• Katar’ın başkenti Doha’da Hamas Siyasi Büro Başkanı Heniyye için düzenlenen cenaze törenine Türkiye’den üst düzey katılım sağlandı

    Cenaze törenine, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz, Dışişleri Bakanı Fidan ve milletvekilleri katıldı https://www.aa.com.tr/tr/pg/foto-galeri/hamas-siyasi-buro-baskani-heniyyenin-cenaze-toreni
    Katar’ın başkenti Doha’da Hamas Siyasi Büro Başkanı Heniyye için düzenlenen cenaze törenine Türkiye’den üst düzey katılım sağlandı Cenaze törenine, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz, Dışişleri Bakanı Fidan ve milletvekilleri katıldı https://www.aa.com.tr/tr/pg/foto-galeri/hamas-siyasi-buro-baskani-heniyyenin-cenaze-toreni
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • MUCİTLERİMİZİN BAŞINA GELENLER

    Mucitlerimiz ya gaflet ve cehalet veya ihanete maruz kaldılar :

    1580'de Takiyuddin Marufi, 1632 de Hezar-Fen, 1633 de Lagari Hasan, 1941 de Nuri Demirağ, 1949 da Nuri Killigil, 1963'de Nedim Çakmak...
    1992'de Osman İzgi.

    Öne çıkan bu mucitlerin eserlerine kimi zaman Devlet Başkanları, kimi zaman hantal bürokrasi ve mevzuat engel olmuştur.

    1580 TAKİYUDDİN MARUFİ
    Bu gün Galatasaray Lisesinin olduğu yerde 3. Murat'ın izni ile 1577 de Takiyuddin Rasathanesini kurar.
    Marufi, trigonometri, sinüs, kosinüs, tanjant ve kontanjantın tanımlarını yapmış ve cetvellerini hazırlamıştır. Trigonometrik fonksiyonların kesirlerini ilk defa ondalık kesirler ile göstermiş ve birer derecelik fasılalarla 1 dereceden 90 dereceye kadar hesaplanmış sinüs ve tanjant tabloları hazırlayan adamdır.

    Salgın hastalık bunun yüzünden oldu, depreme bu adamın gökleri incelemesi sebep oldu diye, halk arasında çıkan söylentiler sonucu,
    Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin'in fetvası, 3.Murat'ın emri ile Kılıç Ali Paşa denizden top atışı ile 1580 de Rasathaneyi yıkar.
    MUCİDİN İCADI İPTAL.

    Bir daha hiçbir Alim, bir Rasathane kuralım demeye cesaret edememiş. Ancak 300 yıl sonra 1868 de Rasathane-i Amire,
    bu günkü adıyla Kandilli Rasathanesi kurulabilmiştir.

    1632 HEZARFEN ÇELEBİ
    Uçan adam, hezar-fen yani Bin Fenli adam demek olan, hezar-fen Galata Kulesinden
    lodoslu bir havada 3500 metre uçtuktan sonra Üsküdar Doğancılar'a iniş yaptı...
    1632 de günümüzde kullanılan
    Planörü icat etmişti...

    Evinde kedi köpek keserek kalp,
    ciğer ve kan dolaşım sistemini incelediği öğrenilince Padişah 4. Murat’a, bu adamın normal olmadığı, şeytana karıştığı,
    böyle birinin Payitahtta bulunması zararlıdır baskıları yapılınca Hezar-Fen 4 kese altın ile bu gün Libya sınırları içindeki FİZAN'a sürgün edilir ve orada ölür. MUCİDİN İCADI İPTAL.

    1633 LAGARİ HASAN
    Dünyanın ilk "fırlatma roketini icad etti. 1633 yılında Saray burnundan 4. Murat’ın da hazır
    bulunduğu devlet erkanının huzurunda yaptığı uçuş öncesi, "Sultanım göğe uçacağım, İsa Nebi'den sana selam getireceğim."
    diyerek içine 50 kg barut doldurduğu roketinin üstüne koyduğu yaylı tertibata oturdu ve ateşlenen barutun tepkisi ile kendini uçurdu. 600 metre sonra taktığı kanat paraşüt sayesinde denize yumuşak iniş yaptı ve yüzerek geri geldi, "Sultanım İsa Nebi den sana selam getirdim", dedi...

    Sultan kendisine bir kese altın hediye ederek ödüllendirdi ama daha sonra, "bu halkı ifsad eder", diyen ulemanın baskılarına boyun eğen 4. Murat, onu Kırım’a sürgüne gönderdi. Lagari orada öldü. MUCİDİN İCADI İPTAL.

    1941 NURİ DEMİRAĞ
    Yaptığı Demiryolu işinde çok başarılı
    olunca Demirağ soyadı verilmiştir. Kurduğu uçak fabrikasında ilk uçak ve planörlerin planını uçak mühendisi Selahattin Reşit Alan çizdi. 1936 da ilk tek motorlu NuD 36 üretildi. 1938 de çift motorlu NuD 38 üretildi. 1941 de ilk Türk uçağı İstanbul dan Nuri bey doğduğu yer Sivas / Divriği ye uçtu.

    M. Kamal ölünce THK siparişlerini iptal etti. Nuri Demirağ mahkemeye gitse de mahkeme THK lehine karar verdi.

    Bu yetmedi, üretimin durdurulması, İspanya, İran ve Irak tarafından verilen yurt dışı siparişlerin de iptali ve fabrika ile tüm uçuş alanları hangarlar ile birlikte İSTİMLAK EDİLMESİ için TBMM den kanun çıkartıldı.

    Uçuşa hazır 24 tane sıfır km NuD 36 uçağı bildiğiniz hurdacıya kilo ile satıldı. İnönü CHP'si döneminde Türk Uçak Sanayine vurulmuş en büyük darbe ve tam ihanet. Amerikan uçakları satın alınarak ülke emperyalizme teslim edildi.
    MUCİDİN İCADI İPTAL.

    1949 NURİ KİLLİGİL PAŞA
    Bakü'yü Rus işgalinden kurtaran adamdır. ÇIRPINIRDI KARADENİZ Marşı onun adına bestelenir. Atatürk’ün imzası ile 1929'da Devlet Madalyası alıp emekli olur. İstanbul Sütlüce'de silah fabrikası kurar. TSK ve dünyaya satış yapar. Üretimi durdurması için yapılan baskılara
    10 yıl direnir.

    Üretimi durdurduğunu resmen açıklamasına rağmen, 2 Mart 1949'da fabrika havaya uçurulur, hemen ardından cephanelik de patlatılır. Nuri Paşa ile 27 kişi ölmüştür. Ceset parçaları denizden toplanıp bir kutuya konur. Dönemin İstanbul Müftüsü, ceset noksan diye cenaze namazı kılınmasına müsaade etmez (aldığı emir gereği), ruhu şad olsun.
    MUCİDİN İCADI İPTAL.

    1963 NEDİM ÇAKMAK
    Öğretmen Okulu ile birlikte Çınarlı Meslek Lisesi Radyo Elektronik bölümünün gece eğitimini de bitirir, tayin olduğu Ödemiş’in bir dağ köyünde radyo yoktur, İzmir’in Çankaya Caddesindeki Elektronik hurdacılarından topladığı parçalar ile radyo yapar. Köye gelen jandarma ekibi kahvedeki radyoyu öğretmenin yaptığını duyunca devletten gizli radyo yapmaktan zabıt tutar. Radyoların yıllık vergisi vardı ve vergi kaçakçılığı nedeniyle radyo başına para cezası kesiliyordu. İzinsiz radyo imal etmek de casusluk gibi bir şeydi, yani sonu hapis cezası.
    Kaymakam savcılığa sevk etmemek için Nedim Öğretmeni azarlayarak, Ödemiş’in en son dağ köyü olan, Bozdağlar'daki Kızılkeçili Köyüne sürgün eder.

    AMA NEDİM ÖĞRETMEN RAHAT DURMAZ. Köyün kenarından akan şiddetli suya, toplama parçalar ile bir jeneratör kurar, köye elektrik verir. 2 gün sonra jandarma köyü basar, Devletten izinsiz nasıl elektrik üretirsiniz, derhal sökün bunları derler. Radyosu ve jeneratörü parçalanan Nedim Çakmak’ın
    öğretmenliği son bulur.
    MUCİDİN İCADLARI İPTAL.

    1992 OSMAN İZGİ
    Yer Bodrum, 200 metreye dalan denizaltı yapan meraklı Mucit Osman İzgi'ye "gel bakalım mucit kardeş bunu nasıl yaptın, daha güzelini nasıl yaparız, al sana imkan" demek yerine, sen nasıl devletten izin almadan denizaltı yaparsın denir.

    Kaymakamlık, Güneydenizsaha Komutanlığı ve Bodrum Cumhuriyet savcılığı olmak üzere 3 ayrı koldan soruşturma başlatılır... Denizaltı imha edilir. MUCİDİN İCADI İPTAL.

    Batı, bunun tersini yapmış, eğitimi kurumsallaştırmış. Mucitlerini el üstünde tutmuş. Biz sanayi ve teknolojiyi kaçırmışız. Keşke halen Feshane dediğimiz yere Fes Fabrikası kuracağımıza, Fatih'in kurduğu ve hala tophane dediğimiz yerdeki Top Fabrikasını rokethaneye, füzehaneye çevirseymişiz diye kızgınlık ile hayıflanıyorum...
    Keşke bunu biz başarsaydık hurdacıya satılan uçakları geliştirseydik.
    Keşke dünyada en iyi 10 tabanca arasına giren Killigil'in fabrikasını imha etmek yerine geliştirseydik.

    2020 İSMET GÖKÇE
    Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Başaran Köyünde doğal akarsu kaynağı üzerine boru yerleştirerek jeneratör kurdu. Hurda motosiklet jantına taktığı kayış ile janaratörü çevirerek elektrik üretimi yaptı. 46 yaşındaki İsmet Gökçe'yi ziyaret eden Kaymakam İsmail Pendik, çalışmayı Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na bildireceklerini söyledi.
    DHA'da 3 Temmuz 2020 videolu haber paylaşımı var.

    NOT: TC ve hatta Osmanlı tarihi dahil İlk defa MUCİTİN İCADI engellenmedi , Devlet tarafından yerinde incelendi, TAKDİR GÖRDÜ, devamı gelir İNŞAALLAH

    MUCİTLERİN ÖLÜMÜ ?
    Gaziantepli diplomasız TEKSTİL MAKİNA dehası MENNAN USTA yı duymuşunuzdur. 3 milyon dolara ithal edilen makinayı 300 bin TL ye yapardı. 2015 yılında 63 yaşında vefat etti. Allah rahmet eylesin. Yaşlandı, öldü.

    Aslında Afrika, Güney Amerika , Asya da ki bütün sömürge ülkelerinde ülkesi için iyi - faydalı bir şey yapmak isteyenler ne hikmetse pek yaşlanamaz, hep gencecik yaşta öldürülür.

    Bazı bildiklerimiz :

    Nuri Killigil,
    Nuri Demirağ,
    Adnan Kahveci,
    Eşref Bitlis.

    Toryumcular:
    Prof. Dr. Engin Arık ve Ekibi,
    Özgen Berkol Doğan,
    Engin Abat,
    Prof. Dr. Şenel Fatma Boydağ,
    Doç. Dr. İskender Hikmet,
    Mustafa Fidan.

    ASELSAN'cılar
    Müh. Hüseyin Başbilen,
    Müh. Ali Ünal,
    Müh. Evrim Yançeken,
    Müh. Burhanettin Volkan,
    Müh. Zafer Oluk,
    Müh. Hakan Öksüz,
    Müh. Erdem Uğur,
    Müh. Kerem Parıldar,
    Efsane deneme pilot kelle koltuk lakabı takılan Şener Koltuk...

    Daha başka kimler öldürüldü?

    TÜRKİYE eğer bugün, DÜNYAda bir yere gelebildiyse artık emperyalistler istediklerini öldüremedikleri içindir.
    Devlet, müstakil oldukça devlet gibi davranır.

    SAVUNMA SANAYİ, İHA, SİHA, UÇAK, TORYUM, BOR, UYDU, OTOMOBİL, NÜKLEER SANTRAL , YAZILIM, TIP, ELEKTRONİK, İLAÇ projelerinde ter dökenlere Allah hayırlı ve uzun ömür versin.

    ***
    Şehit Mehmet Mert Bayraktar :

    İHA/SİHA ların sırrını ele geçirmek isteyen karanlık katillere vermediği için 5 Haziran 2012 de türlü işkencelerden sonra boğazı kesilerek öldürüldü. 28 yaşında ve 8 aylık evli idi. İHA/SİHA Projelerinin beyinlerinden biri olan Mert Bayraktar, Selçuk Bayraktar'ın amca oğlu idi. Devletlerin sahip olmak için yarıştığı SİHA Projesi şehidi Mert Bayraktar'ı Rahmet ve saygı ile anıyorum.

    Bu yüzden Selçuk Bayraktar ve ekibi koruma ordusu sahip çıkılmalı.

    Cehalet ve bağnazlık, bilim ve teknolojiye sırtını dönmek Osmanlıyı yıktı.

    Bugün teknolojide çok iyi yerlere geldiysek mucitlere sahip çıkıp onlara her türlü desteği verdiğimiz içindir.

    Dursun Yılmaz
    MUCİTLERİMİZİN BAŞINA GELENLER Mucitlerimiz ya gaflet ve cehalet veya ihanete maruz kaldılar : 1580'de Takiyuddin Marufi, 1632 de Hezar-Fen, 1633 de Lagari Hasan, 1941 de Nuri Demirağ, 1949 da Nuri Killigil, 1963'de Nedim Çakmak... 1992'de Osman İzgi. Öne çıkan bu mucitlerin eserlerine kimi zaman Devlet Başkanları, kimi zaman hantal bürokrasi ve mevzuat engel olmuştur. 1580 TAKİYUDDİN MARUFİ Bu gün Galatasaray Lisesinin olduğu yerde 3. Murat'ın izni ile 1577 de Takiyuddin Rasathanesini kurar. Marufi, trigonometri, sinüs, kosinüs, tanjant ve kontanjantın tanımlarını yapmış ve cetvellerini hazırlamıştır. Trigonometrik fonksiyonların kesirlerini ilk defa ondalık kesirler ile göstermiş ve birer derecelik fasılalarla 1 dereceden 90 dereceye kadar hesaplanmış sinüs ve tanjant tabloları hazırlayan adamdır. Salgın hastalık bunun yüzünden oldu, depreme bu adamın gökleri incelemesi sebep oldu diye, halk arasında çıkan söylentiler sonucu, Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin'in fetvası, 3.Murat'ın emri ile Kılıç Ali Paşa denizden top atışı ile 1580 de Rasathaneyi yıkar. MUCİDİN İCADI İPTAL. Bir daha hiçbir Alim, bir Rasathane kuralım demeye cesaret edememiş. Ancak 300 yıl sonra 1868 de Rasathane-i Amire, bu günkü adıyla Kandilli Rasathanesi kurulabilmiştir. 1632 HEZARFEN ÇELEBİ Uçan adam, hezar-fen yani Bin Fenli adam demek olan, hezar-fen Galata Kulesinden lodoslu bir havada 3500 metre uçtuktan sonra Üsküdar Doğancılar'a iniş yaptı... 1632 de günümüzde kullanılan Planörü icat etmişti... Evinde kedi köpek keserek kalp, ciğer ve kan dolaşım sistemini incelediği öğrenilince Padişah 4. Murat’a, bu adamın normal olmadığı, şeytana karıştığı, böyle birinin Payitahtta bulunması zararlıdır baskıları yapılınca Hezar-Fen 4 kese altın ile bu gün Libya sınırları içindeki FİZAN'a sürgün edilir ve orada ölür. MUCİDİN İCADI İPTAL. 1633 LAGARİ HASAN Dünyanın ilk "fırlatma roketini icad etti. 1633 yılında Saray burnundan 4. Murat’ın da hazır bulunduğu devlet erkanının huzurunda yaptığı uçuş öncesi, "Sultanım göğe uçacağım, İsa Nebi'den sana selam getireceğim." diyerek içine 50 kg barut doldurduğu roketinin üstüne koyduğu yaylı tertibata oturdu ve ateşlenen barutun tepkisi ile kendini uçurdu. 600 metre sonra taktığı kanat paraşüt sayesinde denize yumuşak iniş yaptı ve yüzerek geri geldi, "Sultanım İsa Nebi den sana selam getirdim", dedi... Sultan kendisine bir kese altın hediye ederek ödüllendirdi ama daha sonra, "bu halkı ifsad eder", diyen ulemanın baskılarına boyun eğen 4. Murat, onu Kırım’a sürgüne gönderdi. Lagari orada öldü. MUCİDİN İCADI İPTAL. 1941 NURİ DEMİRAĞ Yaptığı Demiryolu işinde çok başarılı olunca Demirağ soyadı verilmiştir. Kurduğu uçak fabrikasında ilk uçak ve planörlerin planını uçak mühendisi Selahattin Reşit Alan çizdi. 1936 da ilk tek motorlu NuD 36 üretildi. 1938 de çift motorlu NuD 38 üretildi. 1941 de ilk Türk uçağı İstanbul dan Nuri bey doğduğu yer Sivas / Divriği ye uçtu. M. Kamal ölünce THK siparişlerini iptal etti. Nuri Demirağ mahkemeye gitse de mahkeme THK lehine karar verdi. Bu yetmedi, üretimin durdurulması, İspanya, İran ve Irak tarafından verilen yurt dışı siparişlerin de iptali ve fabrika ile tüm uçuş alanları hangarlar ile birlikte İSTİMLAK EDİLMESİ için TBMM den kanun çıkartıldı. Uçuşa hazır 24 tane sıfır km NuD 36 uçağı bildiğiniz hurdacıya kilo ile satıldı. İnönü CHP'si döneminde Türk Uçak Sanayine vurulmuş en büyük darbe ve tam ihanet. Amerikan uçakları satın alınarak ülke emperyalizme teslim edildi. MUCİDİN İCADI İPTAL. 1949 NURİ KİLLİGİL PAŞA Bakü'yü Rus işgalinden kurtaran adamdır. ÇIRPINIRDI KARADENİZ Marşı onun adına bestelenir. Atatürk’ün imzası ile 1929'da Devlet Madalyası alıp emekli olur. İstanbul Sütlüce'de silah fabrikası kurar. TSK ve dünyaya satış yapar. Üretimi durdurması için yapılan baskılara 10 yıl direnir. Üretimi durdurduğunu resmen açıklamasına rağmen, 2 Mart 1949'da fabrika havaya uçurulur, hemen ardından cephanelik de patlatılır. Nuri Paşa ile 27 kişi ölmüştür. Ceset parçaları denizden toplanıp bir kutuya konur. Dönemin İstanbul Müftüsü, ceset noksan diye cenaze namazı kılınmasına müsaade etmez (aldığı emir gereği), ruhu şad olsun. MUCİDİN İCADI İPTAL. 1963 NEDİM ÇAKMAK Öğretmen Okulu ile birlikte Çınarlı Meslek Lisesi Radyo Elektronik bölümünün gece eğitimini de bitirir, tayin olduğu Ödemiş’in bir dağ köyünde radyo yoktur, İzmir’in Çankaya Caddesindeki Elektronik hurdacılarından topladığı parçalar ile radyo yapar. Köye gelen jandarma ekibi kahvedeki radyoyu öğretmenin yaptığını duyunca devletten gizli radyo yapmaktan zabıt tutar. Radyoların yıllık vergisi vardı ve vergi kaçakçılığı nedeniyle radyo başına para cezası kesiliyordu. İzinsiz radyo imal etmek de casusluk gibi bir şeydi, yani sonu hapis cezası. Kaymakam savcılığa sevk etmemek için Nedim Öğretmeni azarlayarak, Ödemiş’in en son dağ köyü olan, Bozdağlar'daki Kızılkeçili Köyüne sürgün eder. AMA NEDİM ÖĞRETMEN RAHAT DURMAZ. Köyün kenarından akan şiddetli suya, toplama parçalar ile bir jeneratör kurar, köye elektrik verir. 2 gün sonra jandarma köyü basar, Devletten izinsiz nasıl elektrik üretirsiniz, derhal sökün bunları derler. Radyosu ve jeneratörü parçalanan Nedim Çakmak’ın öğretmenliği son bulur. MUCİDİN İCADLARI İPTAL. 1992 OSMAN İZGİ Yer Bodrum, 200 metreye dalan denizaltı yapan meraklı Mucit Osman İzgi'ye "gel bakalım mucit kardeş bunu nasıl yaptın, daha güzelini nasıl yaparız, al sana imkan" demek yerine, sen nasıl devletten izin almadan denizaltı yaparsın denir. Kaymakamlık, Güneydenizsaha Komutanlığı ve Bodrum Cumhuriyet savcılığı olmak üzere 3 ayrı koldan soruşturma başlatılır... Denizaltı imha edilir. MUCİDİN İCADI İPTAL. Batı, bunun tersini yapmış, eğitimi kurumsallaştırmış. Mucitlerini el üstünde tutmuş. Biz sanayi ve teknolojiyi kaçırmışız. Keşke halen Feshane dediğimiz yere Fes Fabrikası kuracağımıza, Fatih'in kurduğu ve hala tophane dediğimiz yerdeki Top Fabrikasını rokethaneye, füzehaneye çevirseymişiz diye kızgınlık ile hayıflanıyorum... Keşke bunu biz başarsaydık hurdacıya satılan uçakları geliştirseydik. Keşke dünyada en iyi 10 tabanca arasına giren Killigil'in fabrikasını imha etmek yerine geliştirseydik. 2020 İSMET GÖKÇE Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Başaran Köyünde doğal akarsu kaynağı üzerine boru yerleştirerek jeneratör kurdu. Hurda motosiklet jantına taktığı kayış ile janaratörü çevirerek elektrik üretimi yaptı. 46 yaşındaki İsmet Gökçe'yi ziyaret eden Kaymakam İsmail Pendik, çalışmayı Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na bildireceklerini söyledi. DHA'da 3 Temmuz 2020 videolu haber paylaşımı var. NOT: TC ve hatta Osmanlı tarihi dahil İlk defa MUCİTİN İCADI engellenmedi , Devlet tarafından yerinde incelendi, TAKDİR GÖRDÜ, devamı gelir İNŞAALLAH MUCİTLERİN ÖLÜMÜ ? Gaziantepli diplomasız TEKSTİL MAKİNA dehası MENNAN USTA yı duymuşunuzdur. 3 milyon dolara ithal edilen makinayı 300 bin TL ye yapardı. 2015 yılında 63 yaşında vefat etti. Allah rahmet eylesin. Yaşlandı, öldü. Aslında Afrika, Güney Amerika , Asya da ki bütün sömürge ülkelerinde ülkesi için iyi - faydalı bir şey yapmak isteyenler ne hikmetse pek yaşlanamaz, hep gencecik yaşta öldürülür. Bazı bildiklerimiz : Nuri Killigil, Nuri Demirağ, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis. Toryumcular: Prof. Dr. Engin Arık ve Ekibi, Özgen Berkol Doğan, Engin Abat, Prof. Dr. Şenel Fatma Boydağ, Doç. Dr. İskender Hikmet, Mustafa Fidan. ASELSAN'cılar Müh. Hüseyin Başbilen, Müh. Ali Ünal, Müh. Evrim Yançeken, Müh. Burhanettin Volkan, Müh. Zafer Oluk, Müh. Hakan Öksüz, Müh. Erdem Uğur, Müh. Kerem Parıldar, Efsane deneme pilot kelle koltuk lakabı takılan Şener Koltuk... Daha başka kimler öldürüldü? TÜRKİYE eğer bugün, DÜNYAda bir yere gelebildiyse artık emperyalistler istediklerini öldüremedikleri içindir. Devlet, müstakil oldukça devlet gibi davranır. SAVUNMA SANAYİ, İHA, SİHA, UÇAK, TORYUM, BOR, UYDU, OTOMOBİL, NÜKLEER SANTRAL , YAZILIM, TIP, ELEKTRONİK, İLAÇ projelerinde ter dökenlere Allah hayırlı ve uzun ömür versin. *** Şehit Mehmet Mert Bayraktar : İHA/SİHA ların sırrını ele geçirmek isteyen karanlık katillere vermediği için 5 Haziran 2012 de türlü işkencelerden sonra boğazı kesilerek öldürüldü. 28 yaşında ve 8 aylık evli idi. İHA/SİHA Projelerinin beyinlerinden biri olan Mert Bayraktar, Selçuk Bayraktar'ın amca oğlu idi. Devletlerin sahip olmak için yarıştığı SİHA Projesi şehidi Mert Bayraktar'ı Rahmet ve saygı ile anıyorum. Bu yüzden Selçuk Bayraktar ve ekibi koruma ordusu sahip çıkılmalı. Cehalet ve bağnazlık, bilim ve teknolojiye sırtını dönmek Osmanlıyı yıktı. Bugün teknolojide çok iyi yerlere geldiysek mucitlere sahip çıkıp onlara her türlü desteği verdiğimiz içindir. Dursun Yılmaz
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • LOZAN ANDLAŞMASININ İMZALANMASI; DÖNEN DOLAPLAR VE BEDİÜZ-ZAMAN’IN TEPKİLERİ: 24 TEMMUZ 1923

    1 Lozan Andlaşmasının Kısa Tarihçesi

    Lozan Barış Antlaşması (veya yapıldığı dönem Türkçesi ile Lozan Sulh Muahedename-si), 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmış barış antlaşmasıdır.

    1920 yazına gelindiğinde I. Dünya Savaşı'nın galipleri mağluplar ile hesaplaşmalarını bitirmiş, savaşı kaybeden ülkelere barış antlaşmalarının kabul ettirilmesi süreci tamam-lanmıştı. Osmanlı Devletine bunu kabul ettirmeleri, 10 Ağustos 1920'de Sevr'de gerçekleşti. Üç Türk murahhası Paris'in meşhur banliyösü Sevres'de anlaşmayı imzaladılar. Ankara'da TBMM'nin Sevr Anlaşmasına tepkisi çok sert oldu. Ankara, İstiklal mahkemesi 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan üç kişiyi ve Sadrazam Damat Ferid Paşa'yı idama mahkum etti ve vatan haini ilan etti. Yunanistan dışında Sevr'i hiç bir ülkenin meclislerinde onayla-maması nedeni ile Sevr bir anlaşma taslağı olarak kaldı.

    Onaylanmamış olmasının yanı sıra Anadolu'daki mücadelenin de başarıya ulaşması ve zaferle sonuçlanması neticesinde Sevr hiç bir zaman uygulanamadı.

    TBMM'nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin ardından Mudanya Ateşkes Ant-laşması'nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM Hükümeti'ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Barış şartlarını görüşmek için Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Mustafa Kemal, İsmet Pa-şa'nın katılmasını uygun görmüştür. Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katı-lan İsmet Paşa'nın Lozan'a baştemsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dı-şişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. İtilaf Devletleri Lozan'a İstanbul Hükûmeti'ni de davet ettiler.

    Lozan’da Türkiye’den istenen, İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Curzon’un ifadesiyle şudur:

    Türkiye İslâmî alakasını ve İslâm’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hu-lus birliği etmiş olur. Biz de kendisine dilediğini veririz.

    Dikte edilen bu şartın yeni Ankara yönetimi tarafından kabulü üzerine anlaşmanın im-zalanmasını müteakip İngiltere Avam Kamarasında “Türklerin istiklalini niçin tanıdınız?” diye yükselen itirazlara Lord Curzon şu karşılığı verir:

    İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklar-dır. Zira biz onları ma’neviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.

    Sonrasında Ankara merkezli olarak Türkiye yeni ve çok sıkıntılı bir sürece girer. Lo-zan’da verilen söz çerçevesinde birer birer tatbik sahasına konulan icraatın hedefi şöyle ifa-de edilir: "Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’an’ı imha etmesini intac edecek (ne-tice verecek) bir plan yapalım."

    TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na katılarak Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türki-ye'de bir Ermeni Devleti’nin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazmina-tı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki problemleri (ekonomik, siyasal, hu-kuksal) çözmeyi amaçlamış, Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlana-mazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır.

    20 Kasım 1922'de Lozan görüşmeleri başlamıştır. Osmanlı borçları, Türk - Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağ-lanamamıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emret-miştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gire-ceğini duyurmuştur. Bu ihtimali göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmıştır.

    Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923'te tekrar baş-lamış, 23 Nisan'da başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923'e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. Taraf ülkelerin temsilcileri ara-sında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını ge-rektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923'te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923'te, İtalya tarafından 12 Mart 1924'te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924'te imzalanmıştır. İngiltere'nin anlaşmayı onay-laması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onayladıklarına dair belgeler resmî olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
    Unutmayalım ki, Lozan Antlaşması çerçevesinde Misak-ı Mili sınırları içindeki Musul, Kerkük ve Süleymaniye İngilizlere, Hatay ise Fransızlara bırakıldı. Bunun yanında 12 ada İtalyanlara, İmroz, Bozcaada ve Tavşanlı adaları dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan'a, 1571'den beri Türklere ait olan Kıbrıs ise İngiltere'ye verildi. Halbuki Mustafa Kemal Paşa, ilk defa 1 Mayıs 1920'deki Meclis konuşmasında ve son defa 30 Ocak 1923 tarihli açıklama-sında olmak üzere, çeşitli beyanlarında Musul vilayetini dahil ederek Misak-ı Millî sınırlarını tanımladı: "Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya'dan, Halep ile Katma istas-yonu arasında Carablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor'a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi içine alır."

    Misak-ı Millî Haritası
    LOZAN ANDLAŞMASININ İMZALANMASI; DÖNEN DOLAPLAR VE BEDİÜZ-ZAMAN’IN TEPKİLERİ: 24 TEMMUZ 1923 1 Lozan Andlaşmasının Kısa Tarihçesi Lozan Barış Antlaşması (veya yapıldığı dönem Türkçesi ile Lozan Sulh Muahedename-si), 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmış barış antlaşmasıdır. 1920 yazına gelindiğinde I. Dünya Savaşı'nın galipleri mağluplar ile hesaplaşmalarını bitirmiş, savaşı kaybeden ülkelere barış antlaşmalarının kabul ettirilmesi süreci tamam-lanmıştı. Osmanlı Devletine bunu kabul ettirmeleri, 10 Ağustos 1920'de Sevr'de gerçekleşti. Üç Türk murahhası Paris'in meşhur banliyösü Sevres'de anlaşmayı imzaladılar. Ankara'da TBMM'nin Sevr Anlaşmasına tepkisi çok sert oldu. Ankara, İstiklal mahkemesi 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan üç kişiyi ve Sadrazam Damat Ferid Paşa'yı idama mahkum etti ve vatan haini ilan etti. Yunanistan dışında Sevr'i hiç bir ülkenin meclislerinde onayla-maması nedeni ile Sevr bir anlaşma taslağı olarak kaldı. Onaylanmamış olmasının yanı sıra Anadolu'daki mücadelenin de başarıya ulaşması ve zaferle sonuçlanması neticesinde Sevr hiç bir zaman uygulanamadı. TBMM'nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin ardından Mudanya Ateşkes Ant-laşması'nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM Hükümeti'ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Barış şartlarını görüşmek için Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Mustafa Kemal, İsmet Pa-şa'nın katılmasını uygun görmüştür. Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katı-lan İsmet Paşa'nın Lozan'a baştemsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dı-şişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. İtilaf Devletleri Lozan'a İstanbul Hükûmeti'ni de davet ettiler. Lozan’da Türkiye’den istenen, İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Curzon’un ifadesiyle şudur: Türkiye İslâmî alakasını ve İslâm’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hu-lus birliği etmiş olur. Biz de kendisine dilediğini veririz. Dikte edilen bu şartın yeni Ankara yönetimi tarafından kabulü üzerine anlaşmanın im-zalanmasını müteakip İngiltere Avam Kamarasında “Türklerin istiklalini niçin tanıdınız?” diye yükselen itirazlara Lord Curzon şu karşılığı verir: İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklar-dır. Zira biz onları ma’neviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz. Sonrasında Ankara merkezli olarak Türkiye yeni ve çok sıkıntılı bir sürece girer. Lo-zan’da verilen söz çerçevesinde birer birer tatbik sahasına konulan icraatın hedefi şöyle ifa-de edilir: "Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’an’ı imha etmesini intac edecek (ne-tice verecek) bir plan yapalım." TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na katılarak Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türki-ye'de bir Ermeni Devleti’nin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazmina-tı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki problemleri (ekonomik, siyasal, hu-kuksal) çözmeyi amaçlamış, Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlana-mazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır. 20 Kasım 1922'de Lozan görüşmeleri başlamıştır. Osmanlı borçları, Türk - Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağ-lanamamıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emret-miştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gire-ceğini duyurmuştur. Bu ihtimali göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmıştır. Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923'te tekrar baş-lamış, 23 Nisan'da başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923'e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. Taraf ülkelerin temsilcileri ara-sında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını ge-rektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923'te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923'te, İtalya tarafından 12 Mart 1924'te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924'te imzalanmıştır. İngiltere'nin anlaşmayı onay-laması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onayladıklarına dair belgeler resmî olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Unutmayalım ki, Lozan Antlaşması çerçevesinde Misak-ı Mili sınırları içindeki Musul, Kerkük ve Süleymaniye İngilizlere, Hatay ise Fransızlara bırakıldı. Bunun yanında 12 ada İtalyanlara, İmroz, Bozcaada ve Tavşanlı adaları dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan'a, 1571'den beri Türklere ait olan Kıbrıs ise İngiltere'ye verildi. Halbuki Mustafa Kemal Paşa, ilk defa 1 Mayıs 1920'deki Meclis konuşmasında ve son defa 30 Ocak 1923 tarihli açıklama-sında olmak üzere, çeşitli beyanlarında Musul vilayetini dahil ederek Misak-ı Millî sınırlarını tanımladı: "Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya'dan, Halep ile Katma istas-yonu arasında Carablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor'a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi içine alır." Misak-ı Millî Haritası
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • PEŞAVERİ ABDURRAHMAN BEY!

    Hindistan'da varlıklı bir ailenin çocuğuyken 26 yaşında, ceketini, elbiselerini ve kitaplarını satarak ailesinden gizlice zor durumda olan Müslümanlara yardım için 1912'de İstanbul'a gelen ve bir daha dönmeyen Peşaverli Abdurrahman Bey (Abdurrahman Peşaveri), Anadolu Ajansı'nın (AA) ilk çalışanı olarak kayıtlara geçti.

    Ajansın kuruluş aşamalarında da çalışan Peşaveri, ajansta çalıştığı süre boyunca özellikle Yunan ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamların Avrupa kamuoyuna duyurulması için özel çaba sarf etti.

    Yedikıta Kültür ve Tarih Dergisi'nin son sayısında TBMM Dış İlişkiler ve Protokol Başkanlığı'nda tercüman olarak görev yapan serbest tarih araştırmacısı Mücahit Arslan imzasıyla yer alan habere göre, Peşaverli Abdurrahman Bey veya Abdurrahman Samdani olarak da bilinen Peşaveri, 1886'da Hindistan'ın Kuzey-Batı sınır eyaletinin, şu anda da Pakistan'ın Haybet-Peştunya Eyaleti'nin başkenti Peşaver'de doğdu.

    Keşmir'den 1880'de Peşaver'e göç eden zengin bir müteahhit olan Gulam Samdani'nin oğlu Peşaveri, 12 kardeşi gibi iyi bir eğitim aldı, ilk ve orta tahsilini Peşaver'de tamamladı, lise eğitimi için Hindistan'da Aligarh Özel İslam Okulu'na gitti.

    Osmanlı tarihini okuyan Peşaveri'ye, Türklere duyduğu hayranlık ve sevgi nedeniyle kardeşleri "Türki Lala" yani "Türk Ağabey" diye hitap etti.

    1. Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine, kolejdeki öğrenciler Peşaveri'nin liderliğinde "Hilal-i Ahmer Cemiyeti Türk Yardımlaşma Fonu"na yemek ücretlerinden yaptıkları tasarruflarla yardımda bulundu.

    Edirne için Hindistan'da gözyaşı döktüler

    Gazetelerden savaşın ayrıntılarını takip eden Hindistanlı Müslümanlar, Balkanlarda Müslüman Türklerin, Bulgar ve Sırp çetelerce katledilmesini ağlayarak dinledi. Edirne'nin 1913'te Osmanlı ordusunca Bulgarlardan geri alınmasıyla bütün şehir kandillerle aydınlatıldı.

    Osmanlı'ya destek için çocuğunu sattı

    Yardım çalışmalarına Abdurrahman Peşaveri de öncülük etti, gazetelerde öldürülen Türk kadın ve çocukların resimlerini gören halk, yoksulluklarına rağmen ellerinde ne varsa gözyaşları içinde yardıma koştu.

    Peşaver'de yardımlaşma fonlarına verecek hiçbir şeyi olmayan 20 yaşındaki Gulam Muhammed ile 21 yaşındaki Gulab Din kendilerini Allah için satışa çıkardı, satıştan elde edilen parayı da yardım fonuna vadetti. Böylece kendilerini satın alacak şahsa ömür boyu köle gibi hizmet etmeyi kabul etti.

    Yine Peşaver'de yardım kampanyasına verecek hiçbir şeyi olmayan genç bir kadın 4 aylık bebeğini kampanyaya bağışladığını, açık artırmayla yapılacak satıştan elde edilecek meblağı da fona vereceğini ilan etti, açık artırmaya çıkan bebeği alan Peşaverli bir zengin daha sonra bebeği annesine iade etti. Anne ise aldığı tüm parayı yardım kampanyasına bağışladı.

    Peşaveri İstanbul yolunda

    Hem toplanan paraların teslimi hem de zorda bulunan Osmanlı Ordusu'na yardım için Hindistan Hilal-i Ahmer Cemiyeti, bir tıbbiye heyetini İstanbul'a göndermeye karar verdi.

    Beş doktor, 7 sağlık görevlisi, 10 hasta bakıcının yer aldığı heyet, Bombay'dan 15 Aralık 1912'de İtalyan gemisi Sardegna ile hareket etti. Aden ve Süveyş'i geçerek İskenderiye'ye ulaşan gemi, buradan da Romanya gemisine binerek, 2 hafta sonra İstanbul'a ulaştı.

    Babasından izin alamayacağını düşünerek, ailesinden gizlice heyete dahil olan, parası olmadığından ceketini, elbiselerini ve kitaplarını satarak yolculuk masraflarını karşılayan Peşaveri, 30 Aralık 1912'de İstanbul'a gelen heyette yer aldı.

    Hem hasta bakıcı hem muhabir

    Hasta bakıcılık görevinin yanı sıra Hindistan gazetelerine düzenli haber gönderen Peşaveri, Edirne'yi 5,5 ay kahramanca savunan Mehmed Şükrü Paşa'nın teslim olmak zorunda kalması ve 26 Mart 1913'te Edirne'nin Bulgarlar tarafından işgaliyle derin bir acıya boğuldu.

    Peşaveri kız kardeşine gönderdiği telgrafta üzüntüsünü, "Sevgili kardeşim, Edirne ellerimizden kaydı gitti. Allah bizleri korusun! Bu menfur hadise karşısında çaresizliğimizi tarif bile edemiyorum. Lakin takdir-i ilahiye kim karşı gelebilir? Hayatı pahasına Edirne'yi savunan Şükrü Paşa'yı tarih daima hayırla yad edecektir" sözleriyle dile getirdi

    Sultan Reşad'ın heyete ilgisi

    Enver Paşa'nın talebiyle Çanakkale'de bir sahra hastanesi kuran heyet, savaşın bitmesiyle 1913 yılının Mayıs ayında İstanbul'a döndü. Burada sanat ve edebiyat dünyasının önde gelenleri ile tanışan heyettekiler, İstanbul'dan ayrılmadan Sultan Reşad tarafından Dolmabahçe Sarayı'nda kabul edildi.

    Heyet üyelerine gözyaşları içinde tek tek sarılarak onlara teşekkür eden Sultan Reşad, saray mensuplarını şaşırttı. Çünkü sultanın kabul ettiği insanlara sarıldığı daha önce görülmemişti.

    Peşaveri, Haziran 1913'te ülkesine dönen heyete katılmadı, İstanbul'da yaşananları anbean Hindistan'a bildirdi. Peşaveri, 22 Temmuz 1913'te kız kardeşine, "Sevgili Kardeşim, Türk Ordusu şükürler olsun Edirne'yi kurtardı. İstanbul'da bayram havası var" şeklinde yazdı.

    İngilizlerle savaştı

    Rauf Orbay'ın vasıtasıyla Harp Okulu'na kaydolan Peşaveri, askeri eğitimine Beyrut'ta devam etti, 1. Dünya Savaşı başlayınca teğmen olarak Gelibolu cephesinde savaştı ve 3 kez yaralandı.

    Sultan Reşad, 1915 sonunda Afganistan Kralı Habibullah Han'a Afgan Müslümanların desteğini almak üzere Rauf Bey başkanlığındaki bir heyeti, hediye götürmekle görevlendirdi. Heyete, Urduca ve Farsça bilen Peşaveri de dahil edildi, heyetin yolu Basra'yı işgal eden İngilizlerce İran'da kesildi. Afganistan'dan karayoluyla haca giden bazı Afganlıları silahlandırarak bir kıt'a haline getiren Peşaveri, sınır hattında önemli bir geçidi İngilizlere karşı 36 saat tutarak, heyetin esir düşmesine mani oldu, kendisi de yaralandı. Bu hadiseler üzerine heyet geri dönmek zorunda kaldı.

    AA'nın ilk personeli

    Peşaveri, İstanbul'un itilaf devletlerince işgal edilmesiyle burada gizlendi, İzmir'in işgalinden hemen sonra 25 Mayıs 1919'da Rauf Bey ile gizlice Bandırma'ya geldi. Peşaveri, haziranda Amasya'ya geçerek, Kuvay-ı Milliye'nin İngilizce yazışmalarında görev aldı, AA'nın kuruluş çalışmalarında bulundu.

    AA'nın ilk çalışanı olarak kayıtlara geçen Peşaveri, ajansta çalıştığı süre boyunca özellikle Yunan ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamların Avrupa kamuoyuna duyrulması için özel çaba sarf etti.

    Makalenin yazarı Mücahit Arslan, AA'nın kurucuları arasında yer alan Halide Edip Adıvar'ın anılarında, Peşaveri'nin birden fazla dil bildiğinden, ajansın ilk bürosu Milli Mücadele'nin ilk karargahı Ziraat Mektebi binasında ayrılan bölümde kendisiyle birlikte çalıştığını ve söylediklerini daktiloyla haberleştirdiğini anlattığını kaydetti.

    TBMM'nin ilk büyükelçisi

    Milli mücadelede büyük faydalar gösteren Peşaveri, TBMM adına Ağustos 1920'de Afganistan'a "Fevkalade Murahhas" unvanıyla ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

    İngilizlerin takibinden kurtulmak için yaptığı 4,5 aylık zorlu yolculuk sonrası Kabil'e varabilen Peşaveri'ye burada Kral Emanullah Han tarafından büyük hüsnükabul gösterildi, kendisine saray tahsis edildi.

    "Anadolu işgal altındayken dönemem"

    Kabil'e büyükelçi olarak geldiğini duyan ailesi Peşaver'e dönmesi için mektup üstüne mektup yazdığı Peşaveri, 10 yıl görmediği ailesine "Vatanım işgal altındadır. Ben hür bir adamım. İngiliz işgali altındaki topraklara gitmem" şeklindeki tarihi cevabını verdi.

    Peşaverli Abdurrahman Bey, daha sonra Kabil'e gelerek kendisiyle Peşaver'e dönmesi için adeta yalvaran annesine "Anne, Anadolu işgal altındayken dönemem" dedi.

    Rauf Bey'e zannedilerek şehit edildi

    Görevini 1922'de Fahreddin Paşa'ya devrettikten sonra İstanbul'a dönen Peşaveri, Rauf Orbay'ın maiyetinde hizmete başladı. Peşaveri, 21 Mayıs 1925 gecesi Beşiktaş'tan Nişantaşı'ndaki evine dönerken meçhul 3 şahıs tarafından tabancayla vuruldu.

    Bir ciğeri parçalanan ve bel kemiği zedelediğinden belden aşağısı felç olan Peşaveri, tüm çabalara rağmen 30 Haziran 1925'te hayata gözlerini yumdu ve Maçka Mezarlığı'na defnedildi.

    Peşaveri'nin beyaz tenli olması ve sima olarak Rauf Orbay'a benzemesi, asıl hedefin Rauf Orbay olduğu iddiasını güçlendirdi.

    Ölüm haberi Hindistan'da büyük bir üzüntüyle karşılanan Peşaverli Abdurrahman Bey'in ismi, okuduğu Aligarh Koleji'nde kaldığı yurt odasına verildi ve Ensari'nin davetlisi olarak 1933'te Hindistan'ı ziyaret eden Rauf Orbay tarafından aynı odaya bir kitabe kondu.

    Ayrıca Peşaver Üniversitesi'ne doğduğu şehir Peşaver'de okullararası spor müsabakaları için Rauf-Rahman Kupası adıyla bir kupa verildi.

    MEKÂNI CENNET OLSUN
    PEŞAVERİ ABDURRAHMAN BEY! Hindistan'da varlıklı bir ailenin çocuğuyken 26 yaşında, ceketini, elbiselerini ve kitaplarını satarak ailesinden gizlice zor durumda olan Müslümanlara yardım için 1912'de İstanbul'a gelen ve bir daha dönmeyen Peşaverli Abdurrahman Bey (Abdurrahman Peşaveri), Anadolu Ajansı'nın (AA) ilk çalışanı olarak kayıtlara geçti. Ajansın kuruluş aşamalarında da çalışan Peşaveri, ajansta çalıştığı süre boyunca özellikle Yunan ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamların Avrupa kamuoyuna duyurulması için özel çaba sarf etti. Yedikıta Kültür ve Tarih Dergisi'nin son sayısında TBMM Dış İlişkiler ve Protokol Başkanlığı'nda tercüman olarak görev yapan serbest tarih araştırmacısı Mücahit Arslan imzasıyla yer alan habere göre, Peşaverli Abdurrahman Bey veya Abdurrahman Samdani olarak da bilinen Peşaveri, 1886'da Hindistan'ın Kuzey-Batı sınır eyaletinin, şu anda da Pakistan'ın Haybet-Peştunya Eyaleti'nin başkenti Peşaver'de doğdu. Keşmir'den 1880'de Peşaver'e göç eden zengin bir müteahhit olan Gulam Samdani'nin oğlu Peşaveri, 12 kardeşi gibi iyi bir eğitim aldı, ilk ve orta tahsilini Peşaver'de tamamladı, lise eğitimi için Hindistan'da Aligarh Özel İslam Okulu'na gitti. Osmanlı tarihini okuyan Peşaveri'ye, Türklere duyduğu hayranlık ve sevgi nedeniyle kardeşleri "Türki Lala" yani "Türk Ağabey" diye hitap etti. 1. Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine, kolejdeki öğrenciler Peşaveri'nin liderliğinde "Hilal-i Ahmer Cemiyeti Türk Yardımlaşma Fonu"na yemek ücretlerinden yaptıkları tasarruflarla yardımda bulundu. Edirne için Hindistan'da gözyaşı döktüler Gazetelerden savaşın ayrıntılarını takip eden Hindistanlı Müslümanlar, Balkanlarda Müslüman Türklerin, Bulgar ve Sırp çetelerce katledilmesini ağlayarak dinledi. Edirne'nin 1913'te Osmanlı ordusunca Bulgarlardan geri alınmasıyla bütün şehir kandillerle aydınlatıldı. Osmanlı'ya destek için çocuğunu sattı Yardım çalışmalarına Abdurrahman Peşaveri de öncülük etti, gazetelerde öldürülen Türk kadın ve çocukların resimlerini gören halk, yoksulluklarına rağmen ellerinde ne varsa gözyaşları içinde yardıma koştu. Peşaver'de yardımlaşma fonlarına verecek hiçbir şeyi olmayan 20 yaşındaki Gulam Muhammed ile 21 yaşındaki Gulab Din kendilerini Allah için satışa çıkardı, satıştan elde edilen parayı da yardım fonuna vadetti. Böylece kendilerini satın alacak şahsa ömür boyu köle gibi hizmet etmeyi kabul etti. Yine Peşaver'de yardım kampanyasına verecek hiçbir şeyi olmayan genç bir kadın 4 aylık bebeğini kampanyaya bağışladığını, açık artırmayla yapılacak satıştan elde edilecek meblağı da fona vereceğini ilan etti, açık artırmaya çıkan bebeği alan Peşaverli bir zengin daha sonra bebeği annesine iade etti. Anne ise aldığı tüm parayı yardım kampanyasına bağışladı. Peşaveri İstanbul yolunda Hem toplanan paraların teslimi hem de zorda bulunan Osmanlı Ordusu'na yardım için Hindistan Hilal-i Ahmer Cemiyeti, bir tıbbiye heyetini İstanbul'a göndermeye karar verdi. Beş doktor, 7 sağlık görevlisi, 10 hasta bakıcının yer aldığı heyet, Bombay'dan 15 Aralık 1912'de İtalyan gemisi Sardegna ile hareket etti. Aden ve Süveyş'i geçerek İskenderiye'ye ulaşan gemi, buradan da Romanya gemisine binerek, 2 hafta sonra İstanbul'a ulaştı. Babasından izin alamayacağını düşünerek, ailesinden gizlice heyete dahil olan, parası olmadığından ceketini, elbiselerini ve kitaplarını satarak yolculuk masraflarını karşılayan Peşaveri, 30 Aralık 1912'de İstanbul'a gelen heyette yer aldı. Hem hasta bakıcı hem muhabir Hasta bakıcılık görevinin yanı sıra Hindistan gazetelerine düzenli haber gönderen Peşaveri, Edirne'yi 5,5 ay kahramanca savunan Mehmed Şükrü Paşa'nın teslim olmak zorunda kalması ve 26 Mart 1913'te Edirne'nin Bulgarlar tarafından işgaliyle derin bir acıya boğuldu. Peşaveri kız kardeşine gönderdiği telgrafta üzüntüsünü, "Sevgili kardeşim, Edirne ellerimizden kaydı gitti. Allah bizleri korusun! Bu menfur hadise karşısında çaresizliğimizi tarif bile edemiyorum. Lakin takdir-i ilahiye kim karşı gelebilir? Hayatı pahasına Edirne'yi savunan Şükrü Paşa'yı tarih daima hayırla yad edecektir" sözleriyle dile getirdi Sultan Reşad'ın heyete ilgisi Enver Paşa'nın talebiyle Çanakkale'de bir sahra hastanesi kuran heyet, savaşın bitmesiyle 1913 yılının Mayıs ayında İstanbul'a döndü. Burada sanat ve edebiyat dünyasının önde gelenleri ile tanışan heyettekiler, İstanbul'dan ayrılmadan Sultan Reşad tarafından Dolmabahçe Sarayı'nda kabul edildi. Heyet üyelerine gözyaşları içinde tek tek sarılarak onlara teşekkür eden Sultan Reşad, saray mensuplarını şaşırttı. Çünkü sultanın kabul ettiği insanlara sarıldığı daha önce görülmemişti. Peşaveri, Haziran 1913'te ülkesine dönen heyete katılmadı, İstanbul'da yaşananları anbean Hindistan'a bildirdi. Peşaveri, 22 Temmuz 1913'te kız kardeşine, "Sevgili Kardeşim, Türk Ordusu şükürler olsun Edirne'yi kurtardı. İstanbul'da bayram havası var" şeklinde yazdı. İngilizlerle savaştı Rauf Orbay'ın vasıtasıyla Harp Okulu'na kaydolan Peşaveri, askeri eğitimine Beyrut'ta devam etti, 1. Dünya Savaşı başlayınca teğmen olarak Gelibolu cephesinde savaştı ve 3 kez yaralandı. Sultan Reşad, 1915 sonunda Afganistan Kralı Habibullah Han'a Afgan Müslümanların desteğini almak üzere Rauf Bey başkanlığındaki bir heyeti, hediye götürmekle görevlendirdi. Heyete, Urduca ve Farsça bilen Peşaveri de dahil edildi, heyetin yolu Basra'yı işgal eden İngilizlerce İran'da kesildi. Afganistan'dan karayoluyla haca giden bazı Afganlıları silahlandırarak bir kıt'a haline getiren Peşaveri, sınır hattında önemli bir geçidi İngilizlere karşı 36 saat tutarak, heyetin esir düşmesine mani oldu, kendisi de yaralandı. Bu hadiseler üzerine heyet geri dönmek zorunda kaldı. AA'nın ilk personeli Peşaveri, İstanbul'un itilaf devletlerince işgal edilmesiyle burada gizlendi, İzmir'in işgalinden hemen sonra 25 Mayıs 1919'da Rauf Bey ile gizlice Bandırma'ya geldi. Peşaveri, haziranda Amasya'ya geçerek, Kuvay-ı Milliye'nin İngilizce yazışmalarında görev aldı, AA'nın kuruluş çalışmalarında bulundu. AA'nın ilk çalışanı olarak kayıtlara geçen Peşaveri, ajansta çalıştığı süre boyunca özellikle Yunan ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamların Avrupa kamuoyuna duyrulması için özel çaba sarf etti. Makalenin yazarı Mücahit Arslan, AA'nın kurucuları arasında yer alan Halide Edip Adıvar'ın anılarında, Peşaveri'nin birden fazla dil bildiğinden, ajansın ilk bürosu Milli Mücadele'nin ilk karargahı Ziraat Mektebi binasında ayrılan bölümde kendisiyle birlikte çalıştığını ve söylediklerini daktiloyla haberleştirdiğini anlattığını kaydetti. TBMM'nin ilk büyükelçisi Milli mücadelede büyük faydalar gösteren Peşaveri, TBMM adına Ağustos 1920'de Afganistan'a "Fevkalade Murahhas" unvanıyla ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı. İngilizlerin takibinden kurtulmak için yaptığı 4,5 aylık zorlu yolculuk sonrası Kabil'e varabilen Peşaveri'ye burada Kral Emanullah Han tarafından büyük hüsnükabul gösterildi, kendisine saray tahsis edildi. "Anadolu işgal altındayken dönemem" Kabil'e büyükelçi olarak geldiğini duyan ailesi Peşaver'e dönmesi için mektup üstüne mektup yazdığı Peşaveri, 10 yıl görmediği ailesine "Vatanım işgal altındadır. Ben hür bir adamım. İngiliz işgali altındaki topraklara gitmem" şeklindeki tarihi cevabını verdi. Peşaverli Abdurrahman Bey, daha sonra Kabil'e gelerek kendisiyle Peşaver'e dönmesi için adeta yalvaran annesine "Anne, Anadolu işgal altındayken dönemem" dedi. Rauf Bey'e zannedilerek şehit edildi Görevini 1922'de Fahreddin Paşa'ya devrettikten sonra İstanbul'a dönen Peşaveri, Rauf Orbay'ın maiyetinde hizmete başladı. Peşaveri, 21 Mayıs 1925 gecesi Beşiktaş'tan Nişantaşı'ndaki evine dönerken meçhul 3 şahıs tarafından tabancayla vuruldu. Bir ciğeri parçalanan ve bel kemiği zedelediğinden belden aşağısı felç olan Peşaveri, tüm çabalara rağmen 30 Haziran 1925'te hayata gözlerini yumdu ve Maçka Mezarlığı'na defnedildi. Peşaveri'nin beyaz tenli olması ve sima olarak Rauf Orbay'a benzemesi, asıl hedefin Rauf Orbay olduğu iddiasını güçlendirdi. Ölüm haberi Hindistan'da büyük bir üzüntüyle karşılanan Peşaverli Abdurrahman Bey'in ismi, okuduğu Aligarh Koleji'nde kaldığı yurt odasına verildi ve Ensari'nin davetlisi olarak 1933'te Hindistan'ı ziyaret eden Rauf Orbay tarafından aynı odaya bir kitabe kondu. Ayrıca Peşaver Üniversitesi'ne doğduğu şehir Peşaver'de okullararası spor müsabakaları için Rauf-Rahman Kupası adıyla bir kupa verildi. MEKÂNI CENNET OLSUN 🤲
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28. Dönem Milletvekili Andiçme Töreni dolayısıyla TBMM'de!
    📸 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28. Dönem Milletvekili Andiçme Töreni dolayısıyla TBMM'de!
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • TBMM 28. Dönem İttifaklara göre sandalye dağılımı
    📌TBMM 28. Dönem İttifaklara göre sandalye dağılımı
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • "Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık vardır." (İnşirâh,6)

    #seçim2023 #14mayıs #meclis #Hüdapar #TBMM
    "Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık vardır." (İnşirâh,6) #seçim2023 #14mayıs #meclis #Hüdapar #TBMM
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Grup Toplantısı'nda konuştu.

    "Elektrikte tüm abone gruplarında nisan ayından itibaren yüzde 15 indirime gidiyoruz."

    "Sanayicilerimizin kullandığı ve konut aboneliğine göre oldukça yüksek kalan doğalgaz tarifesinde, nisan ayından itibaren yüzde 20 indirim yapıyoruz."

    "Seçim süreci sebebiyle değişen gündemin, sizleri, sizlerin yaşadığı şehirlerdeki durumu, yapılan yardım ve destek çalışmalarını, kalıcı konut projelerini unutturmasına asla izin vermeyeceğiz.

    "Acıların paylaştıkça azalacağı, yüklerin paylaştıkça hafifleyeceği, kayıpların birlikte çalışıldıkça kazanılacağı inancıyla 85 milyon bir ve beraber olarak mücadele edeceğiz."
    📍Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Grup Toplantısı'nda konuştu. 📍"Elektrikte tüm abone gruplarında nisan ayından itibaren yüzde 15 indirime gidiyoruz." 📍"Sanayicilerimizin kullandığı ve konut aboneliğine göre oldukça yüksek kalan doğalgaz tarifesinde, nisan ayından itibaren yüzde 20 indirim yapıyoruz." 📍"Seçim süreci sebebiyle değişen gündemin, sizleri, sizlerin yaşadığı şehirlerdeki durumu, yapılan yardım ve destek çalışmalarını, kalıcı konut projelerini unutturmasına asla izin vermeyeceğiz. 📍"Acıların paylaştıkça azalacağı, yüklerin paylaştıkça hafifleyeceği, kayıpların birlikte çalışıldıkça kazanılacağı inancıyla 85 milyon bir ve beraber olarak mücadele edeceğiz."
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • #TOGG Gazi Meclisimizde…

    Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Sn. Mustafa Varank TBMM'deki bu sabahki bütçe sunumuna Türkiye'nin yerli otomobili TOGG ile geldi.

    Bu gurur Türkiye’mizin…

    Türkiye’nin ilk elektrikli Yerli Otomobili @Togg2022 TBMM’ye çok yakıştı!

    Devrim Arabaları’ndan TOGG’a…
    Muhteşem bir gurur.
    #TürkiyeYüzyılı’nın en değerli sembollerinden…

    Teşekkürler Sn. @varank
    Teşekkürler Sn.Cumhurbaşkanım.
    #TBMM

    Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, TBMM'ye #Togg ile geldi kral hareket!
    #TOGG 🇹🇷 Gazi Meclisimizde… Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Sn. Mustafa Varank TBMM'deki bu sabahki bütçe sunumuna Türkiye'nin yerli otomobili TOGG ile geldi. Bu gurur Türkiye’mizin… 🇹🇷Türkiye’nin ilk elektrikli Yerli Otomobili @Togg2022 TBMM’ye çok yakıştı! Devrim Arabaları’ndan TOGG’a…🚘 Muhteşem bir gurur. #TürkiyeYüzyılı’nın en değerli sembollerinden… Teşekkürler Sn. @varank Teşekkürler Sn.Cumhurbaşkanım. 📍#TBMM Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, TBMM'ye #Togg ile geldi kral hareket!
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
  • CUMHURİYET DÖNEMİNİN İLK MİLLİ SİLAH SANAYİCİSİ NURİ KİLLİGİL'İN İBRETLİK HİKAYESİ..

    2 Mart 1949 tarihinde İstanbul korkunç bir patlamayla sarsılır.
    İki gün boyunca devam eden bu şiddetli patlamalarda, Sütlüce sahilindeki bir bina neredeyse tamamen havaya uçar. Havaya uçan bu bina, bir silah fabrikasıydı. Sahibi de Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkas İslam Ordusu Komutanı, Bakü Fatihi Nuri Killigil Paşadır...

    TBMM’de bazı milletvekilleri hükümete soru önergesi vererek, "bu fabrikanın nasıl ve kimlerce havaya uçurulduğunun" açıklanmasını ister. Ve 23 Mart’ta kapalı celsede zamanın Başbakanı kürsüye gelerek açıklamalarda bulunur; ne anlattığıysa artık, kayıtlara devlet sırrı olarak girer!

    Patlamadan sonra Nuri Paşa’nın yanmış birkaç parça el, ayak ve giysisi bulunur ve bunlar bir tabuta konarak toprağa verilir.
    Fabrika? Bir daha açılmamak üzere yanmış, kül olmuştur. Üretilen tabancalardan biri, Nuri Paşa’nın varislerince Harbiye Askeri Müzesi’ne teslim edilir; bir gün yolunuz düşerse silahı orada görebilirsiniz.

    Nuri Demirağ'ın öncülük ettiği uçak sanayinin ardından savunma sanayimizin temel taşı da un-ufak edilip toprağa gömülmüştür artık. Yıl 1949. Henüz Menderes iktidara gelmemiştir. Bu büyük müteşebbis Nuri Killigil böylece milletimize unutturulmuştur.

    Peki bu Nuri Killigil Paşa Kimdir?
    Türk savunma sanayisinin temellerini atan, itilmiş, horlanmış ve unutulmuş, unutturulmuş bir kahraman: Nuri Killigil Paşa…
    Gözü kara bir subay, idealist bir memleket sevdalısı. 1911-1912 yıllarında Trablusgarp’ta İtalyan işgaline karşı savaştı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, henüz 29 yaşındayken Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak, Ermenilerin ve Rusların işgalindeki Bakü’yü kurtardı. Bu zaferden sonra Azerbaycanlılar tarafından adına destanlar yazıldı, şarkılar bestelendi ve “Bakü Fatihi” olarak tanınmaya başladı. Fakat henüz bir buçuk ay sonra 0smanlı İmparatorluğu’nun Mondros Anlaşması’nı imzalayıp yenilgiyi kabul etmesi üzerine birliklerini Azerbaycan’dan çekmek zorunda kaldı.
    Ateşkes ile birlikte İngilizlerin baskısıyla bütün komutanlar İstanbul’a çağrıldı. Payitahta gelir gelmez polisler tarafından tutuklandı ve Batum’a gönderilerek hapsedildi. 1919 yılında halkın da yardımıyla hapisten kaçtı. Erzurum’a giderek milli mücadeleye katıldı. Erzurum ve Kars’ta silah ve cephanelerin bakımı için bir atölye kurdu. Fakat bu sırada Mustafa Kemal'e darbe yapacak dedikoduları çıktı, bölgeden uzaklaştırılırdı ve Almanya’ya gitmek zorunda kaldı. Killigil, Almanya’da yaşadığı süre zarfında da Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile beraber çalışarak, özellikle ordunun hafif silah ve mühimmat tedariki yönünde çalışmalar yaptı. Yurda döndüğünde devlet kurulmuş ve emekliye sevk edilmişti.

    1925 yılında Atatürk’ün imzasıyla Yarbay rütbesiyle emekliliği onaylandı. 1929’da devlet tarafından İstiklal Madalyası’na layık görüldü.

    Nuri Paşa Artık asker değildi ve yeni bir iş yapması gerekiyordu. Siyasete girmedi, ticarete atılmayı düşündü. Gençliğinden beri silah üretmek en büyük hayaliydi. Teknik bilgisi olmamasına rağmen, içinde hep bir şeyler icat etme arzusu vardı.

    1933’te Zeytinburnu’nda döküm, seramik, soba yapmak üzere bir tesis kurdu. Resmi olarak bu tip madeni eşyalar üretiliyor olarak görünse de asıl üretimi, Millî Savunma Bakanlığı’nın verdiği izinle yapılan tabanca, tüfek, gaz maskesi ve hatta havan topu mermisi gibi askeri malzemeler üzerine idi. İlk büyük işi; Atatürk’ün kararnamesiyle 1934’te, Yavuz Gemisi topları için gerekli olan kanat emniyetli tapaların üretimi oldu. Daha sonra dağ topları için 24 bin tapa ve Heinkel uçaklarının bomba yapımı gibi işleri de almıştı.
    Daha sonra fabrikasını iyice genişletti ve Sütlüce’de ikinci fabrikasını açtı. Türkiye’nin ilk özel savunma sanayi şirketi olan bu fabrika, ülkenin silah endüstrisindeki mihenk taşı oldu. 400 tezgah ve 500 işçi çalışıyor, tamamen yerli silah ve mühimmatlar üretiliyor, bu mühimmatlar da Türkiye Cumhuriyeti’nin yanı sıra birçok devlete satılıyordu.

    Sütlüce’deki bu silah ve mühimmat fabrikasında, çizimini bizzat kendi yaptığı, kendi adını verdiği ve patenti kendisine ait olan Nuri Killigil Tabanca'sını üretti. Yarı otomatik ve 9 milimetre çapındaki bu ilk yerli ve milli tabancamız o yıllarda dünyanın en iyi silahları arasında gösteriliyordu. Silah bugün Harbiye Askeri Müzesi’nde sergilenmekte, yolunuz düşerse orada görmenizi tavsiye ederim.
    Hayatı silahlarla geçmiş, gerçek bir silahşor olan Nuri Paşa’nın; askerlik hayatında silahları yalnızca kullanmakla kalmadığını, üzerinde kafa yorarak sürekli gelişme ve yenilik arayışında olduğunu, kısa süre içerisinde ortaya koyduğu başarılı ürünlerden anlayabiliyoruz.

    Killigil Tabancası’na baktığımızda; silahın kabza kapağındaki incelik, şarjör tünelinin altındaki detay, üst kapağın zarafeti hemen dikkatimizi çekiyor ve bu harika tasarım, onun ne kadar titiz, işini iyi yapan bir silah tasarımcısı olduğunu bize gösteriyor.
    Nuri Killigil’in bu başarıları, Türkiye’nin milli ve yerli bir savunma sanayisi olmasını istemeyenleri rahatsız etti. Bir süre sonra Killigil, baskılardan dolayı fabrikasında silah üretilmeyeceğini açıkladı. Fakat üretim gizlice devam ediyordu.

    1949 yılına gelindiğinde… O günlerde yeni kurulmuş olan İsrail’le savaş halindeki Mısır’dan beş bin tabanca, Suriye’den de iki bin havan topu siparişi geldi. Siparişleri yetiştirmek için fabrikada gece gündüz çalışılıyordu. Bu sırada BM Güvenlik Konseyi, Suriye ve Mısır’a silah ambargosu koydu. Fakat, Paşa bu karara rağmen ambargoyu delerek sevkiyata devam etti. Bu sevkiyat İsrail’in ve İsrail ile iyi ilişkiler kurmaya çalışan hükümetin, o dönemki menfaatlerine hiç uygun değildi.

    1949 yılının 2 Mart'ında Sütlüce’deki fabrikada fail-i meçhul patlamalar meydana geldi. Nuri Killigil Paşa, mühendis ve işçileriyle birlikte on binlerce top ve havan mermisiyle birlikte bir anda yok edildi. Ceset parçaları fabrikanın her yerine saçılmıştı. Kaç kişinin can verdiği tespit edilemedi ve 27 kişi gibi temsili bir sayı kayda geçildi. Günlerce aranmasına rağmen Nuri Paşa’nın cesedine ait hiçbir şey bulunamadı ve sembolik olarak boş bir tabut defnedildi.
    20 gün sonra cesedinin ana gövdesi Haliç’te su üzerine çıkınca bulundu. Ailesi tekrardan cenaze töreni yaparak, cenaze namazının kılınmasını istedi. Fakat hükümetinin baskılarından korkan dönemin müftüsü tarafından “sadece bir ceset parçası için cenaze namazı kılınmaz” diye fetva verildi.

    Halk arasındaki iddialara göre; 1949 yılının hükümeti, İsrail siyaseti gereği Nuri Killigil’in cenazesine de tavır almıştı. 24 Mart 1949 tarihinde cenaze namazı kılınmadan, işçi arkadaşlarının yanına, Nuri Killigil Fabrikası Şehitliği’ne hak etmediği bir şekilde defnedildi.
    Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak şanlı zaferler kazanmış bir savaş kahramanı, Azerbaycan Türklerini, Rus-Ermeni zulmünden kurtaran “Bakü Fatihi”, Türkiye’nin ilk yerli ve milli silah üreticisi, savunma sanayinin kurucusu, ömrünü memleketine adamış bu müslüman Türk evladına bir cenaze namazı bile çok görülmüştü.
    Yıllarca Edirnekapı’daki mezarına da gereken değer gösterilmedi, yeri bile unutturuldu. Ancak 2016 yılında, yazar Atilla Onat tarafından mezar tespit edildi, İstanbul Büyük Şehir Belediyesince onarıldı. Ve vefatından tam 67 yıl sonra cenaze namazı arkadaşlarıyla birlikte yattığı şehitlikte, bir avuç onu bilen, tanıyan ve sevenleri tarafından kılındı.

    Ülkemiz’de son derece vahim geçen bu yıllarda, "uçak sanayinin" ardından "savunma sanayimiz" de böylece toprağa gömülmüş oldu.
    Nuri Killigil Silah ve Mühimmat Fabrikası üretimine devam etseydi bugün savunma sanayimiz hangi seviyelerdeydi?

    Nuri Demirağ uçak sanayinde destek görse veya önü kesilmeseydi ekonomimiz şu anda ne durumda olurdu diye düşünmeden edemiyoruz.

    Ömürleri boyunca kendilerinden çok ülkeleri için çalışan bu aziz insanlara vefa borcu olarak bizlere düşen; onları iyi anlayıp, değerlendirmek, emanetlerine sahip çıkmak, onların kaldıkları yerden milli bir şuurla yola devam etmek ve onları bu millete unutturanları asla unutmamaktır.

    Vatan savunması için Trablusgarp’tan Bakü’ye birçok toprakta korkusuzca savaşan bir kahraman olduğu gibi, bir mühendislik dehası da olan bu büyük milli değerimizin ruhu şad, mekânı cennet olsun. Allah gani gani rahmet eylesin.

    Nuri Killiğil, Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ gibi milli ruha sahip insanları Allah başımızdan eksik etmesin.
    CUMHURİYET DÖNEMİNİN İLK MİLLİ SİLAH SANAYİCİSİ NURİ KİLLİGİL'İN İBRETLİK HİKAYESİ.. 2 Mart 1949 tarihinde İstanbul korkunç bir patlamayla sarsılır. İki gün boyunca devam eden bu şiddetli patlamalarda, Sütlüce sahilindeki bir bina neredeyse tamamen havaya uçar. Havaya uçan bu bina, bir silah fabrikasıydı. Sahibi de Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkas İslam Ordusu Komutanı, Bakü Fatihi Nuri Killigil Paşadır... TBMM’de bazı milletvekilleri hükümete soru önergesi vererek, "bu fabrikanın nasıl ve kimlerce havaya uçurulduğunun" açıklanmasını ister. Ve 23 Mart’ta kapalı celsede zamanın Başbakanı kürsüye gelerek açıklamalarda bulunur; ne anlattığıysa artık, kayıtlara devlet sırrı olarak girer! Patlamadan sonra Nuri Paşa’nın yanmış birkaç parça el, ayak ve giysisi bulunur ve bunlar bir tabuta konarak toprağa verilir. Fabrika? Bir daha açılmamak üzere yanmış, kül olmuştur. Üretilen tabancalardan biri, Nuri Paşa’nın varislerince Harbiye Askeri Müzesi’ne teslim edilir; bir gün yolunuz düşerse silahı orada görebilirsiniz. Nuri Demirağ'ın öncülük ettiği uçak sanayinin ardından savunma sanayimizin temel taşı da un-ufak edilip toprağa gömülmüştür artık. Yıl 1949. Henüz Menderes iktidara gelmemiştir. Bu büyük müteşebbis Nuri Killigil böylece milletimize unutturulmuştur. Peki bu Nuri Killigil Paşa Kimdir? Türk savunma sanayisinin temellerini atan, itilmiş, horlanmış ve unutulmuş, unutturulmuş bir kahraman: Nuri Killigil Paşa… Gözü kara bir subay, idealist bir memleket sevdalısı. 1911-1912 yıllarında Trablusgarp’ta İtalyan işgaline karşı savaştı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, henüz 29 yaşındayken Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak, Ermenilerin ve Rusların işgalindeki Bakü’yü kurtardı. Bu zaferden sonra Azerbaycanlılar tarafından adına destanlar yazıldı, şarkılar bestelendi ve “Bakü Fatihi” olarak tanınmaya başladı. Fakat henüz bir buçuk ay sonra 0smanlı İmparatorluğu’nun Mondros Anlaşması’nı imzalayıp yenilgiyi kabul etmesi üzerine birliklerini Azerbaycan’dan çekmek zorunda kaldı. Ateşkes ile birlikte İngilizlerin baskısıyla bütün komutanlar İstanbul’a çağrıldı. Payitahta gelir gelmez polisler tarafından tutuklandı ve Batum’a gönderilerek hapsedildi. 1919 yılında halkın da yardımıyla hapisten kaçtı. Erzurum’a giderek milli mücadeleye katıldı. Erzurum ve Kars’ta silah ve cephanelerin bakımı için bir atölye kurdu. Fakat bu sırada Mustafa Kemal'e darbe yapacak dedikoduları çıktı, bölgeden uzaklaştırılırdı ve Almanya’ya gitmek zorunda kaldı. Killigil, Almanya’da yaşadığı süre zarfında da Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile beraber çalışarak, özellikle ordunun hafif silah ve mühimmat tedariki yönünde çalışmalar yaptı. Yurda döndüğünde devlet kurulmuş ve emekliye sevk edilmişti. 1925 yılında Atatürk’ün imzasıyla Yarbay rütbesiyle emekliliği onaylandı. 1929’da devlet tarafından İstiklal Madalyası’na layık görüldü. Nuri Paşa Artık asker değildi ve yeni bir iş yapması gerekiyordu. Siyasete girmedi, ticarete atılmayı düşündü. Gençliğinden beri silah üretmek en büyük hayaliydi. Teknik bilgisi olmamasına rağmen, içinde hep bir şeyler icat etme arzusu vardı. 1933’te Zeytinburnu’nda döküm, seramik, soba yapmak üzere bir tesis kurdu. Resmi olarak bu tip madeni eşyalar üretiliyor olarak görünse de asıl üretimi, Millî Savunma Bakanlığı’nın verdiği izinle yapılan tabanca, tüfek, gaz maskesi ve hatta havan topu mermisi gibi askeri malzemeler üzerine idi. İlk büyük işi; Atatürk’ün kararnamesiyle 1934’te, Yavuz Gemisi topları için gerekli olan kanat emniyetli tapaların üretimi oldu. Daha sonra dağ topları için 24 bin tapa ve Heinkel uçaklarının bomba yapımı gibi işleri de almıştı. Daha sonra fabrikasını iyice genişletti ve Sütlüce’de ikinci fabrikasını açtı. Türkiye’nin ilk özel savunma sanayi şirketi olan bu fabrika, ülkenin silah endüstrisindeki mihenk taşı oldu. 400 tezgah ve 500 işçi çalışıyor, tamamen yerli silah ve mühimmatlar üretiliyor, bu mühimmatlar da Türkiye Cumhuriyeti’nin yanı sıra birçok devlete satılıyordu. Sütlüce’deki bu silah ve mühimmat fabrikasında, çizimini bizzat kendi yaptığı, kendi adını verdiği ve patenti kendisine ait olan Nuri Killigil Tabanca'sını üretti. Yarı otomatik ve 9 milimetre çapındaki bu ilk yerli ve milli tabancamız o yıllarda dünyanın en iyi silahları arasında gösteriliyordu. Silah bugün Harbiye Askeri Müzesi’nde sergilenmekte, yolunuz düşerse orada görmenizi tavsiye ederim. Hayatı silahlarla geçmiş, gerçek bir silahşor olan Nuri Paşa’nın; askerlik hayatında silahları yalnızca kullanmakla kalmadığını, üzerinde kafa yorarak sürekli gelişme ve yenilik arayışında olduğunu, kısa süre içerisinde ortaya koyduğu başarılı ürünlerden anlayabiliyoruz. Killigil Tabancası’na baktığımızda; silahın kabza kapağındaki incelik, şarjör tünelinin altındaki detay, üst kapağın zarafeti hemen dikkatimizi çekiyor ve bu harika tasarım, onun ne kadar titiz, işini iyi yapan bir silah tasarımcısı olduğunu bize gösteriyor. Nuri Killigil’in bu başarıları, Türkiye’nin milli ve yerli bir savunma sanayisi olmasını istemeyenleri rahatsız etti. Bir süre sonra Killigil, baskılardan dolayı fabrikasında silah üretilmeyeceğini açıkladı. Fakat üretim gizlice devam ediyordu. 1949 yılına gelindiğinde… O günlerde yeni kurulmuş olan İsrail’le savaş halindeki Mısır’dan beş bin tabanca, Suriye’den de iki bin havan topu siparişi geldi. Siparişleri yetiştirmek için fabrikada gece gündüz çalışılıyordu. Bu sırada BM Güvenlik Konseyi, Suriye ve Mısır’a silah ambargosu koydu. Fakat, Paşa bu karara rağmen ambargoyu delerek sevkiyata devam etti. Bu sevkiyat İsrail’in ve İsrail ile iyi ilişkiler kurmaya çalışan hükümetin, o dönemki menfaatlerine hiç uygun değildi. 1949 yılının 2 Mart'ında Sütlüce’deki fabrikada fail-i meçhul patlamalar meydana geldi. Nuri Killigil Paşa, mühendis ve işçileriyle birlikte on binlerce top ve havan mermisiyle birlikte bir anda yok edildi. Ceset parçaları fabrikanın her yerine saçılmıştı. Kaç kişinin can verdiği tespit edilemedi ve 27 kişi gibi temsili bir sayı kayda geçildi. Günlerce aranmasına rağmen Nuri Paşa’nın cesedine ait hiçbir şey bulunamadı ve sembolik olarak boş bir tabut defnedildi. 20 gün sonra cesedinin ana gövdesi Haliç’te su üzerine çıkınca bulundu. Ailesi tekrardan cenaze töreni yaparak, cenaze namazının kılınmasını istedi. Fakat hükümetinin baskılarından korkan dönemin müftüsü tarafından “sadece bir ceset parçası için cenaze namazı kılınmaz” diye fetva verildi. Halk arasındaki iddialara göre; 1949 yılının hükümeti, İsrail siyaseti gereği Nuri Killigil’in cenazesine de tavır almıştı. 24 Mart 1949 tarihinde cenaze namazı kılınmadan, işçi arkadaşlarının yanına, Nuri Killigil Fabrikası Şehitliği’ne hak etmediği bir şekilde defnedildi. Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak şanlı zaferler kazanmış bir savaş kahramanı, Azerbaycan Türklerini, Rus-Ermeni zulmünden kurtaran “Bakü Fatihi”, Türkiye’nin ilk yerli ve milli silah üreticisi, savunma sanayinin kurucusu, ömrünü memleketine adamış bu müslüman Türk evladına bir cenaze namazı bile çok görülmüştü. Yıllarca Edirnekapı’daki mezarına da gereken değer gösterilmedi, yeri bile unutturuldu. Ancak 2016 yılında, yazar Atilla Onat tarafından mezar tespit edildi, İstanbul Büyük Şehir Belediyesince onarıldı. Ve vefatından tam 67 yıl sonra cenaze namazı arkadaşlarıyla birlikte yattığı şehitlikte, bir avuç onu bilen, tanıyan ve sevenleri tarafından kılındı. Ülkemiz’de son derece vahim geçen bu yıllarda, "uçak sanayinin" ardından "savunma sanayimiz" de böylece toprağa gömülmüş oldu. Nuri Killigil Silah ve Mühimmat Fabrikası üretimine devam etseydi bugün savunma sanayimiz hangi seviyelerdeydi? Nuri Demirağ uçak sanayinde destek görse veya önü kesilmeseydi ekonomimiz şu anda ne durumda olurdu diye düşünmeden edemiyoruz. Ömürleri boyunca kendilerinden çok ülkeleri için çalışan bu aziz insanlara vefa borcu olarak bizlere düşen; onları iyi anlayıp, değerlendirmek, emanetlerine sahip çıkmak, onların kaldıkları yerden milli bir şuurla yola devam etmek ve onları bu millete unutturanları asla unutmamaktır. Vatan savunması için Trablusgarp’tan Bakü’ye birçok toprakta korkusuzca savaşan bir kahraman olduğu gibi, bir mühendislik dehası da olan bu büyük milli değerimizin ruhu şad, mekânı cennet olsun. Allah gani gani rahmet eylesin. Nuri Killiğil, Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ gibi milli ruha sahip insanları Allah başımızdan eksik etmesin.
    0 Yorumlar 0 hisse senetleri
Arama Sonuçları