• 1985'te, Doğu Afrika'nın sakin bir köyünde, Daniel adında bir adam üç kızıyla yalınayak duruyordu. Karısı bir yıl önce doğum sırasında ölmüştü. Bir daha asla evlenmedi. Ne zamanı vardı, ne de yüreği. O bir çiftçi, bir inşaatçı, bir baba ve bir hayalperestti.

    Evlerinde elektrik yoktu. Bazı geceler akşam yemeği sadece haşlanmış kök ve suydu. Ama sahip oldukları şey -Daniel'in her zaman sahip olduklarından emin olduğu şey- onurdu.

    Her sabah gün doğmadan önce kızlarını uyandırır ve onları okula iki mil kadar yürütürdü. Kendi okuyup yazamıyordu ama her gün sınıfın dışında, gölgede oturur, yalnız eve yürümek zorunda kalmasınlar diye beklerdi.

    Bazen kalem alabilmeleri için aç kalırdı.
    Sınav ücretlerini ödeyebilmek için alyansını satardı.
    Hasat mevsiminde sadece ikinci el ders kitapları almak için üç işte çalışırdı -birçok sayfası eksikti.

    İnsanlar gülüyordu.
    "Kız onlar," diyorlardı.
    "Gelecekleri ne?"

    Daniel cevap vermedi.
    Yanlarında yürümeye devam etti.

    Yıllar geçti. Birer birer mezun oldular.
    Birer birer burs kazandılar.
    Ve birer birer… Okyanusları aştılar.

    2025'te, o fotoğrafın çekilmesinden 40 yıl sonra, dünya hiç kimsenin beklemediği bir şey gördü:
    Aynı adamın, bu sefer bir hastanenin önünde, beyaz önlüklü üç kızıyla birlikte gururla durduğu yeni bir görüntü.

    Doktorlar.

    Hepsi.

    Nasıl hissettiği sorulduğunda, Daniel usulca ağladı ve fısıldadı,
    "Onlara asla dünyayı vermedim. Sadece dünyanın umutlarını ellerinden almasına asla izin vermedim."

    Elleriyle ekin yetiştirdi,
    ama kalbiyle doktor yetiştirdi.

    Ve dünyanın hiç tanımadığı bir adamın sessiz gölgesinde,
    üç kız yükseldi… Ve her şeyi değiştirdi.
    1985'te, Doğu Afrika'nın sakin bir köyünde, Daniel adında bir adam üç kızıyla yalınayak duruyordu. Karısı bir yıl önce doğum sırasında ölmüştü. Bir daha asla evlenmedi. Ne zamanı vardı, ne de yüreği. O bir çiftçi, bir inşaatçı, bir baba ve bir hayalperestti. Evlerinde elektrik yoktu. Bazı geceler akşam yemeği sadece haşlanmış kök ve suydu. Ama sahip oldukları şey -Daniel'in her zaman sahip olduklarından emin olduğu şey- onurdu. Her sabah gün doğmadan önce kızlarını uyandırır ve onları okula iki mil kadar yürütürdü. Kendi okuyup yazamıyordu ama her gün sınıfın dışında, gölgede oturur, yalnız eve yürümek zorunda kalmasınlar diye beklerdi. Bazen kalem alabilmeleri için aç kalırdı. Sınav ücretlerini ödeyebilmek için alyansını satardı. Hasat mevsiminde sadece ikinci el ders kitapları almak için üç işte çalışırdı -birçok sayfası eksikti. İnsanlar gülüyordu. "Kız onlar," diyorlardı. "Gelecekleri ne?" Daniel cevap vermedi. Yanlarında yürümeye devam etti. Yıllar geçti. Birer birer mezun oldular. Birer birer burs kazandılar. Ve birer birer… Okyanusları aştılar. 2025'te, o fotoğrafın çekilmesinden 40 yıl sonra, dünya hiç kimsenin beklemediği bir şey gördü: Aynı adamın, bu sefer bir hastanenin önünde, beyaz önlüklü üç kızıyla birlikte gururla durduğu yeni bir görüntü. Doktorlar. Hepsi. Nasıl hissettiği sorulduğunda, Daniel usulca ağladı ve fısıldadı, "Onlara asla dünyayı vermedim. Sadece dünyanın umutlarını ellerinden almasına asla izin vermedim." Elleriyle ekin yetiştirdi, ama kalbiyle doktor yetiştirdi. Ve dünyanın hiç tanımadığı bir adamın sessiz gölgesinde, üç kız yükseldi… Ve her şeyi değiştirdi.
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Dünya'dan 350 milyon ışık yolu uzakta olan bir galaksiyi keşfeden Burçin Mutlu Pakdil

    Dünyadan yaklaşık 359 milyon ışık yılı uzaklıkta gökbilimcilerin sık gözlemleyemediği ve günümüzde eşine pek rastlanmamış çift halkalı bir galaksi özelliği Burçin Mutlu Pakdil Tarafından keşfedildi. Bu araştırma, nadiren gözlenen Hoag tipi galaksilerin bir sınıfına ait iki dairesel halkayla çevrelenmiş halde eliptik bir çekirdeğin incelenmesinden oluşuyor. Bu çalışmayı da önemli ve farklı kılan, yıllar sonra ilk defa Hoag tipi galaksi keşfinin yanı sıra, bu kadar iyi bir eliptik çekirdek gözlenmesidir.

    Burcin Mutlu-Pakdil ve arkadaşları Şili dağlarında geniş çaplı bir teleskop kullanarak sadece Güney Yarımküre’de kolayca gözlemlenen galaksinin çoklu dalga boyu gözlemini yaptılar ve bu görüntülerin farklı dalga boylarında olmasının farklı oluşum zamanlarına rastladığını keşfettiler. Kırmızı ve daha eski (5.5 milyar yıl) merkezi çekirdeği çevreleyen mavi ve genç (0.13 milyar yıl) dış halka bulan araştırmacılar, orta gövde çevresinde de bir halka bulunca şaşırdılar. Bu ikinci halkayı belgelemek istedikten sonra çalışmalarını bu yönde sürdüren ekip, yoğun uğraşlarından sonra ikinci bir halka keşfini yapmış oldular.

    Burçin Mutlu Pakdil’in Heykeli, NorthPark Center’da Diğer Bilim İnsanları İle Beraber Sergilenmektedir.
    Dünya'dan 350 milyon ışık yolu uzakta olan bir galaksiyi keşfeden Burçin Mutlu Pakdil Dünyadan yaklaşık 359 milyon ışık yılı uzaklıkta gökbilimcilerin sık gözlemleyemediği ve günümüzde eşine pek rastlanmamış çift halkalı bir galaksi özelliği Burçin Mutlu Pakdil Tarafından keşfedildi. Bu araştırma, nadiren gözlenen Hoag tipi galaksilerin bir sınıfına ait iki dairesel halkayla çevrelenmiş halde eliptik bir çekirdeğin incelenmesinden oluşuyor. Bu çalışmayı da önemli ve farklı kılan, yıllar sonra ilk defa Hoag tipi galaksi keşfinin yanı sıra, bu kadar iyi bir eliptik çekirdek gözlenmesidir. Burcin Mutlu-Pakdil ve arkadaşları Şili dağlarında geniş çaplı bir teleskop kullanarak sadece Güney Yarımküre’de kolayca gözlemlenen galaksinin çoklu dalga boyu gözlemini yaptılar ve bu görüntülerin farklı dalga boylarında olmasının farklı oluşum zamanlarına rastladığını keşfettiler. Kırmızı ve daha eski (5.5 milyar yıl) merkezi çekirdeği çevreleyen mavi ve genç (0.13 milyar yıl) dış halka bulan araştırmacılar, orta gövde çevresinde de bir halka bulunca şaşırdılar. Bu ikinci halkayı belgelemek istedikten sonra çalışmalarını bu yönde sürdüren ekip, yoğun uğraşlarından sonra ikinci bir halka keşfini yapmış oldular. Burçin Mutlu Pakdil’in Heykeli, NorthPark Center’da Diğer Bilim İnsanları İle Beraber Sergilenmektedir.
    0 Commenti 0 condivisioni
  • ALHAMBRA'DA QANAT SİSTEMİNDEN DE FAYDALANILAN MÜKEMMEL BİR SU SİSTEMİ VAR,
    GRANADA, İSPANYA
    1238 yılında Granada’daki mühendisler, Ortaçağ tarihinin en büyük mühendislik başarılarından birine imza attılar: Bir dağın 200 metre yukarısına, dışarıdan enerji almadan çalışan, kendi kendini idame ettiren bir su sistemi inşa ettiler.
    Bu sistem, Alhambra Sarayı’na su taşımakla kalmadı; aynı zamanda bahçeleri, çeşmeleri ve hamamları da besledi. Ne bir pompa ne de elektrik vardı. Sadece yer çekimi, eğim ve zeki mühendislik.
    Ancak sistemin gerçek dehası, suyun sadece taşınması değil; basınçla yukarı çıkartılması, akışın dengelenmesi ve israf edilmeden dağıtılmasıydı. Modern mühendisler bile hâlâ bu sistemin bazı yönlerini tam olarak anlamakta zorlanıyor.
    Zamanla bu su sistemi o kadar etkileyici bir hâl aldı ki, bazıları fiziğin temel kurallarına meydan okuduğunu düşündü. Çünkü doğal eğimlerle suyu 200 metre yukarı taşımak, neredeyse imkânsız kabul edilen bir işti.
    Bu sistem hâlâ çalışıyor. Ve Granada’da, Alhambra’nın bahçelerinde dolaşırken hâlâ o suyun sesi duyuluyor. Bu, zamanını aşan mühendisliğin yaşayan bir kanıtı.
    Mükemmelleştirmek için 3 nesil mühendis gerekti.
    Diğer ortaçağ şehirleri Hristiyan ordularına yenilirken, Granada 250 yıldan fazla bir süre fethedilmeden kaldı.
    Sırrı ne miydi?
    Elhamra Sarayı - o kadar dahiyane bir mühendislik kalesi ki, modern NASA bilim insanları bile sistemlerini inceliyor.
    Önce Kraliyet Kanalı geldi - "Acequia Real":
    Dağlık arazide oyulmuş 6 km'lik bir kanal.
    Her metre mükemmel hesaplamalar gerektiriyordu.
    Sadece %1'lik bir eğim: Çok dik = erozyon. Çok sığ = akış yok.
    Meydan okumak imkansız görünüyordu:
    Modern su pompaları olmadan Darro Nehri'nin 200 metre yukarısındaki bir şehre güç sağlamak.
    Bu Bağlamda: Bu, yalnızca ortaçağ teknolojisini kullanarak 60 katlı bir gökdelene su akıtmak gibi bir şey.
    Hata payı? Sıfır.
    Ancak daha büyük bir sorunları vardı:
    Ortaçağ boruları yüksek basıncı kaldıramıyordu.
    Geleneksel çeşmeler muazzam bir güç gerektiriyordu.
    Her metre yükseklik su basıncını azaltıyordu.
    Çözümleri mi? Hidrolik mühendisliğinde devrim yarattı.
    Devasa Su Kulesi'ni (Torre del Agua) inşa ettiler:
    • 45 metre yüksekliğinde
    • Çoklu depolama odaları
    • Basınç düzenleme sistemleri
    • Yedek rezervuarlar
    Kule tüm su şebekesinin kalbi haline geldi.
    Alhambra'nın hayvan gücüyle çalışan su çarkı dahiyaneydi:
    • 12 metre çapında
    • Kenarına seramik kaplar takılı
    • Verimlilik için karşı ağırlıklı
    • Saatte 1.500 litre kaldırabilir
    500 yıl boyunca sürekli çalıştı.
    Aslanlar Sarayı çeşmesi onların başyapıtıydı:
    Her biri hassas bir şekilde tasarlanmış 12 mermer aslan.
    Su, vücutlarındaki gizli kanallardan akıyordu.
    Karmaşık bir mekanizma, su akışını her saat döndürüyordu.
    Ortaçağ İspanya'sının en doğru zaman tutucusu oldu.
    En büyük başarıları?
    Avrupa'nın hiç bilmediği akışkan dinamiği prensiplerini kullanarak şunları yarattılar:
    • Kendini idame ettiren su kaldırma
    • Hava kabarcığı itme
    • Doğal basınç düzenlemesi
    Fizik ders kitaplarının yeniden yazılması gerekiyordu.
    Termal banyolar termal mühendisliğin bir başarısıydı:
    • Isıtma sistemi (Türk hamamları gibi)
    • Dereceli sıcaklık odaları
    • Buhar üretim odaları
    • Mermer ısı tutma zeminleri
    • Doğal havalandırma kanalları
    Hepsi tek bir odun fırınıyla çalıştırılıyor.
    İklim kontrol sistemleri yüzyıllar öncesindeydi:
    • Maksimum soğutma için stratejik çeşme yerleşimi
    • Dar geçitler boyunca rüzgar tüneli etkileri
    • Su duvarı soğutma sistemleri
    • Buharlaştırıcı soğutma odaları
    Dışarıdan sıcaklık farkı: Genellikle 10°C daha soğuk.
    Yedek su sistemleri harikaydı:
    3 ayrı su kaynağı:
    • Royal Canal (birincil)
    • Darro Nehri asansörü (ikincil)
    • Yağmur suyu toplama (acil)
    Artı sarayı aylarca idare edebilecek gizli rezervuarlar.
    Mühendislik o kadar hassastı ki:
    • Su basıncı yükseklik değişikliklerine rağmen sabit kaldı
    • Çeşmeler tam yüksekliklerini korudu
    • Sıcaklık yıl boyunca düzenli kaldı
    • Atık su bahçeler için geri dönüştürüldü
    Hepsi tek bir güç pompası olmadan.
    Etkisi devrim niteliğindeydi:
    • Kuşatma altındaki bahçeler binlerce kişiyi doyurdu
    • Çeşme avluları politikacıların buluşma noktası oldu
    • Suya erişim ekonomiyi canlandırdı
    • Termal banyolar diplomasi merkezi haline geldi
    Mühendislik, medeniyeti şekillendirdi.
    NASA'nın ilgisi şaşırtıcı değil:
    Alhambra hala karşılaştığımız sorunları çözdü:
    • Pasif iklim kontrolü
    • Kaynak optimizasyonu
    • Sürdürülebilir su geri dönüşümü
    • Yerçekimine dayalı güç sistemleri
    Mars kolonileri için mükemmel.
    • Doğal güçlerle savaşmak yerine onları kullandılar.
    • Her sisteme yedeklilik yerleştirdi
    • Yıllar değil, yüzyıllar için tasarladı
    • Doğanın mühendisliği yönlendirmesine izin verdi
    İlkeleri ancak şimdi yeniden keşfettik.
    Bugün, 900 yıl sonra:
    • Orijinal sistemlerin %70'i hala çalışıyor
    • Orijinal çeşmeler hala akıyor
    • İklim kontrolü hala çalışıyor
    • Bahçeler hala çiçek açıyor
    "Uzun ömürlü" dediklerinde, bunu kastediyorlardı.
    GRANADA BİR DÖNEM MÜSLÜMANLAR'IN TOPRAĞI OLMUŞTU, BU SİSTEMİ MÜSLÜMANLAR MI KURDU?
    Evet, bu su sistemi Müslüman mühendisler tarafından yapılmıştır.
    Detaylı olarak:
    1238 yılında Granada’da kurulan Nasrid Emirliği, Endülüs’teki son Müslüman devletti.
    El Hamra Sarayı (Alhambra), bu emirlik döneminde inşa edildi ve mükemmel bir mühendislik ürünü olan su sistemi de bu yapının bir parçasıdır.
    Sistemi tasarlayan mühendisler, Arap ve Berberi kökenli Müslümanlardı. Büyük kısmı doğrudan İslam dünyasının bilgi birikiminden beslenmişti.
    Bu mühendisler, Roma su kemerlerinden ve İslam dünyasında gelişmiş su teknolojilerinden (özellikle İran’daki "qanat" sistemlerinden) esinlenerek, yer çekimini ve akış fiziğini çok iyi kullanan karmaşık bir yer altı su taşıma ve dağıtım sistemi kurdular.
    Alhambra’nın su sistemi sadece bir mühendislik başarısı değil, aynı zamanda İslam medeniyetinin bilim, sanat ve doğaya uyumlu mimari anlayışının da örneğidir.
    Yani evet: Bu etkileyici sistem, 13. yüzyılda Müslüman mühendisler tarafından inşa edilmiştir.
    🛜: Genius GTX
    : ChatGPT
    ALHAMBRA'DA QANAT SİSTEMİNDEN DE FAYDALANILAN MÜKEMMEL BİR SU SİSTEMİ VAR, GRANADA, İSPANYA 🇪🇸 1238 yılında Granada’daki mühendisler, Ortaçağ tarihinin en büyük mühendislik başarılarından birine imza attılar: Bir dağın 200 metre yukarısına, dışarıdan enerji almadan çalışan, kendi kendini idame ettiren bir su sistemi inşa ettiler. Bu sistem, Alhambra Sarayı’na su taşımakla kalmadı; aynı zamanda bahçeleri, çeşmeleri ve hamamları da besledi. Ne bir pompa ne de elektrik vardı. Sadece yer çekimi, eğim ve zeki mühendislik. Ancak sistemin gerçek dehası, suyun sadece taşınması değil; basınçla yukarı çıkartılması, akışın dengelenmesi ve israf edilmeden dağıtılmasıydı. Modern mühendisler bile hâlâ bu sistemin bazı yönlerini tam olarak anlamakta zorlanıyor. Zamanla bu su sistemi o kadar etkileyici bir hâl aldı ki, bazıları fiziğin temel kurallarına meydan okuduğunu düşündü. Çünkü doğal eğimlerle suyu 200 metre yukarı taşımak, neredeyse imkânsız kabul edilen bir işti. Bu sistem hâlâ çalışıyor. Ve Granada’da, Alhambra’nın bahçelerinde dolaşırken hâlâ o suyun sesi duyuluyor. Bu, zamanını aşan mühendisliğin yaşayan bir kanıtı. Mükemmelleştirmek için 3 nesil mühendis gerekti. Diğer ortaçağ şehirleri Hristiyan ordularına yenilirken, Granada 250 yıldan fazla bir süre fethedilmeden kaldı. Sırrı ne miydi? Elhamra Sarayı - o kadar dahiyane bir mühendislik kalesi ki, modern NASA bilim insanları bile sistemlerini inceliyor. Önce Kraliyet Kanalı geldi - "Acequia Real": Dağlık arazide oyulmuş 6 km'lik bir kanal. Her metre mükemmel hesaplamalar gerektiriyordu. Sadece %1'lik bir eğim: Çok dik = erozyon. Çok sığ = akış yok. Meydan okumak imkansız görünüyordu: Modern su pompaları olmadan Darro Nehri'nin 200 metre yukarısındaki bir şehre güç sağlamak. Bu Bağlamda: Bu, yalnızca ortaçağ teknolojisini kullanarak 60 katlı bir gökdelene su akıtmak gibi bir şey. Hata payı? Sıfır. Ancak daha büyük bir sorunları vardı: Ortaçağ boruları yüksek basıncı kaldıramıyordu. Geleneksel çeşmeler muazzam bir güç gerektiriyordu. Her metre yükseklik su basıncını azaltıyordu. Çözümleri mi? Hidrolik mühendisliğinde devrim yarattı. Devasa Su Kulesi'ni (Torre del Agua) inşa ettiler: • 45 metre yüksekliğinde • Çoklu depolama odaları • Basınç düzenleme sistemleri • Yedek rezervuarlar Kule tüm su şebekesinin kalbi haline geldi. Alhambra'nın hayvan gücüyle çalışan su çarkı dahiyaneydi: • 12 metre çapında • Kenarına seramik kaplar takılı • Verimlilik için karşı ağırlıklı • Saatte 1.500 litre kaldırabilir 500 yıl boyunca sürekli çalıştı. Aslanlar Sarayı çeşmesi onların başyapıtıydı: Her biri hassas bir şekilde tasarlanmış 12 mermer aslan. Su, vücutlarındaki gizli kanallardan akıyordu. Karmaşık bir mekanizma, su akışını her saat döndürüyordu. Ortaçağ İspanya'sının en doğru zaman tutucusu oldu. En büyük başarıları? Avrupa'nın hiç bilmediği akışkan dinamiği prensiplerini kullanarak şunları yarattılar: • Kendini idame ettiren su kaldırma • Hava kabarcığı itme • Doğal basınç düzenlemesi Fizik ders kitaplarının yeniden yazılması gerekiyordu. Termal banyolar termal mühendisliğin bir başarısıydı: • Isıtma sistemi (Türk hamamları gibi) • Dereceli sıcaklık odaları • Buhar üretim odaları • Mermer ısı tutma zeminleri • Doğal havalandırma kanalları Hepsi tek bir odun fırınıyla çalıştırılıyor. İklim kontrol sistemleri yüzyıllar öncesindeydi: • Maksimum soğutma için stratejik çeşme yerleşimi • Dar geçitler boyunca rüzgar tüneli etkileri • Su duvarı soğutma sistemleri • Buharlaştırıcı soğutma odaları Dışarıdan sıcaklık farkı: Genellikle 10°C daha soğuk. Yedek su sistemleri harikaydı: 3 ayrı su kaynağı: • Royal Canal (birincil) • Darro Nehri asansörü (ikincil) • Yağmur suyu toplama (acil) Artı sarayı aylarca idare edebilecek gizli rezervuarlar. Mühendislik o kadar hassastı ki: • Su basıncı yükseklik değişikliklerine rağmen sabit kaldı • Çeşmeler tam yüksekliklerini korudu • Sıcaklık yıl boyunca düzenli kaldı • Atık su bahçeler için geri dönüştürüldü Hepsi tek bir güç pompası olmadan. Etkisi devrim niteliğindeydi: • Kuşatma altındaki bahçeler binlerce kişiyi doyurdu • Çeşme avluları politikacıların buluşma noktası oldu • Suya erişim ekonomiyi canlandırdı • Termal banyolar diplomasi merkezi haline geldi Mühendislik, medeniyeti şekillendirdi. NASA'nın ilgisi şaşırtıcı değil: Alhambra hala karşılaştığımız sorunları çözdü: • Pasif iklim kontrolü • Kaynak optimizasyonu • Sürdürülebilir su geri dönüşümü • Yerçekimine dayalı güç sistemleri Mars kolonileri için mükemmel. • Doğal güçlerle savaşmak yerine onları kullandılar. • Her sisteme yedeklilik yerleştirdi • Yıllar değil, yüzyıllar için tasarladı • Doğanın mühendisliği yönlendirmesine izin verdi İlkeleri ancak şimdi yeniden keşfettik. Bugün, 900 yıl sonra: • Orijinal sistemlerin %70'i hala çalışıyor • Orijinal çeşmeler hala akıyor • İklim kontrolü hala çalışıyor • Bahçeler hala çiçek açıyor "Uzun ömürlü" dediklerinde, bunu kastediyorlardı. GRANADA BİR DÖNEM MÜSLÜMANLAR'IN TOPRAĞI OLMUŞTU, BU SİSTEMİ MÜSLÜMANLAR MI KURDU? Evet, bu su sistemi Müslüman mühendisler tarafından yapılmıştır. Detaylı olarak: 1238 yılında Granada’da kurulan Nasrid Emirliği, Endülüs’teki son Müslüman devletti. El Hamra Sarayı (Alhambra), bu emirlik döneminde inşa edildi ve mükemmel bir mühendislik ürünü olan su sistemi de bu yapının bir parçasıdır. Sistemi tasarlayan mühendisler, Arap ve Berberi kökenli Müslümanlardı. Büyük kısmı doğrudan İslam dünyasının bilgi birikiminden beslenmişti. Bu mühendisler, Roma su kemerlerinden ve İslam dünyasında gelişmiş su teknolojilerinden (özellikle İran’daki "qanat" sistemlerinden) esinlenerek, yer çekimini ve akış fiziğini çok iyi kullanan karmaşık bir yer altı su taşıma ve dağıtım sistemi kurdular. Alhambra’nın su sistemi sadece bir mühendislik başarısı değil, aynı zamanda İslam medeniyetinin bilim, sanat ve doğaya uyumlu mimari anlayışının da örneğidir. Yani evet: Bu etkileyici sistem, 13. yüzyılda Müslüman mühendisler tarafından inşa edilmiştir. 🛜: Genius GTX 🤖: ChatGPT
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Abbasi Halifeliği: Rönesans'ı Ateşleyen Bir Devrim

    M.Ö. 750 yılında Abbasiler İslam'ın Altın Çağı'na öncülük ederek Umayadları devirdiler. İkonik Bağdat'taki "Yuvarlak Şehir"inden İslam dünyasını bilgi, kültür ve yenilikçi bir fenerine dönüştürdüler.

    *Bağdat'ta Yeni Bir Çağ*
    M.Ö. 762 yılında Halife Mansur tarafından kurulan Bağdat, Arapları, Farsları, Türkleri ve daha fazlasını canlı bir İslami kimlik altında birleştirerek küresel bir ticaret, diplomasi ve aklın merkezi haline geldi.

    *Öğrenmenin Altın Çağı*
    Harun el-Reşid ve el-Ma'mun gibi halifeler kültürel bir patlamayı körükledi:
    *Bilgelik Evi* Yunanca, Farsça ve Hint metinlerini tercüme etti.
    Harezmi cebiri icat etti, El-Razi tıbbı devrim yaptı ve İbn Sina'nın *Tıp Kanonu* küresel sağlık hizmetini şekillendirdi.
    El-Hasan ibn el-Heysem optiğe öncülük etti, bilimsel yöntemin temelini attı.

    *Sanat ve Felsefe gelişti*
    El-Mutanabbi gibi şairler, Sufi mistikleri ve El-Farabi gibi filozoflar Yunan rasyonalizmini İslam düşüncesiyle harmanlamışlardır. Abbasi mahkemesi ipek, müzik ve kütüphanelerle göz kamaştırdı.

    *Dini Çeşitlilik*
    Abbasiler Sünni İslam'ı teşvik ederken Şii, Haricit ve İsmail düşüncelerinin yükselişini gördüler ve ilahiyat okullarının zengin bir duvar halısını beslediler.

    *Reddet ve Miras*
    10. yüzyıla kadar, parçalanma başladı. 1258 yılında Bağdat'ın Moğol çuvallaması ve vilayet hanedanları Altın Çağ'ı sonlandırdı. Ancak Abbasilerin mirası 1517 yılına kadar Kahire'nin sembolik halifeliğinde yaşadı.

    *Bir Medeni Güç*
    Abbasiler antik bilgeliği, kaynaşmış kültürleri ve Avrupa Rönesansına ilham vermişlerdir. Hikayeleri kalemin kılıçtan daha güçlü olduğunu kanıtlıyor.

    #AbbasidCaliphate #IslamicGoldenAge #HouseOfWisdom #Baghdad #IslamicHistory #HistoryMatters #ScienceAndCulture #MedievalHistory #ZaneHistoryBuff #theinsidehistory
    🏛️ Abbasi Halifeliği: Rönesans'ı Ateşleyen Bir Devrim 🌟 M.Ö. 750 yılında Abbasiler İslam'ın Altın Çağı'na öncülük ederek Umayadları devirdiler. İkonik Bağdat'taki "Yuvarlak Şehir"inden İslam dünyasını bilgi, kültür ve yenilikçi bir fenerine dönüştürdüler. 🕌✨ 🌍 *Bağdat'ta Yeni Bir Çağ* M.Ö. 762 yılında Halife Mansur tarafından kurulan Bağdat, Arapları, Farsları, Türkleri ve daha fazlasını canlı bir İslami kimlik altında birleştirerek küresel bir ticaret, diplomasi ve aklın merkezi haline geldi. 💡 *Öğrenmenin Altın Çağı* Harun el-Reşid ve el-Ma'mun gibi halifeler kültürel bir patlamayı körükledi: 🧠 *Bilgelik Evi* Yunanca, Farsça ve Hint metinlerini tercüme etti. 📚 Harezmi cebiri icat etti, El-Razi tıbbı devrim yaptı ve İbn Sina'nın *Tıp Kanonu* küresel sağlık hizmetini şekillendirdi. 🔬 El-Hasan ibn el-Heysem optiğe öncülük etti, bilimsel yöntemin temelini attı. 🎭 *Sanat ve Felsefe gelişti* El-Mutanabbi gibi şairler, Sufi mistikleri ve El-Farabi gibi filozoflar Yunan rasyonalizmini İslam düşüncesiyle harmanlamışlardır. Abbasi mahkemesi ipek, müzik ve kütüphanelerle göz kamaştırdı. 🎵🎶 🕌 *Dini Çeşitlilik* Abbasiler Sünni İslam'ı teşvik ederken Şii, Haricit ve İsmail düşüncelerinin yükselişini gördüler ve ilahiyat okullarının zengin bir duvar halısını beslediler. 🗣️ *Reddet ve Miras* 10. yüzyıla kadar, parçalanma başladı. 1258 yılında Bağdat'ın Moğol çuvallaması ve vilayet hanedanları Altın Çağ'ı sonlandırdı. Ancak Abbasilerin mirası 1517 yılına kadar Kahire'nin sembolik halifeliğinde yaşadı. 🌙 *Bir Medeni Güç* Abbasiler antik bilgeliği, kaynaşmış kültürleri ve Avrupa Rönesansına ilham vermişlerdir. Hikayeleri kalemin kılıçtan daha güçlü olduğunu kanıtlıyor. ✍️ 💡 #AbbasidCaliphate #IslamicGoldenAge #HouseOfWisdom #Baghdad #IslamicHistory #HistoryMatters #ScienceAndCulture #MedievalHistory #ZaneHistoryBuff #theinsidehistory
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Cuma Hutbesi: "Yâsîn Sûresi: Kur’an’ın Kalbi"

    “Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’ın kalbi ise Yâsîn sûresidir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an, 7)

    Muhterem Müslümanlar!

    Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de yer alan sûrelerden biri de Yâsîn sûresidir. Yâsîn sûresi; insanın aklına ve vicdanına seslenen, kâinatın bir denge ve ahenk üzere yaratıldığını hatırlatan, hayatı anlamlandıran, kalpleri dirilten, hak ve hakikati öğreten bir sûredir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), “Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’ın kalbi ise Yâsîn sûresidir.”[1] buyurarak bu sûreden övgüyle bahsetmiştir. Anadolu irfanıyla yoğrulan aziz milletimiz; doğumdan ölüme, sevinçten hüzne, sağlıktan hastalığa farklı zamanlarda Yâsîn sûresini okumayı alışkanlık haline getirmiştir. Ancak bu sûreyi okumaktan maksat; sadece onu tilavet etmek değil, onun manasını tefekkür etmek ve mesajlarını hayatımıza aktarmaktır.

    Aziz Müminler!

    Yâsîn sûresi; insanlığa hayat rehberi olarak gönderilen Kur’an’a yeminle başlayarak, dünya ve ahiret huzurunun ancak onun emirlerine tabi olmaktan geçtiğine dikkat çekmektedir.

    Yâsîn sûresi, وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ “Bana kulluk edin. İşte dosdoğru yol budur.”[2] beyanıyla bizleri; yalnız Allah’a kul olmaya, istikamet üzere bir ömür sürmeye davet etmektedir. Bu istikamet; tevhitle başlayan, ibadetlerle güçlenen, güzel ahlakla kemale eren, İslam’ın dosdoğru yoludur. Bu yolda olan bir mümin, her işinde ihlası, her davranışında samimiyeti kuşanmalıdır. Riyadan ve gösterişten uzak durmalıdır.

    Yâsîn sûresi, “Sen elbette dosdoğru yol üzere gönderilen peygamberlerdensin.”[3] ayetiyle Allah Resûlü (s.a.s)’in tüm insanlığı, dünyada ve ahirette mutluluğa çağıran kutlu bir elçi olduğunu haber vermektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.s); hak ile batılı, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, helal ile haramı insanlığa gösteren hidayet rehberidir. Yetim ve öksüzleri sevindirmeyi, komşu ile iyi geçinmeyi, affedici ve bağışlayıcı olmayı öğreten rahmet elçisidir.

    Kıymetli Müslümanlar!

    Yâsîn sûresi; inkarcıların, “Şu çürümüş kemiklere yeniden kim can verecek?” sorusuna, قُلْ يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ “Onları ilk başta yaratmış olan Allah diriltecektir.”[4] fermanıyla cevap vermektedir.

    Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), vefat eden müminlere Yâsîn sûresini okumamızı tavsiye etmiştir.[5] Bu tavsiye bizlere; her nefsin ölümü tadacağını, ölmeden önce ahiret için hazırlık yapmamız gerektiğini, söylediklerimizden ve yaptıklarımızdan tek tek hesaba çekileceğimizi öğretmektedir. Yâsîn sûresi bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır: “O gün, onların ağızlarını mühürleriz; yapmış olduklarını elleri bize anlatır, ayakları da şahitlik eder.”[6] Bu bilince sahip olan bir Müslüman; yaratılış gayesi olan iyilikten, ibadetten, güzel ahlaktan uzak durmamalıdır. Kötülüklere asla yeltenmemelidir. Ölüm, ahiret, hesap, sorgu sual yokmuş gibi yaşamamalıdır. Rabbine, kendisine, ailesine, topluma ve çevresine karşı sorumluluklarını yerine getirmelidir. Bütün imkansızlıklara rağmen; vatanı ve mukaddesatı uğruna siyonist zalimlere ve işbirlikçilerine karşı destansı bir mücadele veren Gazzeli kardeşlerimiz başta olmak üzere daima mazlumun ve mağdurun yanında olmalıdır. Hiçbir insani ve ahlaki ilke tanımayan bu canilerle maddi ve manevi olarak mücadele etmelidir.

    Değerli Müminler!

    Yâsîn sûresi, müminleri şöyle müjdelemektedir: اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ ف۪ي شُغُلٍ فَاكِهُونَۚ “O gün cennetlikler, nimetler içinde safa sürerler.”[7] سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ “Onlara merhamet sahibi Rabbin söylediği selam vardır.”[8] Şeytanın esiri olan günahkarları da şöyle ikaz etmektedir: هٰذِه۪ جَهَنَّمُ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ “İşte size haber verilen cehennem budur!” اِصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ “İnkar ettiğinizden dolayı bugün girin oraya!”[9]

    Aziz Müslümanlar!

    Zilhicce ayının içindeyiz. Bu mübarek günleri; ibadetlerimizi arttırmak, hatalarımızı gözden geçirmek, günahlarımıza tövbe etmek için bir fırsat bilelim. Hesap günü gelmeden önce kendimizi hesaba çekmeye vesile kılalım.

    Hutbemi Yâsîn sûresinin son ayeti ile bitiriyorum: فَسُبْحَانَ الَّذ۪ي بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah’ın şanı ne yücedir! Hepiniz O’na döndürüleceksiniz.”[10]



    [1] Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an, 7.

    [2] Yâsîn, 36/61.

    [3] Yâsîn, 36/3, 4.

    [4] Yâsîn, 36/78, 79.

    [5] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 19, 20.

    [6] Yâsîn, 36/65.

    [7] Yâsîn, 36/55.

    [8] Yâsîn, 36/58.

    [9] Yâsîn, 36/63, 64.

    [10] Yâsîn, 36/83.

    https://diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/37709/cuma-hutbesi-ysn-sresi-kuranin-kalbi
    Cuma Hutbesi: "Yâsîn Sûresi: Kur’an’ın Kalbi" “Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’ın kalbi ise Yâsîn sûresidir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an, 7) Muhterem Müslümanlar! Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de yer alan sûrelerden biri de Yâsîn sûresidir. Yâsîn sûresi; insanın aklına ve vicdanına seslenen, kâinatın bir denge ve ahenk üzere yaratıldığını hatırlatan, hayatı anlamlandıran, kalpleri dirilten, hak ve hakikati öğreten bir sûredir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), “Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’ın kalbi ise Yâsîn sûresidir.”[1] buyurarak bu sûreden övgüyle bahsetmiştir. Anadolu irfanıyla yoğrulan aziz milletimiz; doğumdan ölüme, sevinçten hüzne, sağlıktan hastalığa farklı zamanlarda Yâsîn sûresini okumayı alışkanlık haline getirmiştir. Ancak bu sûreyi okumaktan maksat; sadece onu tilavet etmek değil, onun manasını tefekkür etmek ve mesajlarını hayatımıza aktarmaktır. Aziz Müminler! Yâsîn sûresi; insanlığa hayat rehberi olarak gönderilen Kur’an’a yeminle başlayarak, dünya ve ahiret huzurunun ancak onun emirlerine tabi olmaktan geçtiğine dikkat çekmektedir. Yâsîn sûresi, وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ “Bana kulluk edin. İşte dosdoğru yol budur.”[2] beyanıyla bizleri; yalnız Allah’a kul olmaya, istikamet üzere bir ömür sürmeye davet etmektedir. Bu istikamet; tevhitle başlayan, ibadetlerle güçlenen, güzel ahlakla kemale eren, İslam’ın dosdoğru yoludur. Bu yolda olan bir mümin, her işinde ihlası, her davranışında samimiyeti kuşanmalıdır. Riyadan ve gösterişten uzak durmalıdır. Yâsîn sûresi, “Sen elbette dosdoğru yol üzere gönderilen peygamberlerdensin.”[3] ayetiyle Allah Resûlü (s.a.s)’in tüm insanlığı, dünyada ve ahirette mutluluğa çağıran kutlu bir elçi olduğunu haber vermektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.s); hak ile batılı, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, helal ile haramı insanlığa gösteren hidayet rehberidir. Yetim ve öksüzleri sevindirmeyi, komşu ile iyi geçinmeyi, affedici ve bağışlayıcı olmayı öğreten rahmet elçisidir. Kıymetli Müslümanlar! Yâsîn sûresi; inkarcıların, “Şu çürümüş kemiklere yeniden kim can verecek?” sorusuna, قُلْ يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ “Onları ilk başta yaratmış olan Allah diriltecektir.”[4] fermanıyla cevap vermektedir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), vefat eden müminlere Yâsîn sûresini okumamızı tavsiye etmiştir.[5] Bu tavsiye bizlere; her nefsin ölümü tadacağını, ölmeden önce ahiret için hazırlık yapmamız gerektiğini, söylediklerimizden ve yaptıklarımızdan tek tek hesaba çekileceğimizi öğretmektedir. Yâsîn sûresi bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır: “O gün, onların ağızlarını mühürleriz; yapmış olduklarını elleri bize anlatır, ayakları da şahitlik eder.”[6] Bu bilince sahip olan bir Müslüman; yaratılış gayesi olan iyilikten, ibadetten, güzel ahlaktan uzak durmamalıdır. Kötülüklere asla yeltenmemelidir. Ölüm, ahiret, hesap, sorgu sual yokmuş gibi yaşamamalıdır. Rabbine, kendisine, ailesine, topluma ve çevresine karşı sorumluluklarını yerine getirmelidir. Bütün imkansızlıklara rağmen; vatanı ve mukaddesatı uğruna siyonist zalimlere ve işbirlikçilerine karşı destansı bir mücadele veren Gazzeli kardeşlerimiz başta olmak üzere daima mazlumun ve mağdurun yanında olmalıdır. Hiçbir insani ve ahlaki ilke tanımayan bu canilerle maddi ve manevi olarak mücadele etmelidir. Değerli Müminler! Yâsîn sûresi, müminleri şöyle müjdelemektedir: اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ ف۪ي شُغُلٍ فَاكِهُونَۚ “O gün cennetlikler, nimetler içinde safa sürerler.”[7] سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ “Onlara merhamet sahibi Rabbin söylediği selam vardır.”[8] Şeytanın esiri olan günahkarları da şöyle ikaz etmektedir: هٰذِه۪ جَهَنَّمُ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ “İşte size haber verilen cehennem budur!” اِصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ “İnkar ettiğinizden dolayı bugün girin oraya!”[9] Aziz Müslümanlar! Zilhicce ayının içindeyiz. Bu mübarek günleri; ibadetlerimizi arttırmak, hatalarımızı gözden geçirmek, günahlarımıza tövbe etmek için bir fırsat bilelim. Hesap günü gelmeden önce kendimizi hesaba çekmeye vesile kılalım. Hutbemi Yâsîn sûresinin son ayeti ile bitiriyorum: فَسُبْحَانَ الَّذ۪ي بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah’ın şanı ne yücedir! Hepiniz O’na döndürüleceksiniz.”[10] [1] Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an, 7. [2] Yâsîn, 36/61. [3] Yâsîn, 36/3, 4. [4] Yâsîn, 36/78, 79. [5] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 19, 20. [6] Yâsîn, 36/65. [7] Yâsîn, 36/55. [8] Yâsîn, 36/58. [9] Yâsîn, 36/63, 64. [10] Yâsîn, 36/83. https://diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/37709/cuma-hutbesi-ysn-sresi-kuranin-kalbi
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Sıklıkla hafife aldığımız bir kolaylık olan sifonlu tuvaletin binlerce yıl öncesine dayanan köklerinin çeşitli medeniyetlerde bulunduğunu öğrendiğinizde şaşırabilirsiniz. Bu, sifonlu tuvaletin sadece modern ve Batılı bir buluş olduğu yönündeki yaygın yanlış kanıya meydan okuyor. Tanıdık S-tuzağı ve sarnıç tasarımının sonraki yüzyıllarda resmileştirildiği doğru olsa da, eski Afrika toplumlarında, 19. yüzyıl Ashanti imparatorluğu'nun etkileyici iç mekan sıhhi tesisatı ve çok katlı sifonlu tuvaletleri gibi gelişmiş su bazlı sanitasyon sistemleri mevcuttu. ve antik Nubia'nın sofistike umumi tuvaletleri, Avrupalı meslektaşlarından çok önce derin bir hijyen ve mühendislik anlayışı sergilemek. Bu zengin tarih, çoğu zaman göz ardı edilen önemli bir noktayı vurguluyor: Yenilik evrensel bir insan niteliğidir ve “yeni” olarak algıladığımız birçok fikir, farklı kültürlerden gelen kadim yankılara sahiptir. Bu da bizi, bu temel kavramların gerçek öncülerini yeniden incelemeye itiyor.
    Sıklıkla hafife aldığımız bir kolaylık olan sifonlu tuvaletin binlerce yıl öncesine dayanan köklerinin çeşitli medeniyetlerde bulunduğunu öğrendiğinizde şaşırabilirsiniz. Bu, sifonlu tuvaletin sadece modern ve Batılı bir buluş olduğu yönündeki yaygın yanlış kanıya meydan okuyor. Tanıdık S-tuzağı ve sarnıç tasarımının sonraki yüzyıllarda resmileştirildiği doğru olsa da, eski Afrika toplumlarında, 19. yüzyıl Ashanti imparatorluğu'nun etkileyici iç mekan sıhhi tesisatı ve çok katlı sifonlu tuvaletleri gibi gelişmiş su bazlı sanitasyon sistemleri mevcuttu. ve antik Nubia'nın sofistike umumi tuvaletleri, Avrupalı meslektaşlarından çok önce derin bir hijyen ve mühendislik anlayışı sergilemek. Bu zengin tarih, çoğu zaman göz ardı edilen önemli bir noktayı vurguluyor: Yenilik evrensel bir insan niteliğidir ve “yeni” olarak algıladığımız birçok fikir, farklı kültürlerden gelen kadim yankılara sahiptir. Bu da bizi, bu temel kavramların gerçek öncülerini yeniden incelemeye itiyor.
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Cuma Hutbesi: "Alın Teri Mukaddestir"

    “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır ve çalıştığını da görecektir.” (Necm 53/39,40)

    Muhterem Müslümanlar!

    Bir gün Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ashabıyla sohbet ederken yanlarından güçlü ve heybetli bir adam geçti. Adamın bu görüntüsünden etkilenen sahabeden bazıları, “Ey Allah’ın Resûlü! Keşke bu adam, gücünü Allah yolunda kullansa!” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdu: “Eğer bu kişi, ailesinin ve çocuklarının geçimini sağlamak için çalışıyorsa, Allah yolundadır. Anne ve babasının ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa, Allah yolundadır. Kendi izzet ve onurunu korumak için çalışıyorsa yine Allah yolundadır.”[1]

    Aziz Müminler!

    Yüce dinimiz İslam, kişinin; Allah’ın emirlerine ve yasaklarına riayet ederek kendisinin ve ailesinin rızkını helal ve meşru yollardan temin etmesini, kimseye yük olmadan çalışmasını bir ibadet olarak görmüştür. El emeğini ve alın terini mukaddes kabul etmiştir. Tembelliği, miskinliği, dilenmeyi, zamanı ve hayatı israf etmeyi ise yasaklamıştır. Cenâb-ı Hak, “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır ve çalıştığını da görecektir.”[2] buyurarak bizlere; dünya ve ahiret huzurunu elde etmek için çalışmayı öğütlemiştir.

    Kıymetli Müslümanlar!

    Dinimiz, kazancın helal olması kadar, kazanç yollarının meşru olmasına da önem vermektedir. Bu sebeple; çalışmanın, işyeri açmanın, kazanç elde etmenin kuralları ve âdâbı vardır. Allah’ın haram kıldığı şeylerin alınıp satılması meşru değildir. Dolayısıyla Müslüman; akıl ve iradeyi yok eden, kazaların yaşanmasına, cinayetlerin işlenmesine sebep olan alkolü üretemez, alamaz, satamaz, kullanamaz ve kullanılmasına katkıda bulunamaz. Yuvaları dağıtan, toplumsal hayatta kapanmaz yaralar açan kumarı oynayamaz, oynatamaz ve oynanmasına imkân sağlayamaz. Malın ve ömrün bereketini götüren, emeğin ve alın terinin düşmanı olan faizi alamaz, veremez, ona aracı olamaz. Toplumsal barışı bozan karaborsacılık, tefecilik ve stokçuluk gibi haramları işleyemez, bunlardan kazanç elde edemez.

    Değerli Müminler!

    İslam’a göre işçi olmanın da bir takım sorumlulukları vardır. İşçi; rızkını temin ettiği işyerini ve orada bulunan malzemeleri bir emanet olarak bilmeli, onlara asla zarar vermemelidir. İşyerindeki hiçbir eşyayı şahsi ihtiyaçları için kullanmamalı, özel bilgileri başkalarıyla paylaşmamalıdır. İşçi; çalışma saatlerine riayet etmeli, işini aksatmamalıdır. Beraber çalıştığı arkadaşlarına karşı saygılı olmalı, onların haklarını kendi hakkı gibi gözetmeli, onlara zarar verecek davranışlardan şiddetle kaçınmalıdır.

    Aziz Müslümanlar!

    İslam, işverene de birçok vazife yüklemiştir. İşveren; Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in, “Çalışana ücretini, teri kurumadan verin.”[3] uyarısını dikkate alarak işçiye hakkını tam ve zamanında vermekle yükümlüdür. Dolayısıyla işveren; ucuz iş gücü adına, işçiyi; ağır şartlarda, az bir ücretle çalıştıramaz, onu sosyal haklarından mahrum bırakamaz.

    İşveren, aynı zamanda işçinin insanî ihtiyaç ve haklarını kullanmasını sağlamakla sorumludur. Bu sebepledir ki, işveren; Cenâb-ı Hakk’ın, “…Namaz, müminler için vakitleri belirlenmiş farz bir ibadettir.”[4] ayeti apaçık ortadayken, işçinin; beş vakit namaz ve Cuma namazını vaktinde eda etmesine; oruç tutmasına; Allah’ın emri, müminin süsü olan tesettürü kuşanmasına engel olamaz. Ayrıca işveren, işçinin; dinlenme saatlerini, haftalık veya yıllık izinlerini kullanmasını da kısıtlayamaz.

    İşveren; Yüce Rabbimizin, فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ “…Heva ve hevesinize kapılıp adaletten sapmayın…”[5] emrine uyarak işçinin, hak ve hukukunu da korumakla mükelleftir. Bu nedenledir ki, işçiye, sistematik bir baskı uygulayamaz. Onun; onur ve iffetini, şeref ve haysiyetini zedeleyecek söz, tutum ve davranışlarda bulunamaz. Onu, haksız şekilde işten çıkaramaz, ailesini ve çocuklarını mağdur edemez.

    İşveren; işyerinin güvenliğinin sağlanmasından, işçinin sağlıklı bir iş ortamında çalışmasından da mesuldür. Hiçbir işçi; canının tehlikeye gireceği, akıl, beden ve ruh sağlığının bozulacağı bir işte istihdam edilemez. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in uyarısı gayet açıktır: “Kim insanlara zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim insanlara zorluk çıkarırsa, Allah da ona zorluk çıkarır.”[6]

    Kıymetli Müminler!

    Allah katında işçi ya da işveren olmanın bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük, takvadadır; yani Allah’tan hakkıyla sakınmak, O’nun emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmaktır. Öyleyse, Rabbimizin rızasını, adaleti, hakkaniyeti, dürüstlüğü ve gönül kazanmayı tüm kazançların üstünde görelim. Unutmayalım ki, huzur ve mutluluk; sadece tüketmek ve biriktirmekte değil, paylaşmakta ve kanaat göstermektedir.

    Hutbemi Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in şu hadisiyle bitiriyorum: “….Hiç kimse Allah’ın kendisine takdir ettiği rızkı er ya da geç elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan hakkıyla sakının ve rızkınızı güzel yollardan isteyin. Helal olanı alın. Haramdan kaçının.”[7]

    1 Taberânî, el-Mu’cemû’l-evsat, VII, 56.

    [2] Necm 53/39,40.

    [3] İbn Mâce, Rühûn, 4.

    [4] Nisâ, 4/103.

    [5] Nisâ, 4/135.

    [6] Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 31.

    [7] İbn Mâce, Ticâret, 2.

    https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/37580/cuma-hutbesi-alin-teri-mukaddestir
    Cuma Hutbesi: "Alın Teri Mukaddestir" “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır ve çalıştığını da görecektir.” (Necm 53/39,40) Muhterem Müslümanlar! Bir gün Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ashabıyla sohbet ederken yanlarından güçlü ve heybetli bir adam geçti. Adamın bu görüntüsünden etkilenen sahabeden bazıları, “Ey Allah’ın Resûlü! Keşke bu adam, gücünü Allah yolunda kullansa!” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdu: “Eğer bu kişi, ailesinin ve çocuklarının geçimini sağlamak için çalışıyorsa, Allah yolundadır. Anne ve babasının ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa, Allah yolundadır. Kendi izzet ve onurunu korumak için çalışıyorsa yine Allah yolundadır.”[1] Aziz Müminler! Yüce dinimiz İslam, kişinin; Allah’ın emirlerine ve yasaklarına riayet ederek kendisinin ve ailesinin rızkını helal ve meşru yollardan temin etmesini, kimseye yük olmadan çalışmasını bir ibadet olarak görmüştür. El emeğini ve alın terini mukaddes kabul etmiştir. Tembelliği, miskinliği, dilenmeyi, zamanı ve hayatı israf etmeyi ise yasaklamıştır. Cenâb-ı Hak, “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır ve çalıştığını da görecektir.”[2] buyurarak bizlere; dünya ve ahiret huzurunu elde etmek için çalışmayı öğütlemiştir. Kıymetli Müslümanlar! Dinimiz, kazancın helal olması kadar, kazanç yollarının meşru olmasına da önem vermektedir. Bu sebeple; çalışmanın, işyeri açmanın, kazanç elde etmenin kuralları ve âdâbı vardır. Allah’ın haram kıldığı şeylerin alınıp satılması meşru değildir. Dolayısıyla Müslüman; akıl ve iradeyi yok eden, kazaların yaşanmasına, cinayetlerin işlenmesine sebep olan alkolü üretemez, alamaz, satamaz, kullanamaz ve kullanılmasına katkıda bulunamaz. Yuvaları dağıtan, toplumsal hayatta kapanmaz yaralar açan kumarı oynayamaz, oynatamaz ve oynanmasına imkân sağlayamaz. Malın ve ömrün bereketini götüren, emeğin ve alın terinin düşmanı olan faizi alamaz, veremez, ona aracı olamaz. Toplumsal barışı bozan karaborsacılık, tefecilik ve stokçuluk gibi haramları işleyemez, bunlardan kazanç elde edemez. Değerli Müminler! İslam’a göre işçi olmanın da bir takım sorumlulukları vardır. İşçi; rızkını temin ettiği işyerini ve orada bulunan malzemeleri bir emanet olarak bilmeli, onlara asla zarar vermemelidir. İşyerindeki hiçbir eşyayı şahsi ihtiyaçları için kullanmamalı, özel bilgileri başkalarıyla paylaşmamalıdır. İşçi; çalışma saatlerine riayet etmeli, işini aksatmamalıdır. Beraber çalıştığı arkadaşlarına karşı saygılı olmalı, onların haklarını kendi hakkı gibi gözetmeli, onlara zarar verecek davranışlardan şiddetle kaçınmalıdır. Aziz Müslümanlar! İslam, işverene de birçok vazife yüklemiştir. İşveren; Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in, “Çalışana ücretini, teri kurumadan verin.”[3] uyarısını dikkate alarak işçiye hakkını tam ve zamanında vermekle yükümlüdür. Dolayısıyla işveren; ucuz iş gücü adına, işçiyi; ağır şartlarda, az bir ücretle çalıştıramaz, onu sosyal haklarından mahrum bırakamaz. İşveren, aynı zamanda işçinin insanî ihtiyaç ve haklarını kullanmasını sağlamakla sorumludur. Bu sebepledir ki, işveren; Cenâb-ı Hakk’ın, “…Namaz, müminler için vakitleri belirlenmiş farz bir ibadettir.”[4] ayeti apaçık ortadayken, işçinin; beş vakit namaz ve Cuma namazını vaktinde eda etmesine; oruç tutmasına; Allah’ın emri, müminin süsü olan tesettürü kuşanmasına engel olamaz. Ayrıca işveren, işçinin; dinlenme saatlerini, haftalık veya yıllık izinlerini kullanmasını da kısıtlayamaz. İşveren; Yüce Rabbimizin, فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ “…Heva ve hevesinize kapılıp adaletten sapmayın…”[5] emrine uyarak işçinin, hak ve hukukunu da korumakla mükelleftir. Bu nedenledir ki, işçiye, sistematik bir baskı uygulayamaz. Onun; onur ve iffetini, şeref ve haysiyetini zedeleyecek söz, tutum ve davranışlarda bulunamaz. Onu, haksız şekilde işten çıkaramaz, ailesini ve çocuklarını mağdur edemez. İşveren; işyerinin güvenliğinin sağlanmasından, işçinin sağlıklı bir iş ortamında çalışmasından da mesuldür. Hiçbir işçi; canının tehlikeye gireceği, akıl, beden ve ruh sağlığının bozulacağı bir işte istihdam edilemez. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in uyarısı gayet açıktır: “Kim insanlara zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim insanlara zorluk çıkarırsa, Allah da ona zorluk çıkarır.”[6] Kıymetli Müminler! Allah katında işçi ya da işveren olmanın bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük, takvadadır; yani Allah’tan hakkıyla sakınmak, O’nun emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmaktır. Öyleyse, Rabbimizin rızasını, adaleti, hakkaniyeti, dürüstlüğü ve gönül kazanmayı tüm kazançların üstünde görelim. Unutmayalım ki, huzur ve mutluluk; sadece tüketmek ve biriktirmekte değil, paylaşmakta ve kanaat göstermektedir. Hutbemi Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in şu hadisiyle bitiriyorum: “….Hiç kimse Allah’ın kendisine takdir ettiği rızkı er ya da geç elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan hakkıyla sakının ve rızkınızı güzel yollardan isteyin. Helal olanı alın. Haramdan kaçının.”[7] 1 Taberânî, el-Mu’cemû’l-evsat, VII, 56. [2] Necm 53/39,40. [3] İbn Mâce, Rühûn, 4. [4] Nisâ, 4/103. [5] Nisâ, 4/135. [6] Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 31. [7] İbn Mâce, Ticâret, 2. https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/37580/cuma-hutbesi-alin-teri-mukaddestir
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Mırranın hatırı kırk yılı aşar...
    Urfa'da dostluklar, bir yudumda kurulur.
    Mırra sadece bir kahve değildir; sabırdır, gelenektir.

    @surkav_urfa
    #şanlıurfa #şanliurfa #șanlıurfa #kahve #kahvesunumları #kahvekeyfi #kahvefincanı #kahvezamanı #kahveaşkı #kahvefalı #kahvezamanı #kahveköşesi #kahvemolası #kahvemolasi #kahvesözleri
    Mırranın hatırı kırk yılı aşar...☕ Urfa'da dostluklar, bir yudumda kurulur.✨ Mırra sadece bir kahve değildir; sabırdır, gelenektir.🤗 @surkav_urfa #şanlıurfa #şanliurfa #șanlıurfa #kahve #kahvesunumları #kahvekeyfi #kahvefincanı #kahvezamanı #kahveaşkı #kahvefalı #kahvezamanı #kahveköşesi #kahvemolası #kahvemolasi #kahvesözleri
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Vedâ etmek zor geliyor.
    Güle güle diyemiyoruz.
    Sadece #şükrediyoruz.
    Bir Ramazân'ı daha bahşedene.
    Elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah.

    Elvedâ Yâ Şehr-i Ramazân..
    Seneye yine kavuşmak nasîb olsun inşaAllah.

    #11AyınSultanı
    #ElvedaYaŞehriRamazan
    Vedâ etmek zor geliyor. Güle güle diyemiyoruz. Sadece #şükrediyoruz. Bir Ramazân'ı daha bahşedene. Elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah. Elvedâ Yâ Şehr-i Ramazân.. Seneye yine kavuşmak nasîb olsun inşaAllah. #11AyınSultanı #ElvedaYaŞehriRamazan
    0 Commenti 0 condivisioni
  • IRAN’DA CÜCELERİN YAŞADIĞI MAKHUNİK KÖYÜ
    Makhunik Köyü İran’ın güney Horasan eyaletinde, dağlarla kaplı bir bölgede yer almaktadır. Yerel halk tarafından ‘’cüceler köyü’’ olarak anılan köyde bir zamanlar cücelerin yaşadığı anlatılmaktadır. Masallardan çıkmışa benzeyen köydeki evler, tavanı çok alçak olan küçük evlerden oluşmaktadır. Kapılarının boy ortalaması 50 ile 75 santimetre arasında değişen evler, tamamıyla çamur ve topraktan inşa edilmiştir.
    Yaklaşık 1500 yıl önce kurulan köy İran’da, Afgan sınırından 75 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Günümüzde köydeki insanların boy ortalaması normal insanlara yakın olmasına rağmen, eski zamanlarda boy ortalaması 50 cm olan 1 metrenin altında insanlar yaşamıştır. Köyde bulunan evlerin çoğunluğunu oluşturan 10 – 14 metrekare genişliğindeki küçük evler, tahıl ambarı, mutfak ve yatacak yer olarak kullanılmaktadır.
    2005 yılında bölgede 25 santim uzunluğunda mumyalanmış, bir insan cesedi bulunmuştur. Bulunan ceset ile beraber bölgede bulunan 13 köyün, bir zamanlar cüceler şehri olduğu söylentileri güçlenmiştir. Uzmanlar, bulunan mumyanın 400 yıl önce ölmüş olan bir prematüre bebeğe ait olduğunu açıklamıştır.
    Boylarının Çok Kısa Olmasının Sebebi:
    Köyde yaşayan insanların boylarının normalden kısa olmasının sebebi, beslenme alışkanlıklarıyla ilgilidir. Son derece kurak bir yerde bulunan bu köyde, tarım ürünleri ve hayvancılık kısıtlı yapılmaktadır.
    Bu olumsuz şartlar, beslenme alışkanlıklarını da kısıtlamaktadır. Bölgede kuraklık sebebiyle sadece turp, erik, arpa ve hurma gibi ürünler yetiştirilmektedir. Kısıtlı ürünlerle yapılan tek tip bir beslenmeden dolayı, vücut gerekli mineralleri alamadığı için gelişimini tamamlayamamaktadır.
    Köyde bulunan küçük evler, genellikle boyları kısa olan cüce görünümlü insanların kullandığı evlerdir. Evlerin küçük olmasının diğer sebeplerinden biri de yapım malzemelerini taşıyacak yol ve hayvanların olmamasıdır. Aynı zamanda bu evler kolay ısınmakta ve kolay serinlemektedir...sk
    Alıntı
    IRAN’DA CÜCELERİN YAŞADIĞI MAKHUNİK KÖYÜ Makhunik Köyü İran’ın güney Horasan eyaletinde, dağlarla kaplı bir bölgede yer almaktadır. Yerel halk tarafından ‘’cüceler köyü’’ olarak anılan köyde bir zamanlar cücelerin yaşadığı anlatılmaktadır. Masallardan çıkmışa benzeyen köydeki evler, tavanı çok alçak olan küçük evlerden oluşmaktadır. Kapılarının boy ortalaması 50 ile 75 santimetre arasında değişen evler, tamamıyla çamur ve topraktan inşa edilmiştir. Yaklaşık 1500 yıl önce kurulan köy İran’da, Afgan sınırından 75 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Günümüzde köydeki insanların boy ortalaması normal insanlara yakın olmasına rağmen, eski zamanlarda boy ortalaması 50 cm olan 1 metrenin altında insanlar yaşamıştır. Köyde bulunan evlerin çoğunluğunu oluşturan 10 – 14 metrekare genişliğindeki küçük evler, tahıl ambarı, mutfak ve yatacak yer olarak kullanılmaktadır. 2005 yılında bölgede 25 santim uzunluğunda mumyalanmış, bir insan cesedi bulunmuştur. Bulunan ceset ile beraber bölgede bulunan 13 köyün, bir zamanlar cüceler şehri olduğu söylentileri güçlenmiştir. Uzmanlar, bulunan mumyanın 400 yıl önce ölmüş olan bir prematüre bebeğe ait olduğunu açıklamıştır. Boylarının Çok Kısa Olmasının Sebebi: Köyde yaşayan insanların boylarının normalden kısa olmasının sebebi, beslenme alışkanlıklarıyla ilgilidir. Son derece kurak bir yerde bulunan bu köyde, tarım ürünleri ve hayvancılık kısıtlı yapılmaktadır. Bu olumsuz şartlar, beslenme alışkanlıklarını da kısıtlamaktadır. Bölgede kuraklık sebebiyle sadece turp, erik, arpa ve hurma gibi ürünler yetiştirilmektedir. Kısıtlı ürünlerle yapılan tek tip bir beslenmeden dolayı, vücut gerekli mineralleri alamadığı için gelişimini tamamlayamamaktadır. Köyde bulunan küçük evler, genellikle boyları kısa olan cüce görünümlü insanların kullandığı evlerdir. Evlerin küçük olmasının diğer sebeplerinden biri de yapım malzemelerini taşıyacak yol ve hayvanların olmamasıdır. Aynı zamanda bu evler kolay ısınmakta ve kolay serinlemektedir...sk Alıntı
    0 Commenti 0 condivisioni
Pagine in Evidenza