• : Gazze 2025

    #AKSA_TUFANI
    #pazar
    #12DevAdam
    #SumuduSavun

    #MISAK
    🔰: Gazze 2025 #AKSA_TUFANI #pazar #12DevAdam #SumuduSavun #MISAK
    0 Commentaires 0 parts
  • "Vatan bir bütündür bölünemez"
    28 Ocak 1920 târîhinde Osmanlı Meclîs-i Mebûsân'ı tarafından kabûl edilen Misâk-ı Millî'nin 103. yılı kutlu olsun.
    #MisakıMilli
    "Vatan bir bütündür bölünemez" 28 Ocak 1920 târîhinde Osmanlı Meclîs-i Mebûsân'ı tarafından kabûl edilen Misâk-ı Millî'nin 103. yılı kutlu olsun. #MisakıMilli
    0 Commentaires 0 parts
  • LOZAN ANDLAŞMASININ İMZALANMASI; DÖNEN DOLAPLAR VE BEDİÜZ-ZAMAN’IN TEPKİLERİ: 24 TEMMUZ 1923

    1 Lozan Andlaşmasının Kısa Tarihçesi

    Lozan Barış Antlaşması (veya yapıldığı dönem Türkçesi ile Lozan Sulh Muahedename-si), 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmış barış antlaşmasıdır.

    1920 yazına gelindiğinde I. Dünya Savaşı'nın galipleri mağluplar ile hesaplaşmalarını bitirmiş, savaşı kaybeden ülkelere barış antlaşmalarının kabul ettirilmesi süreci tamam-lanmıştı. Osmanlı Devletine bunu kabul ettirmeleri, 10 Ağustos 1920'de Sevr'de gerçekleşti. Üç Türk murahhası Paris'in meşhur banliyösü Sevres'de anlaşmayı imzaladılar. Ankara'da TBMM'nin Sevr Anlaşmasına tepkisi çok sert oldu. Ankara, İstiklal mahkemesi 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan üç kişiyi ve Sadrazam Damat Ferid Paşa'yı idama mahkum etti ve vatan haini ilan etti. Yunanistan dışında Sevr'i hiç bir ülkenin meclislerinde onayla-maması nedeni ile Sevr bir anlaşma taslağı olarak kaldı.

    Onaylanmamış olmasının yanı sıra Anadolu'daki mücadelenin de başarıya ulaşması ve zaferle sonuçlanması neticesinde Sevr hiç bir zaman uygulanamadı.

    TBMM'nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin ardından Mudanya Ateşkes Ant-laşması'nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM Hükümeti'ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Barış şartlarını görüşmek için Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Mustafa Kemal, İsmet Pa-şa'nın katılmasını uygun görmüştür. Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katı-lan İsmet Paşa'nın Lozan'a baştemsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dı-şişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. İtilaf Devletleri Lozan'a İstanbul Hükûmeti'ni de davet ettiler.

    Lozan’da Türkiye’den istenen, İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Curzon’un ifadesiyle şudur:

    Türkiye İslâmî alakasını ve İslâm’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hu-lus birliği etmiş olur. Biz de kendisine dilediğini veririz.

    Dikte edilen bu şartın yeni Ankara yönetimi tarafından kabulü üzerine anlaşmanın im-zalanmasını müteakip İngiltere Avam Kamarasında “Türklerin istiklalini niçin tanıdınız?” diye yükselen itirazlara Lord Curzon şu karşılığı verir:

    İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklar-dır. Zira biz onları ma’neviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.

    Sonrasında Ankara merkezli olarak Türkiye yeni ve çok sıkıntılı bir sürece girer. Lo-zan’da verilen söz çerçevesinde birer birer tatbik sahasına konulan icraatın hedefi şöyle ifa-de edilir: "Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’an’ı imha etmesini intac edecek (ne-tice verecek) bir plan yapalım."

    TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na katılarak Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türki-ye'de bir Ermeni Devleti’nin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazmina-tı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki problemleri (ekonomik, siyasal, hu-kuksal) çözmeyi amaçlamış, Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlana-mazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır.

    20 Kasım 1922'de Lozan görüşmeleri başlamıştır. Osmanlı borçları, Türk - Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağ-lanamamıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emret-miştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gire-ceğini duyurmuştur. Bu ihtimali göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmıştır.

    Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923'te tekrar baş-lamış, 23 Nisan'da başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923'e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. Taraf ülkelerin temsilcileri ara-sında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını ge-rektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923'te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923'te, İtalya tarafından 12 Mart 1924'te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924'te imzalanmıştır. İngiltere'nin anlaşmayı onay-laması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onayladıklarına dair belgeler resmî olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
    Unutmayalım ki, Lozan Antlaşması çerçevesinde Misak-ı Mili sınırları içindeki Musul, Kerkük ve Süleymaniye İngilizlere, Hatay ise Fransızlara bırakıldı. Bunun yanında 12 ada İtalyanlara, İmroz, Bozcaada ve Tavşanlı adaları dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan'a, 1571'den beri Türklere ait olan Kıbrıs ise İngiltere'ye verildi. Halbuki Mustafa Kemal Paşa, ilk defa 1 Mayıs 1920'deki Meclis konuşmasında ve son defa 30 Ocak 1923 tarihli açıklama-sında olmak üzere, çeşitli beyanlarında Musul vilayetini dahil ederek Misak-ı Millî sınırlarını tanımladı: "Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya'dan, Halep ile Katma istas-yonu arasında Carablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor'a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi içine alır."

    Misak-ı Millî Haritası
    LOZAN ANDLAŞMASININ İMZALANMASI; DÖNEN DOLAPLAR VE BEDİÜZ-ZAMAN’IN TEPKİLERİ: 24 TEMMUZ 1923 1 Lozan Andlaşmasının Kısa Tarihçesi Lozan Barış Antlaşması (veya yapıldığı dönem Türkçesi ile Lozan Sulh Muahedename-si), 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmış barış antlaşmasıdır. 1920 yazına gelindiğinde I. Dünya Savaşı'nın galipleri mağluplar ile hesaplaşmalarını bitirmiş, savaşı kaybeden ülkelere barış antlaşmalarının kabul ettirilmesi süreci tamam-lanmıştı. Osmanlı Devletine bunu kabul ettirmeleri, 10 Ağustos 1920'de Sevr'de gerçekleşti. Üç Türk murahhası Paris'in meşhur banliyösü Sevres'de anlaşmayı imzaladılar. Ankara'da TBMM'nin Sevr Anlaşmasına tepkisi çok sert oldu. Ankara, İstiklal mahkemesi 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan üç kişiyi ve Sadrazam Damat Ferid Paşa'yı idama mahkum etti ve vatan haini ilan etti. Yunanistan dışında Sevr'i hiç bir ülkenin meclislerinde onayla-maması nedeni ile Sevr bir anlaşma taslağı olarak kaldı. Onaylanmamış olmasının yanı sıra Anadolu'daki mücadelenin de başarıya ulaşması ve zaferle sonuçlanması neticesinde Sevr hiç bir zaman uygulanamadı. TBMM'nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin ardından Mudanya Ateşkes Ant-laşması'nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM Hükümeti'ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Barış şartlarını görüşmek için Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Mustafa Kemal, İsmet Pa-şa'nın katılmasını uygun görmüştür. Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katı-lan İsmet Paşa'nın Lozan'a baştemsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dı-şişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. İtilaf Devletleri Lozan'a İstanbul Hükûmeti'ni de davet ettiler. Lozan’da Türkiye’den istenen, İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Curzon’un ifadesiyle şudur: Türkiye İslâmî alakasını ve İslâm’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hu-lus birliği etmiş olur. Biz de kendisine dilediğini veririz. Dikte edilen bu şartın yeni Ankara yönetimi tarafından kabulü üzerine anlaşmanın im-zalanmasını müteakip İngiltere Avam Kamarasında “Türklerin istiklalini niçin tanıdınız?” diye yükselen itirazlara Lord Curzon şu karşılığı verir: İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklar-dır. Zira biz onları ma’neviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz. Sonrasında Ankara merkezli olarak Türkiye yeni ve çok sıkıntılı bir sürece girer. Lo-zan’da verilen söz çerçevesinde birer birer tatbik sahasına konulan icraatın hedefi şöyle ifa-de edilir: "Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’an’ı imha etmesini intac edecek (ne-tice verecek) bir plan yapalım." TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na katılarak Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türki-ye'de bir Ermeni Devleti’nin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazmina-tı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki problemleri (ekonomik, siyasal, hu-kuksal) çözmeyi amaçlamış, Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlana-mazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır. 20 Kasım 1922'de Lozan görüşmeleri başlamıştır. Osmanlı borçları, Türk - Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağ-lanamamıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emret-miştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gire-ceğini duyurmuştur. Bu ihtimali göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmıştır. Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923'te tekrar baş-lamış, 23 Nisan'da başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923'e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. Taraf ülkelerin temsilcileri ara-sında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını ge-rektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923'te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923'te, İtalya tarafından 12 Mart 1924'te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924'te imzalanmıştır. İngiltere'nin anlaşmayı onay-laması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onayladıklarına dair belgeler resmî olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Unutmayalım ki, Lozan Antlaşması çerçevesinde Misak-ı Mili sınırları içindeki Musul, Kerkük ve Süleymaniye İngilizlere, Hatay ise Fransızlara bırakıldı. Bunun yanında 12 ada İtalyanlara, İmroz, Bozcaada ve Tavşanlı adaları dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan'a, 1571'den beri Türklere ait olan Kıbrıs ise İngiltere'ye verildi. Halbuki Mustafa Kemal Paşa, ilk defa 1 Mayıs 1920'deki Meclis konuşmasında ve son defa 30 Ocak 1923 tarihli açıklama-sında olmak üzere, çeşitli beyanlarında Musul vilayetini dahil ederek Misak-ı Millî sınırlarını tanımladı: "Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya'dan, Halep ile Katma istas-yonu arasında Carablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor'a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi içine alır." Misak-ı Millî Haritası
    0 Commentaires 0 parts
  • Cuma Hutbesi: “Hicretimiz Rabbimize Olsun”

    Muhterem Müslümanlar!

    Allah Resûlü (s.a.s) Rabbinden aldığı emirle insanları bir olan Allah’a inanmaya ve yalnızca O’na ibadet etmeye davet ediyordu. Ne var ki kulluk bilincinden ve ahlaki erdemlerden yoksun olan Mekkeli müşrikler bu çağrıya kulak vermediler. Müminlere her türlü baskı, zulüm ve işkenceyi reva gördüler. Öyle ki âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in hayatına kastedecek kadar ileri gittiler. Artık Mekke’de İslam’ı özgürce yaşama imkânı kalmamıştı. Bunun üzerine önce sahabe-i kiram sonra da Resûl-i Ekrem (s.a.s) vefâkar insanların şehri Yesrib’e hicret etti.

    Aziz Müminler!

    Hicretle birlikte Yesrib, Medine-i Münevvere’ye dönüştü. Medeniyet güneşi oradan doğdu bütün yeryüzüne. Aydınlanmış şehir oldu Yesrib. Peygamber Mescidi, ilim ve irfan yuvası oldu. Mescid içinde kurulan mektep Suffe’de yetişen ashab ile hem Medine’nin hem de Medine dışındaki belde ve şehirlerin aydınlanma süreci hızlandı. Hak, adalet, sevgi, merhamet ve kardeşlik gibi İslam’ın yüce değerleri oradan yayıldı dünyanın dört bir köşesine.

    Kıymetli Müslümanlar!

    Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ مَا نَهَى اللَّهُ عَنْهُ “Gerçek muhacir, Allah’ın yasakladığı şeyleri terk eden kimsedir.”[1]

    Evet! Hicret sadece bir mekândan diğerine yapılan fiziki bir yolculuk değildir. Zorluk ve sıkıntılardan rahatlık ve kolaylığa bir kaçış asla değildir. Hicret inanç ve idealler uğrunda yeni ufuklara doğru zorlu bir yolculuktur. Hicret, Allah’a imanın, sadakat ve teslimiyetin, sabır ve sebatın göstergesidir. Tevhide sarılıp şirkten kaçınma iradesidir. Batıldan uzaklaşıp hakka ve hakikate yönelmenin nişanesidir. Yardımlaşma ve dayanışmanın, dostluk ve kardeşliğin destanıdır. Muhacir ise nefsinin heva ve arzularının tuzağına düşmeyen, şeytanın aldatmasına kanmayan, ulvi gayeleri, süfli tutkulara feda etmeyendir. Bir ömür helallerle yetinen, haramlardan uzak durandır. Her daim hayra koşan, Hakkın rızasını arayandır.

    Değerli Müminler!

    Yarın yeni bir hicri yıla giriyoruz. Hicretin gerçekleştiği yıl aynı zamanda hicri takvimin de başlangıç yılıdır. O halde geliniz, geçen bir yılın, geride bırakılan bir ömrün muhasebesini yapalım. Allah ile misakımızı, Resûlüllah ile biatımızı yenileyelim. Haramlardan ve günahlardan, helal ve tertemiz bir hayata hicret için bugünü milat kabul edelim.

    Bu vesileyle yeni yılımızı tebrik ediyor, hicrî 1444 senesinin ülkemiz, milletimiz ve İslam âlemi için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum.

    Hutbemi Yüce Rabbimizin şu müjdesiyle bitiriyorum: “İnanan, hicret eden, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katındaki mertebeleri pek büyüktür. Muradına erecek olanlar da onlardır”[2]

    [1] Buhârî, Îmân, 4.
    [2] Tevbe, 9/20.
    Cuma Hutbesi: “Hicretimiz Rabbimize Olsun” Muhterem Müslümanlar! Allah Resûlü (s.a.s) Rabbinden aldığı emirle insanları bir olan Allah’a inanmaya ve yalnızca O’na ibadet etmeye davet ediyordu. Ne var ki kulluk bilincinden ve ahlaki erdemlerden yoksun olan Mekkeli müşrikler bu çağrıya kulak vermediler. Müminlere her türlü baskı, zulüm ve işkenceyi reva gördüler. Öyle ki âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in hayatına kastedecek kadar ileri gittiler. Artık Mekke’de İslam’ı özgürce yaşama imkânı kalmamıştı. Bunun üzerine önce sahabe-i kiram sonra da Resûl-i Ekrem (s.a.s) vefâkar insanların şehri Yesrib’e hicret etti. Aziz Müminler! Hicretle birlikte Yesrib, Medine-i Münevvere’ye dönüştü. Medeniyet güneşi oradan doğdu bütün yeryüzüne. Aydınlanmış şehir oldu Yesrib. Peygamber Mescidi, ilim ve irfan yuvası oldu. Mescid içinde kurulan mektep Suffe’de yetişen ashab ile hem Medine’nin hem de Medine dışındaki belde ve şehirlerin aydınlanma süreci hızlandı. Hak, adalet, sevgi, merhamet ve kardeşlik gibi İslam’ın yüce değerleri oradan yayıldı dünyanın dört bir köşesine. Kıymetli Müslümanlar! Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ مَا نَهَى اللَّهُ عَنْهُ “Gerçek muhacir, Allah’ın yasakladığı şeyleri terk eden kimsedir.”[1] Evet! Hicret sadece bir mekândan diğerine yapılan fiziki bir yolculuk değildir. Zorluk ve sıkıntılardan rahatlık ve kolaylığa bir kaçış asla değildir. Hicret inanç ve idealler uğrunda yeni ufuklara doğru zorlu bir yolculuktur. Hicret, Allah’a imanın, sadakat ve teslimiyetin, sabır ve sebatın göstergesidir. Tevhide sarılıp şirkten kaçınma iradesidir. Batıldan uzaklaşıp hakka ve hakikate yönelmenin nişanesidir. Yardımlaşma ve dayanışmanın, dostluk ve kardeşliğin destanıdır. Muhacir ise nefsinin heva ve arzularının tuzağına düşmeyen, şeytanın aldatmasına kanmayan, ulvi gayeleri, süfli tutkulara feda etmeyendir. Bir ömür helallerle yetinen, haramlardan uzak durandır. Her daim hayra koşan, Hakkın rızasını arayandır. Değerli Müminler! Yarın yeni bir hicri yıla giriyoruz. Hicretin gerçekleştiği yıl aynı zamanda hicri takvimin de başlangıç yılıdır. O halde geliniz, geçen bir yılın, geride bırakılan bir ömrün muhasebesini yapalım. Allah ile misakımızı, Resûlüllah ile biatımızı yenileyelim. Haramlardan ve günahlardan, helal ve tertemiz bir hayata hicret için bugünü milat kabul edelim. Bu vesileyle yeni yılımızı tebrik ediyor, hicrî 1444 senesinin ülkemiz, milletimiz ve İslam âlemi için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum. Hutbemi Yüce Rabbimizin şu müjdesiyle bitiriyorum: “İnanan, hicret eden, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katındaki mertebeleri pek büyüktür. Muradına erecek olanlar da onlardır”[2] [1] Buhârî, Îmân, 4. [2] Tevbe, 9/20.
    1
    0 Commentaires 0 parts