• HZ İSA'NIN URFADAKİ KUTSAL MENDİLİ

    Hz. İsa, Edessa kralı V. Abgar Ukkama’ya gönderdiği mektupta şöyle demiştir:

    “Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine! Ne mutlu, beni görmeden bana inanmış olan sana! Çünkü sana devamlı sağlık bahşedilecektir. Senin yanına gelmem hususunda bana yazdıklarına gelince, bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum herşeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba’ya dönmem gereklidir. Sana ızdıraplarını (hastalıklarını) iyileştirmek, sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirilmemeyi sağlamak üzere havarilerimden birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim. Amin. Efendimiz İsa’nın mektubu.”

    Edessa kralı V. Abgar, Hz. İsa’nın yüzü görünen kutsal mendili (Hagion Mandylion) yüzüne sürerek sağlığına kavuşmuş ve daha sonra bu mendili bir tahtaya gerdirerek, kentin giriş kapısında bir niş içine koydurmuştur. Bu kutsal mendil, yüzyıllarca Hıristiyan sanatında, Ortaçağ’ın Bizans-İslâm ilişkilerinde önemli ve büyük bir rol oynamıştır. Ayrıca bu mektubun nüshaları çoğaltılarak muska şeklinde Urfa’ya gelen ziyaretçilere verilmiştir. Kutsal sayılan mendil, uzun süre saklanır. İslam dini yöreye egemen olunca, kutsal mendil müslümanların eline geçer. Bizanslılarla yapılan bir savaşta, Müslümanların bir kısmı esir düşer. Bizanslılar, esirlerin geri verilmesi için kutsal mendilin kendilerine teslim edilmesini şart koşarlar. Sonunda kutsal mendil verilir ve esirler de geri alınır.

    Mendilin düşürüldüğü kuyu, Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mendilin düşürüldüğü günün her yıldönümünde, geceden oraya gidilir, adaklar adanır, törenler yapılır. Kuyu başına yalın ayak gitme gereğine inanılır. Bu yıldönümü, inanışa göre Paskalya Yortusu’nun 20. günüdür.

    Efsaneye göre, günümüzde İbrahim Peygamber’i ateşe fırlatan mancınıklar olarak bilinen sütunlar, aslında bu kuyu ve mendilin anısına dikilmiş anıtlardır. Birinin altına bitmeyen altın, diğerinin altına ise bitmeyen su hazinesi yerleştirilmiştir. Biri yıkılırsa Urfa suya, diğeri yıkılırsa altına boğulacaktır.
    HZ İSA'NIN URFADAKİ KUTSAL MENDİLİ Hz. İsa, Edessa kralı V. Abgar Ukkama’ya gönderdiği mektupta şöyle demiştir: “Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine! Ne mutlu, beni görmeden bana inanmış olan sana! Çünkü sana devamlı sağlık bahşedilecektir. Senin yanına gelmem hususunda bana yazdıklarına gelince, bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum herşeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba’ya dönmem gereklidir. Sana ızdıraplarını (hastalıklarını) iyileştirmek, sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirilmemeyi sağlamak üzere havarilerimden birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim. Amin. Efendimiz İsa’nın mektubu.” Edessa kralı V. Abgar, Hz. İsa’nın yüzü görünen kutsal mendili (Hagion Mandylion) yüzüne sürerek sağlığına kavuşmuş ve daha sonra bu mendili bir tahtaya gerdirerek, kentin giriş kapısında bir niş içine koydurmuştur. Bu kutsal mendil, yüzyıllarca Hıristiyan sanatında, Ortaçağ’ın Bizans-İslâm ilişkilerinde önemli ve büyük bir rol oynamıştır. Ayrıca bu mektubun nüshaları çoğaltılarak muska şeklinde Urfa’ya gelen ziyaretçilere verilmiştir. Kutsal sayılan mendil, uzun süre saklanır. İslam dini yöreye egemen olunca, kutsal mendil müslümanların eline geçer. Bizanslılarla yapılan bir savaşta, Müslümanların bir kısmı esir düşer. Bizanslılar, esirlerin geri verilmesi için kutsal mendilin kendilerine teslim edilmesini şart koşarlar. Sonunda kutsal mendil verilir ve esirler de geri alınır. Mendilin düşürüldüğü kuyu, Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mendilin düşürüldüğü günün her yıldönümünde, geceden oraya gidilir, adaklar adanır, törenler yapılır. Kuyu başına yalın ayak gitme gereğine inanılır. Bu yıldönümü, inanışa göre Paskalya Yortusu’nun 20. günüdür. Efsaneye göre, günümüzde İbrahim Peygamber’i ateşe fırlatan mancınıklar olarak bilinen sütunlar, aslında bu kuyu ve mendilin anısına dikilmiş anıtlardır. Birinin altına bitmeyen altın, diğerinin altına ise bitmeyen su hazinesi yerleştirilmiştir. Biri yıkılırsa Urfa suya, diğeri yıkılırsa altına boğulacaktır.
    0 Комментарии 0 Поделились
  • URFA’DA DÜNYANIN EN BÜYÜK NEKROPOL ALANINDAKİ BİNLERCE KAYA MEZARINI, MOZAİKLERİ, FRESKLERİ, HEYKEL VE RÖLYEFLERİ NASIL TAHRİP ETTİK..?

    SONRA MİLYARLAR HARCAYARAK SADECE %1’İNİ NASIL AÇIĞA ÇIKARDIK?

    1 nolu Fotoğrafta ön planda görülen Köşk 1796-1876 tarihleri arasında yaşamış, aslen Birecikli Şair ve Mutasavvuf Sakıp Efendi tarafından yaptırılmıştır.

    Geri planda görülen yapı Müslümanlar tarafından Hıdır İlyas Manastırı olarak bilinmektedir. 1644 yılında Urfa’yı ziyaret eden Fransız gezgin Jean-Babtist Tavernier bu yapının M.S 9 Haziran 373 tarihinde [Edessa](https://www.google.com/search?sca_esv=245afc22ddb75264&sxsrf=ACQVn08fa3D_RIxc937GoAIo-2wIJfcPmA%3A1709373253303&q=Edessa&si=AKbGX_oBDfquzodaRrfbb9img4kPQ4fCBZjeqAiaW1svvC8uXle1G5piYHFChBC--c4c5aEeZwg8hovACnLNBna148XdG3ZP6379qU5N-B5oT9m4h80aUGva8BNytoJ5PcVvJmc10kuKqNF_zTqmpEL3OnfMnlW36sKarJ-DjgcIkiL1q0p48vbNLKDJTBy4AublEZG2tmV_&sa=X&ved=2ahUKEwiIwbTMp9WEAxVRQ_EDHZOXC3sQmxMoAHoECEMQAg)’da vefat eden Süryani Aziz Efraim Syrus tarafından yaptırıldığını, Efraim’in mezarının manastır dahilindeki bir mağarada (Kaya Mezarı) olduğunu belirtmiştir. Buradan inşası bilinmeyen yapının 1644 yılında mevcut olduğunu anlıyoruz.

    1844 yılında Urfa’yı ziyaret eden George Percy Badger ise, burada sekiz mağara mezar olduğunu ve bunların iki bölümlü en büyüğünde Aziz Efraim’in yattığını ve Aziz Theodoros’un küllerinin bulunduğunu belirtmiş ve bu mezarın planını yayımlamıştır. (Bakınız: Selahattin Güler., Yabancı Gezginlerin Gözüyle Urfa Bölgesi, ŞURKAV yayını, 2010).

    Bazı kaynaklarda ise manastırın miladi 362/3 yılında vefat eden ve Ermeni Kilisesi'nce aziz sayılan Roma ordusu generallerinden Sarkis Zoravar’a (Surp Sarkis) adandığı belirtilmiştir.

    Bu nedenlerden ötürüdür ki; manastıra Aziz Efraim’den dolayı Süryaniler, Aziz Sarkis’ten dolayı Ermeniler sahip çıkmışlardır.

    Hıdır İlyas Manastırı’nın hangi tarihte yıkıldığı henüz tespit edilmiş değildir. Ancak bugün 80 yaşındakiler bu manastırı görmediklerini söylemektedirler. Buna dayanarak yıkımın 1930’lu yılların başlarında yapıldığı düşünülmektedir. Yıkılan manastırın yerine 1963 yılında Yakup Kalfa İlkokulu yapılmıştır.

    Okul bahçesinin kuzeybatı kesiminde yer alan Aziz Efraim’in kaya mezarı ise 1980’li yıllarda okul bahçesinin genişletilmesi amacıyla yıktırılmıştır.

    MANASTIR ÇEVRESİNDEKİ ARKEOLOJİK SİT ALANI OLMASINA RAĞMEN TAHRİP EDİLİYOR…

    Manastır çevresinİ ve Deyr Yakup Manasırı’na kadar uzayan dağlık alanı kapsayan oldukça geniş bir alanda 2.yüzyıl ve 5.yüzyıl arasındaki dönemi kapsayan, bazıları mozaikli, freskli, rölyefli binlerce kaya mezarı, antik taş ocakları, sarnıçlar, karlıklar, kaya kiliseleri, kaya yerleşimleri bulunmaktaydı.

    Tüm bu alan 1979 yılında korunması gerekli “Arkeolojik Sit Alanı” olarak ilan edilmiştir. Buna rağmen bölgede 1950’li yıllarda başlayan gecekondulaşmanın bir türlü önüne geçilememiştir. Böylece alandaki binlerce kaya mezarı ile içlerinde yer alan mozaik, fresk, heykel ve rölyefler ve diğer kültür varlıkları sit alanında olmalarına rağmen tümüyle tahrip edilmiştir.

    ÖNCE TAHRİP EDİYORUZ, SONRA PARA VERİP AÇIĞA ÇIKARIYORUZ…

    Bu önemli sit alanına yapılmasına göz yumulan kaçak gecekondulara sonraları imar affı çıkarılmıştır. Son yıllarda iş işten geçtikten sonra aklımız başımıza gelmiş, bu sefer Kızılkoyun ve kalenin kuzey, batı ve güney eteklerindeki kaçak gecekondular milyonlarca lira ödenerek yıkılmış, buralardaki kaya mezarları açığa çıkarılarak turizmin hizmetine sunulmuştur.
    URFA’DA DÜNYANIN EN BÜYÜK NEKROPOL ALANINDAKİ BİNLERCE KAYA MEZARINI, MOZAİKLERİ, FRESKLERİ, HEYKEL VE RÖLYEFLERİ NASIL TAHRİP ETTİK..? SONRA MİLYARLAR HARCAYARAK SADECE %1’İNİ NASIL AÇIĞA ÇIKARDIK? 1 nolu Fotoğrafta ön planda görülen Köşk 1796-1876 tarihleri arasında yaşamış, aslen Birecikli Şair ve Mutasavvuf Sakıp Efendi tarafından yaptırılmıştır. Geri planda görülen yapı Müslümanlar tarafından Hıdır İlyas Manastırı olarak bilinmektedir. 1644 yılında Urfa’yı ziyaret eden Fransız gezgin Jean-Babtist Tavernier bu yapının M.S 9 Haziran 373 tarihinde [Edessa](https://www.google.com/search?sca_esv=245afc22ddb75264&sxsrf=ACQVn08fa3D_RIxc937GoAIo-2wIJfcPmA%3A1709373253303&q=Edessa&si=AKbGX_oBDfquzodaRrfbb9img4kPQ4fCBZjeqAiaW1svvC8uXle1G5piYHFChBC--c4c5aEeZwg8hovACnLNBna148XdG3ZP6379qU5N-B5oT9m4h80aUGva8BNytoJ5PcVvJmc10kuKqNF_zTqmpEL3OnfMnlW36sKarJ-DjgcIkiL1q0p48vbNLKDJTBy4AublEZG2tmV_&sa=X&ved=2ahUKEwiIwbTMp9WEAxVRQ_EDHZOXC3sQmxMoAHoECEMQAg)’da vefat eden Süryani Aziz Efraim Syrus tarafından yaptırıldığını, Efraim’in mezarının manastır dahilindeki bir mağarada (Kaya Mezarı) olduğunu belirtmiştir. Buradan inşası bilinmeyen yapının 1644 yılında mevcut olduğunu anlıyoruz. 1844 yılında Urfa’yı ziyaret eden George Percy Badger ise, burada sekiz mağara mezar olduğunu ve bunların iki bölümlü en büyüğünde Aziz Efraim’in yattığını ve Aziz Theodoros’un küllerinin bulunduğunu belirtmiş ve bu mezarın planını yayımlamıştır. (Bakınız: Selahattin Güler., Yabancı Gezginlerin Gözüyle Urfa Bölgesi, ŞURKAV yayını, 2010). Bazı kaynaklarda ise manastırın miladi 362/3 yılında vefat eden ve Ermeni Kilisesi'nce aziz sayılan Roma ordusu generallerinden Sarkis Zoravar’a (Surp Sarkis) adandığı belirtilmiştir. Bu nedenlerden ötürüdür ki; manastıra Aziz Efraim’den dolayı Süryaniler, Aziz Sarkis’ten dolayı Ermeniler sahip çıkmışlardır. Hıdır İlyas Manastırı’nın hangi tarihte yıkıldığı henüz tespit edilmiş değildir. Ancak bugün 80 yaşındakiler bu manastırı görmediklerini söylemektedirler. Buna dayanarak yıkımın 1930’lu yılların başlarında yapıldığı düşünülmektedir. Yıkılan manastırın yerine 1963 yılında Yakup Kalfa İlkokulu yapılmıştır. Okul bahçesinin kuzeybatı kesiminde yer alan Aziz Efraim’in kaya mezarı ise 1980’li yıllarda okul bahçesinin genişletilmesi amacıyla yıktırılmıştır. MANASTIR ÇEVRESİNDEKİ ARKEOLOJİK SİT ALANI OLMASINA RAĞMEN TAHRİP EDİLİYOR… Manastır çevresinİ ve Deyr Yakup Manasırı’na kadar uzayan dağlık alanı kapsayan oldukça geniş bir alanda 2.yüzyıl ve 5.yüzyıl arasındaki dönemi kapsayan, bazıları mozaikli, freskli, rölyefli binlerce kaya mezarı, antik taş ocakları, sarnıçlar, karlıklar, kaya kiliseleri, kaya yerleşimleri bulunmaktaydı. Tüm bu alan 1979 yılında korunması gerekli “Arkeolojik Sit Alanı” olarak ilan edilmiştir. Buna rağmen bölgede 1950’li yıllarda başlayan gecekondulaşmanın bir türlü önüne geçilememiştir. Böylece alandaki binlerce kaya mezarı ile içlerinde yer alan mozaik, fresk, heykel ve rölyefler ve diğer kültür varlıkları sit alanında olmalarına rağmen tümüyle tahrip edilmiştir. ÖNCE TAHRİP EDİYORUZ, SONRA PARA VERİP AÇIĞA ÇIKARIYORUZ… Bu önemli sit alanına yapılmasına göz yumulan kaçak gecekondulara sonraları imar affı çıkarılmıştır. Son yıllarda iş işten geçtikten sonra aklımız başımıza gelmiş, bu sefer Kızılkoyun ve kalenin kuzey, batı ve güney eteklerindeki kaçak gecekondular milyonlarca lira ödenerek yıkılmış, buralardaki kaya mezarları açığa çıkarılarak turizmin hizmetine sunulmuştur.
    0 Комментарии 0 Поделились
  • Şanlıurfa’nın 8000 yıl öncesine kadar uzanan zengin bir tarihi bulunmaktadır. Hazret-i Âdem ile Havva'nın bir müddet Urfa'da kaldığı da rivâyet edilir. Arap târihçileri, Tufan dan sonra hazret-i Nûh tarafından kurulan 18 şehirden birinin de Urfa olduğunu yazar.
    Yine bir rivayete göre de eski Yunanlılar, Enoch'un Enoch-Hermes-İdris Peygamber-Uhnud, bu dört ismin aynı kimse olduğu kabul edilmektedir insanlara şehirler kurmayı öğrettiğini ve onun devrinde 180 şehir kurulduğunu, bunların en küçüğünün Urhai veya diğer bir okunuşla Orhay yani Urfa olduğu söylenilmektedir. Urfa’ya Araplar Urhai ve El-Ruha, Selevkoslar Edessa adını vermişlerdir. M.Ö II. yıllarında Hitit tabletlerinde Ursu, Asur tabletlerinde Ruhua olarak geçen bölge Türklerin hakmiyetine geçişinden sonra Urfa biçimine dönüştürülmüştür
    Şanlıurfa’nın 8000 yıl öncesine kadar uzanan zengin bir tarihi bulunmaktadır. Hazret-i Âdem ile Havva'nın bir müddet Urfa'da kaldığı da rivâyet edilir. Arap târihçileri, Tufan dan sonra hazret-i Nûh tarafından kurulan 18 şehirden birinin de Urfa olduğunu yazar. Yine bir rivayete göre de eski Yunanlılar, Enoch'un Enoch-Hermes-İdris Peygamber-Uhnud, bu dört ismin aynı kimse olduğu kabul edilmektedir insanlara şehirler kurmayı öğrettiğini ve onun devrinde 180 şehir kurulduğunu, bunların en küçüğünün Urhai veya diğer bir okunuşla Orhay yani Urfa olduğu söylenilmektedir. Urfa’ya Araplar Urhai ve El-Ruha, Selevkoslar Edessa adını vermişlerdir. M.Ö II. yıllarında Hitit tabletlerinde Ursu, Asur tabletlerinde Ruhua olarak geçen bölge Türklerin hakmiyetine geçişinden sonra Urfa biçimine dönüştürülmüştür
    0 Комментарии 0 Поделились
  • Hz. İbrahim makam-ı Halil-ür Rahmân Gölü mübarek yer Urfa Türkiye
    #balıklıgöl #hzibrahim
    #Urfa #Şanlıurfa #Göbeklitepe #Edessa #Ruha
    #Mesopotamia #Mezopotamya #Anadolu
    Selam News Türkiye
    Hz. İbrahim makam-ı Halil-ür Rahmân Gölü mübarek yer ❤️🌹Urfa Türkiye #balıklıgöl #hzibrahim #Urfa #Şanlıurfa #Göbeklitepe #Edessa #Ruha #Mesopotamia #Mezopotamya #Anadolu ☪️ Selam News 🇹🇷 Türkiye
    0 Комментарии 0 Поделились 32
  • BAŞRAHİBE EGERİA URFA VE HARRAN’I ANLATIYOR
    İspanyalı başrahibe 380’li yıllarda Kutsal Topraklara (İsrail-Filistin) Hac ziyareti esnasında Urfa’ya geldiğinde şehir Edessa adını taşıyordu ve bölge Roma İmparatorluğu hâkimiyetinde idi. Egeria notlarında şehri şöyle anlatır:
    “Edessa şehrine geldik ve derhal kiliseye ve Aziz Tomas’ın Şehitliği’ne gittik. Orada geleneğe göre dualar edildi, kutsal yerlerde geleneksel olarak yapılan diğer şeyler yerine getirildi; ayrıca Aziz Tomas ile ilgili bazı şeyler okuduk. Oradaki kilise oldukça büyük, çok güzel, yeni yapılmış ve Tanrı’nın evi olmasına değecek bir yerdi. Bu şehirde görmek istediğim o kadar çok şey vardı ki orada üç gün geçirmek zorunda kaldım. Bu şehirde keşişlerle beraber birçok anıt mezar gördük. Bu keşişlerin bazıları anıt mezarların arasında yaşarken diğerlerinin şehirden uzakta daha tecrit edilmiş hücreleri vardı. Gerçekten dindar bir kişi hem keşiş hem de itirafçı olan şehrin piskoposu beni içtenlikle karşıladı ve şehri gezmeme yardımcı oldu. Bizi ilk olarak inciden yapılmış gibi parlayan ve ona çok benzediğini söyledikleri onun büyük bir mermer heykelini gösterdiği yere Kral Abgar’ın sarayına götürdü. Kral Abgar’ın yüzünden çok bilge ve itibarlı biri olduğu anlaşılıyordu. Yakınında onun oğlu Ma‘nu olduğunu söylediği aynı mermerden yapılmış başka bir heykel daha vardı. Bu heykelin de yüzünde merhamete benzer bir şey vardı. Daha sonra sarayın iç bölümüne girdik ve daha önce hiç görmediğim şekilde büyük, oldukça parlak ve tadı çok lezzetli olan balıklarla dolu havuzları gördük. Saraydan çıkan gümüşten bir çaya benzeyen su dışında şehrin hiç su kaynağı yoktu.
    Edessa’da üç gün geçirdikten sonra Harran’a gitmeyi gerekli gördüm. Kutsal metinde Hz. İbrahim’in yaşadığı yer Harran olarak geçiyor. Tevrat’ın Yaratılış bölümünde yazıldığı gibi Tanrı İbrahim’e şöyle dedi: ‘Ülkeni ve babanın evini bırak, Harran’a git.’ Harran’a vardığımda hemen şehrin içindeki kiliseye gittim. Az sonra gerçekten Tanrı dostu hem keşiş hem de itirafçı bir papaz olan buranın piskoposunu gördüm. Kendisi görmek istediğimiz bütün yerleri bize gösterme zahmetinde bulundu. Bir keresinde bizi şehrin dışında Hz.İbrahim’in evinin olduğu yerde bulunan kiliseye götürdü. Kilise aynı temeller üzerine oturmaktaydı. Piskoposun söylediğine göre kilise aynı taştan inşa edilmişti. Kiliseye girdiğimizde dua edildi, Yaratılış’tan bir bölüm okundu, bir mezmur söylendi ve ikinci bir dua daha yapıldıktan sonra piskopos bizi kutsadı ve dışarı çıktık. Daha sonra bizi Azize Rebeka’nın su çektiği kuyuya (şimdi Yakup Kuyusu) götürme nezaketinde bulundu ve piskopos bize şöyle dedi: ‘Bakın, burası Azize Rebeka’nın İbrahim’in kâhyası Eliezer’in develeri için su çektiği kuyudur.’ Böylece, Harran’da görmemiz gereken her şeyi gösterme zahmetinde bulundu.
    Şehrin dışında, bir zamanlar Hz. İbrahim’in evinin olduğu yerdeki kilisede, Helpidius isimli bir keşişin anıt mezarı yer alıyor. Aziz Helpidius’un şehit edildiği 23 Nisan’daki anılmasının arifesinde orada olmamız çok hoş oldu. O gün, Mezopotamya’nın tüm bölgelerinden ve sınırlarından bütün keşişlerin hatta münzevi hayat süren kendilerine zahit denilen keşişlerin bile Harran’a gelmesi zorunluydu. Evinin üstünde şimdi bir kilisenin olduğu ve kilisenin içinde de bir din şehidinin yattığı Hz. İbrahim’in anısı münasebetiyle anma günü orada oldukça ciddi bir biçimde kutlanıyor. Kutlama gününden sonra her biri kendi hücresine dönmek üzere oyalanmadan gece çöllere düştüğünden görünürde bir keşiş bile yoktu. Şehirde yaşayanların hepsi paganmış gibi birkaç din adamı ve keşiş dışında nadiren Hıristiyan görebildim.
    Bizim Hz. İbrahim’in ilkin evi olan yere onun anısına saygıyla baktığımız gibi benzer bir tavırla, paganlar da şehre yaklaşık bir mil (1,6 km) kadar uzaklıktaki (Hz. İbrahim’in kardeşi) Nahor ve oğlu Betu‘el’in anıt mezarlarının olduğu yere büyük bir saygıyla bakıyorlar.
    Orada iki gün geçirdikten sonra piskopos, Hz. Yakup’un Azize Rahel’in sürülerine su verdiği kuyuya götürdü. Kuyu Harran’dan 6 mil (10 km) uzaklıkta ve bunun şerefine yanına çok büyük ve güzel bir kilise inşa edilmiş. Ayrıca, Hz. Yakup’un kuyunun ağzından yuvarladığı kuyunun yanında duran bugün de görülebilen büyük taşı da gördük. Kilisenin din adamları dışında kuyu çevresinde kimse yaşamıyor, yakınında piskoposun bize bahsettiği gerçekten duyulmamış bir şekilde yaşam süren keşişlerin hücreleri var.
    Kuyudan yaklaşık 500 adım uzaklıkta geniş bir düzlükte yer alan kasaba piskopos tarafından bana gösterildi. Piskoposun söylediği gibi bir zamanlar Hz. Yakub’un dayısı ve kayınpederi olan Laban’ın çiftliği olan bu kasaba Fadana (Tell Fiddan. Şimdi köyün adı Yukarı Beydaş) ismini taşıyordu ve kasabanın içinde Laban’ın anıt mezarı da bana gösterildi.
    Selahattin Güler paylaşımı
    BAŞRAHİBE EGERİA URFA VE HARRAN’I ANLATIYOR İspanyalı başrahibe 380’li yıllarda Kutsal Topraklara (İsrail-Filistin) Hac ziyareti esnasında Urfa’ya geldiğinde şehir Edessa adını taşıyordu ve bölge Roma İmparatorluğu hâkimiyetinde idi. Egeria notlarında şehri şöyle anlatır: “Edessa şehrine geldik ve derhal kiliseye ve Aziz Tomas’ın Şehitliği’ne gittik. Orada geleneğe göre dualar edildi, kutsal yerlerde geleneksel olarak yapılan diğer şeyler yerine getirildi; ayrıca Aziz Tomas ile ilgili bazı şeyler okuduk. Oradaki kilise oldukça büyük, çok güzel, yeni yapılmış ve Tanrı’nın evi olmasına değecek bir yerdi. Bu şehirde görmek istediğim o kadar çok şey vardı ki orada üç gün geçirmek zorunda kaldım. Bu şehirde keşişlerle beraber birçok anıt mezar gördük. Bu keşişlerin bazıları anıt mezarların arasında yaşarken diğerlerinin şehirden uzakta daha tecrit edilmiş hücreleri vardı. Gerçekten dindar bir kişi hem keşiş hem de itirafçı olan şehrin piskoposu beni içtenlikle karşıladı ve şehri gezmeme yardımcı oldu. Bizi ilk olarak inciden yapılmış gibi parlayan ve ona çok benzediğini söyledikleri onun büyük bir mermer heykelini gösterdiği yere Kral Abgar’ın sarayına götürdü. Kral Abgar’ın yüzünden çok bilge ve itibarlı biri olduğu anlaşılıyordu. Yakınında onun oğlu Ma‘nu olduğunu söylediği aynı mermerden yapılmış başka bir heykel daha vardı. Bu heykelin de yüzünde merhamete benzer bir şey vardı. Daha sonra sarayın iç bölümüne girdik ve daha önce hiç görmediğim şekilde büyük, oldukça parlak ve tadı çok lezzetli olan balıklarla dolu havuzları gördük. Saraydan çıkan gümüşten bir çaya benzeyen su dışında şehrin hiç su kaynağı yoktu. Edessa’da üç gün geçirdikten sonra Harran’a gitmeyi gerekli gördüm. Kutsal metinde Hz. İbrahim’in yaşadığı yer Harran olarak geçiyor. Tevrat’ın Yaratılış bölümünde yazıldığı gibi Tanrı İbrahim’e şöyle dedi: ‘Ülkeni ve babanın evini bırak, Harran’a git.’ Harran’a vardığımda hemen şehrin içindeki kiliseye gittim. Az sonra gerçekten Tanrı dostu hem keşiş hem de itirafçı bir papaz olan buranın piskoposunu gördüm. Kendisi görmek istediğimiz bütün yerleri bize gösterme zahmetinde bulundu. Bir keresinde bizi şehrin dışında Hz.İbrahim’in evinin olduğu yerde bulunan kiliseye götürdü. Kilise aynı temeller üzerine oturmaktaydı. Piskoposun söylediğine göre kilise aynı taştan inşa edilmişti. Kiliseye girdiğimizde dua edildi, Yaratılış’tan bir bölüm okundu, bir mezmur söylendi ve ikinci bir dua daha yapıldıktan sonra piskopos bizi kutsadı ve dışarı çıktık. Daha sonra bizi Azize Rebeka’nın su çektiği kuyuya (şimdi Yakup Kuyusu) götürme nezaketinde bulundu ve piskopos bize şöyle dedi: ‘Bakın, burası Azize Rebeka’nın İbrahim’in kâhyası Eliezer’in develeri için su çektiği kuyudur.’ Böylece, Harran’da görmemiz gereken her şeyi gösterme zahmetinde bulundu. Şehrin dışında, bir zamanlar Hz. İbrahim’in evinin olduğu yerdeki kilisede, Helpidius isimli bir keşişin anıt mezarı yer alıyor. Aziz Helpidius’un şehit edildiği 23 Nisan’daki anılmasının arifesinde orada olmamız çok hoş oldu. O gün, Mezopotamya’nın tüm bölgelerinden ve sınırlarından bütün keşişlerin hatta münzevi hayat süren kendilerine zahit denilen keşişlerin bile Harran’a gelmesi zorunluydu. Evinin üstünde şimdi bir kilisenin olduğu ve kilisenin içinde de bir din şehidinin yattığı Hz. İbrahim’in anısı münasebetiyle anma günü orada oldukça ciddi bir biçimde kutlanıyor. Kutlama gününden sonra her biri kendi hücresine dönmek üzere oyalanmadan gece çöllere düştüğünden görünürde bir keşiş bile yoktu. Şehirde yaşayanların hepsi paganmış gibi birkaç din adamı ve keşiş dışında nadiren Hıristiyan görebildim. Bizim Hz. İbrahim’in ilkin evi olan yere onun anısına saygıyla baktığımız gibi benzer bir tavırla, paganlar da şehre yaklaşık bir mil (1,6 km) kadar uzaklıktaki (Hz. İbrahim’in kardeşi) Nahor ve oğlu Betu‘el’in anıt mezarlarının olduğu yere büyük bir saygıyla bakıyorlar. Orada iki gün geçirdikten sonra piskopos, Hz. Yakup’un Azize Rahel’in sürülerine su verdiği kuyuya götürdü. Kuyu Harran’dan 6 mil (10 km) uzaklıkta ve bunun şerefine yanına çok büyük ve güzel bir kilise inşa edilmiş. Ayrıca, Hz. Yakup’un kuyunun ağzından yuvarladığı kuyunun yanında duran bugün de görülebilen büyük taşı da gördük. Kilisenin din adamları dışında kuyu çevresinde kimse yaşamıyor, yakınında piskoposun bize bahsettiği gerçekten duyulmamış bir şekilde yaşam süren keşişlerin hücreleri var. Kuyudan yaklaşık 500 adım uzaklıkta geniş bir düzlükte yer alan kasaba piskopos tarafından bana gösterildi. Piskoposun söylediği gibi bir zamanlar Hz. Yakub’un dayısı ve kayınpederi olan Laban’ın çiftliği olan bu kasaba Fadana (Tell Fiddan. Şimdi köyün adı Yukarı Beydaş) ismini taşıyordu ve kasabanın içinde Laban’ın anıt mezarı da bana gösterildi. Selahattin Güler paylaşımı
    0 Комментарии 0 Поделились
  • HARRAN KAPlSI. Şanlıurfa'nın günümüze ulaşan en eski kapısı.
    "Bab el-Harran" olarak da bilinen kapının güneye bakan yüzünde, sağda, V. yüzyılın başlarına ait Grekçe yazıt par­ çaları gözüken duvar kalıntıları mevcuttur. Beş satırdan olu­şan yazıtın az bir kısmı okunabilmiş olup tercümesi şöyledir:
    "....... Roma tarafından ...... kuvvet ...... imparator1ar ve krallar ....... yılında ......"
    Kapının kuzeye bakan cephesinde ise, oldukça uzun bir Arapça kitabe dikkati çeker. Kitabede tarih verilmemiştir. Kitabenin günümüz diliyle karşılığı şudur:
    " Efendimiz, sultan, melik, muzaffer, alim, adaletli, desteklenmiş ve muzaffer olan, din ve dünyanın yıldızı, fetih­lerin babası, Şah Gazi b. Sultan Melik, adaletli, Allah'ın rah­metine muhtaç olan Ebu Bekir b. Eyyub'un vilayette yaptır­dığı imaretlerden. Devleti muzaffer olan, adaletli eş-Şibli'dir."
    Kitabeden anladığımıza göre; bu bölüm yani kitabenin bulunduğu Harran Kapısının kuzey cephesi, EyyCıbi sultan­larından el- Melik'ül Muzaffer Şah(abeddin) Gazi EbCıbekr b. Eyyub tarafından yaptırılmıştır.
    Şahabeddin Gazi, ei-Melik'ül Adil tarafından 1218 yılın­da Urfa ve Suruç valiliğine getirilmiş ve bu görevde 1 222 yılı­na kadar kalmıştır. 1220-1244 yılları arasında ise, Meyyafârıkin(Silvan)
    Eyyyübi sultanlığını yapmıştır. Arapça kitabe­ de "Sultan" ve "Malik" lakaplarının geçmesine dayanarak,yu­ karıda bahsedilen kapı inşasının Şah(abeddin) Gazi'nin, Meyyafarıkln (Silvan) sultanlığı döneminde yapılmış olduğu tahmin edilebilir.
    Kitabenin alt bölümlerinde, girişin sağ ve sol üst kısım­ larında, boyunlarından zincirli birer aslanı tutan bir kişiyi gösteren kabartma rölyef bulunur. 1927 Urfa Salnamesi'nin verdiği bilgiye göre, bu rölyeflerin yanında (aslında biraz alt­ larında olması gerek) Türkçede "Mülk, tek ve kahredici olan Allah'ındır." anlamına gelen Arapça birer yazı da mevcuttur.

    Kaynakça: J.B.Segal.1970. Edessa 'The Blessed City", Oxford, s.220 n.2; M.Karakaş.1986. Şanlıurfa KitAbeleri, Dal Yayıncılık, Ş.Urfa: 73; ibn-ül Esir.1 987. el-KAmil fit-TArih Tercümesi, tere. A.Ağırakça-A.Özaydın, istanbul, XII:, s. 310, 358; Anonim.1927.Urfa Hakkında TabiT, Coljratl, lçtimAT, lktisAdT, Tarihi, Müii<J Ma'lumAtı CAmr SalnAme 1927, istanbul, s.70.
    HARRAN KAPlSI. Şanlıurfa'nın günümüze ulaşan en eski kapısı. "Bab el-Harran" olarak da bilinen kapının güneye bakan yüzünde, sağda, V. yüzyılın başlarına ait Grekçe yazıt par­ çaları gözüken duvar kalıntıları mevcuttur. Beş satırdan olu­şan yazıtın az bir kısmı okunabilmiş olup tercümesi şöyledir: "....... Roma tarafından ...... kuvvet ...... imparator1ar ve krallar ....... yılında ......" Kapının kuzeye bakan cephesinde ise, oldukça uzun bir Arapça kitabe dikkati çeker. Kitabede tarih verilmemiştir. Kitabenin günümüz diliyle karşılığı şudur: " Efendimiz, sultan, melik, muzaffer, alim, adaletli, desteklenmiş ve muzaffer olan, din ve dünyanın yıldızı, fetih­lerin babası, Şah Gazi b. Sultan Melik, adaletli, Allah'ın rah­metine muhtaç olan Ebu Bekir b. Eyyub'un vilayette yaptır­dığı imaretlerden. Devleti muzaffer olan, adaletli eş-Şibli'dir." Kitabeden anladığımıza göre; bu bölüm yani kitabenin bulunduğu Harran Kapısının kuzey cephesi, EyyCıbi sultan­larından el- Melik'ül Muzaffer Şah(abeddin) Gazi EbCıbekr b. Eyyub tarafından yaptırılmıştır. Şahabeddin Gazi, ei-Melik'ül Adil tarafından 1218 yılın­da Urfa ve Suruç valiliğine getirilmiş ve bu görevde 1 222 yılı­na kadar kalmıştır. 1220-1244 yılları arasında ise, Meyyafârıkin(Silvan) Eyyyübi sultanlığını yapmıştır. Arapça kitabe­ de "Sultan" ve "Malik" lakaplarının geçmesine dayanarak,yu­ karıda bahsedilen kapı inşasının Şah(abeddin) Gazi'nin, Meyyafarıkln (Silvan) sultanlığı döneminde yapılmış olduğu tahmin edilebilir. Kitabenin alt bölümlerinde, girişin sağ ve sol üst kısım­ larında, boyunlarından zincirli birer aslanı tutan bir kişiyi gösteren kabartma rölyef bulunur. 1927 Urfa Salnamesi'nin verdiği bilgiye göre, bu rölyeflerin yanında (aslında biraz alt­ larında olması gerek) Türkçede "Mülk, tek ve kahredici olan Allah'ındır." anlamına gelen Arapça birer yazı da mevcuttur. Kaynakça: J.B.Segal.1970. Edessa 'The Blessed City", Oxford, s.220 n.2; M.Karakaş.1986. Şanlıurfa KitAbeleri, Dal Yayıncılık, Ş.Urfa: 73; ibn-ül Esir.1 987. el-KAmil fit-TArih Tercümesi, tere. A.Ağırakça-A.Özaydın, istanbul, XII:, s. 310, 358; Anonim.1927.Urfa Hakkında TabiT, Coljratl, lçtimAT, lktisAdT, Tarihi, Müii<J Ma'lumAtı CAmr SalnAme 1927, istanbul, s.70.
    0 Комментарии 0 Поделились
  • HZ İSA'NIN URFADAKİ KUTSAL MENDİLİ

    Hz. İsa, Edessa kralı V. Abgar Ukkama’ya gönderdiği mektupta şöyle demiştir:

    “Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine! Ne mutlu, beni görmeden bana inanmış olan sana! Çünkü sana devamlı sağlık bahşedilecektir. Senin yanına gelmem hususunda bana yazdıklarına gelince, bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum herşeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba’ya dönmem gereklidir. Sana ızdıraplarını (hastalıklarını) iyileştirmek, sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirilmemeyi sağlamak üzere havarilerimden birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim. Amin. Efendimiz İsa’nın mektubu.”

    Edessa kralı V. Abgar, Hz. İsa’nın yüzü görünen kutsal mendili (Hagion Mandylion) yüzüne sürerek sağlığına kavuşmuş ve daha sonra bu mendili bir tahtaya gerdirerek, kentin giriş kapısında bir niş içine koydurmuştur. Bu kutsal mendil, yüzyıllarca Hıristiyan sanatında, Ortaçağ’ın Bizans-İslâm ilişkilerinde önemli ve büyük bir rol oynamıştır. Ayrıca bu mektubun nüshaları çoğaltılarak muska şeklinde Urfa’ya gelen ziyaretçilere verilmiştir. Kutsal sayılan mendil, uzun süre saklanır. İslam dini yöreye egemen olunca, kutsal mendil müslümanların eline geçer. Bizanslılarla yapılan bir savaşta, Müslümanların bir kısmı esir düşer. Bizanslılar, esirlerin geri verilmesi için kutsal mendilin kendilerine teslim edilmesini şart koşarlar. Sonunda kutsal mendil verilir ve esirler de geri alınır.

    Mendilin düşürüldüğü kuyu, Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mendilin düşürüldüğü günün her yıldönümünde, geceden oraya gidilir, adaklar adanır, törenler yapılır. Kuyu başına yalın ayak gitme gereğine inanılır. Bu yıldönümü, inanışa göre Paskalya Yortusu’nun 20. günüdür.

    Efsaneye göre, günümüzde İbrahim Peygamber’i ateşe fırlatan mancınıklar olarak bilinen sütunlar, aslında bu kuyu ve mendilin anısına dikilmiş anıtlardır. Birinin altına bitmeyen altın, diğerinin altına ise bitmeyen su hazinesi yerleştirilmiştir. Biri yıkılırsa Urfa suya, diğeri yıkılırsa altına boğulacaktır.
    HZ İSA'NIN URFADAKİ KUTSAL MENDİLİ Hz. İsa, Edessa kralı V. Abgar Ukkama’ya gönderdiği mektupta şöyle demiştir: “Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine! Ne mutlu, beni görmeden bana inanmış olan sana! Çünkü sana devamlı sağlık bahşedilecektir. Senin yanına gelmem hususunda bana yazdıklarına gelince, bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum herşeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba’ya dönmem gereklidir. Sana ızdıraplarını (hastalıklarını) iyileştirmek, sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirilmemeyi sağlamak üzere havarilerimden birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim. Amin. Efendimiz İsa’nın mektubu.” Edessa kralı V. Abgar, Hz. İsa’nın yüzü görünen kutsal mendili (Hagion Mandylion) yüzüne sürerek sağlığına kavuşmuş ve daha sonra bu mendili bir tahtaya gerdirerek, kentin giriş kapısında bir niş içine koydurmuştur. Bu kutsal mendil, yüzyıllarca Hıristiyan sanatında, Ortaçağ’ın Bizans-İslâm ilişkilerinde önemli ve büyük bir rol oynamıştır. Ayrıca bu mektubun nüshaları çoğaltılarak muska şeklinde Urfa’ya gelen ziyaretçilere verilmiştir. Kutsal sayılan mendil, uzun süre saklanır. İslam dini yöreye egemen olunca, kutsal mendil müslümanların eline geçer. Bizanslılarla yapılan bir savaşta, Müslümanların bir kısmı esir düşer. Bizanslılar, esirlerin geri verilmesi için kutsal mendilin kendilerine teslim edilmesini şart koşarlar. Sonunda kutsal mendil verilir ve esirler de geri alınır. Mendilin düşürüldüğü kuyu, Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mendilin düşürüldüğü günün her yıldönümünde, geceden oraya gidilir, adaklar adanır, törenler yapılır. Kuyu başına yalın ayak gitme gereğine inanılır. Bu yıldönümü, inanışa göre Paskalya Yortusu’nun 20. günüdür. Efsaneye göre, günümüzde İbrahim Peygamber’i ateşe fırlatan mancınıklar olarak bilinen sütunlar, aslında bu kuyu ve mendilin anısına dikilmiş anıtlardır. Birinin altına bitmeyen altın, diğerinin altına ise bitmeyen su hazinesi yerleştirilmiştir. Biri yıkılırsa Urfa suya, diğeri yıkılırsa altına boğulacaktır.
    0 Комментарии 0 Поделились
  • Edessa krallığı döneminde Urfa Türkiye
    Mozaiğe işlenen ilk Hz.İsa Portresi
    Foto: Urfa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Arşivi
    Edessa krallığı döneminde Urfa Türkiye Mozaiğe işlenen ilk Hz.İsa Portresi Foto: Urfa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Arşivi
    0 Комментарии 0 Поделились
  • Urfa Kalesinde bulunan iki Mancınık...
    Bu mancınıklar her ne kadar Hz. İbrihim ile ilişkilendirilse de aslında bir aşkın ve sevginin anısına dikilen anıtlar olduğunu biliyor muydunuz?
    M.S 232 yıllarda buraya dikilmişlerdir.
    Bunu nereden biliyoruz, mancınıkların üzerinde bulunan Süryanice yazıttan
    "Ben Aftuhayım, bu anıtları ve üzerindeki heykellri, Kralım efendim Menonu Kızı Şalmet için diktim" yazıyor...
    Merkezi Edessa(Urfa) olan ve çevrsinde mardin Adıyaman, Antep, Diyarbakırın bir kısmı, Rakka kentini kapsayan yerel bir krallık...
    Dönemin iki güçlü imparatorlukları olan Roma ve Pers arasında kalan bir krallık..
    bazen Pers bazende Romaya bağlanan zaman zaman bağımsızlığını koruyan kırallık...
    M.Ö 132 ile M.S 244 yılları arasında hüküm sürmüştür...
    Kralları Unvanları tıpkı Japon imparatorlarında olduğu gibi "Güneşin Oğlu" idi...
    (ARE) Urfa/Mesopotamia/Turkey....
    Urfa Kalesinde bulunan iki Mancınık... Bu mancınıklar her ne kadar Hz. İbrihim ile ilişkilendirilse de aslında bir aşkın ve sevginin anısına dikilen anıtlar olduğunu biliyor muydunuz? M.S 232 yıllarda buraya dikilmişlerdir. Bunu nereden biliyoruz, mancınıkların üzerinde bulunan Süryanice yazıttan "Ben Aftuhayım, bu anıtları ve üzerindeki heykellri, Kralım efendim Menonu Kızı Şalmet için diktim" yazıyor... Merkezi Edessa(Urfa) olan ve çevrsinde mardin Adıyaman, Antep, Diyarbakırın bir kısmı, Rakka kentini kapsayan yerel bir krallık... Dönemin iki güçlü imparatorlukları olan Roma ve Pers arasında kalan bir krallık.. bazen Pers bazende Romaya bağlanan zaman zaman bağımsızlığını koruyan kırallık... M.Ö 132 ile M.S 244 yılları arasında hüküm sürmüştür... Kralları Unvanları tıpkı Japon imparatorlarında olduğu gibi "Güneşin Oğlu" idi... (ARE) Urfa/Mesopotamia/Turkey....
    0 Комментарии 0 Поделились
  • II. Yüzyılda yaşayan URFALI Filozof, Şair ve Müzisyen Bardaysan
    Bardaysan'ın "Ülkelerin Kanunları Kitabı"ndan bir örnek:
    "Eğer sen, daha yaşlı insanlardan faydalı birşey öğrenmek istiyorsan........, ama (sen) öğrenmeyi (istiyorsan) onlardan birşey istemek sana fayda sağlamaz, ama onu istediğine dair ne kadar istekli ve arzulu olduğunu onlara inandırmak zorundasın
    .......... ne istediğini sormayı bilmek güzel bir şeydir.
    İnsanlar yapmaya muktedir oldukları hiçbir şey yoktur ki, onu yapmaya muktedir olmasın
    .......... bizler taş gibi ağır birşeyi veya keresteleri veya diğer şeyleri taşımaya muktedir değiliz-bu ağırlıklar sadece beden gücüy-le yapılabilen şeylerdir-veya kaleler inşa etmek, şehirler tesis etmek, bu şeyleri sadece krallar yapabilirler veya dümenli gemileri yürütmek-dümenin nasıl kullanılacağını sadece gemiciler bilir-veya toprağı ölçmek ve bölmek işini yapmak-sadece arazi mühendisleri bilir ........... fakat biz, tanrının cömertliğine dayanarak herhangi bir insana, ruhu zevkle yapabileceği işlere, seve seve emirler vermişiz.
    İyilik yapmak, kendini kötülükten sakınmaktan daha kolaydır. insanın yaratılışında iyilik vardır, bu nedenle insan iyilik yaptığında sevinir, ama kötülük düşman hareketedir ve insan kötülük yaptığında böylesine çirkin işler yaptığından dolayı üzülür ve tabiatında bozulmalar görülür.
    ............, hayvanın yaratılışı itibariyle aslan et yer ve neticede bütün aslanlar et yiyicidir...... arı taşıyarak kendine bal yapar ve netice itibariyle bütün arılar bal yaparlar. Ve karınca yaz boyunca, onu kışın beslenmesinde kullanmak üzere kendi kendine erzak taşır ve netice itibariyle tüm karıncalar aynı şeyi yapar
    ........ Ama insanlar bu tarzda yaratılmadılar; fakat insanoğlu bedensel işlevinde, tabiatiyle hayvanlar gibi, bir davranışa girdi ve insanlar tıpkı hayvanların yaratılışı gibi akıllarına geleni, hür bir insan gibi ve tanrının sahip olduğu güç ve bir kopyası gibi yaptılar ...........Tanrı dilediğinde herşey bir engele uğramaksızın olabilir, onun büyüklüğüne ve kutsallığına karşı koyabile-cek hiçbir şey bulunmaz ............Dünyanın yeni oluşumunda, tüm kötü hareketler duracak ve tüm isyanların sonu gelmiş olacak ve ahmak inancı kabullenecek ve eksiklikler tamamlanacak"
    II. Yüzyılda yaşayan URFALI Filozof, Şair ve Müzisyen BARDAYSAN, MÜNBİÇ (MENBİC)’te EĞİTİM almıştı.
    Şanlıurfa musiki tarihinde söz edilecek en eski şahsiyetlerden biri 154-222 tarihleri arasında yaşayan Bardaysan’dır. Bardaysan’ın ailesi Erbil’den Urfa'ya gelip yerleşmiştir. Daysan Nehri (Sonraları ismi Karakoyun olan) kenarında (Bugünkü Haleplibahçe) doğduğundan Bardaysan (Daysan'ın oğlu) lakabıyla ünlenmiştir.
    Putperest olup Bereket Tanrıçası Atargatis'e tapınan Bardaysan, ilk eğitimini Suruç ile Halep arasındaki ana tanrıça Atargatis tapınağının kenti Menbic (Antik dönemdeki ismi Hierapolis/Kutsal Kent) şehrinde almış ve daha sonra Urfa’da Edessa Sarayında VIII. Ma’nu’nun oğlu Abgar ile birlikte eğitim almıştır.
    Büyük bir din filozofu, büyük bir bir şair ve iyi bir sporcu da olan Bardaysan, okçulukta, nişancılıkta ve binicilikte de hüneri ile tanınmıştır. Müziğe de düşkün olup, dünyaya gelen oğlunun adını “Ahenk” manasına gelen “Harmonius” koymuştur.
    Onun zamanında kiliselerde ayin müziği yapılmaya başlanmıştır. Bardaysan'ın dini ayin ile müziği birleştiren ilk fikir ve sanat adamı olduğu söylenir. O dönemde Urfa'daki musikinin, yeni doğmuş bulunan Hıristiyanlığı etkilediği anlaşılmaktadır. (J.B.Segal, “Edessa The Blessed City”, Oxford 1970)
    II. Yüzyılda yaşayan URFALI Filozof, Şair ve Müzisyen Bardaysan Bardaysan'ın "Ülkelerin Kanunları Kitabı"ndan bir örnek: "Eğer sen, daha yaşlı insanlardan faydalı birşey öğrenmek istiyorsan........, ama (sen) öğrenmeyi (istiyorsan) onlardan birşey istemek sana fayda sağlamaz, ama onu istediğine dair ne kadar istekli ve arzulu olduğunu onlara inandırmak zorundasın .......... ne istediğini sormayı bilmek güzel bir şeydir. İnsanlar yapmaya muktedir oldukları hiçbir şey yoktur ki, onu yapmaya muktedir olmasın .......... bizler taş gibi ağır birşeyi veya keresteleri veya diğer şeyleri taşımaya muktedir değiliz-bu ağırlıklar sadece beden gücüy-le yapılabilen şeylerdir-veya kaleler inşa etmek, şehirler tesis etmek, bu şeyleri sadece krallar yapabilirler veya dümenli gemileri yürütmek-dümenin nasıl kullanılacağını sadece gemiciler bilir-veya toprağı ölçmek ve bölmek işini yapmak-sadece arazi mühendisleri bilir ........... fakat biz, tanrının cömertliğine dayanarak herhangi bir insana, ruhu zevkle yapabileceği işlere, seve seve emirler vermişiz. İyilik yapmak, kendini kötülükten sakınmaktan daha kolaydır. insanın yaratılışında iyilik vardır, bu nedenle insan iyilik yaptığında sevinir, ama kötülük düşman hareketedir ve insan kötülük yaptığında böylesine çirkin işler yaptığından dolayı üzülür ve tabiatında bozulmalar görülür. ............, hayvanın yaratılışı itibariyle aslan et yer ve neticede bütün aslanlar et yiyicidir...... arı taşıyarak kendine bal yapar ve netice itibariyle bütün arılar bal yaparlar. Ve karınca yaz boyunca, onu kışın beslenmesinde kullanmak üzere kendi kendine erzak taşır ve netice itibariyle tüm karıncalar aynı şeyi yapar ........ Ama insanlar bu tarzda yaratılmadılar; fakat insanoğlu bedensel işlevinde, tabiatiyle hayvanlar gibi, bir davranışa girdi ve insanlar tıpkı hayvanların yaratılışı gibi akıllarına geleni, hür bir insan gibi ve tanrının sahip olduğu güç ve bir kopyası gibi yaptılar ...........Tanrı dilediğinde herşey bir engele uğramaksızın olabilir, onun büyüklüğüne ve kutsallığına karşı koyabile-cek hiçbir şey bulunmaz ............Dünyanın yeni oluşumunda, tüm kötü hareketler duracak ve tüm isyanların sonu gelmiş olacak ve ahmak inancı kabullenecek ve eksiklikler tamamlanacak" II. Yüzyılda yaşayan URFALI Filozof, Şair ve Müzisyen BARDAYSAN, MÜNBİÇ (MENBİC)’te EĞİTİM almıştı. Şanlıurfa musiki tarihinde söz edilecek en eski şahsiyetlerden biri 154-222 tarihleri arasında yaşayan Bardaysan’dır. Bardaysan’ın ailesi Erbil’den Urfa'ya gelip yerleşmiştir. Daysan Nehri (Sonraları ismi Karakoyun olan) kenarında (Bugünkü Haleplibahçe) doğduğundan Bardaysan (Daysan'ın oğlu) lakabıyla ünlenmiştir. Putperest olup Bereket Tanrıçası Atargatis'e tapınan Bardaysan, ilk eğitimini Suruç ile Halep arasındaki ana tanrıça Atargatis tapınağının kenti Menbic (Antik dönemdeki ismi Hierapolis/Kutsal Kent) şehrinde almış ve daha sonra Urfa’da Edessa Sarayında VIII. Ma’nu’nun oğlu Abgar ile birlikte eğitim almıştır. Büyük bir din filozofu, büyük bir bir şair ve iyi bir sporcu da olan Bardaysan, okçulukta, nişancılıkta ve binicilikte de hüneri ile tanınmıştır. Müziğe de düşkün olup, dünyaya gelen oğlunun adını “Ahenk” manasına gelen “Harmonius” koymuştur. Onun zamanında kiliselerde ayin müziği yapılmaya başlanmıştır. Bardaysan'ın dini ayin ile müziği birleştiren ilk fikir ve sanat adamı olduğu söylenir. O dönemde Urfa'daki musikinin, yeni doğmuş bulunan Hıristiyanlığı etkilediği anlaşılmaktadır. (J.B.Segal, “Edessa The Blessed City”, Oxford 1970)
    0 Комментарии 0 Поделились
Расширенные страницы