ahlak, dürüstlük, namus, şeref, çevrecilik, ... Geçiniz bunları, hepsi boş laf. Eğer batılı biri bunları söylüyorsa... Batı her zaman çifte standartlıydı ve yalancıydı. Bu yaşanan son acı olaylar bunu bir daha teyit etti ve herkes bir daha gördü.
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • ŞAKİR ZÜMRE

    “Vatana ihanetin Belgesidir”

    Kurtuluş Savaşı kazanılmıştır, Cumhuriyet ilan edilir ve tarihler 1925'e geldiğinde Mustafa Kemal, Bulgaristan'daki arkadaşı Şakir Bey'i Türkiye'ye davet eder ve "Gel burada silah fabrikası kur" der...
    Kabul eder Şakir Bey ve atlar Türkiye'ye gelir... Kendisine Haliç'in kıyısında bir yer gösterilir...

    Neresi orası biliyor musunuz?
    Şu anda Sütlüce'deki Miniatürk'ün bulunduğu alan...

    Cumhuriyet tarihinin ilk özel sektör silah fabrikasını Haliç'te kurar Şakir Bey...

    Artık ordumuzun cephanesi millidir.
    2 bin kişinin çalıştığı fabrikada kısa sürede
    Türk Hava Kuvvetleri'nin 100, 300, 500 ve bin kg'lık bombalarını üretmeye başlar.

    Bir yandan hava kuvvetlerinin bombalarını üretirken,diğer yandan Türk Deniz Kuvvetleri'nin ihtiyacı olan cephanelerini de üretmeye başlar.
    Hatta ilk denizaltı bombaları da burada üretilir.
    Yine kara kuvvetleri için cephane, el bombası, işaret ve aydınlatma fişekleri, kara mayınları gibi bir çok mühimmat Türk mühendis ve teknisyenleri tarafından bu fabrikada üretilerek ordumuzun ihtiyacı karşılanır.

    Hatta fabrika Yunanistan, Bulgaristan, Polonya ve Mısır gibi ülkelere ihracat da yapmaya başlar.

    1922'de İzmir'de denize döktüğümüz
    Yunanistan'a 1.5 milyon liralık bomba ihracatı yapmamız dünyada büyük yankı uyandırır...

    "Atatürk'le Bulgaristan'da geçen günler, hayatımın en unutulmaz müstesna günleri olarak hatıralarım arasında yaşayacaktır. Anadolu'yu ikinci bir Ergenekon yapan,bu şanlı Bozkurt'la bazen sabahlara kadar vatanımızın mesut ve ışıklı günlere kavuşması için hazırladığı plânlar üzerinde görüşür, tartışırdık" diyen Şakir Bey,fabrikasında mazotla çalışan beş beygirlik ilk Türk motorunu da yapmayı başarır...

    Ancak en yakın dostu Atatürk'ün vefatı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika ile yapılan silah anlaşmaları,

    Şakir Zümre için sonun başlangıcı olur...

    Artık Amerika,İkinci Dünya Savaşı'nın elde kalan külüstür silahlarını yükleyip götürmek yerine Marshall Planı doğrultusunda dağıtmaktadır...

    Kendi silahını üreten Türkiye'ye,
    "Biz size silah veririz, siz bunlarla uğraşmayın" denilerek silah sanayimize ve geleceğimize ilk darbeyi vururlar...
    Yunanistan, Polonya, Mısır gibi ülkeler de Amerika korkusundan artık Türkiye'den silah almazlar...

    Artık dışa bağımlı hale gelinmiştir ve Şakir Zümre'den silah alımını durdurmuştur...

    Hal böyle olunca Şakir Zümre'nin büyük emekle Türkiye'ye kazandırdığı silah fabrikası yavaş yavaş paslanmaya başlamıştır...

    Zaman içinde Şakir Zümre bitmiş;ülke savunma sanayii yavaş yavaş Amerika'nın güdümüne girmiştir...

    Şakir Zümre için zor günler başlamıştır artık...

    İşçinin maaşını ödeyemez duruma gelmiştir...

    Silah, cephane üretimi tamamen durmuştur...

    Çaresizlik içinde çırpınan Şakir Zümre, içi kan ağlayarak da olsa koca silah, cephane fabrikasını soba fabrikasına çevirir...

    Bugün 50'li yaşların hatırladığı meşhur Şakir Zümre sobalarını üretmeye başlar...

    Vatan Caddesi'nde her 30 Ağustos'ta düzenlenen resmi geçitlerde Şakir Zümre'nin ürettiği bombalar, silahlar boy gösterirken,1950'deki törenlerde içimizi burkan bir olay gerçekleşir...

    Şakir Zümre, sobaları yükler bir kamyonete ve Vatan Caddesi'nde gösteriyi izleyen devlet erkânına adeta bir tokat atar;

    "Bizi Amerika'ya muhtaç ettiniz...

    Türk ordusunun yerli ve milli silahını elinden alıp Amerika'nın kucağına oturdunuz" diye haykırarak...

    Silahı Amerika'dan alan hükümet, güya Şakir Zümre'nin gönlünü almak ister..

    Hani İş Bankası'nın meşhur bir kumbarası Şakir Zümre'nin cephane fabrikasında yaptırılır...

    Şakir Zümre 1966'da bu fani hayata veda ederken Türkiye'nin ilk kara, hava ve deniz bombaları üreten fabrikası da 1970'de kapısına kilit vurur...
    ŞAKİR ZÜMRE “Vatana ihanetin Belgesidir” Kurtuluş Savaşı kazanılmıştır, Cumhuriyet ilan edilir ve tarihler 1925'e geldiğinde Mustafa Kemal, Bulgaristan'daki arkadaşı Şakir Bey'i Türkiye'ye davet eder ve "Gel burada silah fabrikası kur" der... Kabul eder Şakir Bey ve atlar Türkiye'ye gelir... Kendisine Haliç'in kıyısında bir yer gösterilir... Neresi orası biliyor musunuz? Şu anda Sütlüce'deki Miniatürk'ün bulunduğu alan... Cumhuriyet tarihinin ilk özel sektör silah fabrikasını Haliç'te kurar Şakir Bey... Artık ordumuzun cephanesi millidir. 2 bin kişinin çalıştığı fabrikada kısa sürede Türk Hava Kuvvetleri'nin 100, 300, 500 ve bin kg'lık bombalarını üretmeye başlar. Bir yandan hava kuvvetlerinin bombalarını üretirken,diğer yandan Türk Deniz Kuvvetleri'nin ihtiyacı olan cephanelerini de üretmeye başlar. Hatta ilk denizaltı bombaları da burada üretilir. Yine kara kuvvetleri için cephane, el bombası, işaret ve aydınlatma fişekleri, kara mayınları gibi bir çok mühimmat Türk mühendis ve teknisyenleri tarafından bu fabrikada üretilerek ordumuzun ihtiyacı karşılanır. Hatta fabrika Yunanistan, Bulgaristan, Polonya ve Mısır gibi ülkelere ihracat da yapmaya başlar. 1922'de İzmir'de denize döktüğümüz Yunanistan'a 1.5 milyon liralık bomba ihracatı yapmamız dünyada büyük yankı uyandırır... "Atatürk'le Bulgaristan'da geçen günler, hayatımın en unutulmaz müstesna günleri olarak hatıralarım arasında yaşayacaktır. Anadolu'yu ikinci bir Ergenekon yapan,bu şanlı Bozkurt'la bazen sabahlara kadar vatanımızın mesut ve ışıklı günlere kavuşması için hazırladığı plânlar üzerinde görüşür, tartışırdık" diyen Şakir Bey,fabrikasında mazotla çalışan beş beygirlik ilk Türk motorunu da yapmayı başarır... Ancak en yakın dostu Atatürk'ün vefatı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika ile yapılan silah anlaşmaları, Şakir Zümre için sonun başlangıcı olur... Artık Amerika,İkinci Dünya Savaşı'nın elde kalan külüstür silahlarını yükleyip götürmek yerine Marshall Planı doğrultusunda dağıtmaktadır... Kendi silahını üreten Türkiye'ye, "Biz size silah veririz, siz bunlarla uğraşmayın" denilerek silah sanayimize ve geleceğimize ilk darbeyi vururlar... Yunanistan, Polonya, Mısır gibi ülkeler de Amerika korkusundan artık Türkiye'den silah almazlar... Artık dışa bağımlı hale gelinmiştir ve Şakir Zümre'den silah alımını durdurmuştur... Hal böyle olunca Şakir Zümre'nin büyük emekle Türkiye'ye kazandırdığı silah fabrikası yavaş yavaş paslanmaya başlamıştır... Zaman içinde Şakir Zümre bitmiş;ülke savunma sanayii yavaş yavaş Amerika'nın güdümüne girmiştir... Şakir Zümre için zor günler başlamıştır artık... İşçinin maaşını ödeyemez duruma gelmiştir... Silah, cephane üretimi tamamen durmuştur... Çaresizlik içinde çırpınan Şakir Zümre, içi kan ağlayarak da olsa koca silah, cephane fabrikasını soba fabrikasına çevirir... Bugün 50'li yaşların hatırladığı meşhur Şakir Zümre sobalarını üretmeye başlar... Vatan Caddesi'nde her 30 Ağustos'ta düzenlenen resmi geçitlerde Şakir Zümre'nin ürettiği bombalar, silahlar boy gösterirken,1950'deki törenlerde içimizi burkan bir olay gerçekleşir... Şakir Zümre, sobaları yükler bir kamyonete ve Vatan Caddesi'nde gösteriyi izleyen devlet erkânına adeta bir tokat atar; "Bizi Amerika'ya muhtaç ettiniz... Türk ordusunun yerli ve milli silahını elinden alıp Amerika'nın kucağına oturdunuz" diye haykırarak... Silahı Amerika'dan alan hükümet, güya Şakir Zümre'nin gönlünü almak ister.. Hani İş Bankası'nın meşhur bir kumbarası Şakir Zümre'nin cephane fabrikasında yaptırılır... Şakir Zümre 1966'da bu fani hayata veda ederken Türkiye'nin ilk kara, hava ve deniz bombaları üreten fabrikası da 1970'de kapısına kilit vurur...
    0 Commentarii 0 Distribuiri
Sponsorizeaza Paginile