• Cuma Hutbesi: "Cennet Vesilemiz, Aile Büyüklerimiz"

    Muhterem Müslümanlar!

    Mekke’nin fetih günüydü. Hasret bitmiş, vuslat gerçekleşmişti. Müminler âdeta bayram sevinci yaşıyor, hep birlikte Allah’a şükrediyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in sadık dostu ve hicret arkadaşı Hz. Ebûbekir ise Mekke’ye girdiğinde doğruca babasının yanına gitti. Müslüman olmasını gönülden arzuladığı babasını Allah Resûlü (s.a.s)’in huzuruna getirdi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) yürümekte zorluk çeken bu adamı karşısında görünce Hz. Ebûbekir’e şöyle dedi: “Keşke bu yaşlı adamcağızı buraya kadar yormasaydın da ben onun yanına gitseydim.” Bu nazik davranıştan sonra Hz. Ebûbekir’in babası Ebû Kuhâfe Müslüman oldu.[i]

    Aziz Müminler!

    Başta anne babamız olmak üzere aile büyüklerimiz, bizi Yüce Rabbimizin rızasına ulaştıran cennet anahtarımızdır. Onlar, rahmet ve mağfiret vesilemizdir. Evlerimizin bereketidir, sohbetlerimizin neşesidir. Varlıkları huzurun kaynağı, güvenin teminatıdır; yoklukları ise yürek yarası, gönül sızısıdır. Onlar, ailemizi bir arada tutan müstesna şahsiyetlerdir. Ailelerimiz ve toplumumuz onlarla daha da güçlüdür. Birlik ve beraberliğimiz onlarla daha da kuvvetlidir. Ne kadar büyük olursa olsun, sorun ve sıkıntılarımızı onların destek ve dualarıyla daha kolay aşarız.

    Kıymetli Müslümanlar!

    Büyüklerimiz, bizleri yetiştirmek için nice fedakarlıkta bulundular. Tecrübeleriyle bize her daim rehberlik ettiler. Sevgi ve saygıyı, iyilik ve adaleti, hürmet ve muhabbeti onlardan öğrendik. Hayat yolculuğumuzdaki sığınağımız ve dayanağımız onlar oldu. Milli ve manevi değerlerimizi onlar bize aktardı. Onlar, yaşayan tarihimizdir, yerleri asla doldurulamayacak olan hafızamızdır. Büyüklerimize saygı ve ilgi göstermek; geçmişimize sahip çıkmak, geleceğimizden emin olmaktır.

    Değerli Müminler!

    Ne acıdır ki, her geçen gün nice ulu çınarımız yalnızlığa terkediliyor. Nice büyüğümüz, dört duvar arasında çocuklarını ve torunlarını görmeyi bekliyor. Bayramlarımız ve tatillerimiz, büyüklerimizi ziyaret yerine oyun ve eğlence fırsatları gibi görülmeye başlandı. Birçok insan, huzur ve mutluluğu bireysellikte arar hale geldi. Oysaki bizler; aile fertlerimizle, büyüklerimizle ve akrabalarımızla ilgilenmeyi emreden bir dinin mensuplarıyız. Ailemizden koparak bireysel bir hayatı tercih etmek, büyüklerimizden ve akrabalarımızdan uzaklaşarak kendi dünyamıza hapsolmak bizlere asla yakışmaz. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s), akrabalarımızla ilişkilerimiz ne kadar güçlü olursa Rabbimizle aramızdaki bağın da o kadar kuvvetli olacağını haber vermiştir.[ii] Ayrıca anne babasının sağlığına ulaşıp da onların gönlünü alamayan kişilere “Burnu yerde sürtünsün”[iii] sözüyle uyarıda bulunmuştur.

    Aziz Müslümanlar!

    Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bugünün ihtiyarlarının dünün gençleri, bugünün gençlerinin de yarının ihtiyarları olacağını şöyle haber vermektedir: “Sizi güçsüz yaratan, güçsüzlüğün ardından kuvvet veren, kuvvetli halinizden sonra da güçsüz hale getiren ve yaşlandıran Allah’tır. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.”[iv] O halde bugün bize düşen, büyüklerimize şefkat ve merhametle muamele etmektir. Onlara gönül alıcı hoş sözler söylemek, kalplerini asla kırmamaktır. Ziyaretlerimizle, ilgi ve alakamızla hayır dualarına mazhar olmaktır. Hayatlarını kolaylaştırmak için atacağımız her bir adımın bizleri Rabbimizin rızasına ulaştıracağını unutmamaktır. Değerlerine bağlı, anne ve babasına saygılı, büyüklerine hürmetkâr, bütün insanlığa faydalı nesiller yetiştirmenin gayretinde olmaktır.

    Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisiyle bitiriyorum: “Bir genç, bir ihtiyara hürmet ederse, Allah da ona yaşlılığında hürmet edecek birisini hazırlar.”[v]

    [i] İbn Hanbel, VI, 350.
    [ii] Ebû Dâvûd, Zekât, 45.
    [iii] Müslim, Birr, 10.
    [iv] Rûm, 30/54.
    [v] Tirmizî, Birr, 75.
    Cuma Hutbesi: "Cennet Vesilemiz, Aile Büyüklerimiz" Muhterem Müslümanlar! Mekke’nin fetih günüydü. Hasret bitmiş, vuslat gerçekleşmişti. Müminler âdeta bayram sevinci yaşıyor, hep birlikte Allah’a şükrediyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in sadık dostu ve hicret arkadaşı Hz. Ebûbekir ise Mekke’ye girdiğinde doğruca babasının yanına gitti. Müslüman olmasını gönülden arzuladığı babasını Allah Resûlü (s.a.s)’in huzuruna getirdi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) yürümekte zorluk çeken bu adamı karşısında görünce Hz. Ebûbekir’e şöyle dedi: “Keşke bu yaşlı adamcağızı buraya kadar yormasaydın da ben onun yanına gitseydim.” Bu nazik davranıştan sonra Hz. Ebûbekir’in babası Ebû Kuhâfe Müslüman oldu.[i] Aziz Müminler! Başta anne babamız olmak üzere aile büyüklerimiz, bizi Yüce Rabbimizin rızasına ulaştıran cennet anahtarımızdır. Onlar, rahmet ve mağfiret vesilemizdir. Evlerimizin bereketidir, sohbetlerimizin neşesidir. Varlıkları huzurun kaynağı, güvenin teminatıdır; yoklukları ise yürek yarası, gönül sızısıdır. Onlar, ailemizi bir arada tutan müstesna şahsiyetlerdir. Ailelerimiz ve toplumumuz onlarla daha da güçlüdür. Birlik ve beraberliğimiz onlarla daha da kuvvetlidir. Ne kadar büyük olursa olsun, sorun ve sıkıntılarımızı onların destek ve dualarıyla daha kolay aşarız. Kıymetli Müslümanlar! Büyüklerimiz, bizleri yetiştirmek için nice fedakarlıkta bulundular. Tecrübeleriyle bize her daim rehberlik ettiler. Sevgi ve saygıyı, iyilik ve adaleti, hürmet ve muhabbeti onlardan öğrendik. Hayat yolculuğumuzdaki sığınağımız ve dayanağımız onlar oldu. Milli ve manevi değerlerimizi onlar bize aktardı. Onlar, yaşayan tarihimizdir, yerleri asla doldurulamayacak olan hafızamızdır. Büyüklerimize saygı ve ilgi göstermek; geçmişimize sahip çıkmak, geleceğimizden emin olmaktır. Değerli Müminler! Ne acıdır ki, her geçen gün nice ulu çınarımız yalnızlığa terkediliyor. Nice büyüğümüz, dört duvar arasında çocuklarını ve torunlarını görmeyi bekliyor. Bayramlarımız ve tatillerimiz, büyüklerimizi ziyaret yerine oyun ve eğlence fırsatları gibi görülmeye başlandı. Birçok insan, huzur ve mutluluğu bireysellikte arar hale geldi. Oysaki bizler; aile fertlerimizle, büyüklerimizle ve akrabalarımızla ilgilenmeyi emreden bir dinin mensuplarıyız. Ailemizden koparak bireysel bir hayatı tercih etmek, büyüklerimizden ve akrabalarımızdan uzaklaşarak kendi dünyamıza hapsolmak bizlere asla yakışmaz. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s), akrabalarımızla ilişkilerimiz ne kadar güçlü olursa Rabbimizle aramızdaki bağın da o kadar kuvvetli olacağını haber vermiştir.[ii] Ayrıca anne babasının sağlığına ulaşıp da onların gönlünü alamayan kişilere “Burnu yerde sürtünsün”[iii] sözüyle uyarıda bulunmuştur. Aziz Müslümanlar! Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bugünün ihtiyarlarının dünün gençleri, bugünün gençlerinin de yarının ihtiyarları olacağını şöyle haber vermektedir: “Sizi güçsüz yaratan, güçsüzlüğün ardından kuvvet veren, kuvvetli halinizden sonra da güçsüz hale getiren ve yaşlandıran Allah’tır. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.”[iv] O halde bugün bize düşen, büyüklerimize şefkat ve merhametle muamele etmektir. Onlara gönül alıcı hoş sözler söylemek, kalplerini asla kırmamaktır. Ziyaretlerimizle, ilgi ve alakamızla hayır dualarına mazhar olmaktır. Hayatlarını kolaylaştırmak için atacağımız her bir adımın bizleri Rabbimizin rızasına ulaştıracağını unutmamaktır. Değerlerine bağlı, anne ve babasına saygılı, büyüklerine hürmetkâr, bütün insanlığa faydalı nesiller yetiştirmenin gayretinde olmaktır. Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisiyle bitiriyorum: “Bir genç, bir ihtiyara hürmet ederse, Allah da ona yaşlılığında hürmet edecek birisini hazırlar.”[v] [i] İbn Hanbel, VI, 350. [ii] Ebû Dâvûd, Zekât, 45. [iii] Müslim, Birr, 10. [iv] Rûm, 30/54. [v] Tirmizî, Birr, 75.
    0 Commenti 0 condivisioni
  • URFA - ULU CAMİ

    Cami, şehir merkezinde Divanyolu Caddesinde yer alır. Yapım tarihi belirlenemeyen, "Kızıl Kilise" olarak adlandırılan, eski bir kilisenin yerine inşa edilmiştir. Eski yapıya ait avlu duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve çan kulesi halen mevcuttur.

    Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadır. Bu yüzden kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 1170-1175 yıllarında Zengiler tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Kitabelere göre Ulu Camii; 1684, 1779, 1780 ve 1870 tarihlerinde onarım görmüştür.

    Mihraba paralel üç sahından(bölümden) oluşmaktadır. Bunun dışında mihrab önünde bir de kubbe yer alır. Harim kısmında(ana ibadet alanı-iç kısım) dört giriş kapısı yer alır. Son cemaat yeri de dâhil olmak üzere yapıda, üst örtü olarak, tonoz kullanılmıştır. Urfa Ulu Camii plan olarak, Halep Hükümdarı Nureddin Mahmud Zengi tarafından tamir ettirilip bugünkü şeklini alan Halep Ulu Camii’ne benzemektedir. Bu nedenle Urfa Ulu Camii'nin de aynı dönemde yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İslam fetihlerinden sonra, sütunlarda kullanılan kırmızı mermerler ve kilise ile ilişkisinden dolayı “Mescid ül- Hamra (Kırmızı mescit)” olarak isimlendirilmiştir. Payeler üzerine oturan ve her biri çapraz to­nozlarla örülü on dört sivri kemerle avluya açılan cemaat yeri Anadolu'da ilk kez Urfa Ulu Camii'nde bulunmaktadır.

    Caminin harim kısmında bir kuyu yer alır. Halk arasındaki bir inanışa göre Hz. İsa’nın, Kral Abgar’a, Havarisi Thomas’la gönderdiği mendil bu kuyuya düşmüştür. Bu nedenle camiinin içindeki kuyunun suyu, şifalı olarak kabul edilir.

    Minareye, Cumhuriyet döneminde bir saat eklenerek saat kulesine dönüştürülmüştür. Minare, aynı zamanda şehrin ilk ve tek saat kulesi görevini de görmektedir.

    Kızıl Kiliseye ait kalın duvarlarla çevrili camii avlusunun kuzeybatı kesimi mezarlıktır. Bu mezarlıktaki türbede, 1823 yılında vefat eden, Halidi Tarikatı’nın kurucusu Mevlana Halid Ziyâeddin Hazretleri'nin küçük oğlu Şehabeddin Ahmet’in mezarı bulunmaktadır. Türbe, yakın zamanda ŞURKAV tarafından restore edilmiştir.
    URFA - ULU CAMİ Cami, şehir merkezinde Divanyolu Caddesinde yer alır. Yapım tarihi belirlenemeyen, "Kızıl Kilise" olarak adlandırılan, eski bir kilisenin yerine inşa edilmiştir. Eski yapıya ait avlu duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve çan kulesi halen mevcuttur. Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadır. Bu yüzden kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 1170-1175 yıllarında Zengiler tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Kitabelere göre Ulu Camii; 1684, 1779, 1780 ve 1870 tarihlerinde onarım görmüştür. Mihraba paralel üç sahından(bölümden) oluşmaktadır. Bunun dışında mihrab önünde bir de kubbe yer alır. Harim kısmında(ana ibadet alanı-iç kısım) dört giriş kapısı yer alır. Son cemaat yeri de dâhil olmak üzere yapıda, üst örtü olarak, tonoz kullanılmıştır. Urfa Ulu Camii plan olarak, Halep Hükümdarı Nureddin Mahmud Zengi tarafından tamir ettirilip bugünkü şeklini alan Halep Ulu Camii’ne benzemektedir. Bu nedenle Urfa Ulu Camii'nin de aynı dönemde yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İslam fetihlerinden sonra, sütunlarda kullanılan kırmızı mermerler ve kilise ile ilişkisinden dolayı “Mescid ül- Hamra (Kırmızı mescit)” olarak isimlendirilmiştir. Payeler üzerine oturan ve her biri çapraz to­nozlarla örülü on dört sivri kemerle avluya açılan cemaat yeri Anadolu'da ilk kez Urfa Ulu Camii'nde bulunmaktadır. Caminin harim kısmında bir kuyu yer alır. Halk arasındaki bir inanışa göre Hz. İsa’nın, Kral Abgar’a, Havarisi Thomas’la gönderdiği mendil bu kuyuya düşmüştür. Bu nedenle camiinin içindeki kuyunun suyu, şifalı olarak kabul edilir. Minareye, Cumhuriyet döneminde bir saat eklenerek saat kulesine dönüştürülmüştür. Minare, aynı zamanda şehrin ilk ve tek saat kulesi görevini de görmektedir. Kızıl Kiliseye ait kalın duvarlarla çevrili camii avlusunun kuzeybatı kesimi mezarlıktır. Bu mezarlıktaki türbede, 1823 yılında vefat eden, Halidi Tarikatı’nın kurucusu Mevlana Halid Ziyâeddin Hazretleri'nin küçük oğlu Şehabeddin Ahmet’in mezarı bulunmaktadır. Türbe, yakın zamanda ŞURKAV tarafından restore edilmiştir.
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Kudüs’ü Güldürmeden Gülmeyen Sultan: Selâhaddîn-i Eyyûbî

    Doğumu : 1138 Irak
    Vefatı : 4 Mart 1193 - Şam

    Eyyûbîler hânedanının kurucusu ve ilk hükümdarıdır.

    Babası Şam valisi, amcası Şîrkûh ordu komutanıdır.

    Kendisi İyi bir eğitim gördü, usta bir kumandan ve devlet adamı olarak yetişti.

    Mısır seferinde kazandığı başarılarla Şam Şâhâneliğine yükseldi.

    Nûreddin'in kurduğu devleti korumak ve Kudüs'ü kurtarmak başlıca iki hedefiydi.

    Mısır'da hüküm süren Fâtımî devletine son verdi.

    Filistin, Mısır, Hicaz ve Yemen'i devletin eyaleti yaptı ve önemli imar faaliyetlerinde bulundu.

    Hâdimü'l-Haremeyn unvanını kullanan ilk hükümdar oldu.

    Halep'i ele geçirerek Kudüs yolunu açtı. (1183)

    Hıttın'de Haçlılara karşı büyük bir meydan savaşı kazandı.

    Fetih için seferlere hız verdi, kısa sürede 52 şehri fethetti.

    Mi'rac gecesinde Kudüs'ü fethetti. (1187)

    Batı Avrupa ülkeleri, Kudüs'ü geri almak için birleşerek yeni bir Haçlı seferi düzenledi.

    Haçlılar'ın bu teşebbüsü, Selâhaddin tarafından başarısızlığa uğratıldı.

    Mehmet Akif'in ifadesiyle Şark'ın En Sevgili Sultanı 4 Mart'ta Şam'da vefat etti.

    Müslümanlar onu ideal bir sultan, Haçlılar gerçek İslam kahramanı olarak gördü.

    Kudüs Fatih’i Selâhaddîn-i Eyyûbi’yi vefatının yıl dönümünde rahmetle anıyoruz.

    #SelahaddinEyyubi #Kudüs #Fetih #DiyanetDijital
    Kudüs’ü Güldürmeden Gülmeyen Sultan: Selâhaddîn-i Eyyûbî Doğumu : 1138 Irak Vefatı : 4 Mart 1193 - Şam 📌 Eyyûbîler hânedanının kurucusu ve ilk hükümdarıdır. 📌 Babası Şam valisi, amcası Şîrkûh ordu komutanıdır. 📌 Kendisi İyi bir eğitim gördü, usta bir kumandan ve devlet adamı olarak yetişti. 📌 Mısır seferinde kazandığı başarılarla Şam Şâhâneliğine yükseldi. 📌 Nûreddin'in kurduğu devleti korumak ve Kudüs'ü kurtarmak başlıca iki hedefiydi. 📌 Mısır'da hüküm süren Fâtımî devletine son verdi. 📌 Filistin, Mısır, Hicaz ve Yemen'i devletin eyaleti yaptı ve önemli imar faaliyetlerinde bulundu. 📌 Hâdimü'l-Haremeyn unvanını kullanan ilk hükümdar oldu. 📌 Halep'i ele geçirerek Kudüs yolunu açtı. (1183) 📌 Hıttın'de Haçlılara karşı büyük bir meydan savaşı kazandı. 📌 Fetih için seferlere hız verdi, kısa sürede 52 şehri fethetti. 📌 Mi'rac gecesinde Kudüs'ü fethetti. (1187) 📌 Batı Avrupa ülkeleri, Kudüs'ü geri almak için birleşerek yeni bir Haçlı seferi düzenledi. 📌 Haçlılar'ın bu teşebbüsü, Selâhaddin tarafından başarısızlığa uğratıldı. 📌 Mehmet Akif'in ifadesiyle Şark'ın En Sevgili Sultanı 4 Mart'ta Şam'da vefat etti. 📌 Müslümanlar onu ideal bir sultan, Haçlılar gerçek İslam kahramanı olarak gördü. Kudüs Fatih’i Selâhaddîn-i Eyyûbi’yi vefatının yıl dönümünde rahmetle anıyoruz. #SelahaddinEyyubi #Kudüs #Fetih #DiyanetDijital
    0 Commenti 0 condivisioni
  • . 20 Ocak 1029 Sultan Muhammed
    Alparslan'ın doğumu
    1 Muharrem H. 420

    Batı Türkleri'nin Ata'sı
    "Ebu'l-Feth" (Fetihlerin babası),
    "Es-sultanü’l adil" (Adil hükümdar), "Adudüddevle" Devletin koruyucusu.

    Rahmetle ve minnetle anıyorum.
    . 20 Ocak 1029 Sultan Muhammed Alparslan'ın doğumu 1 Muharrem H. 420 Batı Türkleri'nin Ata'sı "Ebu'l-Feth" (Fetihlerin babası), "Es-sultanü’l adil" (Adil hükümdar), "Adudüddevle" Devletin koruyucusu. Rahmetle ve minnetle anıyorum.
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Filistin / Devlettir....

    Kudüs / İslamdır...

    FETİH, ANADOLU, CİHAN, CİHAD
    DOĞUDAN BATIYA . . . .🖐
    🇵🇸Filistin / Devlettir.... Kudüs / İslamdır... FETİH, ANADOLU, CİHAN, CİHAD DOĞUDAN BATIYA . . . .🌹🇹🇷🖐
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Cuma Hutbesi: "Rahmet ve Sekinet Müjdesi: İnşirâh Suresi"
    Alanya Konaklı Cami Hocası Celil Bıyıklı oğlu
    Muhterem Müslümanlar!

    Allah Resûlü (s.a.s)’in peygamberliğinin ilk yıllarıydı. Müşriklerin, Mekke’de Müslümanlara uyguladığı baskı ve zulüm iyice artmış, müminler için hayat çekilmez bir hal almıştı. İşte böyle zor bir zamanda, Yüce Allah, bizler için nice müjde ve hikmeti içinde barındıran İnşirâh suresini indirdi. Peygamber Efendimiz (s.a.s), bu surenin nazil olmasıyla sevinç duydu, ferahladı ve Rabbimizin her zorluğun ardından mutlaka bir kolaylık, bir sekinet lütfedeceğini müjdeledi.[1]

    Aziz Müminler!

    Bugün, başta Filistin olmak üzere yeryüzünde baskı ve zulme maruz kalan bütün kardeşlerimize İnşirâh suresinin gönülleri rahatlatan, müminlere umut aşılayan mesajlarıyla seslenmek istiyorum:

    اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ. وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَۙ. اَلَّـذ۪ٓي اَنْقَضَ ظَهْرَكَۙ. وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ.

    “Biz senin gönlüne ferahlık vermedik mi? Belini büken yükünü kaldırmadık mı? Senin şanını yüceltmedik mi?”[2]

    Evet Kardeşlerim!

    Bizler inanıyoruz ki her şeye kâdir olan Allah’tır. Rahmet ve merhametiyle bizleri kuşatan O’dur. Göğsümüzdeki darlığı giderecek de, gönlümüze inşirâh verecek de O’dur. Cenâb-ı Hak, üzerimizdeki ağır yükleri kaldıracak, her türlü zorluk ve sıkıntıdan bizleri mutlaka kurtaracaktır.

    Değerli Müminler!

    İnşirâh suresinin hatırlattığı hakikatlerden biri de şudur:اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۜ. .فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۙ “Her zorluğun ardından bir kolaylık vardır. Muhakkak ki, her zorluğun ardından bir kolaylık vardır.”[3]

    Evet, inanıyoruz ki her hüznün ardından bir sevinç, her sıkıntının ardından bir ferahlık mutlaka gelecektir. Zira Cenâb-ı Hak, peygamberleri ve inananları hiçbir zaman yalnız bırakmamıştır. Onları, zalimlerin ve düşmanların insafına asla terk etmemiştir. Hz. Nûh’u tufanın helakinden, Hz. İbrâhim’i Nemrut’un ateşinden, Hz. Mûsâ’yı Firavun’un zulmünden, Hz. Yûsuf’u zindanın karanlığından kurtarmıştır.

    Ve nihayet, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’i inkârcıların türlü eza ve cefasından felaha çıkarmış, ona nice fetih kapıları açmıştır.

    Kıymetli Müslümanlar!

    İnşirâh suresi bizlere şu hakikati de öğretmektedir: وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ. .فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ “Bir işi bitirince hemen başka bir işe koyul. Sadece Rabbine yönel.”[4]

    Ayet-i kerimelerde de belirtildiği gibi bizlere tembellik ve vurdumduymazlık yakışmaz. Mümin, sorumsuz ve ihmalkâr olamaz, rehavete kapılamaz. Yeryüzünde iyilik hâkim oluncaya kadar, hak ve hakikati, adalet ve merhameti yaşamaya, yaşatmaya ve yaymaya gayret eder. Mümin, her işini Allah’ın rızasını gözeterek yapar. İmanından aldığı güçle zorluklar karşısında ümidini yitirmez. İstiklalini ve istikbalini muhafaza etmek için var gücüyle çalışıp çabalar.

    Aziz Müminler!

    İnsanlık tarihinin şahit olduğu en büyük zulümlerden biri bugün Filistin’de, Gazze’de yaşanıyor. Bebek, çocuk, kadın, yaşlı demeden masum insanlar vahşice katlediliyor. Evler, camiler, okullar ve hatta hastaneler acımasızca bombalanıyor. Bütün dünyanın gözü önünde büyük bir insanlık suçu işleniyor. Binlerce masum insan aynı anda can verirken insaf ve vicdanını kaybetmiş dünya bu soykırımı sadece seyrediyor. Mazlumun ırkına, diline ve dinine bakılmaz. Tüm insanlığı zalimin karşısında mazlumun yanında olmaya davet ediyoruz.

    Değerli Müminler!

    Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Zulüm, zalim için kıyamet gününde zifiri karanlıktır.”[5] Müslümanların bugün yaşadığı sıkıntılar elbet sona erecek, zalimler dünyada da ahirette de acı bir akıbete maruz kalacaktır. İnananlar, Allah’ın yardımıyla mutlaka galip gelecektir. İçinden geçtiğimiz zorlu süreçler, yeni dirilişlerin habercisidir. Yeter ki, Müslümanlar olarak bizler, birlik ve beraberlik içerisinde hareket edelim. Kardeşlik ve muhabbetimizi daim kılalım. Birbirimize karşı merhametli, düşmana karşı ferasetli ve kuvvetli olalım. Allah’ın rahmetinden ümidimizi kesmeyelim. Rabbimize, kardeşlerimize ve insanlığa karşı sorumluluklarımızı yerine getirelim. Getirelim ki Rabbimiz, zorluklarımızı kolaylaştırsın, meşakkatlerimizi rahmete dönüştürsün. Bizi insanlığa yeniden önder ve örnek kılsın.

    Hutbemi şu ayet-i kerime ile bitiriyorum:

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ . “Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder, düşman karşısında sizi güçlü ve dirençli kılar.”[6]

    [1] Muvatta, Cihâd, 6; Suyûtî, Câmiu’s- Sağîr, 7374.
    [2] İnşirâh, 94/1-4.
    [3] İnşirâh, 94/5, 6.
    [4] İnşirâh, 94/7, 8.
    [5] Buhârî, Mezâlim, 8.
    [6] Muhammed, 47/7.
    Cuma Hutbesi: "Rahmet ve Sekinet Müjdesi: İnşirâh Suresi" Alanya Konaklı Cami Hocası Celil Bıyıklı oğlu Muhterem Müslümanlar! Allah Resûlü (s.a.s)’in peygamberliğinin ilk yıllarıydı. Müşriklerin, Mekke’de Müslümanlara uyguladığı baskı ve zulüm iyice artmış, müminler için hayat çekilmez bir hal almıştı. İşte böyle zor bir zamanda, Yüce Allah, bizler için nice müjde ve hikmeti içinde barındıran İnşirâh suresini indirdi. Peygamber Efendimiz (s.a.s), bu surenin nazil olmasıyla sevinç duydu, ferahladı ve Rabbimizin her zorluğun ardından mutlaka bir kolaylık, bir sekinet lütfedeceğini müjdeledi.[1] Aziz Müminler! Bugün, başta Filistin olmak üzere yeryüzünde baskı ve zulme maruz kalan bütün kardeşlerimize İnşirâh suresinin gönülleri rahatlatan, müminlere umut aşılayan mesajlarıyla seslenmek istiyorum: اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ. وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَۙ. اَلَّـذ۪ٓي اَنْقَضَ ظَهْرَكَۙ. وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ. “Biz senin gönlüne ferahlık vermedik mi? Belini büken yükünü kaldırmadık mı? Senin şanını yüceltmedik mi?”[2] Evet Kardeşlerim! Bizler inanıyoruz ki her şeye kâdir olan Allah’tır. Rahmet ve merhametiyle bizleri kuşatan O’dur. Göğsümüzdeki darlığı giderecek de, gönlümüze inşirâh verecek de O’dur. Cenâb-ı Hak, üzerimizdeki ağır yükleri kaldıracak, her türlü zorluk ve sıkıntıdan bizleri mutlaka kurtaracaktır. Değerli Müminler! İnşirâh suresinin hatırlattığı hakikatlerden biri de şudur:اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۜ. .فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۙ “Her zorluğun ardından bir kolaylık vardır. Muhakkak ki, her zorluğun ardından bir kolaylık vardır.”[3] Evet, inanıyoruz ki her hüznün ardından bir sevinç, her sıkıntının ardından bir ferahlık mutlaka gelecektir. Zira Cenâb-ı Hak, peygamberleri ve inananları hiçbir zaman yalnız bırakmamıştır. Onları, zalimlerin ve düşmanların insafına asla terk etmemiştir. Hz. Nûh’u tufanın helakinden, Hz. İbrâhim’i Nemrut’un ateşinden, Hz. Mûsâ’yı Firavun’un zulmünden, Hz. Yûsuf’u zindanın karanlığından kurtarmıştır. Ve nihayet, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’i inkârcıların türlü eza ve cefasından felaha çıkarmış, ona nice fetih kapıları açmıştır. Kıymetli Müslümanlar! İnşirâh suresi bizlere şu hakikati de öğretmektedir: وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ. .فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ “Bir işi bitirince hemen başka bir işe koyul. Sadece Rabbine yönel.”[4] Ayet-i kerimelerde de belirtildiği gibi bizlere tembellik ve vurdumduymazlık yakışmaz. Mümin, sorumsuz ve ihmalkâr olamaz, rehavete kapılamaz. Yeryüzünde iyilik hâkim oluncaya kadar, hak ve hakikati, adalet ve merhameti yaşamaya, yaşatmaya ve yaymaya gayret eder. Mümin, her işini Allah’ın rızasını gözeterek yapar. İmanından aldığı güçle zorluklar karşısında ümidini yitirmez. İstiklalini ve istikbalini muhafaza etmek için var gücüyle çalışıp çabalar. Aziz Müminler! İnsanlık tarihinin şahit olduğu en büyük zulümlerden biri bugün Filistin’de, Gazze’de yaşanıyor. Bebek, çocuk, kadın, yaşlı demeden masum insanlar vahşice katlediliyor. Evler, camiler, okullar ve hatta hastaneler acımasızca bombalanıyor. Bütün dünyanın gözü önünde büyük bir insanlık suçu işleniyor. Binlerce masum insan aynı anda can verirken insaf ve vicdanını kaybetmiş dünya bu soykırımı sadece seyrediyor. Mazlumun ırkına, diline ve dinine bakılmaz. Tüm insanlığı zalimin karşısında mazlumun yanında olmaya davet ediyoruz. Değerli Müminler! Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Zulüm, zalim için kıyamet gününde zifiri karanlıktır.”[5] Müslümanların bugün yaşadığı sıkıntılar elbet sona erecek, zalimler dünyada da ahirette de acı bir akıbete maruz kalacaktır. İnananlar, Allah’ın yardımıyla mutlaka galip gelecektir. İçinden geçtiğimiz zorlu süreçler, yeni dirilişlerin habercisidir. Yeter ki, Müslümanlar olarak bizler, birlik ve beraberlik içerisinde hareket edelim. Kardeşlik ve muhabbetimizi daim kılalım. Birbirimize karşı merhametli, düşmana karşı ferasetli ve kuvvetli olalım. Allah’ın rahmetinden ümidimizi kesmeyelim. Rabbimize, kardeşlerimize ve insanlığa karşı sorumluluklarımızı yerine getirelim. Getirelim ki Rabbimiz, zorluklarımızı kolaylaştırsın, meşakkatlerimizi rahmete dönüştürsün. Bizi insanlığa yeniden önder ve örnek kılsın. Hutbemi şu ayet-i kerime ile bitiriyorum: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ . “Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder, düşman karşısında sizi güçlü ve dirençli kılar.”[6] [1] Muvatta, Cihâd, 6; Suyûtî, Câmiu’s- Sağîr, 7374. [2] İnşirâh, 94/1-4. [3] İnşirâh, 94/5, 6. [4] İnşirâh, 94/7, 8. [5] Buhârî, Mezâlim, 8. [6] Muhammed, 47/7.
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Uzun Hasan Bey (1423-1428)

    Akkoyunlu Devleti Hükümdarları Hasan Bey, Karakoyunlular ve Timur’un torununu yenerek devletinin sınırları güneye doğru genişletmiş, 1466 yılında Tebriz’i başkent yapmıştır. Uzun Hasan Bey, bugünkü İran, Irak, Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye'nin de bir bölümünü kapsayan bir coğrafyada 1453-1478 yılları arasında hüküm sürmüştür.

    Uzun Hasan Bey, Oğuzların Bayındır boyundan, Timur'un Diyarbakır, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Erzincan'a yönetici olarak atadığı Kara Yülük Osman Bey'in torunu olup, babası Celâleddîn Ali Beydir. 1423'te Diyarbakır'da doğmuştur. 1453'te Diyarbakır’da devletin başına geçmiş, Karakoyunluların hükümdarı Cihan Şahı yenmiş (1467), Trabzon İmparatoru IV. İoannis'in kızı Despina Hatun (Theodora Megali Komnini) ile evlenerek bu devleti himayesi altına almaya çalışmıştır.

    Uzun Hasan Bey, Akkoyunlu tahtını ele geçirip “ulu bey” olduktan sonra, özellikle malî ve adlî düzenlemelerle Akkoyunlular tarihinde önemli bir yere sahiptir. Kendisi, Amasya’da oturan Şehzade Bayezid’e gönderdiği bir mektupta eskiden Mangışlak, Hârizm ve Türkistan’a dağılan Bayındır ve Bayat ulusları ile Oğuz iline mensup olanların katına geldiklerini yazmıştır. Oğuz Han’ın ve onun torunu Bayındır Han’ın şerefli soyundan geldiğini ifade eden Uzun Hasan Bey, Akkoyunlu oymağının bağlandığı Bayındır boyunun damgasını devletinin sembolü yapmıştır. Bu sebeple Bayındır damgası sadece paralarda değil resmî evrak üzerinde, kitâbelerde, hatta bayraklarda da görülür.

    Uzun Hasan Bey, “Hasan Padişah Kanunları” adıyla anılan kanunnâmeler yazdırmıştır. Bu kanunnâmeler vergi, idarî ve içtimaî hayatla ilgilidir. Göçebe ve köylülerden, şehirlerde yaşayan halktan, türlü zanaat ve meslek erbabından alınan vergilerin miktarları kanunnâmelerin en önemli konusunu teşkil eder. Hasan Padişah Kanunları, doğu ve güneydoğu vilâyetlerinde fetihten itibaren bir müddet kullanıldıktan sonra yerini Osmanlı kanunnâmelerine bırakmıştır. Ancak İran’da bu kanunlar uzun süre geçerli olmuştur.

    Uzun Hasan Bey, ilmî, dînî, sosyal ve devlet teşkilatıyla alakalı mîmarî eserler yaptırmıştır. Tebriz'de Nasriyye Medresesini yaptırıp, bakımı için vakıflar kurdurmuş, Nasriyye Medresesinin yanında cami, bir de hastane yaptırmıştır. Hastane çok geniş olup, binden fazla hastaya hizmet vermiş, ayrıca hastanenin bitişiğindeki mutfakta, fakir ve kimsesizlere de yemekler verilmiştir. Tebriz'de meşhur Heşt-Behişt Sarayının inşasını başlatmış, Fırat'ın kolu üzerinde de Taşköprü'yü yaptırmıştır.

    Uzun Hasan Bey, dönemin ilim ve alimlerine koruyucusu olmuştur. Hasan Bey, ilim ve alimleri sevdiğinden, Akkoyunlu ülkesinde pek çok meşhur alim bulunurdu. Meşhur astronom Ali Kuşçu, Hasan Bey’in sarayında olup, büyük itibar görürdü. Sarayında Ali Kuşçu’dan başka, Mevlana Mahmud Şarihi, Şirazi Mehmed Münşi ve fıkıh alimi İmam Ali de bulunurdu. Hasan Beyin hükümdarlığı zamanında, büyük İslam alimi, edib ve Kadı Celaleddin-i Muhammed Devani, çok kitap yazıp, bunlardan Ahlak-ı Celali pek meşhurdur. Hasan Bey’in Kur’ân-ı Kerîm’i Türkçe’ye çevirtip huzurunda okuttuğuna dair bilgiler de vardır. Kaynaklarda onun cami, medrese, kervansaray ve zâviye gibi birçok eser yaptırdığı kaydedilir; ancak çoğu günümüze ulaşmamıştır.

    Uzun Hasan Bey’i gören Venedik elçisi Kontarino Zeno onu lakabı gibi uzun boylu, yakışıklı ve hoşsohbet bir hükümdar olarak tasvir eder. Yine Venedikli bir tâcir İran’da benzerinin gelmediğini yazar. İslâm müelliflerinin hepsi meziyetlerini sayarak “sâhib-kırân” Hasan Bey’i överler. Onun en büyük hatası Osmanlılar’la çatışması olmuştur. Sınırlarını genişletmesi ve bu denli güçlenmesi Uzun Hasan Bey’i Osmanlılarla karşı karşıya getirdi. Akkoyunlular ile Osmanlılar arasındaki çatışmalar, Fatih Sultan Mehmed'in Trabzon İmparatorluğu üzerine yaptığı sefer sırasında başladı. Uzun Hasan Bey, 1473'teki Malatya Savaşı'nı kazanmasına rağmen Otlukbeli Savaşı'nda Fatih karşısında ağır bir yenilgiye uğramış ve bu yenilgiden sonra topraklarındaki siyasal ve askeri gücünü büyük ölçüde yitirmiş.

    Uzun Hasan Bey'in kızı Alemşah Halime Begüm ileriki yıllarda Safevi Devleti Hükümdarı Şah İsmail'in annesi olacaktır.

    “Ebü’n-nasr”, “Sâhib-kırân”, “Ulu bey” ve "Uzun" gibi unvanlarla anılan Hasan Bey, 882 yılının Ramazan bayramı gecesi (6 Ocak 1478) vefat etmiştir. Mezarı Tebriz Nasıriyye Mezarlığında bulunmaktadır.

    Derleyen: Sinan Acartürk
    Kaynak: vikipedi, biyografiinfo, turkcebilgi. islamansiklopedisi
    Görsel: Uzun Hasan Bey döneminde Akkoyunlu Devleti (1453-1478). vikipedi
    Uzun Hasan Bey (1423-1428) Akkoyunlu Devleti Hükümdarları Hasan Bey, Karakoyunlular ve Timur’un torununu yenerek devletinin sınırları güneye doğru genişletmiş, 1466 yılında Tebriz’i başkent yapmıştır. Uzun Hasan Bey, bugünkü İran, Irak, Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye'nin de bir bölümünü kapsayan bir coğrafyada 1453-1478 yılları arasında hüküm sürmüştür. Uzun Hasan Bey, Oğuzların Bayındır boyundan, Timur'un Diyarbakır, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Erzincan'a yönetici olarak atadığı Kara Yülük Osman Bey'in torunu olup, babası Celâleddîn Ali Beydir. 1423'te Diyarbakır'da doğmuştur. 1453'te Diyarbakır’da devletin başına geçmiş, Karakoyunluların hükümdarı Cihan Şahı yenmiş (1467), Trabzon İmparatoru IV. İoannis'in kızı Despina Hatun (Theodora Megali Komnini) ile evlenerek bu devleti himayesi altına almaya çalışmıştır. Uzun Hasan Bey, Akkoyunlu tahtını ele geçirip “ulu bey” olduktan sonra, özellikle malî ve adlî düzenlemelerle Akkoyunlular tarihinde önemli bir yere sahiptir. Kendisi, Amasya’da oturan Şehzade Bayezid’e gönderdiği bir mektupta eskiden Mangışlak, Hârizm ve Türkistan’a dağılan Bayındır ve Bayat ulusları ile Oğuz iline mensup olanların katına geldiklerini yazmıştır. Oğuz Han’ın ve onun torunu Bayındır Han’ın şerefli soyundan geldiğini ifade eden Uzun Hasan Bey, Akkoyunlu oymağının bağlandığı Bayındır boyunun damgasını devletinin sembolü yapmıştır. Bu sebeple Bayındır damgası sadece paralarda değil resmî evrak üzerinde, kitâbelerde, hatta bayraklarda da görülür. Uzun Hasan Bey, “Hasan Padişah Kanunları” adıyla anılan kanunnâmeler yazdırmıştır. Bu kanunnâmeler vergi, idarî ve içtimaî hayatla ilgilidir. Göçebe ve köylülerden, şehirlerde yaşayan halktan, türlü zanaat ve meslek erbabından alınan vergilerin miktarları kanunnâmelerin en önemli konusunu teşkil eder. Hasan Padişah Kanunları, doğu ve güneydoğu vilâyetlerinde fetihten itibaren bir müddet kullanıldıktan sonra yerini Osmanlı kanunnâmelerine bırakmıştır. Ancak İran’da bu kanunlar uzun süre geçerli olmuştur. Uzun Hasan Bey, ilmî, dînî, sosyal ve devlet teşkilatıyla alakalı mîmarî eserler yaptırmıştır. Tebriz'de Nasriyye Medresesini yaptırıp, bakımı için vakıflar kurdurmuş, Nasriyye Medresesinin yanında cami, bir de hastane yaptırmıştır. Hastane çok geniş olup, binden fazla hastaya hizmet vermiş, ayrıca hastanenin bitişiğindeki mutfakta, fakir ve kimsesizlere de yemekler verilmiştir. Tebriz'de meşhur Heşt-Behişt Sarayının inşasını başlatmış, Fırat'ın kolu üzerinde de Taşköprü'yü yaptırmıştır. Uzun Hasan Bey, dönemin ilim ve alimlerine koruyucusu olmuştur. Hasan Bey, ilim ve alimleri sevdiğinden, Akkoyunlu ülkesinde pek çok meşhur alim bulunurdu. Meşhur astronom Ali Kuşçu, Hasan Bey’in sarayında olup, büyük itibar görürdü. Sarayında Ali Kuşçu’dan başka, Mevlana Mahmud Şarihi, Şirazi Mehmed Münşi ve fıkıh alimi İmam Ali de bulunurdu. Hasan Beyin hükümdarlığı zamanında, büyük İslam alimi, edib ve Kadı Celaleddin-i Muhammed Devani, çok kitap yazıp, bunlardan Ahlak-ı Celali pek meşhurdur. Hasan Bey’in Kur’ân-ı Kerîm’i Türkçe’ye çevirtip huzurunda okuttuğuna dair bilgiler de vardır. Kaynaklarda onun cami, medrese, kervansaray ve zâviye gibi birçok eser yaptırdığı kaydedilir; ancak çoğu günümüze ulaşmamıştır. Uzun Hasan Bey’i gören Venedik elçisi Kontarino Zeno onu lakabı gibi uzun boylu, yakışıklı ve hoşsohbet bir hükümdar olarak tasvir eder. Yine Venedikli bir tâcir İran’da benzerinin gelmediğini yazar. İslâm müelliflerinin hepsi meziyetlerini sayarak “sâhib-kırân” Hasan Bey’i överler. Onun en büyük hatası Osmanlılar’la çatışması olmuştur. Sınırlarını genişletmesi ve bu denli güçlenmesi Uzun Hasan Bey’i Osmanlılarla karşı karşıya getirdi. Akkoyunlular ile Osmanlılar arasındaki çatışmalar, Fatih Sultan Mehmed'in Trabzon İmparatorluğu üzerine yaptığı sefer sırasında başladı. Uzun Hasan Bey, 1473'teki Malatya Savaşı'nı kazanmasına rağmen Otlukbeli Savaşı'nda Fatih karşısında ağır bir yenilgiye uğramış ve bu yenilgiden sonra topraklarındaki siyasal ve askeri gücünü büyük ölçüde yitirmiş. Uzun Hasan Bey'in kızı Alemşah Halime Begüm ileriki yıllarda Safevi Devleti Hükümdarı Şah İsmail'in annesi olacaktır. “Ebü’n-nasr”, “Sâhib-kırân”, “Ulu bey” ve "Uzun" gibi unvanlarla anılan Hasan Bey, 882 yılının Ramazan bayramı gecesi (6 Ocak 1478) vefat etmiştir. Mezarı Tebriz Nasıriyye Mezarlığında bulunmaktadır. Derleyen: Sinan Acartürk Kaynak: vikipedi, biyografiinfo, turkcebilgi. islamansiklopedisi Görsel: Uzun Hasan Bey döneminde Akkoyunlu Devleti (1453-1478). vikipedi
    0 Commenti 0 condivisioni
  • KORYO-KORE –KOREA/ ALİMCAN İNAYET
    Koryo -Goryeo Krallığı /고려왕조 ve Yuan Hanedanı
    Yuan Hanedanlığı
    13. ve 14. yüzyıllar Türklerin Uzakdoğu’nun siyasi ve kültür hayatında çok önemli rol oynadıkları dönem olmuştur. Bunun için, sadece Türklerin Çin’de Moğolların kurdukları Yuan Hanedanlığı yönetiminde üstlendikleri görevlere ve kültür yaşamındaki faaliyetlere bakmak yeterlidir.
    Yuan Hanedanlığı döneminde Kubilay Han’ın baş veziri olan Lien Şi-şen, maliye bakanı olan Ahmet ve Sanga/Senge; din ve eğitimden sorumlu bakan Argun Salı, denizci İletmiş ve Ukmış, hekimlerden Yuçurıç, Sadımış, Nezer; diyetsiyen Koskuy; Nesturi misyoneri ve elçi Rabban Sauma ve Markos, edebiyatçılardan Guan Yun-şı, Seydullah, Şue Ang-fu, Ma Zu-çang; tercümanlardan Arasang, Pracnaşırı ve Karunadas Uygur Türklerinden idi.(26)
    Bunlar Yuan Hanedanlığı döneminde Çin’de siyasi, ekonomi, askeri ve kültürel alanda çok önemli rol oynamakla beraber Çin’deki imar faaliyetlerinde de çok etkili olmuştur.Bugün Çinlilerce “Bei-jing” batılılarca “Pekin” olarak bilinen şehrin mimarları arasında Uygur Türkleri de bulunuyordu. Dolaysıyla Pekin’e Türkçe “Hanbalık” da denilmişti.
    Koro krallığı 1270 yılında Yuan Hanedanlığı’nın hakimiyeti altına girince, Moğollarla birlikte Kore’ye çok sayıda Müslüman Türk gelmişti. Yuan Hanedanlığı’na tâbi Koryo Krallığı’nda çok önemli görevleri üstlenmişolan Türkler, özellikle bürokrasi alanında üstün başarılar göstermişti. O dönemde Koryo sarayında görevli Uygur Samga bunlardan biriydi.
    Samga hakkında, Koreli bilim adamı Hee Soo-lee’nin “İslam ve Türk Kültürünün Uzak Doğu’ya Yayılması.”(27) adlı kitabının “Müslüman (Hui-hui) Samga’nın Menşei ve Kore’deki Türk Toplumu” başlıklı bölümünde önemli bilgiler bulunmaktadır.
    Dr. Hee Soo-lee’nin naklettiği bilgilere göre, Samga Koryo sarayında Chang Sun-ryong adıyla bilinmekteydi. Ona bu adı, Koryo kralı Ch’ung-yol vermişti. O bir Hui-hui (Müslüman) kökenliydi.Onun esas ismi Samga (bazen Senge, Sanga) olup, babası Kyong (Çince: Ch’ing) Kubilay Han (Shih-tsu)’ın katipliğini yapmıştı. Samga prenses Chekuk(28)’un mabeyincisi olarak Koryo’ya gelmişti, mevkii hızla yükselerek Nang-chang unvanı(29), Chang-kun (General)(30), Son-mu general(31), bölge komutanı, Doğu Fetih Bürosu başkomutanı, Bu-chi-mil-chik(32) gibi görevleri üstlendi. 44 yaşında, yani 1298 yılında chom-ıich’om-ri(33) mevkiinde iken öldü. Samga’nın, yani Chang Sun-ryong’un kurduğu Dok-su Chang ailesinin şeceresi de bu bilgileri doğrulamaktadır. Şecereye göre, o 44 yaşında vefat ettiğinde, Yang, Ye ve Son adlı üç oğlu vardı.
    Bu bilgilerden anlaşıldığına göre, Samga Koryo sarayında üst düzey görevler almış bir Uygur Türküydü. Koreli bir kadınla evlenmiş ve Kore toplumuyla kaynaşmıştır. Onun 25 kuşaktan torunları bugün Kore’nin orta bölgelerinde kalabalık bir cemaat hâlinde yaşamakta ve Dok-so Chang ailesi olarak bilinmektedir. Bu ailenin şeceresinde, Chang Sun-ryong’dan itibaren 25 nesil boyunca süregelen aile tarihi ayrıntılı biçimde muhafaza edilmiştir. Bu 25 neslin soy ağacı şöyledir:
    1.Kurucusu: Sun-ryong, 2. Yang, 3. U-bin, 4. An-chi, 6. Maeng-hyong, 7. Hi-an, 8. İk, 9. Se-gol, 10. İn-pil, 11. Ki, 12. Sung-in, 13. Hong-chom, 14. Yop, 15. Hu-ch’ang, 16. Song-mun, 17. Chun, 18. Hyon-kın, 20. Hun, 21. Se-ch’on, 22. Ii-chin, 23. Sun-hi, 24. Hak-su, 25. Kyong-ki
    Ailenin Dok-su ailesi olarak bilinmesindeki sebep, Dok-su kasabasının kral Ch’ung-yol tarafından Chang Sun-ryong’a tımar olarak verilmesidir. Bu kasaba daha sonra P’ung-dok kasabası olarakdeğiştirilmiş, Dok-su Chang ailesi de P’ung-dok Chang olarak anılmıştır.
    Kore’nin eski ve seçkin ailelerinden biri olan Dok-su Chang ailesi, Koryo ve Choson Hanedanları boyunca bakan, âlim, general, filozof ve şair gibi çok sayıda büyük adamlar yetiştirmiştir. Şimdi 12 kola ayrılarak büyük bir cemaat hâline gelen bu aile, Kore’nin daha ziyade orta eyaletlerinde oturmakla beraber, ülkenin dört tarafında dağınık şekilde yerleşmişlerdir.
    Başlıca yerleşim merkezleri de şunlardır: P’yong-taek, Chin-ıi, Pung-dok, Ham-ch’ong, Kua-Ch’on, A-san, Mun-kyong, Ye-san, Yong-İn, İn-ch’on kasabaları. Bu aile 15. yüzyılda Choson hanedanlığı döneminde uygulanan asimilasyon politikası sonucunda kendi kimliğini kaybetmiştir. Şimdi Türk izlerini taşımayan bu aile kendi atalarının Arap olduğuna inanarak yaşamaktadır.(34)
    Yuan Hanedanlığı döneminde, Moğolların Kore ile olan diplomatik ilişkilerini yürüten Şie Sun (偰 遜 : Xie Sun), Şie Çang-şou (偰長壽 : Xie Chang-shou) ve Şie Si (偰斯 : Xie Si ) adındaki Türklerden de bahsetmek gerekir. Çin kaynaklarına göre bu zatlar Göktürk devletinin veziri Tonyukuk’unsoyundan gelmektedirler.
    Uygur bilim adamı Geyretcan Osman’ın araştırmasına göre, Göktürk devleti yıkıldıktan sonra, Tonyukuk ve onun sülalesi Uygur devletinde de önemli görevler üstlenmiştir.(35) M. S. 840 yılında Uygur devleti yıkıldıktan sonra, Tonyukuk’un torunları Uygurlarla birlikte batıya göç etmişler ve Turfan’da kurulan İdikut Uygur devletinde de vezirlik görevine devam etmişlerdir.
    Yuan Hanedanlığı döneminde yaşayan yazar Ou Yang-xuan, “Xie soylular Uygurlardan olup, onların ataları Tonyukuk’tur” demektedir.(36)Onun “Koçulu Xie (Şie) Soyluların Biyografisi” adlı kitabına göre, Tonyukuk’un torunları Uygurların vezirleri olmuşlardır.(37)
    Yine Yuan Hanedanlığı dönemi yazarlarından Huang Jin “Wei Vilayetindeki Hanım Uygur Soyluların Mezar Taşı” (黃縉 : 魏郡夫人偉吾氏墓志銘) adlı eserinde, “Xie (Şie) soylular aslında Türklerin aristokrasisinden olup, T’ang Hanedanlığı’ndan itibaren Uygurların başveziri olagelmişlerdir. Onların ataları Tonyukuk’tur” diye belirtmiştir.(38) Tarih kaynaklarında, Tonyukuk’un torunlarından Keçipur adında bir zatın 13. yüzyılda İdikut devletinin veziri olduğu belirtilmektedir.(39) Buradan anlaşıldığına göre, Tonyukuk’un torunları bu görevi Yuan Hanedanlığı dönemine kadar kesintisiz sürdürmüşlerdir.
    Yuan Hanedanlığı döneminde, İdikut Uygur devletine mensup pek çok siyasetçi, ekonomist, diplomat, tercüman ve teknisyenin Hanbalık’ta (Bugünkü Pekin) görevlendirildiğini yukarıda dile getirmiştik. Tonyukuk’un torunları da Hanbalık’ta görev alanlar arasında bulunmaktadır. Ancak Tonyukuk’un torunları, Hanbalık’ta; Çin kültürünün etkisiyle Çince soyad kullanmaya başlamışlar. Bunlar kendilerine “Xie” (Şie) kelimesini soyad olarak seçmişlerdir. “Xie” (Şie) ise “Selenga nehri”nin Çince transkripsiyonu olan “Xie-lien-jie-he” ( 偰輦杰河) isminin ilk hecesidir. Tonyukuk’un torunları Çince “Xie” (Şie) soyadını aldıktan sonra, onlara “Xie soylular” ya da “Selengalılar” denmiştir.(40)
    Daha önce bahsettiğimiz Samga/ Senge adının da “Selenge” den gelmiş olması mümkündür. Tonyukuk’un torunlarının 13. yüzyılda bile Türklüğün kutsal mekânlarından biri olan Selenga’yı soyad olarak kullanmaları, onların vatan sevgisini, vatana bağlılığını ve Türklük şuurunun ne denli yüksek olduğunu göstermektedir.
    Xie soyluların bir kısmı Yuan Hanedanlığı döneminde Kore’ye gitmiş ve Kore’de önemli görevler üstlenmişlerdir. Bunlardan Xie Ji-du’nun oğlu Xie Sun 1359 yılında çocuklarıyla birlikte Kore’ye gidip Song-jing (松京) şehrine yerleşmiş, Ağustos 1360 yılında ona “Koço beyi” unvanı verilmiş.Daha sonra “Fu-yuan beyi” namı da verilerek Kore’de önemli imtiyazlara sahip olmuştur.O, Kasım 1360 yılında 42 yaşında vefat ettiği zaman geride Chang-shou, Yan-shou, Fu-shou, Qing-shou ve Qian-shou adında beş oğlu ve üç kızı kalmıştı.(41) Xie Sun’un büyük oğlu Xie Chang-shou (1341-1399), Kore’de Xin-yu (Şinyu) kral iken vezirlik yapmıştır.(42) 1388 yılında, Kore generali Li Qing-gui askeri darbe yaparak kralı devirdiği zaman, Xie Chang-shou kralın veliahtları arasında arabuluculuk yapmış, bu olaydan sonra, o daha önemli işlerden sorumlu vezir olarak görev almıştır.(43)
    Xie Chang-shou 1370, 1387, 1388, 1391, 1396, 1398 yıllarında Kore krallığı tarafından Çin’e elçi olarak gönderilmiştir.(44) 1394 yılında ayrıca Tercümanlar Dairesi’nin başkanı olan Xie Chang-shou 1399 yılında 59 yaşındayken vefat etmiştir. Xie sülalesinden Xie Si de önemli bir devlet adamı idi. O, Yuan Hanedanlığı sona erdikten sonra Ming Hanedanlığı yönetimini kabul etmiş, 1368 ve 1369 yıllarında, Ming Hanedanlığı tarafından Kore’ye elçi olarak gönderilmiştir.(45)
    Kore’ye giden Türkler, sadece Kore’nin siyasi yaşamına değil, edebiyat ve kültür yaşamına da renk katmış, Kore kültürünün zenginleşmesine vesile olmuşlardır.
    Xie Sun ve onun oğlu Xie Chang-shou önemli devlet adamı olmanın yanı sıra, Kore edebiyat tarihinde çok önemli yeri olan şairlerdendi. Xie Sun’un Çin’de ve Kore’de yazdığı 700’den fazla şiiri bulunmuştur. Bu şiirler Kore’de toplanıp “Yeni Zikir-name Hatıraları” (近思齋逸稿) adıyla basılmıştır. Bu şiirler, sonraki çeşitli şiir antolojilerinde yer almıştır.(46) Xie Chang-shou da aynı zamanda bir şairdir. “Qi Şiirleri” (萁雅), “Qingqiu Manzaralarıyla İlgili Şiirler” (青丘風雅) adlı şiir antolojilerinde, ona ait 10 bentlik şiir bulunmuştur.(47) “Söğüt Dalları”, “Bahar İntibaları”, “Olaylar”, “Balıkçı Dede”, “Bahar Endişeleri” başlıklı şiirler ona aittir.(48)
    Çinilerce Hu-yue denilen Orta Asya müziği, Kore’de Ho-ak olarak bilinmekteydi.
    Orta Asya müziğinin Kore’ye girmesiyle Kore müziği de bu müzik ve müzik aletlerinden etkilenmişti. Ho-mu denilen Orta Asya dansı ve Ho-ka denilen Orta Asya şarkısı Korelilerce icra ediliyordu.(49) 14. yüzyılda, Ho-chok denilen Orta Asya çalgısın da Kore’de çalınmakta olduğunu Dr. Hee Soo-Lee’den öğreniyoruz.(50)
    Bunların dışında, Orta Asya’da üretilen kavun, karpuz, üzüm ve pamuk gibi zirai ürünler de Türklerin etkisiyle Kore’de yetiştirilmeye başlamıştır.(51)
    Hatta ham kristalden yapılan gözlük de Orta Asya’dan gelen Türklerden öğrenilmiş.Kristal gözlük 14. yüzyılda önce Çin’de kullanılmaya başlamış ve sonra da Kore’de yapılmaya başlamıştır.(52)
    Bunların dışında şehriye ve hamur tatlısı gibi tatlı türleri de Türklerle birlikte Kore’ye girmiştir.(53) 13. yüzyılın ikinci yarısından 14. yüzyılın ortalarına kadar, Kore’de Uygur yazısı ve Uygur dilinin kullanımı çok yaygınlaşmış ve gayr-i resmi bir saray dili hâline gelmiştir.54 15. yüzyılda bile, Uygurca Kore’de çok önemli bir yabancı dil konumundaydı.55
    Kore’de yaşayan Uygurlar bu avantajından faydalanarak öğretim üyesi ve tercüman olarak çalışıyorlardı.(56)
    Sonuç itibariyle, Çin ve Kore gibi Uzakdoğu ülkelerindeki siyasi ve kültürel oluşumda ve bu alanlardaki gelişmelerde Türkler hiç de inkar edilemeyecek kadar önemli rol oynamışlardır.Günümüzde belirgin bir şekilde hissedilen Türk ve Uzakdoğu kültüründeki bazı benzerlik ve yakınlıklar yukarıda belirtmeye çalıştığımız hususlarla alakalıdır.
    Prof. Dr. Alimcan İNAYET
    Türklerin Uzakdoğu Siyasi ve Kültür Tarihine Etkileri
    Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VIII, Sayı 1, Sayfa: 141-147, İZMİR 2008...!
    KORYO-KORE –KOREA/ ALİMCAN İNAYET Koryo -Goryeo Krallığı /고려왕조 ve Yuan Hanedanı Yuan Hanedanlığı 13. ve 14. yüzyıllar Türklerin Uzakdoğu’nun siyasi ve kültür hayatında çok önemli rol oynadıkları dönem olmuştur. Bunun için, sadece Türklerin Çin’de Moğolların kurdukları Yuan Hanedanlığı yönetiminde üstlendikleri görevlere ve kültür yaşamındaki faaliyetlere bakmak yeterlidir. Yuan Hanedanlığı döneminde Kubilay Han’ın baş veziri olan Lien Şi-şen, maliye bakanı olan Ahmet ve Sanga/Senge; din ve eğitimden sorumlu bakan Argun Salı, denizci İletmiş ve Ukmış, hekimlerden Yuçurıç, Sadımış, Nezer; diyetsiyen Koskuy; Nesturi misyoneri ve elçi Rabban Sauma ve Markos, edebiyatçılardan Guan Yun-şı, Seydullah, Şue Ang-fu, Ma Zu-çang; tercümanlardan Arasang, Pracnaşırı ve Karunadas Uygur Türklerinden idi.(26) Bunlar Yuan Hanedanlığı döneminde Çin’de siyasi, ekonomi, askeri ve kültürel alanda çok önemli rol oynamakla beraber Çin’deki imar faaliyetlerinde de çok etkili olmuştur.Bugün Çinlilerce “Bei-jing” batılılarca “Pekin” olarak bilinen şehrin mimarları arasında Uygur Türkleri de bulunuyordu. Dolaysıyla Pekin’e Türkçe “Hanbalık” da denilmişti. Koro krallığı 1270 yılında Yuan Hanedanlığı’nın hakimiyeti altına girince, Moğollarla birlikte Kore’ye çok sayıda Müslüman Türk gelmişti. Yuan Hanedanlığı’na tâbi Koryo Krallığı’nda çok önemli görevleri üstlenmişolan Türkler, özellikle bürokrasi alanında üstün başarılar göstermişti. O dönemde Koryo sarayında görevli Uygur Samga bunlardan biriydi. Samga hakkında, Koreli bilim adamı Hee Soo-lee’nin “İslam ve Türk Kültürünün Uzak Doğu’ya Yayılması.”(27) adlı kitabının “Müslüman (Hui-hui) Samga’nın Menşei ve Kore’deki Türk Toplumu” başlıklı bölümünde önemli bilgiler bulunmaktadır. Dr. Hee Soo-lee’nin naklettiği bilgilere göre, Samga Koryo sarayında Chang Sun-ryong adıyla bilinmekteydi. Ona bu adı, Koryo kralı Ch’ung-yol vermişti. O bir Hui-hui (Müslüman) kökenliydi.Onun esas ismi Samga (bazen Senge, Sanga) olup, babası Kyong (Çince: Ch’ing) Kubilay Han (Shih-tsu)’ın katipliğini yapmıştı. Samga prenses Chekuk(28)’un mabeyincisi olarak Koryo’ya gelmişti, mevkii hızla yükselerek Nang-chang unvanı(29), Chang-kun (General)(30), Son-mu general(31), bölge komutanı, Doğu Fetih Bürosu başkomutanı, Bu-chi-mil-chik(32) gibi görevleri üstlendi. 44 yaşında, yani 1298 yılında chom-ıich’om-ri(33) mevkiinde iken öldü. Samga’nın, yani Chang Sun-ryong’un kurduğu Dok-su Chang ailesinin şeceresi de bu bilgileri doğrulamaktadır. Şecereye göre, o 44 yaşında vefat ettiğinde, Yang, Ye ve Son adlı üç oğlu vardı. Bu bilgilerden anlaşıldığına göre, Samga Koryo sarayında üst düzey görevler almış bir Uygur Türküydü. Koreli bir kadınla evlenmiş ve Kore toplumuyla kaynaşmıştır. Onun 25 kuşaktan torunları bugün Kore’nin orta bölgelerinde kalabalık bir cemaat hâlinde yaşamakta ve Dok-so Chang ailesi olarak bilinmektedir. Bu ailenin şeceresinde, Chang Sun-ryong’dan itibaren 25 nesil boyunca süregelen aile tarihi ayrıntılı biçimde muhafaza edilmiştir. Bu 25 neslin soy ağacı şöyledir: 1.Kurucusu: Sun-ryong, 2. Yang, 3. U-bin, 4. An-chi, 6. Maeng-hyong, 7. Hi-an, 8. İk, 9. Se-gol, 10. İn-pil, 11. Ki, 12. Sung-in, 13. Hong-chom, 14. Yop, 15. Hu-ch’ang, 16. Song-mun, 17. Chun, 18. Hyon-kın, 20. Hun, 21. Se-ch’on, 22. Ii-chin, 23. Sun-hi, 24. Hak-su, 25. Kyong-ki Ailenin Dok-su ailesi olarak bilinmesindeki sebep, Dok-su kasabasının kral Ch’ung-yol tarafından Chang Sun-ryong’a tımar olarak verilmesidir. Bu kasaba daha sonra P’ung-dok kasabası olarakdeğiştirilmiş, Dok-su Chang ailesi de P’ung-dok Chang olarak anılmıştır. Kore’nin eski ve seçkin ailelerinden biri olan Dok-su Chang ailesi, Koryo ve Choson Hanedanları boyunca bakan, âlim, general, filozof ve şair gibi çok sayıda büyük adamlar yetiştirmiştir. Şimdi 12 kola ayrılarak büyük bir cemaat hâline gelen bu aile, Kore’nin daha ziyade orta eyaletlerinde oturmakla beraber, ülkenin dört tarafında dağınık şekilde yerleşmişlerdir. Başlıca yerleşim merkezleri de şunlardır: P’yong-taek, Chin-ıi, Pung-dok, Ham-ch’ong, Kua-Ch’on, A-san, Mun-kyong, Ye-san, Yong-İn, İn-ch’on kasabaları. Bu aile 15. yüzyılda Choson hanedanlığı döneminde uygulanan asimilasyon politikası sonucunda kendi kimliğini kaybetmiştir. Şimdi Türk izlerini taşımayan bu aile kendi atalarının Arap olduğuna inanarak yaşamaktadır.(34) Yuan Hanedanlığı döneminde, Moğolların Kore ile olan diplomatik ilişkilerini yürüten Şie Sun (偰 遜 : Xie Sun), Şie Çang-şou (偰長壽 : Xie Chang-shou) ve Şie Si (偰斯 : Xie Si ) adındaki Türklerden de bahsetmek gerekir. Çin kaynaklarına göre bu zatlar Göktürk devletinin veziri Tonyukuk’unsoyundan gelmektedirler. Uygur bilim adamı Geyretcan Osman’ın araştırmasına göre, Göktürk devleti yıkıldıktan sonra, Tonyukuk ve onun sülalesi Uygur devletinde de önemli görevler üstlenmiştir.(35) M. S. 840 yılında Uygur devleti yıkıldıktan sonra, Tonyukuk’un torunları Uygurlarla birlikte batıya göç etmişler ve Turfan’da kurulan İdikut Uygur devletinde de vezirlik görevine devam etmişlerdir. Yuan Hanedanlığı döneminde yaşayan yazar Ou Yang-xuan, “Xie soylular Uygurlardan olup, onların ataları Tonyukuk’tur” demektedir.(36)Onun “Koçulu Xie (Şie) Soyluların Biyografisi” adlı kitabına göre, Tonyukuk’un torunları Uygurların vezirleri olmuşlardır.(37) Yine Yuan Hanedanlığı dönemi yazarlarından Huang Jin “Wei Vilayetindeki Hanım Uygur Soyluların Mezar Taşı” (黃縉 : 魏郡夫人偉吾氏墓志銘) adlı eserinde, “Xie (Şie) soylular aslında Türklerin aristokrasisinden olup, T’ang Hanedanlığı’ndan itibaren Uygurların başveziri olagelmişlerdir. Onların ataları Tonyukuk’tur” diye belirtmiştir.(38) Tarih kaynaklarında, Tonyukuk’un torunlarından Keçipur adında bir zatın 13. yüzyılda İdikut devletinin veziri olduğu belirtilmektedir.(39) Buradan anlaşıldığına göre, Tonyukuk’un torunları bu görevi Yuan Hanedanlığı dönemine kadar kesintisiz sürdürmüşlerdir. Yuan Hanedanlığı döneminde, İdikut Uygur devletine mensup pek çok siyasetçi, ekonomist, diplomat, tercüman ve teknisyenin Hanbalık’ta (Bugünkü Pekin) görevlendirildiğini yukarıda dile getirmiştik. Tonyukuk’un torunları da Hanbalık’ta görev alanlar arasında bulunmaktadır. Ancak Tonyukuk’un torunları, Hanbalık’ta; Çin kültürünün etkisiyle Çince soyad kullanmaya başlamışlar. Bunlar kendilerine “Xie” (Şie) kelimesini soyad olarak seçmişlerdir. “Xie” (Şie) ise “Selenga nehri”nin Çince transkripsiyonu olan “Xie-lien-jie-he” ( 偰輦杰河) isminin ilk hecesidir. Tonyukuk’un torunları Çince “Xie” (Şie) soyadını aldıktan sonra, onlara “Xie soylular” ya da “Selengalılar” denmiştir.(40) Daha önce bahsettiğimiz Samga/ Senge adının da “Selenge” den gelmiş olması mümkündür. Tonyukuk’un torunlarının 13. yüzyılda bile Türklüğün kutsal mekânlarından biri olan Selenga’yı soyad olarak kullanmaları, onların vatan sevgisini, vatana bağlılığını ve Türklük şuurunun ne denli yüksek olduğunu göstermektedir. Xie soyluların bir kısmı Yuan Hanedanlığı döneminde Kore’ye gitmiş ve Kore’de önemli görevler üstlenmişlerdir. Bunlardan Xie Ji-du’nun oğlu Xie Sun 1359 yılında çocuklarıyla birlikte Kore’ye gidip Song-jing (松京) şehrine yerleşmiş, Ağustos 1360 yılında ona “Koço beyi” unvanı verilmiş.Daha sonra “Fu-yuan beyi” namı da verilerek Kore’de önemli imtiyazlara sahip olmuştur.O, Kasım 1360 yılında 42 yaşında vefat ettiği zaman geride Chang-shou, Yan-shou, Fu-shou, Qing-shou ve Qian-shou adında beş oğlu ve üç kızı kalmıştı.(41) Xie Sun’un büyük oğlu Xie Chang-shou (1341-1399), Kore’de Xin-yu (Şinyu) kral iken vezirlik yapmıştır.(42) 1388 yılında, Kore generali Li Qing-gui askeri darbe yaparak kralı devirdiği zaman, Xie Chang-shou kralın veliahtları arasında arabuluculuk yapmış, bu olaydan sonra, o daha önemli işlerden sorumlu vezir olarak görev almıştır.(43) Xie Chang-shou 1370, 1387, 1388, 1391, 1396, 1398 yıllarında Kore krallığı tarafından Çin’e elçi olarak gönderilmiştir.(44) 1394 yılında ayrıca Tercümanlar Dairesi’nin başkanı olan Xie Chang-shou 1399 yılında 59 yaşındayken vefat etmiştir. Xie sülalesinden Xie Si de önemli bir devlet adamı idi. O, Yuan Hanedanlığı sona erdikten sonra Ming Hanedanlığı yönetimini kabul etmiş, 1368 ve 1369 yıllarında, Ming Hanedanlığı tarafından Kore’ye elçi olarak gönderilmiştir.(45) Kore’ye giden Türkler, sadece Kore’nin siyasi yaşamına değil, edebiyat ve kültür yaşamına da renk katmış, Kore kültürünün zenginleşmesine vesile olmuşlardır. Xie Sun ve onun oğlu Xie Chang-shou önemli devlet adamı olmanın yanı sıra, Kore edebiyat tarihinde çok önemli yeri olan şairlerdendi. Xie Sun’un Çin’de ve Kore’de yazdığı 700’den fazla şiiri bulunmuştur. Bu şiirler Kore’de toplanıp “Yeni Zikir-name Hatıraları” (近思齋逸稿) adıyla basılmıştır. Bu şiirler, sonraki çeşitli şiir antolojilerinde yer almıştır.(46) Xie Chang-shou da aynı zamanda bir şairdir. “Qi Şiirleri” (萁雅), “Qingqiu Manzaralarıyla İlgili Şiirler” (青丘風雅) adlı şiir antolojilerinde, ona ait 10 bentlik şiir bulunmuştur.(47) “Söğüt Dalları”, “Bahar İntibaları”, “Olaylar”, “Balıkçı Dede”, “Bahar Endişeleri” başlıklı şiirler ona aittir.(48) Çinilerce Hu-yue denilen Orta Asya müziği, Kore’de Ho-ak olarak bilinmekteydi. Orta Asya müziğinin Kore’ye girmesiyle Kore müziği de bu müzik ve müzik aletlerinden etkilenmişti. Ho-mu denilen Orta Asya dansı ve Ho-ka denilen Orta Asya şarkısı Korelilerce icra ediliyordu.(49) 14. yüzyılda, Ho-chok denilen Orta Asya çalgısın da Kore’de çalınmakta olduğunu Dr. Hee Soo-Lee’den öğreniyoruz.(50) Bunların dışında, Orta Asya’da üretilen kavun, karpuz, üzüm ve pamuk gibi zirai ürünler de Türklerin etkisiyle Kore’de yetiştirilmeye başlamıştır.(51) Hatta ham kristalden yapılan gözlük de Orta Asya’dan gelen Türklerden öğrenilmiş.Kristal gözlük 14. yüzyılda önce Çin’de kullanılmaya başlamış ve sonra da Kore’de yapılmaya başlamıştır.(52) Bunların dışında şehriye ve hamur tatlısı gibi tatlı türleri de Türklerle birlikte Kore’ye girmiştir.(53) 13. yüzyılın ikinci yarısından 14. yüzyılın ortalarına kadar, Kore’de Uygur yazısı ve Uygur dilinin kullanımı çok yaygınlaşmış ve gayr-i resmi bir saray dili hâline gelmiştir.54 15. yüzyılda bile, Uygurca Kore’de çok önemli bir yabancı dil konumundaydı.55 Kore’de yaşayan Uygurlar bu avantajından faydalanarak öğretim üyesi ve tercüman olarak çalışıyorlardı.(56) Sonuç itibariyle, Çin ve Kore gibi Uzakdoğu ülkelerindeki siyasi ve kültürel oluşumda ve bu alanlardaki gelişmelerde Türkler hiç de inkar edilemeyecek kadar önemli rol oynamışlardır.Günümüzde belirgin bir şekilde hissedilen Türk ve Uzakdoğu kültüründeki bazı benzerlik ve yakınlıklar yukarıda belirtmeye çalıştığımız hususlarla alakalıdır. Prof. Dr. Alimcan İNAYET Türklerin Uzakdoğu Siyasi ve Kültür Tarihine Etkileri Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VIII, Sayı 1, Sayfa: 141-147, İZMİR 2008...!
    0 Commenti 0 condivisioni
  • kars eski kilise. daha önçe spor salonuydu .1984 de fetihiye camisi oldu.
    kars eski kilise. daha önçe spor salonuydu .1984 de fetihiye camisi oldu.
    0 Commenti 0 condivisioni
  • Anadolu Selçuklu Eseri

    Abanoz ağacından ustalıkla birbirine geçme işçiliği ile şekillendirilmiştir. Minber üzerindeki kitabelere göre, bu muhteşem eser 1155 yılında Ahlatlı Hacı Mengim Berti adlı bir sanatkar tarafından II. Kılıç Arslan döneminde yapılmıştır.

    Ayrıca, Minberin kapısının üzerinde şu ifade yer almaktadır: "Din ve dünyanın sevgilisi, fetih babası, müminlerin emirinin yardımcısı Kılıç Arslan oğlu Mesud." #anadoluselçukludevleti #kılıçarslan #tarih #bilgi #facebookpost
    Anadolu Selçuklu Eseri Abanoz ağacından ustalıkla birbirine geçme işçiliği ile şekillendirilmiştir. Minber üzerindeki kitabelere göre, bu muhteşem eser 1155 yılında Ahlatlı Hacı Mengim Berti adlı bir sanatkar tarafından II. Kılıç Arslan döneminde yapılmıştır. Ayrıca, Minberin kapısının üzerinde şu ifade yer almaktadır: "Din ve dünyanın sevgilisi, fetih babası, müminlerin emirinin yardımcısı Kılıç Arslan oğlu Mesud." #anadoluselçukludevleti #kılıçarslan #tarih #bilgi #facebookpost
    0 Commenti 0 condivisioni
Pagine in Evidenza