• Taraweeh prayer in Hagia Sophia in Istanbul, Turkey.

    Hagia Sophia was a significant Christian church in Constantinople for almost 1,000 years before Sultan Mehmed II of the Ottoman Empire conquered it.
    Taraweeh prayer in Hagia Sophia in 🇹🇷 Istanbul, Turkey. Hagia Sophia was a significant Christian church in Constantinople for almost 1,000 years before Sultan Mehmed II of the Ottoman Empire conquered it.
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Fatih Sultan Mehmed'in Napoli'de vefat eden talihsiz Şehzadesi.
    Cem Sultan'ın dramı...

    Fatih Sultan Mehmed 1481'de vefat edince tahta büyük oğlu 2. Bayezid geçti. Küçük oğlu Şehzade Cem, ağabeyinin saltanatını kabul etmedi. Tahta geçmek için ağabeyi 2. Bayezid ile savaştı ama başarısız oldu ve tahta oturamayacağını anladı.

    Şehzade Cem, önce Memlüklülere sığındı. Daha sonra Rodos'a gitti. Maalesef Rodos'a gitmesiyle artık esaret hayatıda başlamış oldu. Fatih'in oğluna Rodos Şövalyeleri bir nevi esir muamelesi yaptılar.

    Rodos Şövalyeleri Papa'dan istedikleri parayı alınca ile zavallı Şehzade'yi İtalya'ya naklettiler.

    Cem Sultan 1489'da Roma'ya vardı. Şehrin dışında Papa'nın oğlu, kardinaller ve büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Halk, Fatih'in oğlunu görmek için yollara yığılmıştı. Büyük hükümdarlara yapılan bir törenle Şehzade Cem, Vatikan Sarayı'na girdi.

    O andan itibaren Roma, Avrupa siyasetinin merkezi haline geldi. Macaristan Kralı ve Memlük Sultanı, Şehzade'nin kendilerine verilmesi için Papa'ya baskı yapmaya başlamışlardı.

    Şehzade'yi Osmanlı'ya karşı koz olarak kullanmak düşüncesi herkeste vardı.

    Roma'ya varışının ertesi günü Şehzade Cem, Papa tarafından kabul edildi. Papa, Kardinaller, Roma'da bulunan bütün elçiler, Şehzade'yi ayakta karşıladı. Papa, büyük tacını ve tören elbisesini giymişti.

    Protokol görevlileri Şehzade'ye, imparatorların bile Papa'nın ayaklarını öptüğünü söyleyip, hiç olmazsa Papanın karşısında eğilmesini rica ettiler. Şehzade Cem, babasından başka kimsenin önünde eğilmemiş olduğunu, bundan sonra da eğilmeyeceğini söyledi.

    Israrlar karşısında ölümü tercih edeceğini söyleyince vazgeçmek zorunda kaldılar. Papa İnnocent, kendisini başıyla selamlayan Şehzade'yi kucaklayıp öptü. Bu, bir Papa'nın en büyük hükümdara karşı göstereceği en son iltifat derecesiydi.

    3 gün, 3 gece Şehzade'nin şerefine şenlik ve ziyafet düzenlendi. Şehzade Cem sonuçta Vatikan Sarayı'nda esirdi ve huzursuzdu. Papa tarafından birçok defa davet edildi. Papa, Osmanlı'ya karşı yeni bir Haçlı seferi için Şehzade'yi elde etmek istiyordu.

    Bu düşüncesini Şehzade'ye açınca, Şehzade karşısına dikildi. İslâm'a asla ihanet etmeyeceğini, başına dünya tacını bile koysalar istemediğini, tek isteğinin Kahire’ye gidip ailesinin yanında ömrünü tamamlamak olduğunu söyledi.

    1490'da Roma'ya gelen Sultan 2.Bayezid'in elçisi, Şehzade Cem'in 3 yıllık ödeneğini Papa'ya teslim etti. Elçi Şehzade tarafından da karşılandı.

    Şehzade'nin ayağını öpen elçi, Sultan Bayezid'in mektubunu ve hediyelerini verdi. Şehzade iyi kalpliliğinden Roma'da gezintiye çıktığı zaman, yollarda gördüğü fakirlere büyük sadakalar dağıtıyordu.

    Roma halkı arasında, Şehzade'nin Hristiyan olduğuna dair dedikodular çıktı. Papa bu dedikodulara inandı. Bir gün Şehzade Cem'i açıkça Hristiyan olmaya davet etti. Şehzade bunu bir hakaret saydı ve ayağa kalkıp konuşmaya son verdi.

    Papa, Şehzade'nin son derece kızdığını görünce, geri adım atıp Şehzade Cem'i sakinleştirici sözler söyledi. Bu arada Fransa Kralı Charles, Şehzade Cem'i alabilmek için Papa'ya büyük baskı yapıyordu.

    En sonunda yeni Papa Alessandro Borgia, Fransa Kralı'nın baskılarına dayanamadı ve Şehzade'yi teslim etti. Şehzade Cem, artık Fransa Kralı'nın esiriydi.

    Fransa Kralı, Şehzade Cem'i yanına alıp Napoli'ye doğru yola çıktı.

    Fakat yolda Şehzade Cem rahatsızlandı ve öleceğini anladı. 25 Şubat 1495'te, Fatih Sultan Mehmed Han'ın küçük oğlu Şehzade Cem, Napoli'de vefat etti. Papa tarafından yavaş etkileyen bir terkiple zehirlendikten sonra Fransa Kralı'na teslim edildiği ve bu sebeple öldüğü muhakkaktır.

    Şehzade Cem'in Avrupa'daki esareti, Osmanlı'nın rahat hareket etmesini engelledi. Avrupa devletleri tarafından Osmanlı'ya bir koz olarak düşünüldü. 2. Bayezid'in eli kolu bir nevi bağlandı kardeşinin esareti sebebiyle.

    Şehzade Cem, ağabeyi 2. Bayezid'e duygu yüklü mektuplar yazmış ve tahtta hakkı olduğunu söylemişti. Buna karşın 2. Bayezid'de tahtın kendisine kısmet olduğunu ve artık buna rıza göstermesi gerektiğini ifade eden karşı mektuplar yazdı.

    Vefat ettiğinde henüz 35 yaşındaydı.
    Son 12 senesini Avrupa'da geçirmiş, ordan oraya savrulmuş, vatanına ve ezan seslerine hasret kalmıştı. Naaşı bir müddet sonra Bursa'ya getirildi ve atalarının yanına defnedildi.

    Sonuçta o bir Osmanlı Şehzadesiydi ve her Şehzade gibi Padişah olmak üzere yetiştirilmişti. Fatih'in talihsiz Şehzadesi Sultan Cem'i rahmetle anıyorum..
    Fatih Sultan Mehmed'in Napoli'de vefat eden talihsiz Şehzadesi. Cem Sultan'ın dramı... Fatih Sultan Mehmed 1481'de vefat edince tahta büyük oğlu 2. Bayezid geçti. Küçük oğlu Şehzade Cem, ağabeyinin saltanatını kabul etmedi. Tahta geçmek için ağabeyi 2. Bayezid ile savaştı ama başarısız oldu ve tahta oturamayacağını anladı. Şehzade Cem, önce Memlüklülere sığındı. Daha sonra Rodos'a gitti. Maalesef Rodos'a gitmesiyle artık esaret hayatıda başlamış oldu. Fatih'in oğluna Rodos Şövalyeleri bir nevi esir muamelesi yaptılar. Rodos Şövalyeleri Papa'dan istedikleri parayı alınca ile zavallı Şehzade'yi İtalya'ya naklettiler. Cem Sultan 1489'da Roma'ya vardı. Şehrin dışında Papa'nın oğlu, kardinaller ve büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Halk, Fatih'in oğlunu görmek için yollara yığılmıştı. Büyük hükümdarlara yapılan bir törenle Şehzade Cem, Vatikan Sarayı'na girdi. O andan itibaren Roma, Avrupa siyasetinin merkezi haline geldi. Macaristan Kralı ve Memlük Sultanı, Şehzade'nin kendilerine verilmesi için Papa'ya baskı yapmaya başlamışlardı. Şehzade'yi Osmanlı'ya karşı koz olarak kullanmak düşüncesi herkeste vardı. Roma'ya varışının ertesi günü Şehzade Cem, Papa tarafından kabul edildi. Papa, Kardinaller, Roma'da bulunan bütün elçiler, Şehzade'yi ayakta karşıladı. Papa, büyük tacını ve tören elbisesini giymişti. Protokol görevlileri Şehzade'ye, imparatorların bile Papa'nın ayaklarını öptüğünü söyleyip, hiç olmazsa Papanın karşısında eğilmesini rica ettiler. Şehzade Cem, babasından başka kimsenin önünde eğilmemiş olduğunu, bundan sonra da eğilmeyeceğini söyledi. Israrlar karşısında ölümü tercih edeceğini söyleyince vazgeçmek zorunda kaldılar. Papa İnnocent, kendisini başıyla selamlayan Şehzade'yi kucaklayıp öptü. Bu, bir Papa'nın en büyük hükümdara karşı göstereceği en son iltifat derecesiydi. 3 gün, 3 gece Şehzade'nin şerefine şenlik ve ziyafet düzenlendi. Şehzade Cem sonuçta Vatikan Sarayı'nda esirdi ve huzursuzdu. Papa tarafından birçok defa davet edildi. Papa, Osmanlı'ya karşı yeni bir Haçlı seferi için Şehzade'yi elde etmek istiyordu. Bu düşüncesini Şehzade'ye açınca, Şehzade karşısına dikildi. İslâm'a asla ihanet etmeyeceğini, başına dünya tacını bile koysalar istemediğini, tek isteğinin Kahire’ye gidip ailesinin yanında ömrünü tamamlamak olduğunu söyledi. 1490'da Roma'ya gelen Sultan 2.Bayezid'in elçisi, Şehzade Cem'in 3 yıllık ödeneğini Papa'ya teslim etti. Elçi Şehzade tarafından da karşılandı. Şehzade'nin ayağını öpen elçi, Sultan Bayezid'in mektubunu ve hediyelerini verdi. Şehzade iyi kalpliliğinden Roma'da gezintiye çıktığı zaman, yollarda gördüğü fakirlere büyük sadakalar dağıtıyordu. Roma halkı arasında, Şehzade'nin Hristiyan olduğuna dair dedikodular çıktı. Papa bu dedikodulara inandı. Bir gün Şehzade Cem'i açıkça Hristiyan olmaya davet etti. Şehzade bunu bir hakaret saydı ve ayağa kalkıp konuşmaya son verdi. Papa, Şehzade'nin son derece kızdığını görünce, geri adım atıp Şehzade Cem'i sakinleştirici sözler söyledi. Bu arada Fransa Kralı Charles, Şehzade Cem'i alabilmek için Papa'ya büyük baskı yapıyordu. En sonunda yeni Papa Alessandro Borgia, Fransa Kralı'nın baskılarına dayanamadı ve Şehzade'yi teslim etti. Şehzade Cem, artık Fransa Kralı'nın esiriydi. Fransa Kralı, Şehzade Cem'i yanına alıp Napoli'ye doğru yola çıktı. Fakat yolda Şehzade Cem rahatsızlandı ve öleceğini anladı. 25 Şubat 1495'te, Fatih Sultan Mehmed Han'ın küçük oğlu Şehzade Cem, Napoli'de vefat etti. Papa tarafından yavaş etkileyen bir terkiple zehirlendikten sonra Fransa Kralı'na teslim edildiği ve bu sebeple öldüğü muhakkaktır. Şehzade Cem'in Avrupa'daki esareti, Osmanlı'nın rahat hareket etmesini engelledi. Avrupa devletleri tarafından Osmanlı'ya bir koz olarak düşünüldü. 2. Bayezid'in eli kolu bir nevi bağlandı kardeşinin esareti sebebiyle. Şehzade Cem, ağabeyi 2. Bayezid'e duygu yüklü mektuplar yazmış ve tahtta hakkı olduğunu söylemişti. Buna karşın 2. Bayezid'de tahtın kendisine kısmet olduğunu ve artık buna rıza göstermesi gerektiğini ifade eden karşı mektuplar yazdı. Vefat ettiğinde henüz 35 yaşındaydı. Son 12 senesini Avrupa'da geçirmiş, ordan oraya savrulmuş, vatanına ve ezan seslerine hasret kalmıştı. Naaşı bir müddet sonra Bursa'ya getirildi ve atalarının yanına defnedildi. Sonuçta o bir Osmanlı Şehzadesiydi ve her Şehzade gibi Padişah olmak üzere yetiştirilmişti. Fatih'in talihsiz Şehzadesi Sultan Cem'i rahmetle anıyorum..
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • İran'da son Türk hanedanlığı: Kaçarlar

    İran toprakları yaklaşık bin yıl boyunca Türkler tarafından yönetildi. İran tarihi demek bir yerde Türk tarihi demekti; ama 1925 yılında Türkler, İran siyasetinden tasfiye edildikten sonra bir daha eski gücünü elde edemedi

    Mehmed Mazlum Çelik yazdı

    https://t.co/4JdF0iG8fG

    #Kaçarlar #İran
    📌İran'da son Türk hanedanlığı: Kaçarlar ‼️İran toprakları yaklaşık bin yıl boyunca Türkler tarafından yönetildi. İran tarihi demek bir yerde Türk tarihi demekti; ama 1925 yılında Türkler, İran siyasetinden tasfiye edildikten sonra bir daha eski gücünü elde edemedi ✒️Mehmed Mazlum Çelik yazdı 📎https://t.co/4JdF0iG8fG #Kaçarlar #İran
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • ■ ATİNA VOYVODASI (VALİSİ) MEHMED EFENDİ (ATİNA, YUNANİSTAN), 1827
    ■ ATİNA VOYVODASI (VALİSİ) MEHMED EFENDİ (ATİNA, YUNANİSTAN), 1827
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • 100 bin kişilik Haçlı ordusuna karşı
    9 bin Osmanlı yiğidi.
    Unutulmaz zafer Kanije...

    1593'ten beri büyük Osmanlı - Almanya savaşı devam ediyordu. Müstakbel Alman İmparatoru Arşidük Ferdinand, Kanije kalesini almak için 1601'de, 100 bin kişilik bir ordu ve 47 büyük muhasara topu ile harekete geçti.

    Almanlar'dan başka, İtalyan, İspanyol, Fransız, Papalık askerlerinin de olduğu devasa Haçlı ordusu Kanije önlerine geldi.
    Kanije nerde derseniz Avusturya 'ya 50 km uzaklıkta diye tarif edeyim. Yani Avrupa'nın göbeği.

    Kaleyi savunan Tiryaki Hasan Paşa, 9 bin asker ile bu orduyu karşıladı. Haçlı ordusu günde bin ile iki bin arası gülle atarak Kanije surlarını dövmeye başladı.

    Kuşatma altındaki kalede barut tükendi. Barut yapımını bilen bir Yeniçeri sayesinde bir süre daha kendilerine yetecek barutu üretmeyi başardı kaledeki Osmanlı askeri.

    Tiryaki Hasan Paşa gerçekten kurt bir askerdi.
    Tam bir psikolojik savaş ustasıydı.

    Mesela ele geçen bazı esirlere, kalede bol miktarda yiyecek ve cephane olduğu hakkında yanlış bilgi edinmelerini sağlıyor, sonra bunların kaçmalarına izin veriyordu.

    Bu esirler Haçlı ordugahında bu haberleri veriyor ve bu haberler düşmanın psikolojik olarak umutsuzluğa düşmesine sebep oluyordu.

    Sadrazamın Osmanlı ordusu ile yardıma gelmek üzere olduğu, kalenin durumunun mükemmel olduğu ile ilgili mektupları şehit askerlerin koynuna koyuyordu.

    Aslında durum tam tersi idi. Sadrazam yardıma gelemiyordu. Kalede barut için ham madde kalmamıştı. Yiyecek sıkıntısı vardı. Kış gelmişti. Bir huruç harekâtı ile kuşatma yarılmazsa kale düşecekti. Kale yediği top gülleleri ile perişandı.

    68 gündür kuşatma devam ediyordu. O gün Kanije ovası kar ile kaplıydı. Haçlı ordusu soğuktan çadırlara ve tahta barakalarına sığınmıştı. Gece Tiryaki Hasan Paşa, Gazi Kara Ömer Ağa 'yı 800 askerle kaleden çıkarttı.

    Bu beklenmedik huruç harekâtıyla Haçlı ordugahı karıştı. Hasan Paşa, son barutunu harcadı ve güya kaleye varan Sadrazamın ordusunu selamladı. Bir yandan da mehter takımı yeri göğü inletiyordu.

    " Serdar Hazretleri yetmiştir" diye bağıran Osmanlı askerleri düşmanın psikolojisini gece karanlığında altüst etti.

    Haçlı ordusunun tüm ağırlıkları, yiyecek, cephane ve barutu, bütün toplar ilk hamlede ele geçirildi. Sadrazamın ordusunun baskınına uğradığını zanneden Haçlı ordusu, 18 bin ölü vererek kaçmaya başladı. Düşman ordugahı ele geçti.

    O gün öğleye kadar 30 bin Alman askeri daha düşmanı takibe çıkan Osmanlı birlikleri tarafından imha edildi. Alman imparatorluk ordusunun ancak küçük bir kısmı, Kanije 'nin 50 km ötesindeki Avusturya 'ya yani Alman topraklarına can alabildi.

    80 bin zaiyat veren Almanlar tek top ve tüfek götüremediler. Üzerlerinde imparatorluk armasının bulunduğu korkunç büyüklükte 47 muhasara topu,
    14 bin tüfek, 60 bin çadır, 14 bin kazma ve kürek ve binlerce araba dolusu yiyecek, ilaç, barut ve silah Osmanlıların eline geçti.

    En büyük ganimet Arşidük Ferdinand'ın otağındaydı. Bir altın ve bir gümüş taht, mücevherler, altınlar ve ordu hazinesi ele geçti. Alman Başkumandanı, gecelik kıyafetiyle kaçmıştı.

    Tiryaki Hasan Paşa, kısa bir hitabeden sonra Allah'a şükür olarak hemen oracıkta maiyetiyle beraber namaz kıldı.

    Tiryaki Hasan Paşa bu zaferle o yaşına kadar erişemediği vezirlik payesi ve Sultan 3. Mehmed Han'ın Hatt-ı Hümayun'u ile ödüllendirildi.

    Hasan Paşa sultanın Hatt-ı Hümayun'unu,
    'Bu kadarcık bir hizmet için Padişah bize vezirlik vermiş " diye okurken gözünden yaşlar akıyordu.

    Bildiğim bir şey varsa bu zaferi onlar kazanmış olsa filmlere, sinemalara konu edecekleri, kitaplar yazacakları, okullarda anlatacaklarıdır✓
    Ne Denirki✓
    Vatan Sevdalısı Kur'ân Sevdalısı Bütün Şehitlerimize Ve Vefat Edenlerimize Allah Rahmet Eylesin Mekânlarını Makâmlarını Cennet Eylesin Âmîn
    100 bin kişilik Haçlı ordusuna karşı 9 bin Osmanlı yiğidi. Unutulmaz zafer Kanije... 1593'ten beri büyük Osmanlı - Almanya savaşı devam ediyordu. Müstakbel Alman İmparatoru Arşidük Ferdinand, Kanije kalesini almak için 1601'de, 100 bin kişilik bir ordu ve 47 büyük muhasara topu ile harekete geçti. Almanlar'dan başka, İtalyan, İspanyol, Fransız, Papalık askerlerinin de olduğu devasa Haçlı ordusu Kanije önlerine geldi. Kanije nerde derseniz Avusturya 'ya 50 km uzaklıkta diye tarif edeyim. Yani Avrupa'nın göbeği. Kaleyi savunan Tiryaki Hasan Paşa, 9 bin asker ile bu orduyu karşıladı. Haçlı ordusu günde bin ile iki bin arası gülle atarak Kanije surlarını dövmeye başladı. Kuşatma altındaki kalede barut tükendi. Barut yapımını bilen bir Yeniçeri sayesinde bir süre daha kendilerine yetecek barutu üretmeyi başardı kaledeki Osmanlı askeri. Tiryaki Hasan Paşa gerçekten kurt bir askerdi. Tam bir psikolojik savaş ustasıydı. Mesela ele geçen bazı esirlere, kalede bol miktarda yiyecek ve cephane olduğu hakkında yanlış bilgi edinmelerini sağlıyor, sonra bunların kaçmalarına izin veriyordu. Bu esirler Haçlı ordugahında bu haberleri veriyor ve bu haberler düşmanın psikolojik olarak umutsuzluğa düşmesine sebep oluyordu. Sadrazamın Osmanlı ordusu ile yardıma gelmek üzere olduğu, kalenin durumunun mükemmel olduğu ile ilgili mektupları şehit askerlerin koynuna koyuyordu. Aslında durum tam tersi idi. Sadrazam yardıma gelemiyordu. Kalede barut için ham madde kalmamıştı. Yiyecek sıkıntısı vardı. Kış gelmişti. Bir huruç harekâtı ile kuşatma yarılmazsa kale düşecekti. Kale yediği top gülleleri ile perişandı. 68 gündür kuşatma devam ediyordu. O gün Kanije ovası kar ile kaplıydı. Haçlı ordusu soğuktan çadırlara ve tahta barakalarına sığınmıştı. Gece Tiryaki Hasan Paşa, Gazi Kara Ömer Ağa 'yı 800 askerle kaleden çıkarttı. Bu beklenmedik huruç harekâtıyla Haçlı ordugahı karıştı. Hasan Paşa, son barutunu harcadı ve güya kaleye varan Sadrazamın ordusunu selamladı. Bir yandan da mehter takımı yeri göğü inletiyordu. " Serdar Hazretleri yetmiştir" diye bağıran Osmanlı askerleri düşmanın psikolojisini gece karanlığında altüst etti. Haçlı ordusunun tüm ağırlıkları, yiyecek, cephane ve barutu, bütün toplar ilk hamlede ele geçirildi. Sadrazamın ordusunun baskınına uğradığını zanneden Haçlı ordusu, 18 bin ölü vererek kaçmaya başladı. Düşman ordugahı ele geçti. O gün öğleye kadar 30 bin Alman askeri daha düşmanı takibe çıkan Osmanlı birlikleri tarafından imha edildi. Alman imparatorluk ordusunun ancak küçük bir kısmı, Kanije 'nin 50 km ötesindeki Avusturya 'ya yani Alman topraklarına can alabildi. 80 bin zaiyat veren Almanlar tek top ve tüfek götüremediler. Üzerlerinde imparatorluk armasının bulunduğu korkunç büyüklükte 47 muhasara topu, 14 bin tüfek, 60 bin çadır, 14 bin kazma ve kürek ve binlerce araba dolusu yiyecek, ilaç, barut ve silah Osmanlıların eline geçti. En büyük ganimet Arşidük Ferdinand'ın otağındaydı. Bir altın ve bir gümüş taht, mücevherler, altınlar ve ordu hazinesi ele geçti. Alman Başkumandanı, gecelik kıyafetiyle kaçmıştı. Tiryaki Hasan Paşa, kısa bir hitabeden sonra Allah'a şükür olarak hemen oracıkta maiyetiyle beraber namaz kıldı. Tiryaki Hasan Paşa bu zaferle o yaşına kadar erişemediği vezirlik payesi ve Sultan 3. Mehmed Han'ın Hatt-ı Hümayun'u ile ödüllendirildi. Hasan Paşa sultanın Hatt-ı Hümayun'unu, 'Bu kadarcık bir hizmet için Padişah bize vezirlik vermiş " diye okurken gözünden yaşlar akıyordu. Bildiğim bir şey varsa bu zaferi onlar kazanmış olsa filmlere, sinemalara konu edecekleri, kitaplar yazacakları, okullarda anlatacaklarıdır✓ Ne Denirki✓ Vatan Sevdalısı Kur'ân Sevdalısı Bütün Şehitlerimize Ve Vefat Edenlerimize Allah Rahmet Eylesin Mekânlarını Makâmlarını Cennet Eylesin Âmîn
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Topkapı Sarayı’nda Fatih Sultan Mehmed’in kullandığı Has Oda’nın kubbesi. Hz. Peygamber’e (SAV) ait Hırka-i Saadet’in muhafaza edildiği oda, Osmanlı kubbe mimarisinin en özel örneklerinden birine sahip
    Topkapı Sarayı’nda Fatih Sultan Mehmed’in kullandığı Has Oda’nın kubbesi. Hz. Peygamber’e (SAV) ait Hırka-i Saadet’in muhafaza edildiği oda, Osmanlı kubbe mimarisinin en özel örneklerinden birine sahip✨
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Some of the arches (which were 100 in total) erected in Salaniq (then Turkish Uthmani Empire , today's Greece ) to welcome Sultan Mehmed V Rashad during his visit in early June 1911.
    Some of the arches (which were 100 in total) erected in Salaniq (then Turkish Uthmani Empire 🇹🇷, today's Greece ) to welcome Sultan Mehmed V Rashad during his visit in early June 1911.
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Osmanlı Medresesi, Atina Yunanistan
    Evliya Çelebi'nin anlatımına göre, Atina'da bulunan bir medrese ile ilgili detaylar verilmektedir. Medresenin Roma Agorası yakınında olduğu belirtilmekte ve 1133'te (1721) Hacı Mehmed adında bir kişi tarafından inşa edildiği bilinmektedir.
    Medrese, ikinci kat ilavesiyle bir süre hapishane olarak kullanılmış, 1914'te kısmen yıkılmış ve sadece cümle kapısının korunduğu ifade edilmektedir.
    Medresenin planının pek muntazam olmadığı, kubbeli ve bacalı hücrelerin L biçiminde bir avlu etrafında sıralandığı, hücrelerin önünde kubbeli ve sütunlu revaklar bulunduğu belirtilmektedir. Ayrıca, revakların sütun başlıklarının yapının XVIII. yüzyıla ait olduğunu gösterdiği vurgulanmaktadır.
    Cümle kapısının ise ince köşe sütunları, rozetler, burmalı silmeler ve kabartma olarak işlenmiş kandil ve servi motifleriyle süslendiği ifade edilmektedir.
    Osmanlı Medresesi, Atina Yunanistan 💠Evliya Çelebi'nin anlatımına göre, Atina'da bulunan bir medrese ile ilgili detaylar verilmektedir. Medresenin Roma Agorası yakınında olduğu belirtilmekte ve 1133'te (1721) Hacı Mehmed adında bir kişi tarafından inşa edildiği bilinmektedir. 💠Medrese, ikinci kat ilavesiyle bir süre hapishane olarak kullanılmış, 1914'te kısmen yıkılmış ve sadece cümle kapısının korunduğu ifade edilmektedir. 💠Medresenin planının pek muntazam olmadığı, kubbeli ve bacalı hücrelerin L biçiminde bir avlu etrafında sıralandığı, hücrelerin önünde kubbeli ve sütunlu revaklar bulunduğu belirtilmektedir. Ayrıca, revakların sütun başlıklarının yapının XVIII. yüzyıla ait olduğunu gösterdiği vurgulanmaktadır. 💠Cümle kapısının ise ince köşe sütunları, rozetler, burmalı silmeler ve kabartma olarak işlenmiş kandil ve servi motifleriyle süslendiği ifade edilmektedir.
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • ■ OSMANLI DÖNEMİNDE İSTANBUL RAMAZANLARI, 1900

    [Ahmet Ragıp Bey 1900'lerdeki İstanbul Ramazanlarını anlatıyor]:

    "Eski Ramazanlarda bilhassa İstanbul'un göze çarpan beş hususiyeti vardı: Teravih namazı, mahyalar, Hırka-i Saadeti ziyaret. iftar âlemleri, Beyazıt sergisi..

    TERAVİHLER

    Ramazanın manevî ağırlık merkezi, şeref şatafı teravihtir. İftardan sonra evlerde, konaklarda teravih hazırlığı başlar. Herkeste bir neş'e, herkeste bir sevinç.. Şakır şakır abdestler alınır, irili ufaklı cam veya muşamba fenerler hazırlanır, güle oynaya camilerin yolu tutulur. Bu esnada o muazzam camiler kapılarına kadar tıklım tıklım dolmuştur. Vükelâ, vüzera veya halli vakitli konaklarda Ramazan imamları, hoş elhan müezzinler tutulurdu.

    İftardan sonra teravihi burada kılmak isteyenler kalır, lokma ettikten sonra çıkıp gitmek isteyenleri kâhya efendi veya uşaklar kapıda uğurlarlardı. Eski İstanbul'da Ramazanlarda en şa'şaalı, en debdebeli ve en ruhaniyetli teravih namazları selâtin camilerinde kılınırdı. Eyüpsultan, Fatih, Şehzade, Süleymaniye, Beyazıt, Lâleli, Nuruosmaniye, Sultanahmet, Yenicami, karşı tarafta Üsküdar Yenicamii, iskele başındaki Mihrimah camii minel bab ilel mihrab mü'minlerle dolup taşardı.

    Filhakika Ramazanlarda geceler gündüz, dideler de rûşen olurdu. Gündüzleri daireler, mektepler tatil edilir, cümle âlem Eshab-ı Kehf uykusuna dalardı. İkindiden sonra yavaş yavaş bir kımıldama başlar, dilde zikir, elde tesbih cami cami dolaşılırdı. İftarla beraber gözlerin feri gelir, mideler cilâlanır, teravihin son rek'ati kılındımı, füze gibi kendini sokağa fırlatan fırlatana..

    DİREKLERARASI

    İstanbul'un bir Şehzadebaşı'sı, bir Direklerarası vardı ki, doğrusunu isterseniz Ramazan demek Şehzadebaşı ve Direklerarası demekti. Bu semtin bu nam ile meşhur olması, Kanuni Sultan Süleyman'ın sevgili şehzadesi Sultan Mehmed namına yaptırdığı büyük mabedin orada bulunmasındandır.

    Şehzadebaşı eski üniversitemiz olan Mısırlı Zeynep Hanımefendi'nin konağından başlar, Saraçhane karakolunda biterdi. Bu caddenin ilk kısmına Direklerarası, ikinci kısmına Şehzadebaşı, üçüncü kısmına Saraçhane derler.

    Caddenin en pitoresk tarafını, sıra sıra sütunlarla revaklarla süslenmiş olan Direklerarası kısmı teşkil ederdi. Cadde zaten baştanbaşa tarihtir, bir ucu Viyana'ya kadar dayanır. Tuna boylarına sefer eden heybetli ordularımızın, üç tuğlu, beş tuğlu vezirlerimizin ihtişamlı geçişlerine kaç kereler şahit olmuştur, bu caddenin taşı toprağı.. Tarih sevgisiyle şöyle bir kulak verseniz, mehter seslerinin aksettiğini duyarsınız.. Yeniçeri bölüklerinin oturdukları yerlere oda derler. Bu odalardan bir büyük gurup Sofular'daki Etmeydanı'nda idi. Bunlara Yeni odalar derlerdi. İkinci gurup işte bu lâfını ettiğimiz Direklerarası'nda yerleşmişti. Bunlara da Eski odalar derlerdi. Üçüncü gurup Vezneciler'le Çukurçeşme arasında idi. Acemi eğitimi yapanlara mahsustu buraları.

    ŞEHZADEBAŞI

    Şehzadebaşı bayağı günlerde de oldukça canlı, kibar, ağır başlı bir semtti. Fakat asıl büyük şöhretini Ramazanlarda yapardı. Şehir sanki kâmete kalkar, en uzak semtlerden gelenler soluğu burada alır, camilerin kapıları sanki buraya açılırdı. Gerçi Tophane, Arapcamii, Küçükpazar, Ayasofya, Beyazıt semtlerinin en kenar köşe mahallelerinde bile bir hareket görülürse de, dinamonun büyüğü Şehzadebaşı'nda çalışır, burası bir insan mahşeri ve meşheri haline gelirdi. Bugün İstanbul'un hiç bir cadde ve meydanında buna benzer bir kalabalık göremezsiniz. Bu devre yetişemiyenler Şehzadebaşı'nın Ramazan hayatı hakkında ne yazsak, ne söylesek hiç bir fikir edinemezler. Ara sıra ayağım buraya düştükçe o mahşer, o insan seli buraya nasıl sığardı diye hayretten kendimi alamam.

    Ramazan piyasası ilk akşamın teravihinden sonra başlardı. Galata köprüsünden boşalan arabalar, faytonlar, kupalar, lândonlar, saray ve konak arabaları konvoy teşkil ederek Beyazıt'a çıkarlar, Mürekkepçiler önünden kıvrılarak Vezneciler'e girerlerdi. Unkapanı köprüsünden geçenler Zeyrek'ten Vefa'ya tırmanırlar, Şehzade camiinin yanında Direklerarası'na dökülürlerdi. Muhteşem İslâm mabedinin minareleri arasına kurulan zarif mahyalar bu esnada pırıl pırıl yanmakta, sanki göklerden nurlar saçmakta, dükkânların önüne asılan koca koca fanuslarla cadde boydan boya aydınlanmakta idi.

    CİNS ATLI ARABALAR

    Bu daracık sokaklarda sanatlarında usta, üstelik çok terbiyeli neftî renk elbiseli konak arabacıları dev gibi Macar kadanalarının (cins atlatının) çektikleri vâsıtaları en mâhir bir trafik memuru kadar kimseyi incitmeden sevk ve idare etmesini bilirler, korna olmadığından, "Destur, destur!" nidalarıyla halkı ikaz ederlerdi.

    CADDELERDE İZDİHAM

    Her yaştan, her sınıftan genç ve ihtiyar kadın-erkek yanaşık nizamda, binbir ayak bir ayak haline gelmiş.. Elhasıl velkelâm sökülmez geçilmez bir izdiham!.. Çaylarının nefasetiyle en müşkülpesentleri dahi memnun eden çayhanelerde semaverler fokur fokur kaynar, bu küçücük kulüplerde daha ziyade şehrin irfan sîmaları, edip ve şairleri oturup sohbet ederlerdi.

    Boydan boya med ve cezir halinde olan caddede iki adımda bir saz faslına tesadüf etmek mümkünse de en ağırbaşlısını, yarı resmîsini Darüttalim-i Musiki'nin salonu teşkil ederdi. Çeşit çeşit tiyatrolar, karagözler ve semai kahveleri de her sınıf halka ayrı bir canlılık verirdi. Zevk ve tarab, cümbüş ve safa, çengi çigane bu minval üzere durmadan dinlenmeden sahura kadar devam eder, davul gümbürtüleri ve sahur toplariyle evli evine köylü köyüne dönerdi.."
    ■ OSMANLI DÖNEMİNDE İSTANBUL RAMAZANLARI, 1900 ❤️ [Ahmet Ragıp Bey 1900'lerdeki İstanbul Ramazanlarını anlatıyor]: "Eski Ramazanlarda bilhassa İstanbul'un göze çarpan beş hususiyeti vardı: Teravih namazı, mahyalar, Hırka-i Saadeti ziyaret. iftar âlemleri, Beyazıt sergisi.. TERAVİHLER Ramazanın manevî ağırlık merkezi, şeref şatafı teravihtir. İftardan sonra evlerde, konaklarda teravih hazırlığı başlar. Herkeste bir neş'e, herkeste bir sevinç.. Şakır şakır abdestler alınır, irili ufaklı cam veya muşamba fenerler hazırlanır, güle oynaya camilerin yolu tutulur. Bu esnada o muazzam camiler kapılarına kadar tıklım tıklım dolmuştur. Vükelâ, vüzera veya halli vakitli konaklarda Ramazan imamları, hoş elhan müezzinler tutulurdu. İftardan sonra teravihi burada kılmak isteyenler kalır, lokma ettikten sonra çıkıp gitmek isteyenleri kâhya efendi veya uşaklar kapıda uğurlarlardı. Eski İstanbul'da Ramazanlarda en şa'şaalı, en debdebeli ve en ruhaniyetli teravih namazları selâtin camilerinde kılınırdı. Eyüpsultan, Fatih, Şehzade, Süleymaniye, Beyazıt, Lâleli, Nuruosmaniye, Sultanahmet, Yenicami, karşı tarafta Üsküdar Yenicamii, iskele başındaki Mihrimah camii minel bab ilel mihrab mü'minlerle dolup taşardı. Filhakika Ramazanlarda geceler gündüz, dideler de rûşen olurdu. Gündüzleri daireler, mektepler tatil edilir, cümle âlem Eshab-ı Kehf uykusuna dalardı. İkindiden sonra yavaş yavaş bir kımıldama başlar, dilde zikir, elde tesbih cami cami dolaşılırdı. İftarla beraber gözlerin feri gelir, mideler cilâlanır, teravihin son rek'ati kılındımı, füze gibi kendini sokağa fırlatan fırlatana.. DİREKLERARASI İstanbul'un bir Şehzadebaşı'sı, bir Direklerarası vardı ki, doğrusunu isterseniz Ramazan demek Şehzadebaşı ve Direklerarası demekti. Bu semtin bu nam ile meşhur olması, Kanuni Sultan Süleyman'ın sevgili şehzadesi Sultan Mehmed namına yaptırdığı büyük mabedin orada bulunmasındandır. Şehzadebaşı eski üniversitemiz olan Mısırlı Zeynep Hanımefendi'nin konağından başlar, Saraçhane karakolunda biterdi. Bu caddenin ilk kısmına Direklerarası, ikinci kısmına Şehzadebaşı, üçüncü kısmına Saraçhane derler. Caddenin en pitoresk tarafını, sıra sıra sütunlarla revaklarla süslenmiş olan Direklerarası kısmı teşkil ederdi. Cadde zaten baştanbaşa tarihtir, bir ucu Viyana'ya kadar dayanır. Tuna boylarına sefer eden heybetli ordularımızın, üç tuğlu, beş tuğlu vezirlerimizin ihtişamlı geçişlerine kaç kereler şahit olmuştur, bu caddenin taşı toprağı.. Tarih sevgisiyle şöyle bir kulak verseniz, mehter seslerinin aksettiğini duyarsınız.. Yeniçeri bölüklerinin oturdukları yerlere oda derler. Bu odalardan bir büyük gurup Sofular'daki Etmeydanı'nda idi. Bunlara Yeni odalar derlerdi. İkinci gurup işte bu lâfını ettiğimiz Direklerarası'nda yerleşmişti. Bunlara da Eski odalar derlerdi. Üçüncü gurup Vezneciler'le Çukurçeşme arasında idi. Acemi eğitimi yapanlara mahsustu buraları. ŞEHZADEBAŞI Şehzadebaşı bayağı günlerde de oldukça canlı, kibar, ağır başlı bir semtti. Fakat asıl büyük şöhretini Ramazanlarda yapardı. Şehir sanki kâmete kalkar, en uzak semtlerden gelenler soluğu burada alır, camilerin kapıları sanki buraya açılırdı. Gerçi Tophane, Arapcamii, Küçükpazar, Ayasofya, Beyazıt semtlerinin en kenar köşe mahallelerinde bile bir hareket görülürse de, dinamonun büyüğü Şehzadebaşı'nda çalışır, burası bir insan mahşeri ve meşheri haline gelirdi. Bugün İstanbul'un hiç bir cadde ve meydanında buna benzer bir kalabalık göremezsiniz. Bu devre yetişemiyenler Şehzadebaşı'nın Ramazan hayatı hakkında ne yazsak, ne söylesek hiç bir fikir edinemezler. Ara sıra ayağım buraya düştükçe o mahşer, o insan seli buraya nasıl sığardı diye hayretten kendimi alamam. Ramazan piyasası ilk akşamın teravihinden sonra başlardı. Galata köprüsünden boşalan arabalar, faytonlar, kupalar, lândonlar, saray ve konak arabaları konvoy teşkil ederek Beyazıt'a çıkarlar, Mürekkepçiler önünden kıvrılarak Vezneciler'e girerlerdi. Unkapanı köprüsünden geçenler Zeyrek'ten Vefa'ya tırmanırlar, Şehzade camiinin yanında Direklerarası'na dökülürlerdi. Muhteşem İslâm mabedinin minareleri arasına kurulan zarif mahyalar bu esnada pırıl pırıl yanmakta, sanki göklerden nurlar saçmakta, dükkânların önüne asılan koca koca fanuslarla cadde boydan boya aydınlanmakta idi. CİNS ATLI ARABALAR Bu daracık sokaklarda sanatlarında usta, üstelik çok terbiyeli neftî renk elbiseli konak arabacıları dev gibi Macar kadanalarının (cins atlatının) çektikleri vâsıtaları en mâhir bir trafik memuru kadar kimseyi incitmeden sevk ve idare etmesini bilirler, korna olmadığından, "Destur, destur!" nidalarıyla halkı ikaz ederlerdi. CADDELERDE İZDİHAM Her yaştan, her sınıftan genç ve ihtiyar kadın-erkek yanaşık nizamda, binbir ayak bir ayak haline gelmiş.. Elhasıl velkelâm sökülmez geçilmez bir izdiham!.. Çaylarının nefasetiyle en müşkülpesentleri dahi memnun eden çayhanelerde semaverler fokur fokur kaynar, bu küçücük kulüplerde daha ziyade şehrin irfan sîmaları, edip ve şairleri oturup sohbet ederlerdi. Boydan boya med ve cezir halinde olan caddede iki adımda bir saz faslına tesadüf etmek mümkünse de en ağırbaşlısını, yarı resmîsini Darüttalim-i Musiki'nin salonu teşkil ederdi. Çeşit çeşit tiyatrolar, karagözler ve semai kahveleri de her sınıf halka ayrı bir canlılık verirdi. Zevk ve tarab, cümbüş ve safa, çengi çigane bu minval üzere durmadan dinlenmeden sahura kadar devam eder, davul gümbürtüleri ve sahur toplariyle evli evine köylü köyüne dönerdi.."
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • İtalya'da 3 asırlık Türk Festivali ve Türk köyü.
    İtalya Avusturya sınırında yer alan Moena, bir İtalyan köyüdür. Alp dağları Avusturya sınırında yer alan köy, günümüzde bir kayak merkezi olarak tanınmaktadır.
    Moena köyü ve bu köydeki 323 yıldır süregelen Türk kültürü. El Turco.
    Moena, yaz aylarında 3 bin kış aylarında ise 20 bine yaklaşan nüfusuyla kış turizmi oldukça popülerdir . Köy sakinleri Ağustos’un 19 ve 21'i arasında yapılan ‘Türkiye Festivali de kalabalık olur.

    2. Viyana Kuşatması sonrası kasabaya sığınan yeniçeri "Balaban Hasan"ı anmak için 300 yılı aşkın bir süredir düzenlenen Türk Festivali her yıl renkli görüntülere sahne olur.

    Moena Festivali , “Festa de Turchia”düzenlenmektedir ve Eski osmanlı Türk milli kıyafetleri içerisinde, ellerinde ay yıldızlı bayraklarla sokaklara dökülürler. Köyün meydanında ay yıldızlı kaide üzerinde bir yeniçeri büstü bulunmaktadır.

    Yeniçeri Hasan, IV. Mehmed döneminde yaşamış, başarılı bir Osmanlı istihbarat subayıdır. Rusça’nın yanında, İtalyanca ve İspanyolca da bilen Balaban, Roma, Berlin, Viyana ve Venedik gibi dönemin büyük şehirlerine defalarca görev yapmış. Osmanlı’ya istihbarat sağlamış.
    Kılık değiştirmekte usta olan Balaban Hasan, bir gün yine bir görev alır. Viyana’da bulunan on iki Türk ajanından uzun bir süre haber alınamadığından, Balaban Hasan neler olup bittiğini bir an önce öğrenip geri gelmek zorundadır. Balaban Hasan görev için gerekli hazırlıkları yaparken, Kara Mustafa Paşa da Kanuni zamanında fethi yarım kalan Viyana’yı ikinci kez kuşatmak amacındadır. Ancak durumu padişaha zamanında açamamış.
    Bunun üzerine Balaban, Sadrazam Kara Mustafa Paşa‘ya haddi olmadığı halde bir an önce Viyana’nın kuşatılması, ne kadar geç kalınırsa kuşatmanın o kadar zor olacağı hususunda öğüt vermeye kalkar.
    Köpüren Sadrazam, Balaban’ın idam edilmesini emreder; ancak o bir yolunu bulup kaçmayı başarır.

    Olaydan sonra Balaban, Avrupa’da II.Viyana dahil bir çok yerde gizlice Osmanlı askerleri içine karışarak savaşır. Girdiği bir mücadelede ağır yaralanır, atına atlayarak bilmediği bir yere doğru gider ve Moena köyüne varır.
    Ölmek üzere olan bu Yeniçeri askeri, köylüler tarafından tedavi edilir. İyileşince de köyden bir kızla evlenir. Kasaba halkının ‘El Turco’ adını verdiği subay, o dönem dukalığın halktan istediği haksız vergilere karşı köyü ayaklandırır ve korur.
    Osmanlı’dan idam cezası alan, Balaban artık gidebileceği bir yeri olmadığını bilmenin hüznüyle bu köyü kendi köyü beller. Zamanla hem köy halkı onu benimser hem de o bu köyü.
    İtalya'da 3 asırlık Türk Festivali ve Türk köyü. İtalya Avusturya sınırında yer alan Moena, bir İtalyan köyüdür. Alp dağları Avusturya sınırında yer alan köy, günümüzde bir kayak merkezi olarak tanınmaktadır. Moena köyü ve bu köydeki 323 yıldır süregelen Türk kültürü. El Turco. Moena, yaz aylarında 3 bin kış aylarında ise 20 bine yaklaşan nüfusuyla kış turizmi oldukça popülerdir . Köy sakinleri Ağustos’un 19 ve 21'i arasında yapılan ‘Türkiye Festivali de kalabalık olur. 2. Viyana Kuşatması sonrası kasabaya sığınan yeniçeri "Balaban Hasan"ı anmak için 300 yılı aşkın bir süredir düzenlenen Türk Festivali her yıl renkli görüntülere sahne olur. Moena Festivali , “Festa de Turchia”düzenlenmektedir ve Eski osmanlı Türk milli kıyafetleri içerisinde, ellerinde ay yıldızlı bayraklarla sokaklara dökülürler. Köyün meydanında ay yıldızlı kaide üzerinde bir yeniçeri büstü bulunmaktadır. Yeniçeri Hasan, IV. Mehmed döneminde yaşamış, başarılı bir Osmanlı istihbarat subayıdır. Rusça’nın yanında, İtalyanca ve İspanyolca da bilen Balaban, Roma, Berlin, Viyana ve Venedik gibi dönemin büyük şehirlerine defalarca görev yapmış. Osmanlı’ya istihbarat sağlamış. Kılık değiştirmekte usta olan Balaban Hasan, bir gün yine bir görev alır. Viyana’da bulunan on iki Türk ajanından uzun bir süre haber alınamadığından, Balaban Hasan neler olup bittiğini bir an önce öğrenip geri gelmek zorundadır. Balaban Hasan görev için gerekli hazırlıkları yaparken, Kara Mustafa Paşa da Kanuni zamanında fethi yarım kalan Viyana’yı ikinci kez kuşatmak amacındadır. Ancak durumu padişaha zamanında açamamış. Bunun üzerine Balaban, Sadrazam Kara Mustafa Paşa‘ya haddi olmadığı halde bir an önce Viyana’nın kuşatılması, ne kadar geç kalınırsa kuşatmanın o kadar zor olacağı hususunda öğüt vermeye kalkar. Köpüren Sadrazam, Balaban’ın idam edilmesini emreder; ancak o bir yolunu bulup kaçmayı başarır. Olaydan sonra Balaban, Avrupa’da II.Viyana dahil bir çok yerde gizlice Osmanlı askerleri içine karışarak savaşır. Girdiği bir mücadelede ağır yaralanır, atına atlayarak bilmediği bir yere doğru gider ve Moena köyüne varır. Ölmek üzere olan bu Yeniçeri askeri, köylüler tarafından tedavi edilir. İyileşince de köyden bir kızla evlenir. Kasaba halkının ‘El Turco’ adını verdiği subay, o dönem dukalığın halktan istediği haksız vergilere karşı köyü ayaklandırır ve korur. Osmanlı’dan idam cezası alan, Balaban artık gidebileceği bir yeri olmadığını bilmenin hüznüyle bu köyü kendi köyü beller. Zamanla hem köy halkı onu benimser hem de o bu köyü.
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
Arama Sonuçları