• Cuma Hutbesi: "Müminin Hayatında Umutsuzluğa Yer Yoktur"

    Muhterem Müslümanlar!

    Yüce Rabbimizin fıtratımıza yerleştirdiği duygulardan biri de umuttur. Umut; tam bir teslimiyetle Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, O’nun yardımına ve desteğine sonsuz güvenmektir. Tedbiri tevekkülle, sabrı çabayla birleştirerek, geçmişin muhasebesini yapıp geleceğe kararlılıkla yol almaktır. Umut, kişinin hayata tutunmasını sağlayan, azim ve gayretini arttıran ilahi bir rahmettir. Beden ve ruh sağlığını koruyan manevi bir güçtür.

    Umutsuzluk ise, insanın yaşama sevincini yok eder. Geleceğe dair hayallerini karartır. Kişiyi tembelliğe düşürüp sorumluluktan uzaklaştırır. Yüce Rabbimiz bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır: “De ki: Ey haddi aşarak kendilerine yazık eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[1]

    Aziz Müminler!

    Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa gönderdiği bütün peygamberler, en ağır imtihanlar karşısında dahi ümitlerini asla yitirmemişlerdir. Nitekim Hz. Âdem Allah’tan umutla bağışlanma dilemiştir. Hz. Nûh, güzel söz ve tatlı dille evladına nasihat etmiş, “Yavrucuğum! Bizimle beraber sen de gemiye bin, inkârcılarla birlikte olma.”[2] diyerek onun hidayete ermesini ümitle beklemiştir. Hz. Eyyûb, ağır hastalığına rağmen iyileşeceğine dair inancını asla kaybetmemiş, şifa bulmak için bütün tedavi yollarına başvurmuştur. Allah Resûlü (s.a.s) ise, meşakkatler karşısında asla umutsuzluğa düşmemiş, حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ “...Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben yalnız O’na güvenip dayanırım. O, yüce arşın sahibidir.”[3] diyerek Rabbine sığınmıştır.

    Kıymetli Müslümanlar!

    Bizler de zaman zaman zorluklarla karşılaşabiliriz. Aile, iş ve ticaret hayatımızda, komşuluk ve akrabalık ilişkilerimizde sıkıntılar yaşayabiliriz. Oysaki derdimiz ve sıkıntımız ne kadar büyük olursa olsun, Rabbimizin rahmet ve merhameti her şeyi kuşatmıştır. Yeter ki bizler; Rabbimize, kendimize, ailemize, çevremize ve bütün insanlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirelim. Salih ameller ve güzel ahlakla hayatımızı tezyin edelim.

    Değerli Müminler!

    Bugün, dünyayı savaş alanına çevirmek isteyen zalimler, insanlığın umudunu yok etmek için her türlü kötülüğe başvurmaktadırlararndedir. . Başta Filistin ve Gazze olmak üzere dünyanın pek çok yerinde kadın erkek, büyük küçük demeden insanları katletmektedirler. Sağlık ve gıda ihtiyaçlarını dahi engelleyerek onları dünyanın gözü önünde ölüme terk etmektedirler. Diğer taraftan, aklı, fıtratı, ahlakı ve iffeti yok eden sapkın ideolojileri yaygınlaştırarak ailenin ve insanlığın geleceğini tehdit etmektedirler. Alkol, kumar, fuhuş, uyuşturucu maddeler ve zararlı medya içerikleriyle gençliğin hayallerini karartmak, umutlarını çalmak istemektedirler. Ancak bütün planların üzerinde ilahi bir takdir vardır. Ayette de buyrulduğu üzere, وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟ “Onlar tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarını başlarına geçirdi. Zira Allah, tuzakları bozanların en hayırlısıdır.”[4]

    Aziz Müslümanlar!

    Kötülüklerin yaygınlaştırılmak istendiği, iyiliğe dair umutların, ideallerin ve hayallerin yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde bize düşen, hayatımızda umutsuzluğa asla yer vermemektir. Elimizden gelen bütün imkânları seferber ettikten sonra Yüce Rabbimizin lütuf ve inayetine sığınmaktır. Çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğe dair hayallerine ve ideallerine ulaşmaları noktasında onlara her türlü desteği sağlamaktır. Günaha dalmış, harama bulaşmış; alkol, kumar, fuhuş ve madde bağımlılığı gibi kötü alışkanlıkların esiri olmuş kardeşlerimize şefkat ve merhamet elimizi uzatmak, onları bu durumdan kurtarmak için daha fazla gayret göstermektir.

    Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu duasıyla bitiriyorum: “…Allah’ım! Sana yöneldim. İşimi sana havale ettim. Umut ve huşu içinde sana sığındım...”[5]

    [1] Zümer, 39/53.
    [2] Hûd, 11/42.
    [3] Tevbe, 9/129.
    [4] Âl-i İmrân, 3/54.
    [5] Buhârî, Vudû’, 75.
    Cuma Hutbesi: "Müminin Hayatında Umutsuzluğa Yer Yoktur" Muhterem Müslümanlar! Yüce Rabbimizin fıtratımıza yerleştirdiği duygulardan biri de umuttur. Umut; tam bir teslimiyetle Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, O’nun yardımına ve desteğine sonsuz güvenmektir. Tedbiri tevekkülle, sabrı çabayla birleştirerek, geçmişin muhasebesini yapıp geleceğe kararlılıkla yol almaktır. Umut, kişinin hayata tutunmasını sağlayan, azim ve gayretini arttıran ilahi bir rahmettir. Beden ve ruh sağlığını koruyan manevi bir güçtür. Umutsuzluk ise, insanın yaşama sevincini yok eder. Geleceğe dair hayallerini karartır. Kişiyi tembelliğe düşürüp sorumluluktan uzaklaştırır. Yüce Rabbimiz bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır: “De ki: Ey haddi aşarak kendilerine yazık eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[1] Aziz Müminler! Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa gönderdiği bütün peygamberler, en ağır imtihanlar karşısında dahi ümitlerini asla yitirmemişlerdir. Nitekim Hz. Âdem Allah’tan umutla bağışlanma dilemiştir. Hz. Nûh, güzel söz ve tatlı dille evladına nasihat etmiş, “Yavrucuğum! Bizimle beraber sen de gemiye bin, inkârcılarla birlikte olma.”[2] diyerek onun hidayete ermesini ümitle beklemiştir. Hz. Eyyûb, ağır hastalığına rağmen iyileşeceğine dair inancını asla kaybetmemiş, şifa bulmak için bütün tedavi yollarına başvurmuştur. Allah Resûlü (s.a.s) ise, meşakkatler karşısında asla umutsuzluğa düşmemiş, حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ “...Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben yalnız O’na güvenip dayanırım. O, yüce arşın sahibidir.”[3] diyerek Rabbine sığınmıştır. Kıymetli Müslümanlar! Bizler de zaman zaman zorluklarla karşılaşabiliriz. Aile, iş ve ticaret hayatımızda, komşuluk ve akrabalık ilişkilerimizde sıkıntılar yaşayabiliriz. Oysaki derdimiz ve sıkıntımız ne kadar büyük olursa olsun, Rabbimizin rahmet ve merhameti her şeyi kuşatmıştır. Yeter ki bizler; Rabbimize, kendimize, ailemize, çevremize ve bütün insanlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirelim. Salih ameller ve güzel ahlakla hayatımızı tezyin edelim. Değerli Müminler! Bugün, dünyayı savaş alanına çevirmek isteyen zalimler, insanlığın umudunu yok etmek için her türlü kötülüğe başvurmaktadırlararndedir. . Başta Filistin ve Gazze olmak üzere dünyanın pek çok yerinde kadın erkek, büyük küçük demeden insanları katletmektedirler. Sağlık ve gıda ihtiyaçlarını dahi engelleyerek onları dünyanın gözü önünde ölüme terk etmektedirler. Diğer taraftan, aklı, fıtratı, ahlakı ve iffeti yok eden sapkın ideolojileri yaygınlaştırarak ailenin ve insanlığın geleceğini tehdit etmektedirler. Alkol, kumar, fuhuş, uyuşturucu maddeler ve zararlı medya içerikleriyle gençliğin hayallerini karartmak, umutlarını çalmak istemektedirler. Ancak bütün planların üzerinde ilahi bir takdir vardır. Ayette de buyrulduğu üzere, وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟ “Onlar tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarını başlarına geçirdi. Zira Allah, tuzakları bozanların en hayırlısıdır.”[4] Aziz Müslümanlar! Kötülüklerin yaygınlaştırılmak istendiği, iyiliğe dair umutların, ideallerin ve hayallerin yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde bize düşen, hayatımızda umutsuzluğa asla yer vermemektir. Elimizden gelen bütün imkânları seferber ettikten sonra Yüce Rabbimizin lütuf ve inayetine sığınmaktır. Çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğe dair hayallerine ve ideallerine ulaşmaları noktasında onlara her türlü desteği sağlamaktır. Günaha dalmış, harama bulaşmış; alkol, kumar, fuhuş ve madde bağımlılığı gibi kötü alışkanlıkların esiri olmuş kardeşlerimize şefkat ve merhamet elimizi uzatmak, onları bu durumdan kurtarmak için daha fazla gayret göstermektir. Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu duasıyla bitiriyorum: “…Allah’ım! Sana yöneldim. İşimi sana havale ettim. Umut ve huşu içinde sana sığındım...”[5] [1] Zümer, 39/53. [2] Hûd, 11/42. [3] Tevbe, 9/129. [4] Âl-i İmrân, 3/54. [5] Buhârî, Vudû’, 75.
    0 Commentarios 0 Acciones
  • *** BU ŞEHİR *** URFA ŞANLIURFA TÜRKİYE

    Bu şehir, İbrahim'in, Eyyub'un şehri.
    Bu şehir, benim şehrim.
    Bu şehir,görünmez, kaybolmuş, tarihler,
    harpler, hırslar şehri.
    Bu şehir, taşa oyulmuş aşklar, yarlar ve nefısler şehri.
    Bu şehir,İsa'nın kutsayıp meth ettiği şehir.
    Bu şehir, Musa'nın hayalindeki şehir.
    Bu şehir, Harran'lı, çoban Yakub 'un şehri.
    Bu şehir, Abgar'ın Rabbine, "Hak" dediği
    şehir.
    Bu şehir, sular, seller, saraylar ve abide
    şehir.
    Bu şehir, atlar, ceylanlar, kuşlar ve balıklar şehri.
    Bu şehir, Nebi'ler, Nabi'ler, şeyhler , evliya ve keramet şehri.
    Bu şehir, ihvanlar ve Rab'bine abut olmuş
    kullar şehri.
    Bu şehir, aşkına zahit olmuş, mecnunlar
    şehri.
    Bu şehir, Nemrud azmini yıkan, İbrahim'e
    devrim yapan şehir.
    Bu şehir, Berzah' da, seccade açıp, diz çökmüş, tesbih çeken abitler şehri.
    Bu şehir, ervahlar, ruhlar ve şahlar şehri.
    Bu şehir, Halil ur Rahman' da dolaşan
    seyyidler, dervişler şehri.
    Bu şehir, Eyyub'a "kalk" diyen şehir.

    Bu şehirde," Rab,Rab" diyen sedalar var.
    Bu şehirde, zikr edip, " Hu" çekip, nefsini
    bedenini yok edenler var.
    Bu şehirde, karanlık gecede, toprağa yüz
    sürüp, Huda' sından "Medet ya Rab" deyip, kaybolanlar var.
    Bu şehirde, bülbülü " lal" edenler, dili "şad" edenler var.
    Bu şehirde, vuslata ermemiş, aşklar ve yarsız yarenler var.
    Bu şehirde, ceddim, atam ve dedem var.
    Bu şehirde, anam, babam, bacım ve gardaşım var.
    Bu şehirde, yarım, yavuklum ve yavrum var.

    Bu şehir, agitler, yigidler ve merdler şehri.
    Bu şehir, Habib' ler, Halil' ler ve İbrahim
    şehri.
    Bu şehir, Resul'ler, Nebi' ler ve Peygamber şehri.
    Bu şehir, benim ruhum, bedenim, kimligim ve herşeyim.
    *** BU ŞEHİR *** URFA ŞANLIURFA TÜRKİYE Bu şehir, İbrahim'in, Eyyub'un şehri. Bu şehir, benim şehrim. Bu şehir,görünmez, kaybolmuş, tarihler, harpler, hırslar şehri. Bu şehir, taşa oyulmuş aşklar, yarlar ve nefısler şehri. Bu şehir,İsa'nın kutsayıp meth ettiği şehir. Bu şehir, Musa'nın hayalindeki şehir. Bu şehir, Harran'lı, çoban Yakub 'un şehri. Bu şehir, Abgar'ın Rabbine, "Hak" dediği şehir. Bu şehir, sular, seller, saraylar ve abide şehir. Bu şehir, atlar, ceylanlar, kuşlar ve balıklar şehri. Bu şehir, Nebi'ler, Nabi'ler, şeyhler , evliya ve keramet şehri. Bu şehir, ihvanlar ve Rab'bine abut olmuş kullar şehri. Bu şehir, aşkına zahit olmuş, mecnunlar şehri. Bu şehir, Nemrud azmini yıkan, İbrahim'e devrim yapan şehir. Bu şehir, Berzah' da, seccade açıp, diz çökmüş, tesbih çeken abitler şehri. Bu şehir, ervahlar, ruhlar ve şahlar şehri. Bu şehir, Halil ur Rahman' da dolaşan seyyidler, dervişler şehri. Bu şehir, Eyyub'a "kalk" diyen şehir. Bu şehirde," Rab,Rab" diyen sedalar var. Bu şehirde, zikr edip, " Hu" çekip, nefsini bedenini yok edenler var. Bu şehirde, karanlık gecede, toprağa yüz sürüp, Huda' sından "Medet ya Rab" deyip, kaybolanlar var. Bu şehirde, bülbülü " lal" edenler, dili "şad" edenler var. Bu şehirde, vuslata ermemiş, aşklar ve yarsız yarenler var. Bu şehirde, ceddim, atam ve dedem var. Bu şehirde, anam, babam, bacım ve gardaşım var. Bu şehirde, yarım, yavuklum ve yavrum var. Bu şehir, agitler, yigidler ve merdler şehri. Bu şehir, Habib' ler, Halil' ler ve İbrahim şehri. Bu şehir, Resul'ler, Nebi' ler ve Peygamber şehri. Bu şehir, benim ruhum, bedenim, kimligim ve herşeyim.
    0 Commentarios 0 Acciones
  • Fotoğraf : İstanbul-Şam Yolcu Otobüsü
    ———

    Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
    Gelmişiz dünyâya milliyyet nedir öğretmişiz!
    Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyyetin,
    Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden zulmetin;
    Yarmışız edvâr-ı fetretten kalan yeldâları;
    Fikr-i ferdâ doğmadan yağdırmışız ferdâları!
    Öyle ferdâlar ki: Kaldırmış serâpâ âlemi;
    Dîdeler bir câvidânî fecrin olmuş mahremi.
    Yirmi beş yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyâz imiş!
    Bak ne ânî bir tekâmül! Bak ki: Hâlâ mündehiş
    Yâd-ı fevka’l-i’tiyâdından onun târîhler;
    Görmemiş benzer o müdhiş seyre, hem görmez beşer.
    Bir taraftan dînimiz, ahlâkımız, irfânımız;
    Bir taraftan seyfe makrun adlimiz, ihsânımız;
    Yükselip akvâmı almış fevc fevc âgûşuna;
    Hepsi dalmış vahdetin âheng-i cûşâcûşuna.
    Emr-i bi’l-ma’rûf imiş ihvân-ı İslâm’ın işi;
    Nehy edermiş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi.
    Kimse haksızlıktan etmezmiş tegâfül ihtiyâr ;
    Ferde râci’ sadmeden efrâd olurmuş lerzedâr .

    Bir, neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz?
    Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz! *
    Nehy-i ma’rûf emr-i münkerdir gezen meydanda bak!
    En metîn ahlâkımız, yâhud, görüp aldırmamak!
    Yıktı bin mel’un kalem nâmûsu, bizler uymadık;
    “Susmak evlâdır” deyip sustuk... Sanırsın duymadık!
    Kustu, bin murdar ağız Şer’in bütün ahkâmına;
    Âh! Bir ses bâri yükselseydi nefret nâmına!
    Altı yüz bin can gider; milyonla îmân eksilir;
    Kimseler görmez! Gören sersem de Allah’tan bilir!
    …..

    | Mehmet Akif Ersoy
    Fotoğraf : İstanbul-Şam Yolcu Otobüsü ——— Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz dünyâya milliyyet nedir öğretmişiz! Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyyetin, Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden zulmetin; Yarmışız edvâr-ı fetretten kalan yeldâları; Fikr-i ferdâ doğmadan yağdırmışız ferdâları! Öyle ferdâlar ki: Kaldırmış serâpâ âlemi; Dîdeler bir câvidânî fecrin olmuş mahremi. Yirmi beş yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyâz imiş! Bak ne ânî bir tekâmül! Bak ki: Hâlâ mündehiş Yâd-ı fevka’l-i’tiyâdından onun târîhler; Görmemiş benzer o müdhiş seyre, hem görmez beşer. Bir taraftan dînimiz, ahlâkımız, irfânımız; Bir taraftan seyfe makrun adlimiz, ihsânımız; Yükselip akvâmı almış fevc fevc âgûşuna; Hepsi dalmış vahdetin âheng-i cûşâcûşuna. Emr-i bi’l-ma’rûf imiş ihvân-ı İslâm’ın işi; Nehy edermiş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi. Kimse haksızlıktan etmezmiş tegâfül ihtiyâr ; Ferde râci’ sadmeden efrâd olurmuş lerzedâr . Bir, neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz? Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz! * Nehy-i ma’rûf emr-i münkerdir gezen meydanda bak! En metîn ahlâkımız, yâhud, görüp aldırmamak! Yıktı bin mel’un kalem nâmûsu, bizler uymadık; “Susmak evlâdır” deyip sustuk... Sanırsın duymadık! Kustu, bin murdar ağız Şer’in bütün ahkâmına; Âh! Bir ses bâri yükselseydi nefret nâmına! Altı yüz bin can gider; milyonla îmân eksilir; Kimseler görmez! Gören sersem de Allah’tan bilir! ….. | Mehmet Akif Ersoy
    0 Commentarios 0 Acciones
  • Eskiden Espressolab yokken. Osmanlıda seyyar bir kahve satıcısı.
    Eskiden Espressolab yokken. Osmanlıda seyyar bir kahve satıcısı.
    0 Commentarios 0 Acciones
  • ■ İSTANBUL'DA HIDIRELLEZ MESİRELERİ, 1890'LAR

    [Ahmet Semih Bey 1890'larda Hıdırellez mesirelerini anlatıyor]:

    "Hıdırellez Nisan'ın 23'ünde (Rumî takvim) bütün İstanbul halkını çayırlara bağlardı. Dolmalar, helvalar, marullar, yemişler, kuzular, pilâvlar evlerde hazırlanır, çayırlara taşınırdı.

    Kimi pazar kayıklarında, mavnalarda veya sandallarda, kimi hususî çatanalarda (özel deniz teknelerinde) veya öküz arabalarında gidecekleri yere giderek veya yatlarında (Ahmet İhsan, Ahmet Muhtar, Mustafa Süreyya ve Sakallı Reşit Beyler gibi) kuzu ziyafetleri yaparlar, eş dost arasında zevk-ü safa ederlerdi. Kalabalığı sevmiyenler bu zevki evlerinin bahçelerinde, korularında tatmin ederlerdi.

    HER ŞEY SUDAN UCUZDU

    Adalarda ise ne kadar adam varsa Büyükada'daki Ayayorgi tepesine üşüşerek kuzu ziyafetleri çekerlerdi. Kuşdili, Yoğurtçu, Haydarpaşa, Küçüksu, Beykoz, Paşabahçe Çayırları, Kâğıthane, Veliefendi Çayırları binlerce halkla dolardı. Yerlerdi, içerlerdi ve bunların hepsi, bugünlere nispetle sudan ucuzdu..

    Binaenaleyh o mübarek aile eğlenceleri mebzul (bol) ve fakat müptezel (bolluğu sebebiyle değersiz) olmadığı için, mebrûktü (bereketliydi).."
    ■ İSTANBUL'DA HIDIRELLEZ MESİRELERİ, 1890'LAR ❤️ [Ahmet Semih Bey 1890'larda Hıdırellez mesirelerini anlatıyor]: "Hıdırellez Nisan'ın 23'ünde (Rumî takvim) bütün İstanbul halkını çayırlara bağlardı. Dolmalar, helvalar, marullar, yemişler, kuzular, pilâvlar evlerde hazırlanır, çayırlara taşınırdı. Kimi pazar kayıklarında, mavnalarda veya sandallarda, kimi hususî çatanalarda (özel deniz teknelerinde) veya öküz arabalarında gidecekleri yere giderek veya yatlarında (Ahmet İhsan, Ahmet Muhtar, Mustafa Süreyya ve Sakallı Reşit Beyler gibi) kuzu ziyafetleri yaparlar, eş dost arasında zevk-ü safa ederlerdi. Kalabalığı sevmiyenler bu zevki evlerinin bahçelerinde, korularında tatmin ederlerdi. HER ŞEY SUDAN UCUZDU Adalarda ise ne kadar adam varsa Büyükada'daki Ayayorgi tepesine üşüşerek kuzu ziyafetleri çekerlerdi. Kuşdili, Yoğurtçu, Haydarpaşa, Küçüksu, Beykoz, Paşabahçe Çayırları, Kâğıthane, Veliefendi Çayırları binlerce halkla dolardı. Yerlerdi, içerlerdi ve bunların hepsi, bugünlere nispetle sudan ucuzdu.. Binaenaleyh o mübarek aile eğlenceleri mebzul (bol) ve fakat müptezel (bolluğu sebebiyle değersiz) olmadığı için, mebrûktü (bereketliydi).."
    0 Commentarios 0 Acciones
  • Eyyüp Peygamber ve Makamı Şanlıurfa Türkiye

    Hz. Eyyûb Şanlıurfa'yı ata yurdu olarak kabul etmektedir. Hz. Eyyüp peygamberin, M.Ö. 2100 yılında Suriye'de Şam ile Ramla arasında üst diyarı denilen ülkenin Desniye köyünde dünyaya geldiği rivayet edilmektedir. Cüzzam hastalığına yakalanan Eyyüp Peygamber, karısı Rahime ile bir mağarada çile çekmeye devam ederek Allah'a ibadetten vazgeçmez. Bütün ıstıraplarına ve ağrılarına rağmen Allah'a isyan etmez. Tüm bu ibadetlerinin ve sabrının sonunda, Eyyüp Peygamber, Allah tarafından belirtilen şifalı su ile yıkanarak iyileşir. İyleşmesinin ardından Allah tarafından kendisine ve karısına mal ve evlat ihsan edilir ve uzun bir müddet daha yaşar. Şanlıurfa merkezinde bulunan Hz. Eyyüp peygamberin çile çektiği mağara, Eyyüp Peygamber ve Makamı olarak ziyaret edilmektedir.
    Eyyüp Peygamber ve Makamı Şanlıurfa Türkiye Hz. Eyyûb Şanlıurfa'yı ata yurdu olarak kabul etmektedir. Hz. Eyyüp peygamberin, M.Ö. 2100 yılında Suriye'de Şam ile Ramla arasında üst diyarı denilen ülkenin Desniye köyünde dünyaya geldiği rivayet edilmektedir. Cüzzam hastalığına yakalanan Eyyüp Peygamber, karısı Rahime ile bir mağarada çile çekmeye devam ederek Allah'a ibadetten vazgeçmez. Bütün ıstıraplarına ve ağrılarına rağmen Allah'a isyan etmez. Tüm bu ibadetlerinin ve sabrının sonunda, Eyyüp Peygamber, Allah tarafından belirtilen şifalı su ile yıkanarak iyileşir. İyleşmesinin ardından Allah tarafından kendisine ve karısına mal ve evlat ihsan edilir ve uzun bir müddet daha yaşar. Şanlıurfa merkezinde bulunan Hz. Eyyüp peygamberin çile çektiği mağara, Eyyüp Peygamber ve Makamı olarak ziyaret edilmektedir.
    0 Commentarios 0 Acciones
  • Hz.Eyyüb Ve Kuyusu Urfa Türkiye

    Şanlıurfa'nın en eski mahallelerinden biri olan Eyyubiye Mahallesi, tarihi geçmişi çok eskilere dayanan ve tarihte önemli yapılara mekânlık etmiş şehrin güneydeki en önemli bölümüdür. Bu bölgede bugün yedi mahalle bulunmakta
    ve 100 binin üzerinde insan yaşamaktadır.
    Kuyunun Yeri Günümüzde “Eyyüpnebi Mahallesi”nin güneyinde, girişindeki tabelada“Hz. Eyyub Sabır Makamı” yazılı olan alanda, Hz. Eyyub'un hastalığı boyunca
    kaldığına inanılan küçük bir mağara(sabır mağarası), ayağını vurmasıyla yerden çıkan şifalı suyun bulunduğu bir kuyu ve yakın zamanda alanın güneyindeki mezarlık kaldırılarak yerine inşa edilen “Hz. Eyyub Camii” bulunmaktadır.Kuyu kayadan oyulmuştur. Yüzlerce yıl kullanıldığı bellidir. Kuyunun ağzında
    taştan bir bilezik mevcut olup su çekmekten dolayı aşınmış ve el derinliğinde oyuklar oluşmuştur. Suyu soğuk ve temiz olup hiç kurumaz. Kuyunun suyu Hıristiyanlar ve Müslümanlar
    tarafından şifalı su olarak kabul edilmiştir. Hastalar tarafından yıkanmak 1 ve içilmek için kullanılır.Sabır Mağarası, gerek Urfa'dan gerekse ve Türkiye'nin değişik yerlerinden özellikle hafta sonları çok sayıda insan tarafından ziyaret edilmekte ve
    içinde namaz kılınarak dua edilmektedir. Bunun dışında borularla kuyudan sebillere aktarılan şifalı sular hem içilmekte hem de çeşitli kaplarla götürülmektedir.
    Hz.Eyyüb Ve Kuyusu Urfa Türkiye Şanlıurfa'nın en eski mahallelerinden biri olan Eyyubiye Mahallesi, tarihi geçmişi çok eskilere dayanan ve tarihte önemli yapılara mekânlık etmiş şehrin güneydeki en önemli bölümüdür. Bu bölgede bugün yedi mahalle bulunmakta ve 100 binin üzerinde insan yaşamaktadır. Kuyunun Yeri Günümüzde “Eyyüpnebi Mahallesi”nin güneyinde, girişindeki tabelada“Hz. Eyyub Sabır Makamı” yazılı olan alanda, Hz. Eyyub'un hastalığı boyunca kaldığına inanılan küçük bir mağara(sabır mağarası), ayağını vurmasıyla yerden çıkan şifalı suyun bulunduğu bir kuyu ve yakın zamanda alanın güneyindeki mezarlık kaldırılarak yerine inşa edilen “Hz. Eyyub Camii” bulunmaktadır.Kuyu kayadan oyulmuştur. Yüzlerce yıl kullanıldığı bellidir. Kuyunun ağzında taştan bir bilezik mevcut olup su çekmekten dolayı aşınmış ve el derinliğinde oyuklar oluşmuştur. Suyu soğuk ve temiz olup hiç kurumaz. Kuyunun suyu Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından şifalı su olarak kabul edilmiştir. Hastalar tarafından yıkanmak 1 ve içilmek için kullanılır.Sabır Mağarası, gerek Urfa'dan gerekse ve Türkiye'nin değişik yerlerinden özellikle hafta sonları çok sayıda insan tarafından ziyaret edilmekte ve içinde namaz kılınarak dua edilmektedir. Bunun dışında borularla kuyudan sebillere aktarılan şifalı sular hem içilmekte hem de çeşitli kaplarla götürülmektedir.
    0 Commentarios 0 Acciones
  • ■ ALMAN BASININDA RAMAZAN VE BAYRAM, 1853

    [Alman Der Sammler Gazetesi, 20 Temmuz 1853 tarihli nüshasında İstanbul'daki Ramazan ve Bayramı anlatıyor]:

    "İFTAR TOPU

    Güneş batarken, bütün bataryalardan ateşlenen toplar, gündüz orucunun bittiğini ve yaklaşan gecenin türlü zevklere yeniden izin verdiğini göstermek için gümbürdüyor.

    Tüm kahveler açılıyor ve pırıl pırıl aydınlatılıyor. Tüm cami kubbeleri ışıklandırılıyor ve renkli kağıt fenerler bir minareden diğerine uzanan ipler üzerinde karanlık gecede parlayan meteorlar gibi sallanıyor.

    Camilerin pencerelerinden bir ışık denizi parlıyor ve sokaklardaki muhteşem çeşmeler ise etraflarını saran kandillerin binlerce gökkuşağı renkleriyle ışıl ışıl parlıyor.

    KAPALIÇARŞI

    Çeşitli revaklarıyla şehrin bir parçasını oluşturan büyük çarşının tüm tezgahları ve tonozları da parlak ışıklarla parlıyor. Burada sergilenen muhteşem eşyalar, özellikle halı, şal ve silahlar göze sunulmak üzere artan bir ihtişam içinde çarşı koridorlarında sergileniyor.

    Muazzam Konstantinopolis'te gözlemci yabancıların görme ve tatma duyularını dört hafta boyunca her akşam doyuran, neşeli ve bilinmeyen bir pasta dünyasına taşıyan, sihirli bir günde yol alıyoruz.

    Yabancılar bu gece saatlerinde kahvelerde eğlence aramak isterlerse, misafirleri sanatlarıyla eğlendirmek için mekandan mekana dolaşan hikaye anlatıcıları (meddahlar) ve Rum müzisyenleri bulacaktır.

    ZENGİN FAKİR YANYANA

    Fakat bütün bunlar anlamlı sîmalarıyla asaletli ve güçlü doğulu figürlerin sunduklarından daha az dikkat çekicidir. Divanlarda uzun bir sıra halinde oturan bu insanlar eski düşman bile olsalar, zengin-fakir yanyana dostça sohbetler ederler. Zira zaman, Ramazan için barışma zamanıdır. Burada her türlü statü farkı ve her olumsuz ilişki yasaklanmış gibi görünüyor. Herkese dostça bir neşe yayılmış durumda.

    YAKLAŞAN SAHUR

    Sahur yaklaştıkça yaklaşıyor ve biz ışıklı sokaklarda bir kez daha acele ediyoruz. Konuklar daha şimdiden parlak bir şekilde aydınlatılmış saraydan boşalıyor ve muhteşem atlarına binerek evlerine doğru sürüyorlar. Kendi evlerinin efendisi olarak, Ramazan'da her Müslüman'ın sabah namazından yaklaşık bir saat önce yediği yemeğe (sahur) oturuyorlar, ama içlerinde yabancının olmadığı sadece kendi aile üyeleri ile birlikte.

    Bu yemeğe "günlük oruç hazırlığı" anlamına gelen "imsak" deniliyor. Sonra alçak bir evin yanından geçerken açık kalmış pencereler evin içindeki arka odaları görmemize imkan tanıyor. Orada yaşlı bir baba, eşi, çocukları ve hizmetçileriyle birlikte, doğudaki ilk Hıristiyanların, geceleri düzenlenen eski aşk şölenlerini anımsatan yemekte ataerkil bir sakinlikle oturuyor.

    PERA

    Şimdi, Avrupalıların yaşadığı banliyö olan Pera'ya geçmek için sokaklardan limana doğru daha hızlı koşarsak, etrafımızda hala hareketli bir hayat vızıldıyor, şafak yaklaştıkça neşesi artıyor gibi görünüyor.

    Seyyar şeker ve tatlı satıcıları, mallarını seslice haykırarak satıyor. Pastaneciler dükkânlarında sık sık boşaltılan teneke tepsileri doldurmaya devam ediyor. Daha yoğun bir zevk sevenler, tütsülenmiş muhallebi çömlekleri ve çeşitli kuzu yemeklerinin etrafında toplanıyor.

    YEMEK İKRAMLARI

    Büyük bir pilav kazanı ve bir direğin üzerinde et taşıyan ve onu yer sofrasına oturmuş ahalinin önüne seren iki siyah köleyle karşılaşıyoruz. "Peygamberin dağıttığı gibi kendilerine ihsan edilen nimetleri cömertçe dağıtanlardan Allah razı olur!" diye yüksek sesle bağıran siyah adam üç kere "Elhamdülillah!" diyor. Fakirler topluluğu ise hep bir ağızdan cevap veriyorlar: "Allah hayır sahibinden ebeden razı olsun!"

    Kısa bir süre içinde biten ziyafetten sonra karnı doyanların teşekkür seslerini uzaklardan bile işitiyoruz: "Allah karnımızı doyuranların keselerini doldursun!" ve "Allah hayır sahibi zenginlerden razı olsun ve bize verdiklerinin bin katını onlara geri versin!"

    BAYRAM GÜNÜ

    Oruç ayı Ramazan'ın son akşamında yeni ay mutlu Şevval ayını ilan ediyor. (Bu yılın takvimine göre 7 Temmuz Perşembe), Dini bir bayram olan Büyük Bayram, "Iyd-ı fıtır" olarak da adlandırılır. Son orucun açılmasından sonra başlar ve eski Türk geleneğine göre bunu ikinci ve üçüncü bir kutlama günü takip eder.

    Bayramın ilk günün başlangıcı -bütün büyük kutlamalar gibi- kıyıdan ve limanın zengin bayraklı gemilerinden aralıksız bir top ateşi ile karşılanır. Müminler namaza gitmeden önce, şeriat, mümkün olduğu kadar güzel giysiler giymeyi övülmeye değer görür ki bu da mümkün olduğunca yapılmaya çalışılır. Öyle ki Türkçe bir deyimde bir insanın ne kadar fakir olduğu anlatılabilmek için şöyle denilir: "Kendine bir bayram elbisesi bile alamayacak kadar fakir"

    BAYRAM TEBRİKLERİ

    Yolda sürekli olarak emredilen dua kelimelerinin mırıltısı duyuluyor: "Allahu ekber!" "Tanrı büyüktür! Bayram kısmen Alman Yeni Yılı'na benziyor, çünkü bunda olduğu gibi herkes birbirine iyi dileklerde bulunur. Sokakta karşılaşan tamamen yabancılar bile birbirlerini bayram selamı ile selamlıyorlar: "Bayramın mübarek olsun!"

    KÜSLERİN BARIŞMASI

    Ramazan'da henüz bırakılamayan düşmanlıklar Bayram'da genellikle azalır ve kendisine sunulan barıştırma teşebbüsünü reddedenler halk arasında genel bir ayıplamayla karşılanır.

    Aynı zamanda birbirlerine hediyeler vermek de bu günde bir adettir ve Doğu geleneklerinin izin verdiği ölçüde kadınlar bu konuda daha fazla özgürlüğe sahiptir. Özenle dekore edilmiş uzun araba konvoylarındaki bütün harem halkı -elbette yeşil pelerinlere sarılmış ve sadece burunlarını ve gözlerini gösteren hanımlar- birbirlerini ziyaret ederler.

    BAYRAMDA KIR GEZİLERİ

    Bu bayram günlerinde insanlar yakın ve uzak eğlencelik yerlerde, Kağıthane Deresi'nde, Büyükdere'de, Dolmabahçe'de, Prens Adaları'nda birlikte kendilerini eğlendirirler. Bayram, Türkler gibi, zevk düşkünü Hıristiyanlar tarafından da aynı coşkuyla kutlanır.."

    Daha fazlası için lütfen takip ediniz: https://www.facebook.com/TariheSeyahat
    ■ ALMAN BASININDA RAMAZAN VE BAYRAM, 1853 ❤️ [Alman Der Sammler Gazetesi, 20 Temmuz 1853 tarihli nüshasında İstanbul'daki Ramazan ve Bayramı anlatıyor]: "İFTAR TOPU Güneş batarken, bütün bataryalardan ateşlenen toplar, gündüz orucunun bittiğini ve yaklaşan gecenin türlü zevklere yeniden izin verdiğini göstermek için gümbürdüyor. Tüm kahveler açılıyor ve pırıl pırıl aydınlatılıyor. Tüm cami kubbeleri ışıklandırılıyor ve renkli kağıt fenerler bir minareden diğerine uzanan ipler üzerinde karanlık gecede parlayan meteorlar gibi sallanıyor. Camilerin pencerelerinden bir ışık denizi parlıyor ve sokaklardaki muhteşem çeşmeler ise etraflarını saran kandillerin binlerce gökkuşağı renkleriyle ışıl ışıl parlıyor. KAPALIÇARŞI Çeşitli revaklarıyla şehrin bir parçasını oluşturan büyük çarşının tüm tezgahları ve tonozları da parlak ışıklarla parlıyor. Burada sergilenen muhteşem eşyalar, özellikle halı, şal ve silahlar göze sunulmak üzere artan bir ihtişam içinde çarşı koridorlarında sergileniyor. Muazzam Konstantinopolis'te gözlemci yabancıların görme ve tatma duyularını dört hafta boyunca her akşam doyuran, neşeli ve bilinmeyen bir pasta dünyasına taşıyan, sihirli bir günde yol alıyoruz. Yabancılar bu gece saatlerinde kahvelerde eğlence aramak isterlerse, misafirleri sanatlarıyla eğlendirmek için mekandan mekana dolaşan hikaye anlatıcıları (meddahlar) ve Rum müzisyenleri bulacaktır. ZENGİN FAKİR YANYANA Fakat bütün bunlar anlamlı sîmalarıyla asaletli ve güçlü doğulu figürlerin sunduklarından daha az dikkat çekicidir. Divanlarda uzun bir sıra halinde oturan bu insanlar eski düşman bile olsalar, zengin-fakir yanyana dostça sohbetler ederler. Zira zaman, Ramazan için barışma zamanıdır. Burada her türlü statü farkı ve her olumsuz ilişki yasaklanmış gibi görünüyor. Herkese dostça bir neşe yayılmış durumda. YAKLAŞAN SAHUR Sahur yaklaştıkça yaklaşıyor ve biz ışıklı sokaklarda bir kez daha acele ediyoruz. Konuklar daha şimdiden parlak bir şekilde aydınlatılmış saraydan boşalıyor ve muhteşem atlarına binerek evlerine doğru sürüyorlar. Kendi evlerinin efendisi olarak, Ramazan'da her Müslüman'ın sabah namazından yaklaşık bir saat önce yediği yemeğe (sahur) oturuyorlar, ama içlerinde yabancının olmadığı sadece kendi aile üyeleri ile birlikte. Bu yemeğe "günlük oruç hazırlığı" anlamına gelen "imsak" deniliyor. Sonra alçak bir evin yanından geçerken açık kalmış pencereler evin içindeki arka odaları görmemize imkan tanıyor. Orada yaşlı bir baba, eşi, çocukları ve hizmetçileriyle birlikte, doğudaki ilk Hıristiyanların, geceleri düzenlenen eski aşk şölenlerini anımsatan yemekte ataerkil bir sakinlikle oturuyor. PERA Şimdi, Avrupalıların yaşadığı banliyö olan Pera'ya geçmek için sokaklardan limana doğru daha hızlı koşarsak, etrafımızda hala hareketli bir hayat vızıldıyor, şafak yaklaştıkça neşesi artıyor gibi görünüyor. Seyyar şeker ve tatlı satıcıları, mallarını seslice haykırarak satıyor. Pastaneciler dükkânlarında sık sık boşaltılan teneke tepsileri doldurmaya devam ediyor. Daha yoğun bir zevk sevenler, tütsülenmiş muhallebi çömlekleri ve çeşitli kuzu yemeklerinin etrafında toplanıyor. YEMEK İKRAMLARI Büyük bir pilav kazanı ve bir direğin üzerinde et taşıyan ve onu yer sofrasına oturmuş ahalinin önüne seren iki siyah köleyle karşılaşıyoruz. "Peygamberin dağıttığı gibi kendilerine ihsan edilen nimetleri cömertçe dağıtanlardan Allah razı olur!" diye yüksek sesle bağıran siyah adam üç kere "Elhamdülillah!" diyor. Fakirler topluluğu ise hep bir ağızdan cevap veriyorlar: "Allah hayır sahibinden ebeden razı olsun!" Kısa bir süre içinde biten ziyafetten sonra karnı doyanların teşekkür seslerini uzaklardan bile işitiyoruz: "Allah karnımızı doyuranların keselerini doldursun!" ve "Allah hayır sahibi zenginlerden razı olsun ve bize verdiklerinin bin katını onlara geri versin!" BAYRAM GÜNÜ Oruç ayı Ramazan'ın son akşamında yeni ay mutlu Şevval ayını ilan ediyor. (Bu yılın takvimine göre 7 Temmuz Perşembe), Dini bir bayram olan Büyük Bayram, "Iyd-ı fıtır" olarak da adlandırılır. Son orucun açılmasından sonra başlar ve eski Türk geleneğine göre bunu ikinci ve üçüncü bir kutlama günü takip eder. Bayramın ilk günün başlangıcı -bütün büyük kutlamalar gibi- kıyıdan ve limanın zengin bayraklı gemilerinden aralıksız bir top ateşi ile karşılanır. Müminler namaza gitmeden önce, şeriat, mümkün olduğu kadar güzel giysiler giymeyi övülmeye değer görür ki bu da mümkün olduğunca yapılmaya çalışılır. Öyle ki Türkçe bir deyimde bir insanın ne kadar fakir olduğu anlatılabilmek için şöyle denilir: "Kendine bir bayram elbisesi bile alamayacak kadar fakir" BAYRAM TEBRİKLERİ Yolda sürekli olarak emredilen dua kelimelerinin mırıltısı duyuluyor: "Allahu ekber!" "Tanrı büyüktür! Bayram kısmen Alman Yeni Yılı'na benziyor, çünkü bunda olduğu gibi herkes birbirine iyi dileklerde bulunur. Sokakta karşılaşan tamamen yabancılar bile birbirlerini bayram selamı ile selamlıyorlar: "Bayramın mübarek olsun!" KÜSLERİN BARIŞMASI Ramazan'da henüz bırakılamayan düşmanlıklar Bayram'da genellikle azalır ve kendisine sunulan barıştırma teşebbüsünü reddedenler halk arasında genel bir ayıplamayla karşılanır. Aynı zamanda birbirlerine hediyeler vermek de bu günde bir adettir ve Doğu geleneklerinin izin verdiği ölçüde kadınlar bu konuda daha fazla özgürlüğe sahiptir. Özenle dekore edilmiş uzun araba konvoylarındaki bütün harem halkı -elbette yeşil pelerinlere sarılmış ve sadece burunlarını ve gözlerini gösteren hanımlar- birbirlerini ziyaret ederler. BAYRAMDA KIR GEZİLERİ Bu bayram günlerinde insanlar yakın ve uzak eğlencelik yerlerde, Kağıthane Deresi'nde, Büyükdere'de, Dolmabahçe'de, Prens Adaları'nda birlikte kendilerini eğlendirirler. Bayram, Türkler gibi, zevk düşkünü Hıristiyanlar tarafından da aynı coşkuyla kutlanır.." Daha fazlası için lütfen takip ediniz: https://www.facebook.com/TariheSeyahat
    0 Commentarios 0 Acciones
  • ■ OSMANLI DÖNEMİNDE RAMAZAN'DA ARTAN UCUZLUK, 1890

    [Ahmet Semih Bey, 1890'larda Ramazan geldiğinde çarşı pazarda artan ucuzluk ve bolluğu anlatıyor]:

    "Rüyet-i Hilal vuku bulunca (Ramazan hilali görününce) Şeyhülislam kapısına gelinir, haber verilir ve o da ayın hafifçe görüldüğünü tasdik ederdi. Bundan sonra evvela Halife-i Ruy-i Zemin'e yani Padişah'a arz-ı hal ve aynı zamanda da Ramazan'ı ilan ederlerdi.

    Camiler kandillerini, mahyalarını yakarlardı. Bekçiler de davullarını çalarlardı. Teravih namazı da o gece başlardı. Bu namazdan sonra da camilerden çıkan halk istediğini yapardı. Şehzadebaşı'ndaki çay evleri, açık kalan bütün dükkanlar, orta oyunları, karagözler, meddahlar dolardı. Hamamlar da açık bırakılırdı. Ta sahur vaktine kadar halk sokakta dolaşırdı, güler, eğlenirdi.

    Gündüzleri de ibadet ve taat ile meşgul olurdu. Resmi daireler de erken dağılırdı. Alenen oruç bozmak yasaktı. Oruçsuzlar da buna dikkat ederlerdi ve oruçluların huzurunda yemezlerdi, içmezlerdi. Mübâlâtsızlıklar gösterenleri zâbıta yakalardı. Bâbıâli'de çalışan Hristiyan memurlar bile bu yasağa hürmet ederdi. Canları su istese bile gizli içerlerdi.

    Ceplerinde Mushaf-ı Şerif'le camilere Kur'an-ı Kerim okumak halkın bir çoğunda âdetti. Ve yazma mushaflar hakikaten enfesti. Ramazan'ın herkese şamil bir hususiyeti daha göze çarpardı. O da ortalığı saran bereketti. Fakir zengin herkesin karnı doyar, yüzü gülerdi.

    DÜNYANIN EN UCUZ ETİ

    Ramazan'da gözler parlar, yüzler gülerdi. Kimseler de parasız kalmazdı. Maaşlar üst üste çıkardı. Borç harç tesviye edilir, ferahlık husule gelirdi. Pazarlar, alım satımda yiyecek bahsini hayrete şayan bir şekilde ucuzlatırdı.

    Belediye çavuşları ellerindeki terazilerle esnaftaki terazi takımlarını ölçer, bir taraftan satılan malın taze veya çürüklüğüne bakar, suistimalde bulunanların canlarını yakarlardı. Dükkanlar, fırınlar, manavlar ve seyyar satıcılar kontrolden, kontrol edenlerden kurtulamazdı.

    Hele Fatih'in et pazarı değil İstanbul'un belki de dünyanın en ucuz pazarıydı. Buradaki bir kontrol de Allah korkusuydu. Kasaplar mümkün değil hırsızlık etmezler ve tertemiz mal satarlardı. Müşterileri de çoktu."
    ■ OSMANLI DÖNEMİNDE RAMAZAN'DA ARTAN UCUZLUK, 1890 [Ahmet Semih Bey, 1890'larda Ramazan geldiğinde çarşı pazarda artan ucuzluk ve bolluğu anlatıyor]: "Rüyet-i Hilal vuku bulunca (Ramazan hilali görününce) Şeyhülislam kapısına gelinir, haber verilir ve o da ayın hafifçe görüldüğünü tasdik ederdi. Bundan sonra evvela Halife-i Ruy-i Zemin'e yani Padişah'a arz-ı hal ve aynı zamanda da Ramazan'ı ilan ederlerdi. Camiler kandillerini, mahyalarını yakarlardı. Bekçiler de davullarını çalarlardı. Teravih namazı da o gece başlardı. Bu namazdan sonra da camilerden çıkan halk istediğini yapardı. Şehzadebaşı'ndaki çay evleri, açık kalan bütün dükkanlar, orta oyunları, karagözler, meddahlar dolardı. Hamamlar da açık bırakılırdı. Ta sahur vaktine kadar halk sokakta dolaşırdı, güler, eğlenirdi. Gündüzleri de ibadet ve taat ile meşgul olurdu. Resmi daireler de erken dağılırdı. Alenen oruç bozmak yasaktı. Oruçsuzlar da buna dikkat ederlerdi ve oruçluların huzurunda yemezlerdi, içmezlerdi. Mübâlâtsızlıklar gösterenleri zâbıta yakalardı. Bâbıâli'de çalışan Hristiyan memurlar bile bu yasağa hürmet ederdi. Canları su istese bile gizli içerlerdi. Ceplerinde Mushaf-ı Şerif'le camilere Kur'an-ı Kerim okumak halkın bir çoğunda âdetti. Ve yazma mushaflar hakikaten enfesti. Ramazan'ın herkese şamil bir hususiyeti daha göze çarpardı. O da ortalığı saran bereketti. Fakir zengin herkesin karnı doyar, yüzü gülerdi. DÜNYANIN EN UCUZ ETİ Ramazan'da gözler parlar, yüzler gülerdi. Kimseler de parasız kalmazdı. Maaşlar üst üste çıkardı. Borç harç tesviye edilir, ferahlık husule gelirdi. Pazarlar, alım satımda yiyecek bahsini hayrete şayan bir şekilde ucuzlatırdı. Belediye çavuşları ellerindeki terazilerle esnaftaki terazi takımlarını ölçer, bir taraftan satılan malın taze veya çürüklüğüne bakar, suistimalde bulunanların canlarını yakarlardı. Dükkanlar, fırınlar, manavlar ve seyyar satıcılar kontrolden, kontrol edenlerden kurtulamazdı. Hele Fatih'in et pazarı değil İstanbul'un belki de dünyanın en ucuz pazarıydı. Buradaki bir kontrol de Allah korkusuydu. Kasaplar mümkün değil hırsızlık etmezler ve tertemiz mal satarlardı. Müşterileri de çoktu."
    0 Commentarios 0 Acciones
  • Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Türkiye

    Bu İstanbul ki Efendimizin müjdelediği fethi için 8 asır boyunca milletlerin, fatihlerin, kumandanların rüyasına giren şehirdir.

    Bu İstanbul ki Mihmandar-ı Nebevi Eyüp Sultan hazretlerinin uğrunda surları dibinde son nefesini verdiği yerdir.

    Bu İstanbul ki Osman Gazi’nin, evlatlarına “İstanbul’u aç, gülzar yap” diye vasiyette bulunduğu Kızılelma’dır.

    Bu İstanbul ki Fatih Sultan Mehmet Han’ı 21 yaşında fatih olarak dünyanın gördüğü en büyük hakanlardan biri yapmıştır.

    Bu İstanbul ki asırlar boyunca kendi vatandaşlarına yurt, mazlumlara umut, mağdurlara gönül köprüsü olan anne şehirdir.

    Bu İstanbul ki Roma’dan Bizans’a, Osmanlı’dan Cumhuriyete âdeta gergef gibi işlenerek sanat eserine dönüştürülmüş bir hazinedir.

    Bu İstanbul ki şairlerin bir taşına dünyaları değişmediği, sadece bir semtini sevmeye ömrünün yetmeyeceğinden korktuğu şehirdir.

    Bu İstanbul ki ressamların asırlardır çizdikleri, seyyahların asırlardır gezdikleri halde her defasında yeni güzelliklerini keşfettikleri şehirdir.

    Bu kardeşinizin de doğduğu, büyüdüğü, her nefesini hamdederek içine çektiği, her karışına aşkla bağlı olduğu İstanbul, maşallah bugün bir başka güzeldi…

    Sağ ol İstanbul, var ol İstanbul, teşekkürler İstanbul! #BirlikteBaşaracağız
    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Türkiye Bu İstanbul ki Efendimizin müjdelediği fethi için 8 asır boyunca milletlerin, fatihlerin, kumandanların rüyasına giren şehirdir. Bu İstanbul ki Mihmandar-ı Nebevi Eyüp Sultan hazretlerinin uğrunda surları dibinde son nefesini verdiği yerdir. Bu İstanbul ki Osman Gazi’nin, evlatlarına “İstanbul’u aç, gülzar yap” diye vasiyette bulunduğu Kızılelma’dır. Bu İstanbul ki Fatih Sultan Mehmet Han’ı 21 yaşında fatih olarak dünyanın gördüğü en büyük hakanlardan biri yapmıştır. Bu İstanbul ki asırlar boyunca kendi vatandaşlarına yurt, mazlumlara umut, mağdurlara gönül köprüsü olan anne şehirdir. Bu İstanbul ki Roma’dan Bizans’a, Osmanlı’dan Cumhuriyete âdeta gergef gibi işlenerek sanat eserine dönüştürülmüş bir hazinedir. Bu İstanbul ki şairlerin bir taşına dünyaları değişmediği, sadece bir semtini sevmeye ömrünün yetmeyeceğinden korktuğu şehirdir. Bu İstanbul ki ressamların asırlardır çizdikleri, seyyahların asırlardır gezdikleri halde her defasında yeni güzelliklerini keşfettikleri şehirdir. Bu kardeşinizin de doğduğu, büyüdüğü, her nefesini hamdederek içine çektiği, her karışına aşkla bağlı olduğu İstanbul, maşallah bugün bir başka güzeldi… Sağ ol İstanbul, var ol İstanbul, teşekkürler İstanbul! #BirlikteBaşaracağız 🇹🇷
    0 Commentarios 0 Acciones
Resultados de la búsqueda