• *** BU ŞEHİR *** URFA ŞANLIURFA TÜRKİYE

    Bu şehir, İbrahim'in, Eyyub'un şehri.
    Bu şehir, benim şehrim.
    Bu şehir,görünmez, kaybolmuş, tarihler,
    harpler, hırslar şehri.
    Bu şehir, taşa oyulmuş aşklar, yarlar ve nefısler şehri.
    Bu şehir,İsa'nın kutsayıp meth ettiği şehir.
    Bu şehir, Musa'nın hayalindeki şehir.
    Bu şehir, Harran'lı, çoban Yakub 'un şehri.
    Bu şehir, Abgar'ın Rabbine, "Hak" dediği
    şehir.
    Bu şehir, sular, seller, saraylar ve abide
    şehir.
    Bu şehir, atlar, ceylanlar, kuşlar ve balıklar şehri.
    Bu şehir, Nebi'ler, Nabi'ler, şeyhler , evliya ve keramet şehri.
    Bu şehir, ihvanlar ve Rab'bine abut olmuş
    kullar şehri.
    Bu şehir, aşkına zahit olmuş, mecnunlar
    şehri.
    Bu şehir, Nemrud azmini yıkan, İbrahim'e
    devrim yapan şehir.
    Bu şehir, Berzah' da, seccade açıp, diz çökmüş, tesbih çeken abitler şehri.
    Bu şehir, ervahlar, ruhlar ve şahlar şehri.
    Bu şehir, Halil ur Rahman' da dolaşan
    seyyidler, dervişler şehri.
    Bu şehir, Eyyub'a "kalk" diyen şehir.

    Bu şehirde," Rab,Rab" diyen sedalar var.
    Bu şehirde, zikr edip, " Hu" çekip, nefsini
    bedenini yok edenler var.
    Bu şehirde, karanlık gecede, toprağa yüz
    sürüp, Huda' sından "Medet ya Rab" deyip, kaybolanlar var.
    Bu şehirde, bülbülü " lal" edenler, dili "şad" edenler var.
    Bu şehirde, vuslata ermemiş, aşklar ve yarsız yarenler var.
    Bu şehirde, ceddim, atam ve dedem var.
    Bu şehirde, anam, babam, bacım ve gardaşım var.
    Bu şehirde, yarım, yavuklum ve yavrum var.

    Bu şehir, agitler, yigidler ve merdler şehri.
    Bu şehir, Habib' ler, Halil' ler ve İbrahim
    şehri.
    Bu şehir, Resul'ler, Nebi' ler ve Peygamber şehri.
    Bu şehir, benim ruhum, bedenim, kimligim ve herşeyim.
    *** BU ŞEHİR *** URFA ŞANLIURFA TÜRKİYE Bu şehir, İbrahim'in, Eyyub'un şehri. Bu şehir, benim şehrim. Bu şehir,görünmez, kaybolmuş, tarihler, harpler, hırslar şehri. Bu şehir, taşa oyulmuş aşklar, yarlar ve nefısler şehri. Bu şehir,İsa'nın kutsayıp meth ettiği şehir. Bu şehir, Musa'nın hayalindeki şehir. Bu şehir, Harran'lı, çoban Yakub 'un şehri. Bu şehir, Abgar'ın Rabbine, "Hak" dediği şehir. Bu şehir, sular, seller, saraylar ve abide şehir. Bu şehir, atlar, ceylanlar, kuşlar ve balıklar şehri. Bu şehir, Nebi'ler, Nabi'ler, şeyhler , evliya ve keramet şehri. Bu şehir, ihvanlar ve Rab'bine abut olmuş kullar şehri. Bu şehir, aşkına zahit olmuş, mecnunlar şehri. Bu şehir, Nemrud azmini yıkan, İbrahim'e devrim yapan şehir. Bu şehir, Berzah' da, seccade açıp, diz çökmüş, tesbih çeken abitler şehri. Bu şehir, ervahlar, ruhlar ve şahlar şehri. Bu şehir, Halil ur Rahman' da dolaşan seyyidler, dervişler şehri. Bu şehir, Eyyub'a "kalk" diyen şehir. Bu şehirde," Rab,Rab" diyen sedalar var. Bu şehirde, zikr edip, " Hu" çekip, nefsini bedenini yok edenler var. Bu şehirde, karanlık gecede, toprağa yüz sürüp, Huda' sından "Medet ya Rab" deyip, kaybolanlar var. Bu şehirde, bülbülü " lal" edenler, dili "şad" edenler var. Bu şehirde, vuslata ermemiş, aşklar ve yarsız yarenler var. Bu şehirde, ceddim, atam ve dedem var. Bu şehirde, anam, babam, bacım ve gardaşım var. Bu şehirde, yarım, yavuklum ve yavrum var. Bu şehir, agitler, yigidler ve merdler şehri. Bu şehir, Habib' ler, Halil' ler ve İbrahim şehri. Bu şehir, Resul'ler, Nebi' ler ve Peygamber şehri. Bu şehir, benim ruhum, bedenim, kimligim ve herşeyim.
    0 Comments 0 Shares
  • İbrahim aleyhisselamı ateşe attıkları zaman bütün melekler, vahşi hayvanlar ve kuşlar ağlaştılar ve etrafında toplanıp, İbrahim aleyhisselama bir yardım yapabilmenin çaresini aradılar.

    Bunların arasında zayıf bir bülbül vardı. "Madem elimden birşey gelmiyor, öyleyse ben de İbrahim aleyhisselam ile beraber yanayım" diye kendini ateşe atacağı sırada Hak teâlâ, Cebrail aleyhisselama emredip buyurdu ki:
    - O kuşa ne dileği olduğunu sor. Cebrail aleyhisselam kuşu tutup istediğini sorunca, kuş dedi ki:
    - Halilullahı ateşe atıyorlar. Mademki kurtarmaya kâdir değilim, bari onunla beraber ben de yanayım.

    Hak teâlâ buyurdu ki:
    - O kuşun benden dileği nedir? Bülbül şöyle arz etti.
    -Benim dünyada, Hak teâlânın adını anmaktan başka arzum yoktur.
    Bin bir ismi olduğunu işittim. Yüz birini biliyorum. Dokuz yüz ism-i şerifini de bilmek isterim.

    Hak teâlâ kuşun dileğini yerine getirdi.
    Bülbül de kendini attığı sırada Nemrud'un ateşi, İbrahim aleyhisselama gülistan olunca, bülbül gelip gül ağacında nağmeye başladı.

    O zamandan kıyamete kadar, gül ağacına muhabbet etti, âşık oldu.
    Şimdi sahralarda feryat eden bülbül, Hak teâlânın 1001 ismini söylemektedir.
    İbrahim aleyhisselamı ateşe attıkları zaman bütün melekler, vahşi hayvanlar ve kuşlar ağlaştılar ve etrafında toplanıp, İbrahim aleyhisselama bir yardım yapabilmenin çaresini aradılar. Bunların arasında zayıf bir bülbül vardı. "Madem elimden birşey gelmiyor, öyleyse ben de İbrahim aleyhisselam ile beraber yanayım" diye kendini ateşe atacağı sırada Hak teâlâ, Cebrail aleyhisselama emredip buyurdu ki: - O kuşa ne dileği olduğunu sor. Cebrail aleyhisselam kuşu tutup istediğini sorunca, kuş dedi ki: - Halilullahı ateşe atıyorlar. Mademki kurtarmaya kâdir değilim, bari onunla beraber ben de yanayım. Hak teâlâ buyurdu ki: - O kuşun benden dileği nedir? Bülbül şöyle arz etti. -Benim dünyada, Hak teâlânın adını anmaktan başka arzum yoktur. Bin bir ismi olduğunu işittim. Yüz birini biliyorum. Dokuz yüz ism-i şerifini de bilmek isterim. Hak teâlâ kuşun dileğini yerine getirdi. Bülbül de kendini attığı sırada Nemrud'un ateşi, İbrahim aleyhisselama gülistan olunca, bülbül gelip gül ağacında nağmeye başladı. O zamandan kıyamete kadar, gül ağacına muhabbet etti, âşık oldu. Şimdi sahralarda feryat eden bülbül, Hak teâlânın 1001 ismini söylemektedir.
    0 Comments 0 Shares
  • An image from the time when the 2,000-year-old tombs and monumental statues built by King Antiochus I of Commagene on the 2,150-meter-high Mount Nemrut to show his gratitude to the gods and his ancestors were first built. Mount Nemrut or Nemrud is a 2,134-metre-high (7,001 ft) mountain in southeastern Turkey, notable for the summit where a number of large statues are erected around what is assumed to be a royal tomb from the 1st century BC. It is one of the highest peaks in the east of the Taurus Mountains.

    #MountNemrut #Nemrud #Tombs #statues #KingAntiochusI #TaurusMountains #ancient #historical #history
    An image from the time when the 2,000-year-old tombs and monumental statues built by King Antiochus I of Commagene on the 2,150-meter-high Mount Nemrut to show his gratitude to the gods and his ancestors were first built. Mount Nemrut or Nemrud is a 2,134-metre-high (7,001 ft) mountain in southeastern Turkey, notable for the summit where a number of large statues are erected around what is assumed to be a royal tomb from the 1st century BC. It is one of the highest peaks in the east of the Taurus Mountains. #MountNemrut #Nemrud #Tombs #statues #KingAntiochusI #TaurusMountains #ancient #historical #history
    0 Comments 0 Shares
  • Her insanın içinde;
    Nemrud olacak kadar zâlimlik,
    İbrâhim olacak kadar velîlik vardır.

    Asıl mârifet ise;
    Nemrud’u öldürüp,
    İbrâhimce yaşayabilmekte…
    Her insanın içinde; Nemrud olacak kadar zâlimlik, İbrâhim olacak kadar velîlik vardır. Asıl mârifet ise; Nemrud’u öldürüp, İbrâhimce yaşayabilmekte…
    0 Comments 0 Shares
  • Nemrud’un Tahtı ve Kazane Köyü Efsanesi
    Urfa kalesinin güneyindeki dağların arasında yüksekçe bir tepe, Nemrud’un yaylağı ve taht merkezidir. Tepenin üstü geniş ve düz kayalıktır.
    Buraya Nemrud’un Tahtı denir. Kayalığın doğusunda, kayalara oyulmuş odalar, Nemrud’un yaz sıcağından korunmak için yaptırdığı dinlenme yeridir. Tepeye 1 saat uzaklıkta, Harran ovasındaki Kazane Köyü’nde pişen yemekler, elden ele geçirilerek buraya taşınırmış. Köyün adı da mutfaklarındaki kazanların bolluğundan günümüze kadar Kazane olarak gelmiştir.

    Nemrud’un Tahtı ve Kazane Köyü Efsanesi Urfa kalesinin güneyindeki dağların arasında yüksekçe bir tepe, Nemrud’un yaylağı ve taht merkezidir. Tepenin üstü geniş ve düz kayalıktır. Buraya Nemrud’un Tahtı denir. Kayalığın doğusunda, kayalara oyulmuş odalar, Nemrud’un yaz sıcağından korunmak için yaptırdığı dinlenme yeridir. Tepeye 1 saat uzaklıkta, Harran ovasındaki Kazane Köyü’nde pişen yemekler, elden ele geçirilerek buraya taşınırmış. Köyün adı da mutfaklarındaki kazanların bolluğundan günümüze kadar Kazane olarak gelmiştir.
    0 Comments 0 Shares
  • Hz. İbrahim ve Ailesinin Şanlıurfa ile İlişkisini Bilimsel Olarak Ortaya Koydu.
    Şanlıurfa Harran Üniversitesi bilimsel araştırmaları.
    Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyeleri, Hz. İbrahim ve ailesinin hayatını bilimsel olarak araştırarak önemli bulgulara rastladılar.

    İlahiyat Fakültesi akademisyenleri daha önce de din ve tarih konularında farklı araştırmalar gerçekleştirmiş ve Tarihin Sıfır Noktası olarak bilinen Göbeklitepe, Karahantepe gibi tarihi yerlerde önemli bulgular bulmuştu. İlahiyat Fakültesi, üç semavi dinin ve bu dinlerin peygamberlerinin atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim’in, eski ismi Ur olan şimdiki Şanlıurfa’da dünyaya geldiğini ve Harran’da da 75 yaşına kadar yaşadığını ardından Filistin’e doğru hicret ettiğini bilimsel araştırmalarla kanıtladılar.
    İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Celil Abuzar danışmanlığında, Doç. Dr. Ahmet Gündüz’ün yürütücülüğünde, Doç. Dr. Ömer Sabuncu, Dr. Öğr. Abdullah Kartal, Doç. Dr. Mahmut Öztürk ve Doç. Dr. M. Latif Altun’un araştırmacı olarak yer aldığı ekibin geniş bir kaynak yelpazesinden elde ettiği verilere göre Hz. İbrâhim’in ve atalarının yurdunun Keldâniler’e nispet edilen Irak’taki Ur kenti olmadığı, eski isimlerinden biri Ur olan şimdiki Urfa olduğu ve Hz. İbrâhim’in Filistin’e gitmeden önce bu bölgede yaşadığı ve ateşe atıldığı görüşü ağırlık kazandı. Şanlıurfa’nın Peygamberler Şehri oluşuna dair söylemler, çoğu zaman duyumlara veya eksik bilgilere dayanmaktadır. Bu durum asılsız yorumlara ve anlatılara yol açmaktadır. Özellikle son dönemde Hz. İbrahim’in hiç yaşamadığı şeklindeki bir iddianın ortaya atılması, bu konuda araştırmanın ne kadar da gerekli ve bir o kadar da önemli olduğunun canlı kanıtı olmuştur. Bunların önüne geçilmesi ve Şanlıurfa’nın Hz. İbrahim ve diğer peygamberler özelinde sahip olduğu bu kimliğinin gerçekliğinin ortaya konması adına Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde kurulan bilimsel araştırma gurubu tarafından, ‘Şanlıurfa’nın Enbiyâlar Şehri Oluşunun İlmi Temelleri’ adıyla bir proje başlatıldı. Bu çerçevede öncelikle Hz. İbrahim ve ailesinin Urfa ile olan bağlantısı araştırıldı ve Şanlıurfa’nın geçmişte de Hz. İbrahim ile çokça anıldığı da gözler öne serildi. İlahiyat Fakültesi akademisyenlerince araştırmanın sağlıklı bir sonuca ulaşabilmesi için kaynak çeşitliliği ve çokluğuna olabildiğince dikkat edildi. Bu sebeple teknolojik imkânlardan da istifade etmek suretiyle başta temel eserler olmak üzere 29.700 tane Arapça kaynak içerisinde tarama yapıldı. Bunların içerisinde Tefsir, Hadis, Tarih, Coğrafya, Seyahatname vb. birçok alana dair kaynak yer aldı. Bunun dışında olabildiğince çok sayıda yazılmış araştırma makaleler, tezler ve salnâmeler de incelendi. Şanlıurfa, insanlık tarihindeki yeri ve önemi bakımından her gün daha da fazla öne çıkmaktadır Manevi bağlamda tarihte edindiği şöhretlerin başında Enbiyâlar veya Peygamberler Şehri ifadesi yer almaktadır. Sahip olduğu bu manevi kimliğin ilmi verilerle ortaya konması zorunlu bir durumdur. Zira bu kadar büyük bir ismin ilmi verilerden yoksun olarak kullanılması makul değildir. Hz. İbrahim ve ailesi sadece Müslümanlar tarafından değil Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından da kabul görmektedir. Bu sebeple Kur’ân bağlamında bir araştırma yapıldığı gibi Tevrat ve İncil bağlamında da derinlemesine bir inceleme yapıldı. Araştırma neticesinde Hz. İbrahim’in Şanlıurfa bölgesinde uzun yıllar yaşadığı sonucuna varıldı. Bu bağlamda İslami kaynaklardan elde edilen veriler Ahd-i ‘Atîk, Ahd-i Cedid’de bulunan bilgilerle ve mevcut arkeolojik bulgularla birçok noktada örtüştüğü görüldü. Hz. İbrâhim’in Ur kentinde dünya geldiğine dair doğu ve batı kaynaklarının adeta ittifak içinde olduğunu belirten İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Proje Yürütücüsü Doç. Dr. Ahmet Gündüz; “Bazı rivayetlere göre Hz. İbrâhim Nûh Tufânı’ndan sonra dünyaya gelmiştir. Onun doğumu ile Tufân arasında geçen zaman farkına ilişkin olarak 942, 1099, 1079, 1263, 1330 yıl gibi bazı süreler zikredilmektedir. Bir rivayete ise Hz. Peygamber’e, Nûh (a.s) ile Hz. İbrâhîm arasında ne kadar bir zaman dilimi geçtiği soruldu, O da bin yıl olduğunu söylemiştir. Tevrat’ın beyanına göre; Ellasar Kralı Aryok, Goyim Kralı Tidal, Şinar Kralı Amrafel, Elam Kralı Kedorlaomer; Sevoyim Kralı Şemever’e, Gomora Kralı Birşa’ya, Bala –Soar– Kralına, Sodom Kralı Bera’ya ve Adma Kralı Şinav’a karşı savaş açtılar. Bu savaşlar esansında Hz. İbrâhim’in yeğeni Lût (a.s) esir düşmüştür. Savaş açan Kral Amrafel’in, Hammurabi olduğu düşüncesinde olanlar Hz. İbrâhim’in yaşadığı dönem için MÖ. 2123-1905 tarih aralığını öne sürmektedir. Bunun dışında farklı tarihlendirmeler de söz konusudur. Ancak genel olarak MÖ. 2000-1400 yılları arasında yaşadığını söylemek mümkündür. Burada ihtilaf edilen konu Ur kentinin Güney Mezopotamya’da Irak sınırları içerisindeki Ur kenti mi, yoksa Kuzey Mezopotamya’da Güneydoğu Anadolu bölgesindeki eski simlerinden biri Ur olan Urfa mı? olduğudur. Tevrat burayı Keldânîlerin Ur kenti olarak dile getirmektedir. Ancak bu, batılı bazı araştırmacıların da çalışmalarında açıkça zikrettiği gibi Tevrat’ın tercümelerine sonradan eklenmiş bir şey olup önceki yazımlarında yer almamaktadır. Irak’taki Ur kentinden Filistin’e hicret edecek biri için yol güzergâhı bağlamında Harran daha Kuzey’de kalmaktadır. Bu sebeple Harran bu güzergâhta bir durak yeri değildir. Ancak ülke sınırlarımız içinde olan Ur (Urfa) bu konu için daha uygun bir noktada yer almaktadır. İbn Meymûn ve Titus Flavius Josephus gibi Yahudi bilginler de bu düşüncededir. Tevrat, Hz. İbrâhim’in ve eşi Sâre’nin, babası Tareh tarafından Kenân (Filistin) bölgesine giderken Harran’a getirildiğini söylemektedir. Bu sırada Hz. İbrâhim Sâre ile evli olduğuna göre onun yetişkin ve kendi ayakları üzerinde durabilecek bir yaşta olduğunu söylemek mümkündür. İbrâhim (a.s) daha küçük yaştan itibaren babasıyla inanç noktasında anlaşmazlığa düşmüştür. Nasıl olur da babası kendisini ve eşi Sâre’yi alıp Harran’a getirmiştir? Bu malumat pek makul görünmemektedir. Kenân diyarına gitmek üzere yola çıktıklarına göre neden Tareh’in diğer oğlu Nahor Harran’da yaşamaya devam etmiştir? Hz. İbrâhim’in bulunduğu yerden hicret etmesi, Nemrud tarafından ateşe atılması hadisesinden sonradır. Babasının bu sebeple Irak’taki Ur kentinden Harran’a hicret etmesi zor görünmektedir. Çünkü babasının Nemrut ile inanç anlamında bir anlaşmazlığı yoktu. Buraya, evlenmiş ve bir aile kurmuş olan oğlu İbrâhim ile gelmiş olması da mümkün değildir. Zira oğlu ile inanç konusunda tam bir tenakuz içerisindeydi. Tevrat’ta Hz. İbrâhim tarafından oğlu İshak için kız istenmesi konusunu haber verilirken Harran için “baba, ata yurdu” olarak bahsetmektedir. Bunun yanı sıra Tevrat’ta şunları da açıkça görmekteyiz: Hz. İbrâhim’in babası Harran’da vefat etmiştir. Kardeşi Nahor burada kalmıştır. Çocukları İshâk (a.s) ve Ya‘kûb’un (a.s) eşleri Harranlıdır. Ya‘kûb’un (a.s) çocuğu Hz. Yûsuf (a.s) Harran’da dünyaya gelmiştir. İshâk (a.s) ve Ya‘kûb’un (a.s) kayınbabaları ve dayıları burada yaşamaya devam etmişlerdir. Harran, Hz. İbrâhim’in Kenân diyarına hicretinde bir durak olsaydı bunların birçoğunun vuku bulması imkânsız olurdu” diye konuştu.

    https://dergipark.org.tr/tr/pub/tiad/issue/70484/1060804 Kaynak: HRÜ Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü 0 1 0



    Hz. İbrahim ve Ailesinin Şanlıurfa ile İlişkisini Bilimsel Olarak Ortaya Koydu. Şanlıurfa Harran Üniversitesi bilimsel araştırmaları. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyeleri, Hz. İbrahim ve ailesinin hayatını bilimsel olarak araştırarak önemli bulgulara rastladılar. İlahiyat Fakültesi akademisyenleri daha önce de din ve tarih konularında farklı araştırmalar gerçekleştirmiş ve Tarihin Sıfır Noktası olarak bilinen Göbeklitepe, Karahantepe gibi tarihi yerlerde önemli bulgular bulmuştu. İlahiyat Fakültesi, üç semavi dinin ve bu dinlerin peygamberlerinin atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim’in, eski ismi Ur olan şimdiki Şanlıurfa’da dünyaya geldiğini ve Harran’da da 75 yaşına kadar yaşadığını ardından Filistin’e doğru hicret ettiğini bilimsel araştırmalarla kanıtladılar. İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Celil Abuzar danışmanlığında, Doç. Dr. Ahmet Gündüz’ün yürütücülüğünde, Doç. Dr. Ömer Sabuncu, Dr. Öğr. Abdullah Kartal, Doç. Dr. Mahmut Öztürk ve Doç. Dr. M. Latif Altun’un araştırmacı olarak yer aldığı ekibin geniş bir kaynak yelpazesinden elde ettiği verilere göre Hz. İbrâhim’in ve atalarının yurdunun Keldâniler’e nispet edilen Irak’taki Ur kenti olmadığı, eski isimlerinden biri Ur olan şimdiki Urfa olduğu ve Hz. İbrâhim’in Filistin’e gitmeden önce bu bölgede yaşadığı ve ateşe atıldığı görüşü ağırlık kazandı. Şanlıurfa’nın Peygamberler Şehri oluşuna dair söylemler, çoğu zaman duyumlara veya eksik bilgilere dayanmaktadır. Bu durum asılsız yorumlara ve anlatılara yol açmaktadır. Özellikle son dönemde Hz. İbrahim’in hiç yaşamadığı şeklindeki bir iddianın ortaya atılması, bu konuda araştırmanın ne kadar da gerekli ve bir o kadar da önemli olduğunun canlı kanıtı olmuştur. Bunların önüne geçilmesi ve Şanlıurfa’nın Hz. İbrahim ve diğer peygamberler özelinde sahip olduğu bu kimliğinin gerçekliğinin ortaya konması adına Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde kurulan bilimsel araştırma gurubu tarafından, ‘Şanlıurfa’nın Enbiyâlar Şehri Oluşunun İlmi Temelleri’ adıyla bir proje başlatıldı. Bu çerçevede öncelikle Hz. İbrahim ve ailesinin Urfa ile olan bağlantısı araştırıldı ve Şanlıurfa’nın geçmişte de Hz. İbrahim ile çokça anıldığı da gözler öne serildi. İlahiyat Fakültesi akademisyenlerince araştırmanın sağlıklı bir sonuca ulaşabilmesi için kaynak çeşitliliği ve çokluğuna olabildiğince dikkat edildi. Bu sebeple teknolojik imkânlardan da istifade etmek suretiyle başta temel eserler olmak üzere 29.700 tane Arapça kaynak içerisinde tarama yapıldı. Bunların içerisinde Tefsir, Hadis, Tarih, Coğrafya, Seyahatname vb. birçok alana dair kaynak yer aldı. Bunun dışında olabildiğince çok sayıda yazılmış araştırma makaleler, tezler ve salnâmeler de incelendi. Şanlıurfa, insanlık tarihindeki yeri ve önemi bakımından her gün daha da fazla öne çıkmaktadır Manevi bağlamda tarihte edindiği şöhretlerin başında Enbiyâlar veya Peygamberler Şehri ifadesi yer almaktadır. Sahip olduğu bu manevi kimliğin ilmi verilerle ortaya konması zorunlu bir durumdur. Zira bu kadar büyük bir ismin ilmi verilerden yoksun olarak kullanılması makul değildir. Hz. İbrahim ve ailesi sadece Müslümanlar tarafından değil Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından da kabul görmektedir. Bu sebeple Kur’ân bağlamında bir araştırma yapıldığı gibi Tevrat ve İncil bağlamında da derinlemesine bir inceleme yapıldı. Araştırma neticesinde Hz. İbrahim’in Şanlıurfa bölgesinde uzun yıllar yaşadığı sonucuna varıldı. Bu bağlamda İslami kaynaklardan elde edilen veriler Ahd-i ‘Atîk, Ahd-i Cedid’de bulunan bilgilerle ve mevcut arkeolojik bulgularla birçok noktada örtüştüğü görüldü. Hz. İbrâhim’in Ur kentinde dünya geldiğine dair doğu ve batı kaynaklarının adeta ittifak içinde olduğunu belirten İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Proje Yürütücüsü Doç. Dr. Ahmet Gündüz; “Bazı rivayetlere göre Hz. İbrâhim Nûh Tufânı’ndan sonra dünyaya gelmiştir. Onun doğumu ile Tufân arasında geçen zaman farkına ilişkin olarak 942, 1099, 1079, 1263, 1330 yıl gibi bazı süreler zikredilmektedir. Bir rivayete ise Hz. Peygamber’e, Nûh (a.s) ile Hz. İbrâhîm arasında ne kadar bir zaman dilimi geçtiği soruldu, O da bin yıl olduğunu söylemiştir. Tevrat’ın beyanına göre; Ellasar Kralı Aryok, Goyim Kralı Tidal, Şinar Kralı Amrafel, Elam Kralı Kedorlaomer; Sevoyim Kralı Şemever’e, Gomora Kralı Birşa’ya, Bala –Soar– Kralına, Sodom Kralı Bera’ya ve Adma Kralı Şinav’a karşı savaş açtılar. Bu savaşlar esansında Hz. İbrâhim’in yeğeni Lût (a.s) esir düşmüştür. Savaş açan Kral Amrafel’in, Hammurabi olduğu düşüncesinde olanlar Hz. İbrâhim’in yaşadığı dönem için MÖ. 2123-1905 tarih aralığını öne sürmektedir. Bunun dışında farklı tarihlendirmeler de söz konusudur. Ancak genel olarak MÖ. 2000-1400 yılları arasında yaşadığını söylemek mümkündür. Burada ihtilaf edilen konu Ur kentinin Güney Mezopotamya’da Irak sınırları içerisindeki Ur kenti mi, yoksa Kuzey Mezopotamya’da Güneydoğu Anadolu bölgesindeki eski simlerinden biri Ur olan Urfa mı? olduğudur. Tevrat burayı Keldânîlerin Ur kenti olarak dile getirmektedir. Ancak bu, batılı bazı araştırmacıların da çalışmalarında açıkça zikrettiği gibi Tevrat’ın tercümelerine sonradan eklenmiş bir şey olup önceki yazımlarında yer almamaktadır. Irak’taki Ur kentinden Filistin’e hicret edecek biri için yol güzergâhı bağlamında Harran daha Kuzey’de kalmaktadır. Bu sebeple Harran bu güzergâhta bir durak yeri değildir. Ancak ülke sınırlarımız içinde olan Ur (Urfa) bu konu için daha uygun bir noktada yer almaktadır. İbn Meymûn ve Titus Flavius Josephus gibi Yahudi bilginler de bu düşüncededir. Tevrat, Hz. İbrâhim’in ve eşi Sâre’nin, babası Tareh tarafından Kenân (Filistin) bölgesine giderken Harran’a getirildiğini söylemektedir. Bu sırada Hz. İbrâhim Sâre ile evli olduğuna göre onun yetişkin ve kendi ayakları üzerinde durabilecek bir yaşta olduğunu söylemek mümkündür. İbrâhim (a.s) daha küçük yaştan itibaren babasıyla inanç noktasında anlaşmazlığa düşmüştür. Nasıl olur da babası kendisini ve eşi Sâre’yi alıp Harran’a getirmiştir? Bu malumat pek makul görünmemektedir. Kenân diyarına gitmek üzere yola çıktıklarına göre neden Tareh’in diğer oğlu Nahor Harran’da yaşamaya devam etmiştir? Hz. İbrâhim’in bulunduğu yerden hicret etmesi, Nemrud tarafından ateşe atılması hadisesinden sonradır. Babasının bu sebeple Irak’taki Ur kentinden Harran’a hicret etmesi zor görünmektedir. Çünkü babasının Nemrut ile inanç anlamında bir anlaşmazlığı yoktu. Buraya, evlenmiş ve bir aile kurmuş olan oğlu İbrâhim ile gelmiş olması da mümkün değildir. Zira oğlu ile inanç konusunda tam bir tenakuz içerisindeydi. Tevrat’ta Hz. İbrâhim tarafından oğlu İshak için kız istenmesi konusunu haber verilirken Harran için “baba, ata yurdu” olarak bahsetmektedir. Bunun yanı sıra Tevrat’ta şunları da açıkça görmekteyiz: Hz. İbrâhim’in babası Harran’da vefat etmiştir. Kardeşi Nahor burada kalmıştır. Çocukları İshâk (a.s) ve Ya‘kûb’un (a.s) eşleri Harranlıdır. Ya‘kûb’un (a.s) çocuğu Hz. Yûsuf (a.s) Harran’da dünyaya gelmiştir. İshâk (a.s) ve Ya‘kûb’un (a.s) kayınbabaları ve dayıları burada yaşamaya devam etmişlerdir. Harran, Hz. İbrâhim’in Kenân diyarına hicretinde bir durak olsaydı bunların birçoğunun vuku bulması imkânsız olurdu” diye konuştu. https://dergipark.org.tr/tr/pub/tiad/issue/70484/1060804 Kaynak: HRÜ Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü 0 1 0
    0 Comments 0 Shares
  • HZ. İBRAHİM VE KARINCA

    Nemrud İbrahim peygamber'in ateşte yakılması emrini verdikten sonra meydan yere odunlardan büyük bir yığın yapilmış. Odunları tutusturmuşlar sonra. Alevler o kadar yükşelmiş ki bulutların tutuşacağını sanmış çocuklar. Korkmus kaçmis bütün hayvanlar. İbrahim peygamber'i mancınıkla ateşin tam orta yerine
    atacaklarmış askerler. Atacaklarmış ki Nemrud'un bir kral oldugunu anlasın, görsün; bir daha ona karşı gelmesin İbrahim peygamber.
    Bu sırada bir karınca ağzında bir damla su ile koşa koşa gidiyormus. Hem de boyu göklere varan cehennemi ateşe doğru.
    Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş hemen yanına yanaşıp:
    "Bu acelen niye? Nereye böyle?" diye sormuş.
    Ağzinda bir damla su tasiyan karinca o bir damlayi ellerinin arasina alip:
    "Duymadin mi" demis. "Nemrud, İbrahim peygamber'i ateşte yakacakmış. İşte ateşin olduğu yere su götürüyorum.
    Bu sözleri duyan karınca kendini tutamayarak uluorta kahkahalarla gülmeye başlamiş.
    "Sen şu ateşe dönüp hiç bakmadınmı?" diye sormuş. "Ne kadar büyük. Senin bir damla suyun ona ne yapabilir ki?"

    Su taşıyan karınca, "olsun" demiş. "HİÇ OLMAZSA HANGI TARAFTAN OLDUĞUM ANLAŞILIR!!!"
    HZ. İBRAHİM VE KARINCA Nemrud İbrahim peygamber'in ateşte yakılması emrini verdikten sonra meydan yere odunlardan büyük bir yığın yapilmış. Odunları tutusturmuşlar sonra. Alevler o kadar yükşelmiş ki bulutların tutuşacağını sanmış çocuklar. Korkmus kaçmis bütün hayvanlar. İbrahim peygamber'i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış askerler. Atacaklarmış ki Nemrud'un bir kral oldugunu anlasın, görsün; bir daha ona karşı gelmesin İbrahim peygamber. Bu sırada bir karınca ağzında bir damla su ile koşa koşa gidiyormus. Hem de boyu göklere varan cehennemi ateşe doğru. Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş hemen yanına yanaşıp: "Bu acelen niye? Nereye böyle?" diye sormuş. Ağzinda bir damla su tasiyan karinca o bir damlayi ellerinin arasina alip: "Duymadin mi" demis. "Nemrud, İbrahim peygamber'i ateşte yakacakmış. İşte ateşin olduğu yere su götürüyorum. Bu sözleri duyan karınca kendini tutamayarak uluorta kahkahalarla gülmeye başlamiş. "Sen şu ateşe dönüp hiç bakmadınmı?" diye sormuş. "Ne kadar büyük. Senin bir damla suyun ona ne yapabilir ki?" Su taşıyan karınca, "olsun" demiş. "HİÇ OLMAZSA HANGI TARAFTAN OLDUĞUM ANLAŞILIR!!!"
    0 Comments 0 Shares
  • Hz. Adem'in mesajı: "Kul olmanın yolu hatasızlıktan değil, hatayı itiraftan geçer"



    Hz. Nuh'un mesajı: "Sen karada gemini yap, deniz lazım olursa Rabb'in onu ayağına getirir."



    Hz. İbrahim'in mesajı: "Hiç bir Nemrud'un ateşi, imanı yakamaz!"



    Hz. İsmail'in mesajı: "Sen Allah'a kurban olursan, varlık sana kurban olur."



    Hz. Yusuf'un mesajı: "Bir kişi sabır, sebat, ilim, hikmet, gayret, iffet ve hizmetle koca bir ülkenin kaderini değiştirebilir."



    Hz. Musa'nın mesajı: "Firavun'un zulmü anaların rahmine kadar uzanmışsa, Musa'nızı Firavun'un sarayında arayınız."
    Hz. Adem'in mesajı: "Kul olmanın yolu hatasızlıktan değil, hatayı itiraftan geçer" 🌹 Hz. Nuh'un mesajı: "Sen karada gemini yap, deniz lazım olursa Rabb'in onu ayağına getirir." 🌹 Hz. İbrahim'in mesajı: "Hiç bir Nemrud'un ateşi, imanı yakamaz!" 🌹 Hz. İsmail'in mesajı: "Sen Allah'a kurban olursan, varlık sana kurban olur." 🌹 Hz. Yusuf'un mesajı: "Bir kişi sabır, sebat, ilim, hikmet, gayret, iffet ve hizmetle koca bir ülkenin kaderini değiştirebilir." 🌹 Hz. Musa'nın mesajı: "Firavun'un zulmü anaların rahmine kadar uzanmışsa, Musa'nızı Firavun'un sarayında arayınız."
    0 Comments 0 Shares
  • Her insanın içinde;
    Nemrud olacak kadar zâlimlik,
    İbrâhim olacak kadar velilik vardır.

    Asıl mârifet ise;
    Nemrud’u öldürüp,
    İbrâhimce yaşayabilmekte…
    Her insanın içinde; Nemrud olacak kadar zâlimlik, İbrâhim olacak kadar velilik vardır. Asıl mârifet ise; Nemrud’u öldürüp, İbrâhimce yaşayabilmekte…
    0 Comments 0 Shares
  • URFA TÜRKİYE
    HARRAN KALE VE ŞEHİR SURLARI

    Urfa, MS.2.yy. ile 5.yy arasında Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ve Sabii âlimlerin ders verdiği Urfa Akademisi ve MS.6.yy. ile 13.yy.arasında önemli bir ilim ve bilim merkezi olan Harran Okulu ile dünyaya nam salmıştır. Batı medeniyetinin oluşumunda Latince ve Süryanice'den Arapça'ya yaptığı çevirilerle önemli katkı sağlayan Harran, Süryani dili, yazısı ve edebiyatının doğduğu şehirdir. Sahip olduğu bu zengin kültür mirasından dolayı "Kültür Şehri Urfa" olarak da anılır.
    Kentin kuruluşuyla ilgili ilk rivayet Tufan'dan sonra ilk kurulan kentlerden olduğudur. İkinci rivayet ise Nuh Peygamber'in torunlarından Kaynan veya İbrahim Peygamber'in kardeşi
    Ârân tarafından kurulduğu yönündedir . Harran, Tevrat'ta İbrahim
    Peygamber ile ilgili olarak adı sık sık geçmektedir. Aynı zamanda Hz.
    İbrahim'in aşiretiyle birlikte Ur'dan Harran'a geldiği ve oturduğu belirtilmektedir. Bu nedenle Harran, "İbrahim' in şehri" olarak kabul
    edilmektedir. İbrahim Peygamber Filistin'e gitmeden önce bu şehirde
    veya yine Harran sınırları içinde yer alan Tarah'ta oturmuştur.
    Harran'da Hz. İbrahim'in adını taşıyan bir mescit, onun oturduğunda yaslandığı bir taşın varlığından bahsedilir. Günümüze Harran surları büyük ölçüde yıkılmış olarak gelmiş, yalnızca Halep Kapısı ayakta kalabilmiştir. İbn-i Cübeyr Harran’ın büyük bir şehir olduğunu belirttikten sonra çevresinin yontma taşlardan son derece sağlam bir surla çevrili olduğunu yazmıştır. İbn-i Şeddad ise surlarla ilgili daha ayrıntılı bilgi vermektedir:
    ”Çok müstahkem bir suru vardı. Surların sekiz kapısı bulunuyordu. Bunlar saatin yelkovanı yönünde güneyden başlayarak Rakka Kapısı, Büyük Kapı (Halep Kapısı), Niyar Kapısı, Yesit Kapısı, Fedan Kapısı, Küçük Kapı, Gizli Kapı ve Su Kapısı’dır. Rivayete göre Su Kapısı üzerinde bakırdan yapılmış iki yılan tılsımı vardı. Bunlar şehre yılanların zarar vermemesi için yapılmıştı.”
    Şanlıurfa Harran ilçesindeki elips şeklindeki Eski Harran şehrini kuşatan surların yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır.
    Bunun yanı sıra İbn-i Şeddad şehrin dış mahallesinin de şehir suruna bitişik ayrı bir surla çevrili olduğunu belirtmiştir. R.A.Chesney ilk defa Halep kapısı’nın gravürünü 1850 yılında çizerek yayınlamıştır. Bu kapı yakın tarihlerde Kültür Bakanlığı tarafından restore edilmiştir. Bu kapı üzerindeki bir kitabede Selahattin Eyyubi’nin kardeşi El Melik El Adil tarafından 1192’de yapıldığı yazılıdır.
    Harran’ın güneydoğusundaki kalenin bulunduğu yerde kaynaklar Sabi-i Mabedi’nin olduğundan söz etmektedir. İslam kaynaklarından El Mukaddes-i X. yüzyılda bu kalenin Emevi hükümdarı II. Mervan’ın yaptırmış olduğu sarayın da burada olduğu ileri sürülmüştür. İbn-i Cübeyr Harran Kalesinden de ayrıca söz etmiştir:
    ”Şehrin doğusunda, boş bir arsa ile ayrılmış müstahkem bir kalesi vardır. Bu kalenin etrafına döşenmiş taşlarla yapılmış derin ve geniş bir hendek bulunur. Bu hendek şehir suru ve kaleyi birbirinden ayırır. Hendeğin suru da çok sağlamdır.” Kalesi gibi taştan yapıldığından söz etmiştir.
    XVII. yüzyılın ortasında Harran’a gelen Evliya Çelebi de bu kaleye değinmiştir: ”Urfa’dan güney tarafında dokuz saat giderek Harran Kalesine geldik. Burayı da Nemrud yapmıştır. Çöl içinde gayet sağlam bir kaledir. Beşgen şeklinde olup, sanki usta elinden yeni çıkmış gibidir.”
    Harran Kalesi ile ilgili incelemeyi Llyod ve Brice detaylı olarak yapmıştır. Kalenin rölöve ve kesitlerini çıkarmış, kalenin 90.00x130.00 m. ölçüsünde üç katlı olduğunu, içerisinde tonozlu 150 oda bulunduğunu belirtmişlerdir.
    Harran Kalesi’nde Dr.Nurettin Yardımcı’nın yapmış olduğu kazılar sırasında yapı kalıntılarının dışında madeni kaplar, kazanlar bulunmuş olup, bunların büyük bir kısmı Urfa Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır. Kazılarda ortaya çıkarılan çok sayıda oda ve koridorlar üzerindeki çalışmalar devam etmektedir.
    HARRAN ULU CAMİ
    Harran höyüğünün kuzey doğu eteğinde yer alan Ulu Cami, Anadolu'nun ilk anıtsal camii, ilk revaklı avlulu ve şadırvanlı camii, en zengin taş süslemeli camii olma gibi daha birçok önemli özelliklere sahiptir. Çeşitli kaynaklarda "Cami el-Firdevs (Cennet Camii) veya "Cuma Camii" adlarıyla geçen Harran Ulu Camii ile ilgili en eski bilgileri, İbni Cübeyr bizlere şu cümlelerle aktarmaktadır. "Cami ağaç direklerle ve kemerlerle tavanlanmıştır. Direklerin uzunluğu 15 adım tutar ve mermer döşemenin üstünde boydan boya uzanır. Bu camiden daha geniş kemerli olan cami görmedim. Camiye giriş sahnının duvarlarının her tarafından kapılar açılmıştır. Bunlardan dokuzu ana kapının sağında, dokuzu solundadır. Ondokuzuncu kapı olan ana kapı ortada olup büyük kemerlidir. Bu kapı sanki şehir kapıları gibi heybetli ve güzeldir. Bu caminin kapılarının hepsi ağaçtan olup son derece süslü ve ustaca yapılmış kilitleri vardır. Bu caminin yapısında ve ona bitişen çarşıların planlanmasında şehirde nadir görülen bir güzellik ve intizam gördük". Harran Ulu Camiinin örtü sisteminin nasıl olduğu sorusuna İbni Şeddad: "Cami, 15 adım uzunluğunda ağaç direklerle ve kemerlerle tavanlanmıştır" cümlesiyle açıklık getirmektedir. Dr. Nurettin Yardımcı'nın kazılarında, kubbe ya da tonoz örtüsünde kullanılan taş-tuğla malzemeye rastlanılmayışına karşılık, yanmış vaziyette süslemeli ağaç elemanlara rastlanılmış olması İbni Şeddad'ı doğrulamaktadır.
    İbni Şeddad, caminin esasının Sabiilerin büyük Ay Mabedi (Sin Tapınağı) olduğunu, Hz. Ömer zamanında İslâm orduları komutanlarından İyaz b. Ganem 640 yılında şehri alınca bu mabedi camiye çevirdiğini, Sabiilere kendi mabedlerini yapmaları için başka bir yer verdiğini söylemektedir. Rice tarafından caminin üç avlu kapısının girişinde bulunan ve Babil Kralı Nabonid dönemine tarihlenen (M.Ö. V. yüzyıl) biri Ay Tanrısı Sin, diğeri Güneş Tanrısı Şamaş'ı temsil eden (üçüncünün mahiyeti bilinmiyor) üç stele dayanarak İbni Şeddad'ın bu görüşüne itibar etmek mümkündür. İbni Şeddad ayrıca, caminin Nureddin Mahmud b. Zengi tarafından XII. asrın ortalarında restore edilip genişletildiğini ve süslendiğini bildirmektedir. Bu tamirle ilgili olarak, caminin doğu cephesinde yer alan kitabe, İbni Şeddad'ı doğrular mahiyettedir.
    HARRAN ÜNİVERSİTESİ
    İlk Çağ'dan beri varlığı bilinen ve miladi 718-913 tarihleri arasında (İslâmi dönem) bilim ve sanatta doruk noktaya ulaşan Harran Okulu'nun (Üniversite) İslâm öncesi ve İslâmi dönemdeki yeri, bugünkü kalıntılar arasında tespit edilememiştir.
    Tarihi Harran Üniversitesi'nin kuruluşu hakkında elimizde yeterli kaynak bulunmamaktadır. Assur ve Babil dönemlerinden (M.Ö. II. bin) İslâmi döneme kadar (M.S. VII. yy) devam eden ve gezegenleri temsil eden gelişmiş bir Tanrılar Kültü'nün Harran'da yaşamış olması, M.Ö. II. binde buradan astronomi biliminin ileri bir düzeyde olduğunu göstermekte ve bu bilimin ancak bir okulda sistematik bir şekilde öğretilmiş olabileceğini akla getirmektedir. Bu görüşe dayanarak, Harran Okulu'nun temellerinin Assur ve Babil dönemlerinde atıldığını söylemek mümkündür.
    M.S. II. ve III. yüzyıllarda Antik dünyanın eğitim merkezi sayılan İskenderiye ve Atina okullarından ikincisinin 529 yılında Iustinianus tarafından kapatılması üzerine, bu okulun hocalarının Roma-İran arasında yer alan Elcezire bölgesindeki okullara dağıldıkları ve bu hocalardan Simplicius'un Harran'da kalarak Harran Okulu'na çeki düzen verdiği bilinmektedir. Ancak Harran Okulu'nun bu tarihten önceki durumu ve alimleri hakkındaki bilgiler henüz karanlıktadır. Ömer b. Abdülaziz'in 634-644 yılları arasındaki halifeliği döneminde, Antakya ve Harran okulları ilmi araştırmaların merkezi yapılmıştır. M.S. 718 yılında İskenderiye Okulu da kapatılınca, buradaki hocalar Antakya ve Harran okullarına gitmişlerdir. Emeviler devrinde (660-750) Elcezire bölgesindeki okullar ve bilhassa Harran Okulu, büyük bir gelişme göstermiş ve VII. yüzyılın ortaları ile VIII. yüzyılın ilk yarısında Harran'da çeviri çalışmaları hızlanmıştır. Bu dönemde Harran Okulu'nda Paganist, Sabii, Hıristiyan ve Müslüman alimler rahat bir ortamda serbestçe çalışıyorlar ve ilkçağ Yunan aydınlarının çoğu Anadolu'da bulunan eski yazmalarını ve Süryani yazmalarını Arapça'ya çeviriyorlardı. Bu çeviriler arasında ilkçağ bilgin ve bilgelerinden Öklid, Thales, Pisagor ve Arşimed'in eserleri de yer alıyordu.
    Bilindiği kadarıyla düşünce ve bilim tarihinde önemli bir dönemi ve evreyi teşkil eden İskenderiye'den Harran'a uzanan öğretim merkezleri zinciri içerisinde öncelik İskenderiye'ye aitti. Öğretim merkezi olma durumu İskenderiye'den Antakya'ya, oradan Harran'a, Harran'dan Bağdat'a geçmiştir. Harran Okulu'nda yetişmiş alimlerle ilgili bilgiler, VIII. yüzyıldan itibaren bize ulaşmakta, daha öncekiler hakkında yeterli kaynak bulunmamaktadır.
    Dünyanın ilk İslam Üniversitesi’nde yetişen bilim adamlarının bazıları şunlardır:
    -El- Battani 858-929 -İbn-i Teymiye 1263-1328 -Sabit Bin Kurra 821-901 -Harranlı El Muaddil -Cabir Bin Hayyan -Ebu İshak -Sinan Bin Sabit -Ümmül Hayr ve daha yüzlerce bilim adamı bu üniversitede yetişmişlerdir.
    URFA TÜRKİYE HARRAN KALE VE ŞEHİR SURLARI Urfa, MS.2.yy. ile 5.yy arasında Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ve Sabii âlimlerin ders verdiği Urfa Akademisi ve MS.6.yy. ile 13.yy.arasında önemli bir ilim ve bilim merkezi olan Harran Okulu ile dünyaya nam salmıştır. Batı medeniyetinin oluşumunda Latince ve Süryanice'den Arapça'ya yaptığı çevirilerle önemli katkı sağlayan Harran, Süryani dili, yazısı ve edebiyatının doğduğu şehirdir. Sahip olduğu bu zengin kültür mirasından dolayı "Kültür Şehri Urfa" olarak da anılır. Kentin kuruluşuyla ilgili ilk rivayet Tufan'dan sonra ilk kurulan kentlerden olduğudur. İkinci rivayet ise Nuh Peygamber'in torunlarından Kaynan veya İbrahim Peygamber'in kardeşi Ârân tarafından kurulduğu yönündedir . Harran, Tevrat'ta İbrahim Peygamber ile ilgili olarak adı sık sık geçmektedir. Aynı zamanda Hz. İbrahim'in aşiretiyle birlikte Ur'dan Harran'a geldiği ve oturduğu belirtilmektedir. Bu nedenle Harran, "İbrahim' in şehri" olarak kabul edilmektedir. İbrahim Peygamber Filistin'e gitmeden önce bu şehirde veya yine Harran sınırları içinde yer alan Tarah'ta oturmuştur. Harran'da Hz. İbrahim'in adını taşıyan bir mescit, onun oturduğunda yaslandığı bir taşın varlığından bahsedilir. Günümüze Harran surları büyük ölçüde yıkılmış olarak gelmiş, yalnızca Halep Kapısı ayakta kalabilmiştir. İbn-i Cübeyr Harran’ın büyük bir şehir olduğunu belirttikten sonra çevresinin yontma taşlardan son derece sağlam bir surla çevrili olduğunu yazmıştır. İbn-i Şeddad ise surlarla ilgili daha ayrıntılı bilgi vermektedir: ”Çok müstahkem bir suru vardı. Surların sekiz kapısı bulunuyordu. Bunlar saatin yelkovanı yönünde güneyden başlayarak Rakka Kapısı, Büyük Kapı (Halep Kapısı), Niyar Kapısı, Yesit Kapısı, Fedan Kapısı, Küçük Kapı, Gizli Kapı ve Su Kapısı’dır. Rivayete göre Su Kapısı üzerinde bakırdan yapılmış iki yılan tılsımı vardı. Bunlar şehre yılanların zarar vermemesi için yapılmıştı.” Şanlıurfa Harran ilçesindeki elips şeklindeki Eski Harran şehrini kuşatan surların yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bunun yanı sıra İbn-i Şeddad şehrin dış mahallesinin de şehir suruna bitişik ayrı bir surla çevrili olduğunu belirtmiştir. R.A.Chesney ilk defa Halep kapısı’nın gravürünü 1850 yılında çizerek yayınlamıştır. Bu kapı yakın tarihlerde Kültür Bakanlığı tarafından restore edilmiştir. Bu kapı üzerindeki bir kitabede Selahattin Eyyubi’nin kardeşi El Melik El Adil tarafından 1192’de yapıldığı yazılıdır. Harran’ın güneydoğusundaki kalenin bulunduğu yerde kaynaklar Sabi-i Mabedi’nin olduğundan söz etmektedir. İslam kaynaklarından El Mukaddes-i X. yüzyılda bu kalenin Emevi hükümdarı II. Mervan’ın yaptırmış olduğu sarayın da burada olduğu ileri sürülmüştür. İbn-i Cübeyr Harran Kalesinden de ayrıca söz etmiştir: ”Şehrin doğusunda, boş bir arsa ile ayrılmış müstahkem bir kalesi vardır. Bu kalenin etrafına döşenmiş taşlarla yapılmış derin ve geniş bir hendek bulunur. Bu hendek şehir suru ve kaleyi birbirinden ayırır. Hendeğin suru da çok sağlamdır.” Kalesi gibi taştan yapıldığından söz etmiştir. XVII. yüzyılın ortasında Harran’a gelen Evliya Çelebi de bu kaleye değinmiştir: ”Urfa’dan güney tarafında dokuz saat giderek Harran Kalesine geldik. Burayı da Nemrud yapmıştır. Çöl içinde gayet sağlam bir kaledir. Beşgen şeklinde olup, sanki usta elinden yeni çıkmış gibidir.” Harran Kalesi ile ilgili incelemeyi Llyod ve Brice detaylı olarak yapmıştır. Kalenin rölöve ve kesitlerini çıkarmış, kalenin 90.00x130.00 m. ölçüsünde üç katlı olduğunu, içerisinde tonozlu 150 oda bulunduğunu belirtmişlerdir. Harran Kalesi’nde Dr.Nurettin Yardımcı’nın yapmış olduğu kazılar sırasında yapı kalıntılarının dışında madeni kaplar, kazanlar bulunmuş olup, bunların büyük bir kısmı Urfa Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır. Kazılarda ortaya çıkarılan çok sayıda oda ve koridorlar üzerindeki çalışmalar devam etmektedir. HARRAN ULU CAMİ Harran höyüğünün kuzey doğu eteğinde yer alan Ulu Cami, Anadolu'nun ilk anıtsal camii, ilk revaklı avlulu ve şadırvanlı camii, en zengin taş süslemeli camii olma gibi daha birçok önemli özelliklere sahiptir. Çeşitli kaynaklarda "Cami el-Firdevs (Cennet Camii) veya "Cuma Camii" adlarıyla geçen Harran Ulu Camii ile ilgili en eski bilgileri, İbni Cübeyr bizlere şu cümlelerle aktarmaktadır. "Cami ağaç direklerle ve kemerlerle tavanlanmıştır. Direklerin uzunluğu 15 adım tutar ve mermer döşemenin üstünde boydan boya uzanır. Bu camiden daha geniş kemerli olan cami görmedim. Camiye giriş sahnının duvarlarının her tarafından kapılar açılmıştır. Bunlardan dokuzu ana kapının sağında, dokuzu solundadır. Ondokuzuncu kapı olan ana kapı ortada olup büyük kemerlidir. Bu kapı sanki şehir kapıları gibi heybetli ve güzeldir. Bu caminin kapılarının hepsi ağaçtan olup son derece süslü ve ustaca yapılmış kilitleri vardır. Bu caminin yapısında ve ona bitişen çarşıların planlanmasında şehirde nadir görülen bir güzellik ve intizam gördük". Harran Ulu Camiinin örtü sisteminin nasıl olduğu sorusuna İbni Şeddad: "Cami, 15 adım uzunluğunda ağaç direklerle ve kemerlerle tavanlanmıştır" cümlesiyle açıklık getirmektedir. Dr. Nurettin Yardımcı'nın kazılarında, kubbe ya da tonoz örtüsünde kullanılan taş-tuğla malzemeye rastlanılmayışına karşılık, yanmış vaziyette süslemeli ağaç elemanlara rastlanılmış olması İbni Şeddad'ı doğrulamaktadır. İbni Şeddad, caminin esasının Sabiilerin büyük Ay Mabedi (Sin Tapınağı) olduğunu, Hz. Ömer zamanında İslâm orduları komutanlarından İyaz b. Ganem 640 yılında şehri alınca bu mabedi camiye çevirdiğini, Sabiilere kendi mabedlerini yapmaları için başka bir yer verdiğini söylemektedir. Rice tarafından caminin üç avlu kapısının girişinde bulunan ve Babil Kralı Nabonid dönemine tarihlenen (M.Ö. V. yüzyıl) biri Ay Tanrısı Sin, diğeri Güneş Tanrısı Şamaş'ı temsil eden (üçüncünün mahiyeti bilinmiyor) üç stele dayanarak İbni Şeddad'ın bu görüşüne itibar etmek mümkündür. İbni Şeddad ayrıca, caminin Nureddin Mahmud b. Zengi tarafından XII. asrın ortalarında restore edilip genişletildiğini ve süslendiğini bildirmektedir. Bu tamirle ilgili olarak, caminin doğu cephesinde yer alan kitabe, İbni Şeddad'ı doğrular mahiyettedir. HARRAN ÜNİVERSİTESİ İlk Çağ'dan beri varlığı bilinen ve miladi 718-913 tarihleri arasında (İslâmi dönem) bilim ve sanatta doruk noktaya ulaşan Harran Okulu'nun (Üniversite) İslâm öncesi ve İslâmi dönemdeki yeri, bugünkü kalıntılar arasında tespit edilememiştir. Tarihi Harran Üniversitesi'nin kuruluşu hakkında elimizde yeterli kaynak bulunmamaktadır. Assur ve Babil dönemlerinden (M.Ö. II. bin) İslâmi döneme kadar (M.S. VII. yy) devam eden ve gezegenleri temsil eden gelişmiş bir Tanrılar Kültü'nün Harran'da yaşamış olması, M.Ö. II. binde buradan astronomi biliminin ileri bir düzeyde olduğunu göstermekte ve bu bilimin ancak bir okulda sistematik bir şekilde öğretilmiş olabileceğini akla getirmektedir. Bu görüşe dayanarak, Harran Okulu'nun temellerinin Assur ve Babil dönemlerinde atıldığını söylemek mümkündür. M.S. II. ve III. yüzyıllarda Antik dünyanın eğitim merkezi sayılan İskenderiye ve Atina okullarından ikincisinin 529 yılında Iustinianus tarafından kapatılması üzerine, bu okulun hocalarının Roma-İran arasında yer alan Elcezire bölgesindeki okullara dağıldıkları ve bu hocalardan Simplicius'un Harran'da kalarak Harran Okulu'na çeki düzen verdiği bilinmektedir. Ancak Harran Okulu'nun bu tarihten önceki durumu ve alimleri hakkındaki bilgiler henüz karanlıktadır. Ömer b. Abdülaziz'in 634-644 yılları arasındaki halifeliği döneminde, Antakya ve Harran okulları ilmi araştırmaların merkezi yapılmıştır. M.S. 718 yılında İskenderiye Okulu da kapatılınca, buradaki hocalar Antakya ve Harran okullarına gitmişlerdir. Emeviler devrinde (660-750) Elcezire bölgesindeki okullar ve bilhassa Harran Okulu, büyük bir gelişme göstermiş ve VII. yüzyılın ortaları ile VIII. yüzyılın ilk yarısında Harran'da çeviri çalışmaları hızlanmıştır. Bu dönemde Harran Okulu'nda Paganist, Sabii, Hıristiyan ve Müslüman alimler rahat bir ortamda serbestçe çalışıyorlar ve ilkçağ Yunan aydınlarının çoğu Anadolu'da bulunan eski yazmalarını ve Süryani yazmalarını Arapça'ya çeviriyorlardı. Bu çeviriler arasında ilkçağ bilgin ve bilgelerinden Öklid, Thales, Pisagor ve Arşimed'in eserleri de yer alıyordu. Bilindiği kadarıyla düşünce ve bilim tarihinde önemli bir dönemi ve evreyi teşkil eden İskenderiye'den Harran'a uzanan öğretim merkezleri zinciri içerisinde öncelik İskenderiye'ye aitti. Öğretim merkezi olma durumu İskenderiye'den Antakya'ya, oradan Harran'a, Harran'dan Bağdat'a geçmiştir. Harran Okulu'nda yetişmiş alimlerle ilgili bilgiler, VIII. yüzyıldan itibaren bize ulaşmakta, daha öncekiler hakkında yeterli kaynak bulunmamaktadır. Dünyanın ilk İslam Üniversitesi’nde yetişen bilim adamlarının bazıları şunlardır: -El- Battani 858-929 -İbn-i Teymiye 1263-1328 -Sabit Bin Kurra 821-901 -Harranlı El Muaddil -Cabir Bin Hayyan -Ebu İshak -Sinan Bin Sabit -Ümmül Hayr ve daha yüzlerce bilim adamı bu üniversitede yetişmişlerdir.
    1
    0 Comments 0 Shares
More Results