• Öresund Köprüsü;
    *İsveç'in Malmö kentiyle Danimarka'nın başkenti Kopenhag'ı birbirine bağlar.
    *İki şeritli demiryoluna ve dört şeritli kara yoluna sahip olan birleşik bir köprüdür. İki katlı köprünün üst bölümünde dört şeritli bir kara yolu, alt bölümünde iki şeritli bir demiryolu hattı bulunur.
    *En büyük direğinin yerden yüksekliği 204 metredir. *Köprünün toplam uzunluğu 7845 metredir, bu da İsveç ve Danimarka arasındaki uzaklığın yaklaşık olarak yarısına denk düşmektedir.
    *Köprünün denizden yüksekliği 57 metredir ancak köprü boğazın yarısında bitip deniz altında tünelle birleşir. Kalan açık bölümde rahatça deniz taşımacılığı sürdürülür.
    *Köprü İngiltere menşeli bir Mühendislik tarafından tasarlanmıştır.
    (Haritadaki kırmızı bölüm deniz altında kalan bölgeyi gösteriyor)
    Öresund Köprüsü; *İsveç'in Malmö kentiyle Danimarka'nın başkenti Kopenhag'ı birbirine bağlar. *İki şeritli demiryoluna ve dört şeritli kara yoluna sahip olan birleşik bir köprüdür. İki katlı köprünün üst bölümünde dört şeritli bir kara yolu, alt bölümünde iki şeritli bir demiryolu hattı bulunur. *En büyük direğinin yerden yüksekliği 204 metredir. *Köprünün toplam uzunluğu 7845 metredir, bu da İsveç ve Danimarka arasındaki uzaklığın yaklaşık olarak yarısına denk düşmektedir. *Köprünün denizden yüksekliği 57 metredir ancak köprü boğazın yarısında bitip deniz altında tünelle birleşir. Kalan açık bölümde rahatça deniz taşımacılığı sürdürülür. *Köprü İngiltere menşeli bir Mühendislik tarafından tasarlanmıştır. (Haritadaki kırmızı bölüm deniz altında kalan bölgeyi gösteriyor)
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • Cuma Hutbesi: "Ailemiz: Huzur ve Güven Kaynağımız"

    Muhterem Müslümanlar!

    Yüce Rabbimiz, kadın ve erkeği yeryüzünün en değerli varlıkları olarak yaratmış, farklı niteliklerle donatarak birbirine eş kılmıştır. Dünya hayatının yükünü birlikte taşıyalım, birbirimizde huzur bulalım diye bizlere aile olma nimetini bahşetmiştir.

    Aile, insanın yalnızlığına kalkan olan, Allah’ın rahmetiyle korunan, neslin devamını sağlayan, güzide bir kurumdur. İnancımızın, şahsiyetimizin, yaşam tarzımızın şekillendiği en değerli çatıdır. Aile, çocuklarla büyüyen, güzelleşen, gençlerle geleceğe kök salan bir çınardır.

    Aziz Müminler!

    Kadın ve erkeğin meşru nikâhla bir yuva kurması, ailenin ilk adımıdır. Aynı ideal ve duyguyla, Allah’ın rızası doğrultusunda bir ömrü paylaşmak ise aile olmanın sırrıdır.

    هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ “Eşleriniz sizin için bir elbisedir, siz de eşleriniz için birer elbisesiniz.”[1] buyuran Rabbimiz, bizi birbirimize güven vermek, koruyup kollamak ve uyum içinde yaşamak için var etmiştir. Kadınıyla erkeğiyle her fert, ailesine sevgiyle, merhametle ve sadakatle bağlanmalıdır. Her türlü günah ve haramdan, şiddet ve tehditten ailesini muhafaza etmeli, iffetli ve onurlu bir aile hayatı sürmelidir.

    Kıymetli Müslümanlar!

    Aileyi hedef alan tehditlerin arttığı, fıtrata aykırı tahribatın hızla yayıldığı bir çağdayız. Ailenin, özgürlükler önündeki engelmiş gibi gösterilmeye çalışıldığı bir ortamdayız. Sorumluluk almadan tek başına yaşamanın daha cazip olduğu fikrinin özendirildiği bir zamandayız. Oysa aile kurmak, insan fıtratının bir gereğidir. Bizler yalnız değil, aile içinde mutlu yaşayabilecek şekilde yaratıldık. Ailemizin huzurlu, aile bağlarımızın güçlü olmasını dilemek bizim hamurumuzda vardır. Bu yüzden biricik örneğimiz, Peygamber Efendimiz (s.a.s) bizi aile kurmaya ve ailemiz için iyilik yapmaya davet ederek şöyle buyurmaktadır: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı davranandır. Ben de sizin ailesine karşı en hayırlı olanınızım.”[2] Bizlere aile gibi paha biçilmez bir nimet veren Rabbimiz ise onu korumamızı şöyle emretmektedir: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.”[3]

    Değerli Müminler!

    Gençlerimiz ailemizin göz bebeği, bizi güçlü kılan en büyük imkân ve zenginliğimizdir. Onların inançları, hayalleri ve fikirleri bizim âtîmizdir. Zihinleri berrak, duygu ve düşünceleri heyecan dolu olan gençlerimizi anlamak ve onlara rehberlik etmek bizim vazifemizdir. Zira gençlik dönemi tecrübesizlik ve merakla çeşitli tehlikelere maruz kalınan bir dönemdir. Huzurlu ve bilinçli bir aile ortamında büyüyen, kendisine güvenilen ve maneviyatla desteklenen gençlerimiz, girdaplardan korunacaktır. Aileleri, evlenme çağına geldiklerinde onların da aile kurmalarına, geleceğe umutla bakmalarına vesile olacaktır. Neslin devamını ve yeryüzünün imarını; okuyan, araştıran, tefekkür eden gençlerimiz sağlayacaktır.

    Aziz Müslümanlar!

    Rabbimizin biz kulları için bereket vesilesi kıldığı aile olmanın huzurunu hep birlikte yaşayalım. Fıtratı bozmaya yönelik tehlikelerden, Rabbimizin emirlerine ve güvenli limanımız olan ailemize sığınarak korunalım. Ailemizi kişisel çıkarlara, geçici zevklere ve sapkın ideolojilere kurban etmeyelim. Mazlum coğrafyalarda aileler can çekişiyor. Gazze’de dağılan binlerce aile için dua etmeyi unutmayalım.

    Hutbemi Kur’an-ı Kerim’de bize öğretilen şu dua ile bitiriyorum: “Rabbim, bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana nasip et. Neslimi de salih kimseler eyle. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”[4]

    [1] Bakara, 2/187.
    [2] Tirmizî, Menâkıb, 63.
    [3] Tahrîm, 66/6.
    [4] Ahkâf, 46/15.
    Cuma Hutbesi: "Ailemiz: Huzur ve Güven Kaynağımız" Muhterem Müslümanlar! Yüce Rabbimiz, kadın ve erkeği yeryüzünün en değerli varlıkları olarak yaratmış, farklı niteliklerle donatarak birbirine eş kılmıştır. Dünya hayatının yükünü birlikte taşıyalım, birbirimizde huzur bulalım diye bizlere aile olma nimetini bahşetmiştir. Aile, insanın yalnızlığına kalkan olan, Allah’ın rahmetiyle korunan, neslin devamını sağlayan, güzide bir kurumdur. İnancımızın, şahsiyetimizin, yaşam tarzımızın şekillendiği en değerli çatıdır. Aile, çocuklarla büyüyen, güzelleşen, gençlerle geleceğe kök salan bir çınardır. Aziz Müminler! Kadın ve erkeğin meşru nikâhla bir yuva kurması, ailenin ilk adımıdır. Aynı ideal ve duyguyla, Allah’ın rızası doğrultusunda bir ömrü paylaşmak ise aile olmanın sırrıdır. هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ “Eşleriniz sizin için bir elbisedir, siz de eşleriniz için birer elbisesiniz.”[1] buyuran Rabbimiz, bizi birbirimize güven vermek, koruyup kollamak ve uyum içinde yaşamak için var etmiştir. Kadınıyla erkeğiyle her fert, ailesine sevgiyle, merhametle ve sadakatle bağlanmalıdır. Her türlü günah ve haramdan, şiddet ve tehditten ailesini muhafaza etmeli, iffetli ve onurlu bir aile hayatı sürmelidir. Kıymetli Müslümanlar! Aileyi hedef alan tehditlerin arttığı, fıtrata aykırı tahribatın hızla yayıldığı bir çağdayız. Ailenin, özgürlükler önündeki engelmiş gibi gösterilmeye çalışıldığı bir ortamdayız. Sorumluluk almadan tek başına yaşamanın daha cazip olduğu fikrinin özendirildiği bir zamandayız. Oysa aile kurmak, insan fıtratının bir gereğidir. Bizler yalnız değil, aile içinde mutlu yaşayabilecek şekilde yaratıldık. Ailemizin huzurlu, aile bağlarımızın güçlü olmasını dilemek bizim hamurumuzda vardır. Bu yüzden biricik örneğimiz, Peygamber Efendimiz (s.a.s) bizi aile kurmaya ve ailemiz için iyilik yapmaya davet ederek şöyle buyurmaktadır: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı davranandır. Ben de sizin ailesine karşı en hayırlı olanınızım.”[2] Bizlere aile gibi paha biçilmez bir nimet veren Rabbimiz ise onu korumamızı şöyle emretmektedir: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.”[3] Değerli Müminler! Gençlerimiz ailemizin göz bebeği, bizi güçlü kılan en büyük imkân ve zenginliğimizdir. Onların inançları, hayalleri ve fikirleri bizim âtîmizdir. Zihinleri berrak, duygu ve düşünceleri heyecan dolu olan gençlerimizi anlamak ve onlara rehberlik etmek bizim vazifemizdir. Zira gençlik dönemi tecrübesizlik ve merakla çeşitli tehlikelere maruz kalınan bir dönemdir. Huzurlu ve bilinçli bir aile ortamında büyüyen, kendisine güvenilen ve maneviyatla desteklenen gençlerimiz, girdaplardan korunacaktır. Aileleri, evlenme çağına geldiklerinde onların da aile kurmalarına, geleceğe umutla bakmalarına vesile olacaktır. Neslin devamını ve yeryüzünün imarını; okuyan, araştıran, tefekkür eden gençlerimiz sağlayacaktır. Aziz Müslümanlar! Rabbimizin biz kulları için bereket vesilesi kıldığı aile olmanın huzurunu hep birlikte yaşayalım. Fıtratı bozmaya yönelik tehlikelerden, Rabbimizin emirlerine ve güvenli limanımız olan ailemize sığınarak korunalım. Ailemizi kişisel çıkarlara, geçici zevklere ve sapkın ideolojilere kurban etmeyelim. Mazlum coğrafyalarda aileler can çekişiyor. Gazze’de dağılan binlerce aile için dua etmeyi unutmayalım. Hutbemi Kur’an-ı Kerim’de bize öğretilen şu dua ile bitiriyorum: “Rabbim, bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana nasip et. Neslimi de salih kimseler eyle. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”[4] [1] Bakara, 2/187. [2] Tirmizî, Menâkıb, 63. [3] Tahrîm, 66/6. [4] Ahkâf, 46/15.
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • ■ İSTANBUL'DA HIDIRELLEZ MESİRELERİ, 1890'LAR

    [Ahmet Semih Bey 1890'larda Hıdırellez mesirelerini anlatıyor]:

    "Hıdırellez Nisan'ın 23'ünde (Rumî takvim) bütün İstanbul halkını çayırlara bağlardı. Dolmalar, helvalar, marullar, yemişler, kuzular, pilâvlar evlerde hazırlanır, çayırlara taşınırdı.

    Kimi pazar kayıklarında, mavnalarda veya sandallarda, kimi hususî çatanalarda (özel deniz teknelerinde) veya öküz arabalarında gidecekleri yere giderek veya yatlarında (Ahmet İhsan, Ahmet Muhtar, Mustafa Süreyya ve Sakallı Reşit Beyler gibi) kuzu ziyafetleri yaparlar, eş dost arasında zevk-ü safa ederlerdi. Kalabalığı sevmiyenler bu zevki evlerinin bahçelerinde, korularında tatmin ederlerdi.

    HER ŞEY SUDAN UCUZDU

    Adalarda ise ne kadar adam varsa Büyükada'daki Ayayorgi tepesine üşüşerek kuzu ziyafetleri çekerlerdi. Kuşdili, Yoğurtçu, Haydarpaşa, Küçüksu, Beykoz, Paşabahçe Çayırları, Kâğıthane, Veliefendi Çayırları binlerce halkla dolardı. Yerlerdi, içerlerdi ve bunların hepsi, bugünlere nispetle sudan ucuzdu..

    Binaenaleyh o mübarek aile eğlenceleri mebzul (bol) ve fakat müptezel (bolluğu sebebiyle değersiz) olmadığı için, mebrûktü (bereketliydi).."
    ■ İSTANBUL'DA HIDIRELLEZ MESİRELERİ, 1890'LAR ❤️ [Ahmet Semih Bey 1890'larda Hıdırellez mesirelerini anlatıyor]: "Hıdırellez Nisan'ın 23'ünde (Rumî takvim) bütün İstanbul halkını çayırlara bağlardı. Dolmalar, helvalar, marullar, yemişler, kuzular, pilâvlar evlerde hazırlanır, çayırlara taşınırdı. Kimi pazar kayıklarında, mavnalarda veya sandallarda, kimi hususî çatanalarda (özel deniz teknelerinde) veya öküz arabalarında gidecekleri yere giderek veya yatlarında (Ahmet İhsan, Ahmet Muhtar, Mustafa Süreyya ve Sakallı Reşit Beyler gibi) kuzu ziyafetleri yaparlar, eş dost arasında zevk-ü safa ederlerdi. Kalabalığı sevmiyenler bu zevki evlerinin bahçelerinde, korularında tatmin ederlerdi. HER ŞEY SUDAN UCUZDU Adalarda ise ne kadar adam varsa Büyükada'daki Ayayorgi tepesine üşüşerek kuzu ziyafetleri çekerlerdi. Kuşdili, Yoğurtçu, Haydarpaşa, Küçüksu, Beykoz, Paşabahçe Çayırları, Kâğıthane, Veliefendi Çayırları binlerce halkla dolardı. Yerlerdi, içerlerdi ve bunların hepsi, bugünlere nispetle sudan ucuzdu.. Binaenaleyh o mübarek aile eğlenceleri mebzul (bol) ve fakat müptezel (bolluğu sebebiyle değersiz) olmadığı için, mebrûktü (bereketliydi).."
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • ■ ESKİ İSTANBUL BAYRAMLARI, 1890

    [Ahmet Semih Bey, 1890'lardaki eski İstanbul bayramlarını anlatıyor]:

    "Bayramlarda arefe günü ikindiden itibaren her namaz vaktinde 21 pare top atışı yapılır, bu durum Ramazan bayramında 3. gün ikindiye kadar, Kurban bayramında 4. gün ikindiye kadar sürerdi. Fener alayları ve gece donanmaları ise İstanbul halkı için vazgeçilmez bir bayram eğlencesiydi.

    Her devirde olduğu gibi bayramlarda asıl mesud olan çocuklardı. Mahalle aralarındaki küçük meydanlarda kurulan minik lunaparklar çocuk cıvıltılarıyla şenlenir, mahalleye bir neş'e ve bayram havası katardı.

    Çocukların sevinci büyüklere bir üçüncü bayram olurdu. Omuzlarında çocuklarını taşıyan babalar, göğüslerine yavrularını basan anneler, torunlarının ellerine yapışan dedeler, kadınnineler, bacılarla dadılar ve lalalar çocuklarla meşgul olarak aynı zamanda onların kelimedeki her mânâ içinde terbiyeleriyle de uğraşırlardı. Onlara iyiyi, fenayı, çirkini, güzeli öğretmekle, göstermekle muvaffak oluncaya kadar yorulmazlardı. Mahalle aralarındaki meydancıklarda kurulan tahterevalliler, salıncaklar, atlıkarıncalar çocuklar alemine ölçüsüz neşe ve inbisat (kalbi sevinç) saçardı.

    Eski bayramlar, daha doğrusu bayramlarda eski hareket ve faaliyetler bambaşka bir eda taşırdı. Zevkli idi de. Evleri boş bırakırcasına bayram namazı için camiye koşanların, namazı müteakip evlere dönenlerle ailenin ve ev halkının bayramlaşmasının, yine ailenin büyüklerini ve akrabayı hanelerine kadar gidip ziyaret eylemenin, komşulara gidip gelmenin, büyüklere kadar koşarak el etek öpmenin.. elbette bir zevki vardı. Çünkü bu faaliyetlerin hepsi evvela dinî, sonra da içtimaî ve tesanüdíl bir itiyadın ve ülfetin tezahürleriydi. Zinde veya mariz (hasta), herkesin yüzü gülerdi. Zengin-fakir herkeste neşe vardı. Fakir maaşını evine barkına istediğini alırdı. Zengin fakire yardım ederdi; zekât verirdi. Oruç tutamamışsa bir insanı doyuracak kadar bir parayı bir fakire verirdi; sadaka-yı fitr verirdi. Konağındakileri giydirirdi, kuşatırdı; müstahdemlere kadar mahallenin fakirlerini sevindirirdi. Onların bakkal veya kasaba borcunu öderdi.

    Velhasıl bayram bereketli ve keyifli olurdu. Hele çocuklara iyd-i ekber (büyük bayram) olurdu. Günlerce koşar, güler, oynar, serbest serbest eğlenirlerdi. Hatta sokaklardaki meydanlarda kurulan atlıkarıncalarla ve daha bir sürü eğlencelerle şâdan edilirdi. Bu sayede de fevkalade hareket yüzünden para kazanılırdı. Şunu da söylemeli ki, her şey ucuzdu..

    Saraylar, konaklar, evler dolar, boşalır, bir mahalleden öbür mahalleye seğirtilirdi (koşturulurdu). Hele mevsim yaz ise bu seyr ü sefer daha ivicaclı (dolambaçlı), hatta yorucu olurdu. Fakat bayramlaşmak neşesi yorgunluğu hemen hemen hissettirmezdi. Bayram günleri bu haberini verdiğim minval üzere geçerdi. Yalnız kadınlar bayram günlerinden sonra dahi hane-be-hane (ev ev) dolaşmaktan fariğ olmazlar (vaz geçmezler), ziyaret üstü ziyarette bulunurlardı. Çok da memnun gözükürlerdi.

    Bayramlarda herkes håline göre iç çamaşırı dâhil yeni elbise alırdı. Tertemiz giyinirdi. Fesini kaplatırdı, fotinini boyatırdı. Yeni ayakkabı alırdı. Bunlardan evvel de hamama gider, temizlenirdi. Ve bayram oldu mu namazdan sonra da bir dakika durmaz bayram tebriği ve ziyaret seferine çıkardı.

    Şehrin bayram eğlencelerinden bir de tiyatroları, ortaoyunları, meddahları, karagözleri, mevsimine göre değişen mahallerde saz küme fasılları; bağlarda, çayırlarda güreşleri, davullarla zurnaları, Taksim ve Tepebaşı bahçelerinde fevkalade numaralar arz eden orkestralar ve saire idi.

    Şu da vardı: Bayramdan evvel birçoğu anasının, babasının veya ailesinden ölmüş olanların kabirlerine kadar gider, ziyaret eder, Fatiha okur, dua ederdi. Ve bunların birçoğu yetişmiş evladı varsa, beraberce bu ziyaretleri görür, ölmüşleri unutturmamanın mümaresesini yaptırırdı. Evet.. Maziyi ve aileyi unutturmamaya çalışmak da ayrıca bir bayram olurdu.."
    ■ ESKİ İSTANBUL BAYRAMLARI, 1890 ❤️ [Ahmet Semih Bey, 1890'lardaki eski İstanbul bayramlarını anlatıyor]: "Bayramlarda arefe günü ikindiden itibaren her namaz vaktinde 21 pare top atışı yapılır, bu durum Ramazan bayramında 3. gün ikindiye kadar, Kurban bayramında 4. gün ikindiye kadar sürerdi. Fener alayları ve gece donanmaları ise İstanbul halkı için vazgeçilmez bir bayram eğlencesiydi. Her devirde olduğu gibi bayramlarda asıl mesud olan çocuklardı. Mahalle aralarındaki küçük meydanlarda kurulan minik lunaparklar çocuk cıvıltılarıyla şenlenir, mahalleye bir neş'e ve bayram havası katardı. Çocukların sevinci büyüklere bir üçüncü bayram olurdu. Omuzlarında çocuklarını taşıyan babalar, göğüslerine yavrularını basan anneler, torunlarının ellerine yapışan dedeler, kadınnineler, bacılarla dadılar ve lalalar çocuklarla meşgul olarak aynı zamanda onların kelimedeki her mânâ içinde terbiyeleriyle de uğraşırlardı. Onlara iyiyi, fenayı, çirkini, güzeli öğretmekle, göstermekle muvaffak oluncaya kadar yorulmazlardı. Mahalle aralarındaki meydancıklarda kurulan tahterevalliler, salıncaklar, atlıkarıncalar çocuklar alemine ölçüsüz neşe ve inbisat (kalbi sevinç) saçardı. Eski bayramlar, daha doğrusu bayramlarda eski hareket ve faaliyetler bambaşka bir eda taşırdı. Zevkli idi de. Evleri boş bırakırcasına bayram namazı için camiye koşanların, namazı müteakip evlere dönenlerle ailenin ve ev halkının bayramlaşmasının, yine ailenin büyüklerini ve akrabayı hanelerine kadar gidip ziyaret eylemenin, komşulara gidip gelmenin, büyüklere kadar koşarak el etek öpmenin.. elbette bir zevki vardı. Çünkü bu faaliyetlerin hepsi evvela dinî, sonra da içtimaî ve tesanüdíl bir itiyadın ve ülfetin tezahürleriydi. Zinde veya mariz (hasta), herkesin yüzü gülerdi. Zengin-fakir herkeste neşe vardı. Fakir maaşını evine barkına istediğini alırdı. Zengin fakire yardım ederdi; zekât verirdi. Oruç tutamamışsa bir insanı doyuracak kadar bir parayı bir fakire verirdi; sadaka-yı fitr verirdi. Konağındakileri giydirirdi, kuşatırdı; müstahdemlere kadar mahallenin fakirlerini sevindirirdi. Onların bakkal veya kasaba borcunu öderdi. Velhasıl bayram bereketli ve keyifli olurdu. Hele çocuklara iyd-i ekber (büyük bayram) olurdu. Günlerce koşar, güler, oynar, serbest serbest eğlenirlerdi. Hatta sokaklardaki meydanlarda kurulan atlıkarıncalarla ve daha bir sürü eğlencelerle şâdan edilirdi. Bu sayede de fevkalade hareket yüzünden para kazanılırdı. Şunu da söylemeli ki, her şey ucuzdu.. Saraylar, konaklar, evler dolar, boşalır, bir mahalleden öbür mahalleye seğirtilirdi (koşturulurdu). Hele mevsim yaz ise bu seyr ü sefer daha ivicaclı (dolambaçlı), hatta yorucu olurdu. Fakat bayramlaşmak neşesi yorgunluğu hemen hemen hissettirmezdi. Bayram günleri bu haberini verdiğim minval üzere geçerdi. Yalnız kadınlar bayram günlerinden sonra dahi hane-be-hane (ev ev) dolaşmaktan fariğ olmazlar (vaz geçmezler), ziyaret üstü ziyarette bulunurlardı. Çok da memnun gözükürlerdi. Bayramlarda herkes håline göre iç çamaşırı dâhil yeni elbise alırdı. Tertemiz giyinirdi. Fesini kaplatırdı, fotinini boyatırdı. Yeni ayakkabı alırdı. Bunlardan evvel de hamama gider, temizlenirdi. Ve bayram oldu mu namazdan sonra da bir dakika durmaz bayram tebriği ve ziyaret seferine çıkardı. Şehrin bayram eğlencelerinden bir de tiyatroları, ortaoyunları, meddahları, karagözleri, mevsimine göre değişen mahallerde saz küme fasılları; bağlarda, çayırlarda güreşleri, davullarla zurnaları, Taksim ve Tepebaşı bahçelerinde fevkalade numaralar arz eden orkestralar ve saire idi. Şu da vardı: Bayramdan evvel birçoğu anasının, babasının veya ailesinden ölmüş olanların kabirlerine kadar gider, ziyaret eder, Fatiha okur, dua ederdi. Ve bunların birçoğu yetişmiş evladı varsa, beraberce bu ziyaretleri görür, ölmüşleri unutturmamanın mümaresesini yaptırırdı. Evet.. Maziyi ve aileyi unutturmamaya çalışmak da ayrıca bir bayram olurdu.."
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • Umuda Koşan Derneği
    Togo’da toplumun büyük kısmı her geçen gün temel gıda ürünlerine ulaşmakta dahi zorluklar yaşıyor.

    Destekleriniz ile kardeşlik ayı Ramazan’da erzak ve iftar dağıtımlarımız ile bağlarımızı güçlendirdik ve ihtiyaç sahibi ailelere ulaşarak bereketli bir Ramazan geçirmelerine yardımcı olmak için çalıştık🩷

    #UmudaKosanlar #Ramazan2024 #Ramadan
    Umuda Koşan Derneği Togo’da toplumun büyük kısmı her geçen gün temel gıda ürünlerine ulaşmakta dahi zorluklar yaşıyor. Destekleriniz ile kardeşlik ayı Ramazan’da erzak ve iftar dağıtımlarımız ile bağlarımızı güçlendirdik ve ihtiyaç sahibi ailelere ulaşarak bereketli bir Ramazan geçirmelerine yardımcı olmak için çalıştık🩷 #UmudaKosanlar #Ramazan2024 #Ramadan
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • Kudüs'te teravih

    Peki #Kudüs bizim neyimiz olur

    Bosna'dan M. Yasir Cebeci'nin kaleminden: https://dkp.blob.core.windows.net/dkp-dergi-flippage/Baglar%205/dergi.html (Syf: 23)

    Balkanlar'daki Türk edebiyatının sesi #Bağlar 5. sayısı ile yayında!
    📸 Kudüs'te teravih Peki #Kudüs bizim neyimiz olur❓ 📖 Bosna'dan M. Yasir Cebeci'nin kaleminden: https://dkp.blob.core.windows.net/dkp-dergi-flippage/Baglar%205/dergi.html (Syf: 23) Balkanlar'daki Türk edebiyatının sesi #Bağlar 5. sayısı ile yayında!
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • Cuma Hutbesi: "Dünyayı Barış ve İtidale Çağırıyoruz"

    Muhterem Müslümanlar!

    Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış dini İslam’a girin. Şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”[1]

    Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) namazlarının ardından Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyazda bulunmuştur: “Allah’ım! Sen, Selâm’sın; selam, barış ve esenlik Sendendir. Yücelik ve ikram sahibi olan Allah’ım! Sen ne mübareksin.”[2]

    Aziz Müminler!

    Yüce dinimiz İslam barış ve esenlik dinidir. Allah’ın güzel isimlerinden birisi de “es-Selâm”dır. Rabbimiz, barış ve esenliğin kaynağıdır. Kullarına İslam ile barışın yolunu gösteren O’dur. Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’den itibaren gönderdiği tüm rahmet elçileri aracılığıyla insanlığı barışa davet etmiştir. Zira barışın olmadığı yerde savaş vardır. Savaşın olduğu yerde ise kan, gözyaşı ve sönen ocaklar vardır. Yetim ve öksüz kalan çocuklar, dağılan aileler, yıkılan medeniyetler, kaybolan umutlar vardır.

    Kıymetli Müslümanlar!

    İslam’ı kabul edenlere, barışın teminatı anlamında Müslüman denilmiştir. Müslüman, Rabbimizin “Selâm” isminin dünyadaki temsilcisidir. Müslüman, barıştan yana tavır alan, etrafına güven veren, huzur ve kardeşlik ortamına katkı sunan insandır. Bununla birlikte Müslüman, zulme rıza gösteremez. Zalime asla destek olamaz. Çekilen sıkıntılara, yaşanan acılara duyarsız kalamaz. Tek bir kuruşuyla dahi masumlara sıkılan kurşunların, mazlumlara atılan bombaların destekçisi olanlara katkı sunamaz. İstiklâl Şairimiz, Müslüman’ın bu tavrını şöyle ifade etmektedir:

    Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

    Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

    Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım:

    Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

    Değerli Müminler!

    Dünyamızı yangın yerine çevirmek isteyen siyonist zalimler tarafından, önce Gazze’de şimdi de göçe zorladığı Refah’ta Filistinli masumların, bebeklerin ve kadınların üzerine bombalar yağdırılmaktadır. Anlamı “ferahlık ve esenlik” olan Refah kentinde insan hakları, zulmün ateşinde yakılmaktadır. Annelerinin kokusuna doyamamış yavrular, yavrularının kokusuna doyamamış anneler şehit edilmektedir. Yalnızca bir şehir, bir toprak parçası değil, dünyanın gözü önünde Gazze ve Refah’ta insanlığın izzeti çiğnenmektedir. Can, mal ve namus dokunulmazlığı ayaklar altına alınmaktadır. Mazlumlara gönderilen insani yardımlara dahi engel olunmaktadır. Bununla birlikte zulüm, sadece Gazze ve Refah’ta değil maalesef Doğu Türkistan başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde devam etmektedir.

    Aziz Müminler!

    “Dünyaya barış ve demokrasi getireceğiz” söylemiyle İslam beldelerine ölüm kusan caniler ve onların destekçileri, bu güçlerini ümmet-i Muhammed’in suskunluğundan almaktadır. Ne acıdır ki, ümmetin dağınıklığı zalimlerin pervasızlığını günden güne artırmaktadır. Dünyamız, her zamankinden daha fazla barış ve itidale muhtaçtır. Bunun yolu ise Müslümanların dayanışmalarından ve aralarındaki kardeşlik bağlarını güçlendirmelerinden geçmektedir.

    Öyleyse Değerli Müslümanlar!

    Bu zorlu ve sıkıntılı süreçte görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeye devam edelim. Rabbimizin,وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın.”[3] emrine kulak verelim. Zulmün karşısında tek yürek ve tek ses olalım. Gözü dönmüş cinayet şebekelerine karşı muhabbet ve kardeşliğimizi diri tutalım. Maddi ve manevi desteğimizi kardeşlerimize sunmaya devam edelim. Unutmayalım ki, Allah nurunu tamamlayacak; barış, yeryüzüne yeniden hâkim olacaktır.

    Kıymetli Müslümanlar!

    Erzincan’da göçük altında kalan kardeşlerimizin bir an önce salimen kurtulmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Cenâb-ı Hak, vefat eden kardeşlerimize rahmet eylesin. Ailelerine ve milletimize sabırlar versin. Ülkemizi, milletimizi ve âlem-i İslam’ı her türlü kaza, bela ve musibetten muhafaza buyursun.

    [1] Bakara, 2/208.
    [2] Ebu Davud, Vitr, 25.
    [3] Âl-i İmrân, 3/103.
    Cuma Hutbesi: "Dünyayı Barış ve İtidale Çağırıyoruz" Muhterem Müslümanlar! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış dini İslam’a girin. Şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”[1] Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) namazlarının ardından Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyazda bulunmuştur: “Allah’ım! Sen, Selâm’sın; selam, barış ve esenlik Sendendir. Yücelik ve ikram sahibi olan Allah’ım! Sen ne mübareksin.”[2] Aziz Müminler! Yüce dinimiz İslam barış ve esenlik dinidir. Allah’ın güzel isimlerinden birisi de “es-Selâm”dır. Rabbimiz, barış ve esenliğin kaynağıdır. Kullarına İslam ile barışın yolunu gösteren O’dur. Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’den itibaren gönderdiği tüm rahmet elçileri aracılığıyla insanlığı barışa davet etmiştir. Zira barışın olmadığı yerde savaş vardır. Savaşın olduğu yerde ise kan, gözyaşı ve sönen ocaklar vardır. Yetim ve öksüz kalan çocuklar, dağılan aileler, yıkılan medeniyetler, kaybolan umutlar vardır. Kıymetli Müslümanlar! İslam’ı kabul edenlere, barışın teminatı anlamında Müslüman denilmiştir. Müslüman, Rabbimizin “Selâm” isminin dünyadaki temsilcisidir. Müslüman, barıştan yana tavır alan, etrafına güven veren, huzur ve kardeşlik ortamına katkı sunan insandır. Bununla birlikte Müslüman, zulme rıza gösteremez. Zalime asla destek olamaz. Çekilen sıkıntılara, yaşanan acılara duyarsız kalamaz. Tek bir kuruşuyla dahi masumlara sıkılan kurşunların, mazlumlara atılan bombaların destekçisi olanlara katkı sunamaz. İstiklâl Şairimiz, Müslüman’ın bu tavrını şöyle ifade etmektedir: Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım: Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Değerli Müminler! Dünyamızı yangın yerine çevirmek isteyen siyonist zalimler tarafından, önce Gazze’de şimdi de göçe zorladığı Refah’ta Filistinli masumların, bebeklerin ve kadınların üzerine bombalar yağdırılmaktadır. Anlamı “ferahlık ve esenlik” olan Refah kentinde insan hakları, zulmün ateşinde yakılmaktadır. Annelerinin kokusuna doyamamış yavrular, yavrularının kokusuna doyamamış anneler şehit edilmektedir. Yalnızca bir şehir, bir toprak parçası değil, dünyanın gözü önünde Gazze ve Refah’ta insanlığın izzeti çiğnenmektedir. Can, mal ve namus dokunulmazlığı ayaklar altına alınmaktadır. Mazlumlara gönderilen insani yardımlara dahi engel olunmaktadır. Bununla birlikte zulüm, sadece Gazze ve Refah’ta değil maalesef Doğu Türkistan başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde devam etmektedir. Aziz Müminler! “Dünyaya barış ve demokrasi getireceğiz” söylemiyle İslam beldelerine ölüm kusan caniler ve onların destekçileri, bu güçlerini ümmet-i Muhammed’in suskunluğundan almaktadır. Ne acıdır ki, ümmetin dağınıklığı zalimlerin pervasızlığını günden güne artırmaktadır. Dünyamız, her zamankinden daha fazla barış ve itidale muhtaçtır. Bunun yolu ise Müslümanların dayanışmalarından ve aralarındaki kardeşlik bağlarını güçlendirmelerinden geçmektedir. Öyleyse Değerli Müslümanlar! Bu zorlu ve sıkıntılı süreçte görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeye devam edelim. Rabbimizin,وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın.”[3] emrine kulak verelim. Zulmün karşısında tek yürek ve tek ses olalım. Gözü dönmüş cinayet şebekelerine karşı muhabbet ve kardeşliğimizi diri tutalım. Maddi ve manevi desteğimizi kardeşlerimize sunmaya devam edelim. Unutmayalım ki, Allah nurunu tamamlayacak; barış, yeryüzüne yeniden hâkim olacaktır. Kıymetli Müslümanlar! Erzincan’da göçük altında kalan kardeşlerimizin bir an önce salimen kurtulmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Cenâb-ı Hak, vefat eden kardeşlerimize rahmet eylesin. Ailelerine ve milletimize sabırlar versin. Ülkemizi, milletimizi ve âlem-i İslam’ı her türlü kaza, bela ve musibetten muhafaza buyursun. [1] Bakara, 2/208. [2] Ebu Davud, Vitr, 25. [3] Âl-i İmrân, 3/103.
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • AL SANA ECDAT
    Birazda bunu merak et!

    Araştır ve dilinde pelesenk ettiğin Avrupa'yı titretmek neymiş anla:

    -Parisi tepelemiş

    -Fransa biat etmiş

    -Almanya vilayetidir. 1 subayına bağlıdır

    - Romaya yürür, Roma kapılarında papa diz çöker, neyi var neyi yok verir, af edersin onu, emrine girer.

    -Bir ordun iskandinavyada digeri kafkaslardadır.

    -Iskandinav halkı tanrı diye senin Hakan'ına tapar.

    -Atlas okyanusundan Akdeniz'e, kuzey denizinden Hazar'a, Aral'dan Karadeniz'e kadar senden habersiz kuş uçmaz.

    -İstanbul'da duran Bizans imparatorunu vergiye bağlarsın, vasalın olur, krallarına taç giydirirsin.

    Bütün bunlar 400'lü yıllarda HUN TÜRK devrinde olurken henüz İslamiyet dahi yoktu ve Kavmi necip dediğiniz ar*p taşa tapınıyordu.

    Sen TÜRKSÜN
    Titre ve kendine dön !
    AL SANA ECDAT Birazda bunu merak et! Araştır ve dilinde pelesenk ettiğin Avrupa'yı titretmek neymiş anla: -Parisi tepelemiş -Fransa biat etmiş -Almanya vilayetidir. 1 subayına bağlıdır - Romaya yürür, Roma kapılarında papa diz çöker, neyi var neyi yok verir, af edersin onu, emrine girer. -Bir ordun iskandinavyada digeri kafkaslardadır. -Iskandinav halkı tanrı diye senin Hakan'ına tapar. -Atlas okyanusundan Akdeniz'e, kuzey denizinden Hazar'a, Aral'dan Karadeniz'e kadar senden habersiz kuş uçmaz. -İstanbul'da duran Bizans imparatorunu vergiye bağlarsın, vasalın olur, krallarına taç giydirirsin. Bütün bunlar 400'lü yıllarda HUN TÜRK devrinde olurken henüz İslamiyet dahi yoktu ve Kavmi necip dediğiniz ar*p taşa tapınıyordu. Sen TÜRKSÜN Titre ve kendine dön !
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • AL SANA ECDAT
    Birazda bunu merak et.
    Arap' a benzemiyor diye yok saydığın ecdat.

    Araştır ve dilinde pelesenk ettiğin Avrupayı titretmek neymiş anla:

    -Parisi tepelemiş
    Fransa biat etmiş

    -Almanya vilayetidir. 1 subayına bağlidir

    - Romaya yürür, Roma kapılarında papa diz çöker, neyi var neyi yok verir, af edersin onu, emrine girer.

    - Bir ordun iskandinavyada digeri kafkaslardadır.

    -Iskandinav halki tanri diye senin Hakan'ina tapar.

    - Atlas okyanusundan Akdenize, kuzey denizinden hazara, aral dan karadenize kadar senden habersiz kuş uçmaz.

    - İstanbulda duran Bizans imparatorunu vergiye bağlarsın, vasalin olur, krallarina taç giydirirsin.

    Bütün bunlar 400 lü yıllarda HUN TÜRK devrinde

    Sen Türksün
    Titre ve kendine dön !
    AL SANA ECDAT Birazda bunu merak et. Arap' a benzemiyor diye yok saydığın ecdat. Araştır ve dilinde pelesenk ettiğin Avrupayı titretmek neymiş anla: -Parisi tepelemiş Fransa biat etmiş -Almanya vilayetidir. 1 subayına bağlidir - Romaya yürür, Roma kapılarında papa diz çöker, neyi var neyi yok verir, af edersin onu, emrine girer. - Bir ordun iskandinavyada digeri kafkaslardadır. -Iskandinav halki tanri diye senin Hakan'ina tapar. - Atlas okyanusundan Akdenize, kuzey denizinden hazara, aral dan karadenize kadar senden habersiz kuş uçmaz. - İstanbulda duran Bizans imparatorunu vergiye bağlarsın, vasalin olur, krallarina taç giydirirsin. Bütün bunlar 400 lü yıllarda HUN TÜRK devrinde Sen Türksün Titre ve kendine dön !
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
  • Cuma Hutbesi "Sıla-i Rahim: Rahmet ve Bereket Vesilemiz"

    Muhterem Müslümanlar!

    Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “…Adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının...”[1]

    Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Rızkının bol, ömrünün bereketli olmasını arzu eden, akrabalık bağını devam ettirsin.”[2]

    Aziz Müminler!

    Müminler olarak gözetmemiz gereken önemli değerlerden biri de sıla-i rahimdir. Sıla-i rahim; ailemizle, akrabalarımızla, komşularımızla güzel ilişkiler kurmaktır. Onlarla bağlarımızı koparmamaktır. Sevinçlerini ve hüzünlerini paylaşmaktır. İhtiyaç duydukları anda yardımlarına koşmaktır. Düştükleri vakit ellerinden tutup kaldırmaktır. Birbirimize şefkat, merhamet ve muhabbetle destek olmaktır.

    Kıymetli Müslümanlar!

    Sıla-i rahim, sadece bizimle ilişkilerini devam ettiren akrabalarımızla ilgilenmek, onların ziyaretinde bulunmak değildir. Bununla birlikte sıla-i rahim, aramayanı aramak, gelmeyene gitmek, hal hatır sormayanın halini ve hatırını sormaktır. Nitekim sahabeden biri Peygamberimiz (s.a.s)’e gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Ben akrabalarımla ilişkilerimi sıcak tutmaya, irtibatımı devam ettirmeye çalışıyorum, onlarsa beni arayıp sormuyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar.

    Ben onlara yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba davranıyorlar.” demişti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.s), o sahabeye şöyle buyurmuştu: “Sen böyle davranmaya devam ettiğin sürece Allah’ın yardımı seninledir.”[3]

    Değerli Müminler!

    Teknolojinin baş döndürücü hızla ilerlediği bir dönemde yaşıyoruz. İstediğimiz anda dünyanın diğer ucundaki insanlarla hem sesli hem de görüntülü irtibat kurabiliyoruz. Ancak bütün bu gelişmelerin aksine gün geçtikçe birbirimizden daha da uzaklaşıyor, en yakınımız olan anne babamızı dahi ihmal edebiliyoruz. Her geçen gün kalabalıklar içinde yalnızlaşıyor ve bireyselleşiyoruz. Günümüzde, gözbebeği evlatlarının yolunu gözleyen, yalnızlığa terk edilmiş nice ana-babalar var. Halinin hatırının sorulmasını bekleyen nice akrabalarımız var. Bir nebze olsun dertlerinin paylaşılmasını, gönüllerinin alınmasını dileyen nice yakınlarımız var. Bir selama, içten bir tebessüme, samimiyet ve muhabbete muhtaç nice komşularımız var.

    Aziz Müslümanlar!

    Rahmet vesilesi olan sıla-i rahimi ihmal etmeyelim. Sıla-i rahimin bereketinden kendimizi mahrum bırakmayalım. Anne-babamızın gönlünü hoş tutalım. Akrabalarımızdan samimiyet ve muhabbeti, selamı ve içten bir tebessümü esirgemeyelim. Bayramlarda, düğün ve cenazelerinde onları yalnız bırakmayalım. Çocuklarımız, büyüklere hürmet etmeyi, yakınlarımızı sevindirmeyi bizden öğrensin. Yavrularımız, sevinçlerin paylaşıldıkça arttığını, üzüntülerin paylaşıldıkça azalacağını bizden görsün.

    Hutbemi Allah Resûlü (s.a.s)’in bir hadis-i şerifi ile bitiriyorum: “Sıla-i rahim, Rahmân olan Allah’tan bir bağdır. Kim onunla irtibatını sürdürürse Allah da onunla irtibatını sürdürür; kim de onu koparırsa Allah da o kimseyle ilişkisini koparır.”[4]

    [1] Nisâ, 4/1.
    [2] Buhârî, Edep, 12.
    [3] Müslim, Birr, 22.
    [4] Tirmizî, Birr, 16.
    Cuma Hutbesi "Sıla-i Rahim: Rahmet ve Bereket Vesilemiz" Muhterem Müslümanlar! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “…Adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının...”[1] Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Rızkının bol, ömrünün bereketli olmasını arzu eden, akrabalık bağını devam ettirsin.”[2] Aziz Müminler! Müminler olarak gözetmemiz gereken önemli değerlerden biri de sıla-i rahimdir. Sıla-i rahim; ailemizle, akrabalarımızla, komşularımızla güzel ilişkiler kurmaktır. Onlarla bağlarımızı koparmamaktır. Sevinçlerini ve hüzünlerini paylaşmaktır. İhtiyaç duydukları anda yardımlarına koşmaktır. Düştükleri vakit ellerinden tutup kaldırmaktır. Birbirimize şefkat, merhamet ve muhabbetle destek olmaktır. Kıymetli Müslümanlar! Sıla-i rahim, sadece bizimle ilişkilerini devam ettiren akrabalarımızla ilgilenmek, onların ziyaretinde bulunmak değildir. Bununla birlikte sıla-i rahim, aramayanı aramak, gelmeyene gitmek, hal hatır sormayanın halini ve hatırını sormaktır. Nitekim sahabeden biri Peygamberimiz (s.a.s)’e gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Ben akrabalarımla ilişkilerimi sıcak tutmaya, irtibatımı devam ettirmeye çalışıyorum, onlarsa beni arayıp sormuyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba davranıyorlar.” demişti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.s), o sahabeye şöyle buyurmuştu: “Sen böyle davranmaya devam ettiğin sürece Allah’ın yardımı seninledir.”[3] Değerli Müminler! Teknolojinin baş döndürücü hızla ilerlediği bir dönemde yaşıyoruz. İstediğimiz anda dünyanın diğer ucundaki insanlarla hem sesli hem de görüntülü irtibat kurabiliyoruz. Ancak bütün bu gelişmelerin aksine gün geçtikçe birbirimizden daha da uzaklaşıyor, en yakınımız olan anne babamızı dahi ihmal edebiliyoruz. Her geçen gün kalabalıklar içinde yalnızlaşıyor ve bireyselleşiyoruz. Günümüzde, gözbebeği evlatlarının yolunu gözleyen, yalnızlığa terk edilmiş nice ana-babalar var. Halinin hatırının sorulmasını bekleyen nice akrabalarımız var. Bir nebze olsun dertlerinin paylaşılmasını, gönüllerinin alınmasını dileyen nice yakınlarımız var. Bir selama, içten bir tebessüme, samimiyet ve muhabbete muhtaç nice komşularımız var. Aziz Müslümanlar! Rahmet vesilesi olan sıla-i rahimi ihmal etmeyelim. Sıla-i rahimin bereketinden kendimizi mahrum bırakmayalım. Anne-babamızın gönlünü hoş tutalım. Akrabalarımızdan samimiyet ve muhabbeti, selamı ve içten bir tebessümü esirgemeyelim. Bayramlarda, düğün ve cenazelerinde onları yalnız bırakmayalım. Çocuklarımız, büyüklere hürmet etmeyi, yakınlarımızı sevindirmeyi bizden öğrensin. Yavrularımız, sevinçlerin paylaşıldıkça arttığını, üzüntülerin paylaşıldıkça azalacağını bizden görsün. Hutbemi Allah Resûlü (s.a.s)’in bir hadis-i şerifi ile bitiriyorum: “Sıla-i rahim, Rahmân olan Allah’tan bir bağdır. Kim onunla irtibatını sürdürürse Allah da onunla irtibatını sürdürür; kim de onu koparırsa Allah da o kimseyle ilişkisini koparır.”[4] [1] Nisâ, 4/1. [2] Buhârî, Edep, 12. [3] Müslim, Birr, 22. [4] Tirmizî, Birr, 16.
    0 Σχόλια 0 Μοιράστηκε
Αναζήτηση αποτελεσμάτων