• Hamas lideri İsmail Heniyye, İran’ın başkenti Tahran’da İsrail tarafından düzenlenen suikast sonucu öldürüldü.

    Heniyye, dün İran Meclisi’nde düzenlenen 9’uncu Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmıştı.

    Hamas leader Ismail Haniyeh was killed in an assassination by Israel in Tehran, the capital of Iran.

    Haniyeh had attended the swearing-in ceremony of the 9th President, Masoud Pezeshkian, in the Iranian Parliament yesterday.

    #hamas #ismailhaniyeh #gazagenocide
    🔴 Hamas lideri İsmail Heniyye, İran’ın başkenti Tahran’da İsrail tarafından düzenlenen suikast sonucu öldürüldü. 📌 Heniyye, dün İran Meclisi’nde düzenlenen 9’uncu Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmıştı. 🔴 Hamas leader Ismail Haniyeh was killed in an assassination by Israel in Tehran, the capital of Iran. 📌 Haniyeh had attended the swearing-in ceremony of the 9th President, Masoud Pezeshkian, in the Iranian Parliament yesterday. #hamas #ismailhaniyeh #gazagenocide
    0 Comments 0 Shares
  • Tarihi doğru yazmak için onurlu bir insan yeter.
    #RashidaTlaib 🏻🏻

    Zarifoğlu misali bir duruşu olmalı bir insanın. Karakter meselesidir duruş, cinsiyet değil.
    ABD Kongresi’nde 72 kez ayakta alkışlanan katil Netanyahu’nun konuşmasını, tek bir kişi, Filistin kökenli kadın Temsilciler Meclisi üyesi Rashida Tlaib protesto etti Netanyahu konuşurken “savaş suçlusu” ve “soykırım suçlusu” yazılı pankart taşıdı.

    Tüm uyuyanları uyandırmaya bir uyanık yeter
    Senin cesur yüreğin yeter

    #RashidaTlaib #FreePalestine
    #GazaGenocide
    #WarCriminal
    #GuiltyOfGenocide
    vicdan sahibi kadın senatör #RashidaTlaib tepki gösterdi.
    #rashidatlaib
    Tarihi doğru yazmak için onurlu bir insan yeter. #RashidaTlaib 👏🏻❤️👏🏻 Zarifoğlu misali bir duruşu olmalı bir insanın. Karakter meselesidir duruş, cinsiyet değil. ABD Kongresi’nde 72 kez ayakta alkışlanan katil Netanyahu’nun konuşmasını, tek bir kişi, Filistin kökenli kadın Temsilciler Meclisi üyesi Rashida Tlaib protesto etti Netanyahu konuşurken “savaş suçlusu” ve “soykırım suçlusu” yazılı pankart taşıdı. Tüm uyuyanları uyandırmaya bir uyanık yeter Senin cesur yüreğin yeter 🇵🇸 👏 #RashidaTlaib #FreePalestine #GazaGenocide #WarCriminal #GuiltyOfGenocide vicdan sahibi kadın senatör #RashidaTlaib tepki gösterdi.✌️🇵🇸🇹🇷 #rashidatlaib 🇹🇷🇵🇸🇹🇷
    1
    0 Comments 0 Shares
  • Karınca misali,safını belli eden cesur kadınlar var..
    ABD temsilciler meclis üyesi #rashidatlaib katil Netenyahu konuşurken (Savaş suçlusu) pankartı açtı.
    Mazlumların davasını savunan onurlu şerefli insanlara sonsuz teşekkürler.
    Karınca misali,safını belli eden cesur kadınlar var.. ABD temsilciler meclis üyesi #rashidatlaib katil Netenyahu konuşurken (Savaş suçlusu) pankartı açtı. Mazlumların davasını savunan onurlu şerefli insanlara sonsuz teşekkürler.
    0 Comments 0 Shares
  • ABD Kongresi’nde 72 kez ayakta alkışlanan katil Netanyahu’nun konuşmasını, tek bir kişi, Filistin kökenli kadın Temsilciler Meclisi üyesi Rashida Tlaib protesto etti Netanyahu konuşurken “savaş suçlusu” ve “soykırım suçlusu” yazılı pankart taşıdı.

    Tüm uyuyanları uyandırmaya bir uyanık yeter

    Senin cesur yüreğin yeter

    #RashidaTlaib
    #FreePalestine
    #GazaGenocide
    #WarCriminal
    #GuiltyOfGenocide
    ABD Kongresi’nde 72 kez ayakta alkışlanan katil Netanyahu’nun konuşmasını, tek bir kişi, Filistin kökenli kadın Temsilciler Meclisi üyesi Rashida Tlaib protesto etti Netanyahu konuşurken “savaş suçlusu” ve “soykırım suçlusu” yazılı pankart taşıdı. Tüm uyuyanları uyandırmaya bir uyanık yeter Senin cesur yüreğin yeter 🇵🇸 👏 #RashidaTlaib #FreePalestine #GazaGenocide #WarCriminal #GuiltyOfGenocide
    0 Comments 0 Shares
  • 1878 yılında Girit'in nüfusu 300 bindi, bunun 120 bini Müslüman Türk, kalanı Rum'du.
    93 Harbi Sonrası Girit için imzalanan Haleppa Sözleşmesi sonrası tanınan haklar ile birlikte Girit'e Yunanistan'dan göçmenler gelmeye başladı.
    Gelenlerin çoğu tek erkekti.

    Bu arada Haleppa Sözleşmesinde Girit'e Hristiyan vali atanabileceği ve asayişi sağlayacak Jandarmanın yerel halktan seçileceği gibi maddeler de vardı.

    Haleppa Sözleşmesini takiben, Fotyadi Paşa, Sava Paşa, Kostaki Anthopulos Paşa, Nikolaki Sartinski Paşa gibi isimler bizzat 2. Abdülhamid tarafından sırasıyla Girit'e vali olarak atandılar.

    Girit'e Hristiyan Rum valiler atanırken, aynı süreçte Girit'teki Hristiyan Kaymakamların sayısı Müslüman-Türk kaymakamların 2 misline çıkmıştı.

    Harbiyeli Subaylar durumun vahametine dikkat çekerken, iktidardaki Abdülhamid ve yandaşları "bişey olmaz çok abartıyorsunuz" kafasındaydı.

    Nihayet 1896 yılında Girit İsyanı patlak verdi.
    Binlerce Müslüman Türk, yıllar boyunca Yunanistan'dan gelen o tek erkek çeteciler tarafından katledildi.
    Girit'te oluk oluk Müslüman-Türk kanı aktı.

    Subaylar Abdülhamid'e "Donanmayı yola çıkar gidip Girit'i kurtaralım" dedikçe Abdülhamid buna kulaklarını tıkadı, hatta donanmayı Haliç'e zincirledi.
    Basına Girit konusunda sansür uyguladı, Girit kelimesini çağrıştırıyor diye "Geride" kelimesinin yazılması yasaklandı.

    1897 yılına gelinip nüfus sayımı yapıldığında Girit'in nüfusu yine 300 bin çıkmıştı, lakin Müslüman-Türk nüfusu 70 bine düşmüştü.

    Abdülhamid, Girit'te yaşanan katliamı basit bir "huzursuzluk" olarak görüyordu.
    Ta ki Yunan Ordusu Girit'e çıkana kadar.
    Neticede Yunanistan'ın Girit'e asker çıkarması ve Epir'i işgal etmesi ile Osmanlı, Yunanistan'a savaş açmak zorunda kaldı, Yunanistan'daki savaşları Osmanlı kazansa da Girit'te etkisiz kaldı ve yapılan barış antlaşması neticesinde Girit'e özerklik verildi.

    Girit fiilen Osmanlı'ya bağlı olsa da artık elden çıkmıştı, Osmanlı garnizonu Girit'i terk etti ve Girit'in kaderi, Yunanistan tarafından atanan Hristiyan valiye ve garantör devletlere (İngiltere, Fransa, Rusya) bırakılmıştı.

    1900 yılına gelindiğinde adanın nüfusu 305 bindi ve bu nüfusun sadece 33 bini Müslüman-Türklerden oluşuyordu.

    Girit artık özerk bir cumhuriyetti.

    1910 Yılında Girit meclisi Yunanistanla birleşme kararı aldığında adanın nüfusu 336 bin kişiydi ve bu nüfusun sadece 27 bini Müslüman-Türk nüfustu.

    1913 Yılına gelindiğinde Yunanistan Girit'i ilhak ederek topraklarına katıyordu...
    1878 yılında Girit'in nüfusu 300 bindi, bunun 120 bini Müslüman Türk, kalanı Rum'du. 93 Harbi Sonrası Girit için imzalanan Haleppa Sözleşmesi sonrası tanınan haklar ile birlikte Girit'e Yunanistan'dan göçmenler gelmeye başladı. Gelenlerin çoğu tek erkekti. Bu arada Haleppa Sözleşmesinde Girit'e Hristiyan vali atanabileceği ve asayişi sağlayacak Jandarmanın yerel halktan seçileceği gibi maddeler de vardı. Haleppa Sözleşmesini takiben, Fotyadi Paşa, Sava Paşa, Kostaki Anthopulos Paşa, Nikolaki Sartinski Paşa gibi isimler bizzat 2. Abdülhamid tarafından sırasıyla Girit'e vali olarak atandılar. Girit'e Hristiyan Rum valiler atanırken, aynı süreçte Girit'teki Hristiyan Kaymakamların sayısı Müslüman-Türk kaymakamların 2 misline çıkmıştı. Harbiyeli Subaylar durumun vahametine dikkat çekerken, iktidardaki Abdülhamid ve yandaşları "bişey olmaz çok abartıyorsunuz" kafasındaydı. Nihayet 1896 yılında Girit İsyanı patlak verdi. Binlerce Müslüman Türk, yıllar boyunca Yunanistan'dan gelen o tek erkek çeteciler tarafından katledildi. Girit'te oluk oluk Müslüman-Türk kanı aktı. Subaylar Abdülhamid'e "Donanmayı yola çıkar gidip Girit'i kurtaralım" dedikçe Abdülhamid buna kulaklarını tıkadı, hatta donanmayı Haliç'e zincirledi. Basına Girit konusunda sansür uyguladı, Girit kelimesini çağrıştırıyor diye "Geride" kelimesinin yazılması yasaklandı. 1897 yılına gelinip nüfus sayımı yapıldığında Girit'in nüfusu yine 300 bin çıkmıştı, lakin Müslüman-Türk nüfusu 70 bine düşmüştü. Abdülhamid, Girit'te yaşanan katliamı basit bir "huzursuzluk" olarak görüyordu. Ta ki Yunan Ordusu Girit'e çıkana kadar. Neticede Yunanistan'ın Girit'e asker çıkarması ve Epir'i işgal etmesi ile Osmanlı, Yunanistan'a savaş açmak zorunda kaldı, Yunanistan'daki savaşları Osmanlı kazansa da Girit'te etkisiz kaldı ve yapılan barış antlaşması neticesinde Girit'e özerklik verildi. Girit fiilen Osmanlı'ya bağlı olsa da artık elden çıkmıştı, Osmanlı garnizonu Girit'i terk etti ve Girit'in kaderi, Yunanistan tarafından atanan Hristiyan valiye ve garantör devletlere (İngiltere, Fransa, Rusya) bırakılmıştı. 1900 yılına gelindiğinde adanın nüfusu 305 bindi ve bu nüfusun sadece 33 bini Müslüman-Türklerden oluşuyordu. Girit artık özerk bir cumhuriyetti. 1910 Yılında Girit meclisi Yunanistanla birleşme kararı aldığında adanın nüfusu 336 bin kişiydi ve bu nüfusun sadece 27 bini Müslüman-Türk nüfustu. 1913 Yılına gelindiğinde Yunanistan Girit'i ilhak ederek topraklarına katıyordu...
    0 Comments 0 Shares
  • Irak'ın Türkmen şehri Kerkük'te Türkçe resmi dil oldu!

    ▶ Kerkük'te resmi dairelerde yazılar ve dış mekan tabelaları artık Türkçe de yazılacak.
    ▶ Kerkük Valiliği ile İl Meclisi'ne Türkçe tabelalar asıldı.
    ▶ Bu uygulama, Türkçe'nin resmi alanda kullanımının ilk adımı oldu.
    🇹🇷 Irak'ın Türkmen şehri Kerkük'te Türkçe resmi dil oldu! ▶ Kerkük'te resmi dairelerde yazılar ve dış mekan tabelaları artık Türkçe de yazılacak. ▶ Kerkük Valiliği ile İl Meclisi'ne Türkçe tabelalar asıldı. ▶ Bu uygulama, Türkçe'nin resmi alanda kullanımının ilk adımı oldu.
    0 Comments 0 Shares
  • Dünyada ilk kumaş dokumacılığının iplik boyama ve keçeciliğin Mardin'de başladığını

    Dünyada ilk dericilik sanatının debbağlık adıyla Mardin'de başladığını

    Mardin'de buzdolabının olmadığı yıllarda bozulmasın diye yiyeceklerin kuyulara sarkıtıldığını

    Karakoyunluların lideri Cihanşahın 1405 te Mardin'de doğduğunu

    Dünyada ilk rasathanenin Mardinde kurulduğunu

    Mardin'de muslüman ve hristiyan annelerin birbirinin bebeklerini emzirdiğini

    Dünyada altın ve Gümüş işlemeciliğinin ilk kez Mardin'de MÖ–4500-3500 yılları arasında Süryaniler döneminde görüldüğünü

    Dünyada ilk helva üretiminin Mardin'de yapıldığını

    10.yy'dan 13.yy'a kadar Mardin'in Artuklu beyliğinin başkenti olduğunu ve 18 hükümdar gördüğünü

    Dünyada en fazla kavim ve medeniyete ev sahipliği yapan ilin Mardin olduğunu

    1932 yılınana kadar bütün Süryanilerin dini merkezinin Mardin olduğunu

    Süryani Katolik merkezinin 1853-1910 Mardin'de olduğunu

    İlk mecliste Mardin'i temsil eden milletvekilinin Yakup Kadri Karaosmanoğlu olduğunu

    Mardin'in özellikleri nedeniyle UNESCO tarafından Venedik ve Küdüs'le birlikte Dünya Mirasına aday kent olduğunu

    Dünya'da ilk diş tedavisinin Mardin'de yapıldığını

    Dünya'nın en güçlü hamallarının Mardin'de olduğunu

    Dünya'da ilk altın madenlerinin Mardin'de bulunduğunu

    Mardin kalesi çok yüksek olduğu için Süriye’den 100 km öteden görüldüğünü

    Doğu ve Güneydoğu Anadoludaki ilk matbaanın Mardin’de kurulduğunu

    Dünya'nın ilk Üniversitesi olan Nisibis Akademi Mardin'de kurulmuştur
    BİLİYOR MUYDUNUZ...
    Dünyada ilk kumaş dokumacılığının iplik boyama ve keçeciliğin Mardin'de başladığını Dünyada ilk dericilik sanatının debbağlık adıyla Mardin'de başladığını Mardin'de buzdolabının olmadığı yıllarda bozulmasın diye yiyeceklerin kuyulara sarkıtıldığını Karakoyunluların lideri Cihanşahın 1405 te Mardin'de doğduğunu Dünyada ilk rasathanenin Mardinde kurulduğunu Mardin'de muslüman ve hristiyan annelerin birbirinin bebeklerini emzirdiğini Dünyada altın ve Gümüş işlemeciliğinin ilk kez Mardin'de MÖ–4500-3500 yılları arasında Süryaniler döneminde görüldüğünü Dünyada ilk helva üretiminin Mardin'de yapıldığını 10.yy'dan 13.yy'a kadar Mardin'in Artuklu beyliğinin başkenti olduğunu ve 18 hükümdar gördüğünü Dünyada en fazla kavim ve medeniyete ev sahipliği yapan ilin Mardin olduğunu 1932 yılınana kadar bütün Süryanilerin dini merkezinin Mardin olduğunu Süryani Katolik merkezinin 1853-1910 Mardin'de olduğunu İlk mecliste Mardin'i temsil eden milletvekilinin Yakup Kadri Karaosmanoğlu olduğunu Mardin'in özellikleri nedeniyle UNESCO tarafından Venedik ve Küdüs'le birlikte Dünya Mirasına aday kent olduğunu Dünya'da ilk diş tedavisinin Mardin'de yapıldığını Dünya'nın en güçlü hamallarının Mardin'de olduğunu Dünya'da ilk altın madenlerinin Mardin'de bulunduğunu Mardin kalesi çok yüksek olduğu için Süriye’den 100 km öteden görüldüğünü Doğu ve Güneydoğu Anadoludaki ilk matbaanın Mardin’de kurulduğunu Dünya'nın ilk Üniversitesi olan Nisibis Akademi Mardin'de kurulmuştur BİLİYOR MUYDUNUZ...
    0 Comments 0 Shares
  • LOZAN ANDLAŞMASININ İMZALANMASI; DÖNEN DOLAPLAR VE BEDİÜZ-ZAMAN’IN TEPKİLERİ: 24 TEMMUZ 1923

    1 Lozan Andlaşmasının Kısa Tarihçesi

    Lozan Barış Antlaşması (veya yapıldığı dönem Türkçesi ile Lozan Sulh Muahedename-si), 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmış barış antlaşmasıdır.

    1920 yazına gelindiğinde I. Dünya Savaşı'nın galipleri mağluplar ile hesaplaşmalarını bitirmiş, savaşı kaybeden ülkelere barış antlaşmalarının kabul ettirilmesi süreci tamam-lanmıştı. Osmanlı Devletine bunu kabul ettirmeleri, 10 Ağustos 1920'de Sevr'de gerçekleşti. Üç Türk murahhası Paris'in meşhur banliyösü Sevres'de anlaşmayı imzaladılar. Ankara'da TBMM'nin Sevr Anlaşmasına tepkisi çok sert oldu. Ankara, İstiklal mahkemesi 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan üç kişiyi ve Sadrazam Damat Ferid Paşa'yı idama mahkum etti ve vatan haini ilan etti. Yunanistan dışında Sevr'i hiç bir ülkenin meclislerinde onayla-maması nedeni ile Sevr bir anlaşma taslağı olarak kaldı.

    Onaylanmamış olmasının yanı sıra Anadolu'daki mücadelenin de başarıya ulaşması ve zaferle sonuçlanması neticesinde Sevr hiç bir zaman uygulanamadı.

    TBMM'nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin ardından Mudanya Ateşkes Ant-laşması'nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM Hükümeti'ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Barış şartlarını görüşmek için Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Mustafa Kemal, İsmet Pa-şa'nın katılmasını uygun görmüştür. Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katı-lan İsmet Paşa'nın Lozan'a baştemsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dı-şişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. İtilaf Devletleri Lozan'a İstanbul Hükûmeti'ni de davet ettiler.

    Lozan’da Türkiye’den istenen, İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Curzon’un ifadesiyle şudur:

    Türkiye İslâmî alakasını ve İslâm’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hu-lus birliği etmiş olur. Biz de kendisine dilediğini veririz.

    Dikte edilen bu şartın yeni Ankara yönetimi tarafından kabulü üzerine anlaşmanın im-zalanmasını müteakip İngiltere Avam Kamarasında “Türklerin istiklalini niçin tanıdınız?” diye yükselen itirazlara Lord Curzon şu karşılığı verir:

    İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklar-dır. Zira biz onları ma’neviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.

    Sonrasında Ankara merkezli olarak Türkiye yeni ve çok sıkıntılı bir sürece girer. Lo-zan’da verilen söz çerçevesinde birer birer tatbik sahasına konulan icraatın hedefi şöyle ifa-de edilir: "Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’an’ı imha etmesini intac edecek (ne-tice verecek) bir plan yapalım."

    TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na katılarak Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türki-ye'de bir Ermeni Devleti’nin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazmina-tı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki problemleri (ekonomik, siyasal, hu-kuksal) çözmeyi amaçlamış, Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlana-mazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır.

    20 Kasım 1922'de Lozan görüşmeleri başlamıştır. Osmanlı borçları, Türk - Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağ-lanamamıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emret-miştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gire-ceğini duyurmuştur. Bu ihtimali göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmıştır.

    Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923'te tekrar baş-lamış, 23 Nisan'da başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923'e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. Taraf ülkelerin temsilcileri ara-sında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını ge-rektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923'te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923'te, İtalya tarafından 12 Mart 1924'te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924'te imzalanmıştır. İngiltere'nin anlaşmayı onay-laması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onayladıklarına dair belgeler resmî olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
    Unutmayalım ki, Lozan Antlaşması çerçevesinde Misak-ı Mili sınırları içindeki Musul, Kerkük ve Süleymaniye İngilizlere, Hatay ise Fransızlara bırakıldı. Bunun yanında 12 ada İtalyanlara, İmroz, Bozcaada ve Tavşanlı adaları dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan'a, 1571'den beri Türklere ait olan Kıbrıs ise İngiltere'ye verildi. Halbuki Mustafa Kemal Paşa, ilk defa 1 Mayıs 1920'deki Meclis konuşmasında ve son defa 30 Ocak 1923 tarihli açıklama-sında olmak üzere, çeşitli beyanlarında Musul vilayetini dahil ederek Misak-ı Millî sınırlarını tanımladı: "Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya'dan, Halep ile Katma istas-yonu arasında Carablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor'a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi içine alır."

    Misak-ı Millî Haritası
    LOZAN ANDLAŞMASININ İMZALANMASI; DÖNEN DOLAPLAR VE BEDİÜZ-ZAMAN’IN TEPKİLERİ: 24 TEMMUZ 1923 1 Lozan Andlaşmasının Kısa Tarihçesi Lozan Barış Antlaşması (veya yapıldığı dönem Türkçesi ile Lozan Sulh Muahedename-si), 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmış barış antlaşmasıdır. 1920 yazına gelindiğinde I. Dünya Savaşı'nın galipleri mağluplar ile hesaplaşmalarını bitirmiş, savaşı kaybeden ülkelere barış antlaşmalarının kabul ettirilmesi süreci tamam-lanmıştı. Osmanlı Devletine bunu kabul ettirmeleri, 10 Ağustos 1920'de Sevr'de gerçekleşti. Üç Türk murahhası Paris'in meşhur banliyösü Sevres'de anlaşmayı imzaladılar. Ankara'da TBMM'nin Sevr Anlaşmasına tepkisi çok sert oldu. Ankara, İstiklal mahkemesi 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan üç kişiyi ve Sadrazam Damat Ferid Paşa'yı idama mahkum etti ve vatan haini ilan etti. Yunanistan dışında Sevr'i hiç bir ülkenin meclislerinde onayla-maması nedeni ile Sevr bir anlaşma taslağı olarak kaldı. Onaylanmamış olmasının yanı sıra Anadolu'daki mücadelenin de başarıya ulaşması ve zaferle sonuçlanması neticesinde Sevr hiç bir zaman uygulanamadı. TBMM'nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin ardından Mudanya Ateşkes Ant-laşması'nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM Hükümeti'ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Barış şartlarını görüşmek için Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Mustafa Kemal, İsmet Pa-şa'nın katılmasını uygun görmüştür. Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katı-lan İsmet Paşa'nın Lozan'a baştemsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dı-şişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. İtilaf Devletleri Lozan'a İstanbul Hükûmeti'ni de davet ettiler. Lozan’da Türkiye’den istenen, İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Curzon’un ifadesiyle şudur: Türkiye İslâmî alakasını ve İslâm’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hu-lus birliği etmiş olur. Biz de kendisine dilediğini veririz. Dikte edilen bu şartın yeni Ankara yönetimi tarafından kabulü üzerine anlaşmanın im-zalanmasını müteakip İngiltere Avam Kamarasında “Türklerin istiklalini niçin tanıdınız?” diye yükselen itirazlara Lord Curzon şu karşılığı verir: İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklar-dır. Zira biz onları ma’neviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz. Sonrasında Ankara merkezli olarak Türkiye yeni ve çok sıkıntılı bir sürece girer. Lo-zan’da verilen söz çerçevesinde birer birer tatbik sahasına konulan icraatın hedefi şöyle ifa-de edilir: "Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’an’ı imha etmesini intac edecek (ne-tice verecek) bir plan yapalım." TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na katılarak Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türki-ye'de bir Ermeni Devleti’nin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazmina-tı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki problemleri (ekonomik, siyasal, hu-kuksal) çözmeyi amaçlamış, Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlana-mazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır. 20 Kasım 1922'de Lozan görüşmeleri başlamıştır. Osmanlı borçları, Türk - Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağ-lanamamıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emret-miştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gire-ceğini duyurmuştur. Bu ihtimali göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmıştır. Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923'te tekrar baş-lamış, 23 Nisan'da başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923'e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. Taraf ülkelerin temsilcileri ara-sında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını ge-rektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923'te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923'te, İtalya tarafından 12 Mart 1924'te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924'te imzalanmıştır. İngiltere'nin anlaşmayı onay-laması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onayladıklarına dair belgeler resmî olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Unutmayalım ki, Lozan Antlaşması çerçevesinde Misak-ı Mili sınırları içindeki Musul, Kerkük ve Süleymaniye İngilizlere, Hatay ise Fransızlara bırakıldı. Bunun yanında 12 ada İtalyanlara, İmroz, Bozcaada ve Tavşanlı adaları dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan'a, 1571'den beri Türklere ait olan Kıbrıs ise İngiltere'ye verildi. Halbuki Mustafa Kemal Paşa, ilk defa 1 Mayıs 1920'deki Meclis konuşmasında ve son defa 30 Ocak 1923 tarihli açıklama-sında olmak üzere, çeşitli beyanlarında Musul vilayetini dahil ederek Misak-ı Millî sınırlarını tanımladı: "Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya'dan, Halep ile Katma istas-yonu arasında Carablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor'a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi içine alır." Misak-ı Millî Haritası
    0 Comments 0 Shares
  • "Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık vardır." (İnşirâh,6)

    #seçim2023 #14mayıs #meclis #Hüdapar #TBMM
    "Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık vardır." (İnşirâh,6) #seçim2023 #14mayıs #meclis #Hüdapar #TBMM
    0 Comments 0 Shares
  • ESKİ BİR YÖNTEM, ELMA KUYULARI
    Dede ve babalarımız meyveleri özellikle elmaları kış mevsiminde tüketmek üzere saklamak için son derece sağlıklı ve garanti bir uygulama yaparlardı.
    Fotoğraflarda da görüldüğü gibi elmaları tek tek yaralamadan toprağa muhafazalı bir şekilde gömer, kış mevsiminde de kenarından açtığı bir delikten de ihtiyacı kadar alıp tüketirlermiş.
    Cenazelerin sabaha kadar beklemelerinde ya da başka eğlence meclislerinde gençlerin ortadan kaybolup kuyu açmaya gitmeleri, aldıkları elmaları o meclise sunmaları özellikle kuyunun sahibi oradaysa ona çaktırarak "yiyin-yiyin kendi malınızmış gibi yiyin" demeler yöremizin çok meşhur muhabbetlerindendi.
    Malesef bu geleneğimizde büyük ölçüde teknolojinin kurbanı oldu.
    Bir hatırlayalım istedik. Afiyet olsun.
    ESKİ BİR YÖNTEM, ELMA KUYULARI Dede ve babalarımız meyveleri özellikle elmaları kış mevsiminde tüketmek üzere saklamak için son derece sağlıklı ve garanti bir uygulama yaparlardı. Fotoğraflarda da görüldüğü gibi elmaları tek tek yaralamadan toprağa muhafazalı bir şekilde gömer, kış mevsiminde de kenarından açtığı bir delikten de ihtiyacı kadar alıp tüketirlermiş. Cenazelerin sabaha kadar beklemelerinde ya da başka eğlence meclislerinde gençlerin ortadan kaybolup kuyu açmaya gitmeleri, aldıkları elmaları o meclise sunmaları özellikle kuyunun sahibi oradaysa ona çaktırarak "yiyin-yiyin kendi malınızmış gibi yiyin" demeler yöremizin çok meşhur muhabbetlerindendi. Malesef bu geleneğimizde büyük ölçüde teknolojinin kurbanı oldu. Bir hatırlayalım istedik. Afiyet olsun.
    0 Comments 0 Shares
More Results