Şehzade Cihangir (1531-1553) ve Camisi (1559)
Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın beşinci oğlu.
Hastalığı sebebiyle sancağa çıkarılmamış, az sayıda sefere katılmış, ruhen, duygusal bir karakter; fiziksel olarak da zayıf doğuştan kambur bir can idi. Hattat ve Zarîfî mahlasını kullanan bir şairdi.
Sultan Süleyman onu bir sırdaş gibi yanında bulundurmuş, fiziksel engeline rağmen, cesaret ve ferasetini anlamış ve değer vermiştir. Ona "cihanı sırtında taşıyan" anlamına gelen Cihangir ismini vermiştir.
Cihangir, çok sevdiği abisi Şehzade Mustafa'nın infazı sonrası bunalıma girerek akli dengesini kaybetmiş ve aynı yıl Halep seferi esnasında vefat etmiştir. (Şehzade Mustafa'nın boğdurulduğu esnada, onun da babasının yanında, çadırda olduğu, olayı en yakından yaşayan kişilerden biri olduğu, Bu travmanın, onun ruhunda büyük bir hasar bıraktığı, idam sonrası melankolik dengesiz ruhi bunalımlara gark olduğu çeşitli kaynaklardan yazılmıştır.)
Şehzade Cihangir'in çok genç yaşta ölmesi üzerine Süleyman, Saraydan çok güzel görünen ve İstanbul'a hakim bu tepenin üzerinde, 1559-1560'ta, Mimar Sinan'a Cihangir Camiini inşa ettirdi.
Caminin yapıldığı, Kuzeyde Taksim Meydanından, güneyde dik yokuş ve merdivenlerle Salıpazarı ve Fındıklı'ya inilen tepe yamaçlarına dek uzanan semtin adı da Cihangir olarak kalmıştır.
İlk yapılan Cihangir Camii, kare planlı, tek kubbeli ve tek minareli küçük bir mabeddir. Montagu B.Dunn'a ait 1855 tarihli bir çizimini ilk görsele ekledim. Cami, tarihi içinde beş yangın geçirmiş ve her seferinde yenilenmiştir.
1890'da II. Abdülhamid tarafından yeniden yaptırılan bugünkü cami de tek kubbeli ve kare planlıdır. Üç bölümlü son cemaat yerinin iki köşesinde iki minaresi vardır. Mimar Sinan’ın Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii’nde başlattığı bir mimari tasarım ve strüktür, 19. yüzyılın sonlarında bu yapıda da uygulanmıştır. Sadabat, Dolmabahçe, Ortaköy camiilerine de benzer mimari görünümdedir. Bu tasarımda kubbe dört köşeye oturtulmuş olduğundan duvarlar taşıyıcı özelliklerini kısmen kaybetmiş, böylece çok sayıda pencere açılabilmiş ve özellikle üst kısımlarda yelpaze biçimi yayılan pencere düzeni gerçekleştirilebilmiştir. Bugünkü yapının mimarının kim olduğu hakkında kesin bilgi yoktur. Son yıllarda mimar için Sarkis Balyan adı söylenmekteyse de 1878 yılında devlet başmimarı unvanını alan Sarkis’in ve mensubu olduğu mimar ailesinin eserlerini içeren listelerde Cihangir Camii adına rastlanmaması bu bilginin ihtiyatla karşılanmasını gerektirir.
Cihangir Camii gerek planlanması gerekse süslemeleriyle gayet ölçülü bir eserdir. İçerideki kalem işleri büyük ölçüde devrinin özelliklerini korumaktadır. Caminin sade, gösterişten uzak süslemeleri ve tasarım sadeliğine karşın, 19. yy. daki batılılaşma etkileri cephe süslemelerinde dönemin bir karakteristiği olarak barok, rokoko, neoklasik, ampir süslemeler ile kendini göstermiştir.
Mimarinin yanısıra, Caminin manzarası da muhteşemdir.
Şehzade Cihangir (1531-1553) ve Camisi (1559)
Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın beşinci oğlu.
Hastalığı sebebiyle sancağa çıkarılmamış, az sayıda sefere katılmış, ruhen, duygusal bir karakter; fiziksel olarak da zayıf doğuştan kambur bir can idi. Hattat ve Zarîfî mahlasını kullanan bir şairdi.
Sultan Süleyman onu bir sırdaş gibi yanında bulundurmuş, fiziksel engeline rağmen, cesaret ve ferasetini anlamış ve değer vermiştir. Ona "cihanı sırtında taşıyan" anlamına gelen Cihangir ismini vermiştir.
Cihangir, çok sevdiği abisi Şehzade Mustafa'nın infazı sonrası bunalıma girerek akli dengesini kaybetmiş ve aynı yıl Halep seferi esnasında vefat etmiştir. (Şehzade Mustafa'nın boğdurulduğu esnada, onun da babasının yanında, çadırda olduğu, olayı en yakından yaşayan kişilerden biri olduğu, Bu travmanın, onun ruhunda büyük bir hasar bıraktığı, idam sonrası melankolik dengesiz ruhi bunalımlara gark olduğu çeşitli kaynaklardan yazılmıştır.)
Şehzade Cihangir'in çok genç yaşta ölmesi üzerine Süleyman, Saraydan çok güzel görünen ve İstanbul'a hakim bu tepenin üzerinde, 1559-1560'ta, Mimar Sinan'a Cihangir Camiini inşa ettirdi.
Caminin yapıldığı, Kuzeyde Taksim Meydanından, güneyde dik yokuş ve merdivenlerle Salıpazarı ve Fındıklı'ya inilen tepe yamaçlarına dek uzanan semtin adı da Cihangir olarak kalmıştır.
İlk yapılan Cihangir Camii, kare planlı, tek kubbeli ve tek minareli küçük bir mabeddir. Montagu B.Dunn'a ait 1855 tarihli bir çizimini ilk görsele ekledim. Cami, tarihi içinde beş yangın geçirmiş ve her seferinde yenilenmiştir.
1890'da II. Abdülhamid tarafından yeniden yaptırılan bugünkü cami de tek kubbeli ve kare planlıdır. Üç bölümlü son cemaat yerinin iki köşesinde iki minaresi vardır. Mimar Sinan’ın Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii’nde başlattığı bir mimari tasarım ve strüktür, 19. yüzyılın sonlarında bu yapıda da uygulanmıştır. Sadabat, Dolmabahçe, Ortaköy camiilerine de benzer mimari görünümdedir. Bu tasarımda kubbe dört köşeye oturtulmuş olduğundan duvarlar taşıyıcı özelliklerini kısmen kaybetmiş, böylece çok sayıda pencere açılabilmiş ve özellikle üst kısımlarda yelpaze biçimi yayılan pencere düzeni gerçekleştirilebilmiştir. Bugünkü yapının mimarının kim olduğu hakkında kesin bilgi yoktur. Son yıllarda mimar için Sarkis Balyan adı söylenmekteyse de 1878 yılında devlet başmimarı unvanını alan Sarkis’in ve mensubu olduğu mimar ailesinin eserlerini içeren listelerde Cihangir Camii adına rastlanmaması bu bilginin ihtiyatla karşılanmasını gerektirir.
Cihangir Camii gerek planlanması gerekse süslemeleriyle gayet ölçülü bir eserdir. İçerideki kalem işleri büyük ölçüde devrinin özelliklerini korumaktadır. Caminin sade, gösterişten uzak süslemeleri ve tasarım sadeliğine karşın, 19. yy. daki batılılaşma etkileri cephe süslemelerinde dönemin bir karakteristiği olarak barok, rokoko, neoklasik, ampir süslemeler ile kendini göstermiştir.
Mimarinin yanısıra, Caminin manzarası da muhteşemdir.