■ ESKİ KONAKLARDA ÇOCUKLUK, 1890
[Ahmet Semih Bey 19. yüzyıl sonlarında eski İstanbul konaklarındaki çocukluk dönemini anlatıyor]:
"Çocukken yemekleri selamlıkta, babamızın sofrasında yedirirlerdi. Sofradan kalkar kalkmaz da: “Haydi çocuklar, hareme!” derlerdi. Büyüklerin arasında bulunmaklığımızın verdiği gururu müteakip duçar olduğumuz bu yüz bulma ile harem dairesine girer girmez gördüğümüz hüsn-ü istikbâl (güzel karşılama) bir çeyrek saat devam edemezdi. Bizi kendi odalarımıza götürür, yataklara sürerlerdi. “Uyku çocuklar için en sıhhî ve mukavvi (kuvvet verici) gıda gibidir!” mealinde de nasihatler verir, ninniler söylerlerdi. Yatırılmak pek hoşumuza gitmezdi ama çaresini bulamazdık.
Ailemiz ve bize bakanlar asla adamsendecilerden değillerdi. Yakamıza yapışır başımızı boş bırakmazlardı. Her evde çocuğun nasibi böyle olduğu için bize akran misafir çocuklar bulamazdık gerçi fakat büyüklerden ayrılmak gururumuza dokunurdu.
Bunlardan başka büyüklerin yanlarında bulunmanın yalnız gururu mu yaa! Faydası vardı! Birçok şey öğrenirdik. Öğrenirdik amma sıhhatimizi bu faydalara taksim ederler, vaktinde bizi uyuturlardı. Ve biz ortadan çekildikten sonra istedikleri gibi konuşurlardı. Çünkü çocukların yanında temkinli söyleşmek devrin âdetlerinden biriydi.
Konakların kalabalığı şöyle bir tarife girebilir: Evvela ev halkı, eve misafir olarak gelip gitmesini bilmeyenler, hakiki dost ile ahbaplar, konu komşu ve ekseriya davetlere gelen davetliler ve bunların arasına kabul edilen gençler.. Bu kalabalıklar çok neşeli olurdu. Neşeli haberlerle güzel sözler ve bazen de sazlar -değil evin- mahallenin havasını tasfiye, gam ve kasâveti def ederdi..
Böyle günlerde misafirlerin huzurunda yahut sokaktan eve girer girmez duyulmuş fena bir haber varsa onun birdenbire -hele ihtiyarlara- söylenmemesi bize edilen tembihlerin başında gelirdi. Böyle dikkatsizlikler lâ-yecuzdur (câiz değildir) denilirdi.
Bu kayıtlara rağmen biz gençler ihtiyarların huzurunda asla sıkılmazdık, onları da sıkmazdık. Bu da bize aile topluluklarında dost-ahbap ortasında mütekabil (karşılıklı) hürriyet ve hürmetin gözle görülemeyecek kadar olan inceliklerini tefrik ve temyize temrin olurdu. Bittabi bu dersleri ve örnekleri görenler kabiliyetleri derecesine göre müstefit olurlardı (istifade ederlerdi)."
[Ahmet Semih Bey 19. yüzyıl sonlarında eski İstanbul konaklarındaki çocukluk dönemini anlatıyor]:
"Çocukken yemekleri selamlıkta, babamızın sofrasında yedirirlerdi. Sofradan kalkar kalkmaz da: “Haydi çocuklar, hareme!” derlerdi. Büyüklerin arasında bulunmaklığımızın verdiği gururu müteakip duçar olduğumuz bu yüz bulma ile harem dairesine girer girmez gördüğümüz hüsn-ü istikbâl (güzel karşılama) bir çeyrek saat devam edemezdi. Bizi kendi odalarımıza götürür, yataklara sürerlerdi. “Uyku çocuklar için en sıhhî ve mukavvi (kuvvet verici) gıda gibidir!” mealinde de nasihatler verir, ninniler söylerlerdi. Yatırılmak pek hoşumuza gitmezdi ama çaresini bulamazdık.
Ailemiz ve bize bakanlar asla adamsendecilerden değillerdi. Yakamıza yapışır başımızı boş bırakmazlardı. Her evde çocuğun nasibi böyle olduğu için bize akran misafir çocuklar bulamazdık gerçi fakat büyüklerden ayrılmak gururumuza dokunurdu.
Bunlardan başka büyüklerin yanlarında bulunmanın yalnız gururu mu yaa! Faydası vardı! Birçok şey öğrenirdik. Öğrenirdik amma sıhhatimizi bu faydalara taksim ederler, vaktinde bizi uyuturlardı. Ve biz ortadan çekildikten sonra istedikleri gibi konuşurlardı. Çünkü çocukların yanında temkinli söyleşmek devrin âdetlerinden biriydi.
Konakların kalabalığı şöyle bir tarife girebilir: Evvela ev halkı, eve misafir olarak gelip gitmesini bilmeyenler, hakiki dost ile ahbaplar, konu komşu ve ekseriya davetlere gelen davetliler ve bunların arasına kabul edilen gençler.. Bu kalabalıklar çok neşeli olurdu. Neşeli haberlerle güzel sözler ve bazen de sazlar -değil evin- mahallenin havasını tasfiye, gam ve kasâveti def ederdi..
Böyle günlerde misafirlerin huzurunda yahut sokaktan eve girer girmez duyulmuş fena bir haber varsa onun birdenbire -hele ihtiyarlara- söylenmemesi bize edilen tembihlerin başında gelirdi. Böyle dikkatsizlikler lâ-yecuzdur (câiz değildir) denilirdi.
Bu kayıtlara rağmen biz gençler ihtiyarların huzurunda asla sıkılmazdık, onları da sıkmazdık. Bu da bize aile topluluklarında dost-ahbap ortasında mütekabil (karşılıklı) hürriyet ve hürmetin gözle görülemeyecek kadar olan inceliklerini tefrik ve temyize temrin olurdu. Bittabi bu dersleri ve örnekleri görenler kabiliyetleri derecesine göre müstefit olurlardı (istifade ederlerdi)."
■ ESKİ KONAKLARDA ÇOCUKLUK, 1890 ❤️
[Ahmet Semih Bey 19. yüzyıl sonlarında eski İstanbul konaklarındaki çocukluk dönemini anlatıyor]:
"Çocukken yemekleri selamlıkta, babamızın sofrasında yedirirlerdi. Sofradan kalkar kalkmaz da: “Haydi çocuklar, hareme!” derlerdi. Büyüklerin arasında bulunmaklığımızın verdiği gururu müteakip duçar olduğumuz bu yüz bulma ile harem dairesine girer girmez gördüğümüz hüsn-ü istikbâl (güzel karşılama) bir çeyrek saat devam edemezdi. Bizi kendi odalarımıza götürür, yataklara sürerlerdi. “Uyku çocuklar için en sıhhî ve mukavvi (kuvvet verici) gıda gibidir!” mealinde de nasihatler verir, ninniler söylerlerdi. Yatırılmak pek hoşumuza gitmezdi ama çaresini bulamazdık.
Ailemiz ve bize bakanlar asla adamsendecilerden değillerdi. Yakamıza yapışır başımızı boş bırakmazlardı. Her evde çocuğun nasibi böyle olduğu için bize akran misafir çocuklar bulamazdık gerçi fakat büyüklerden ayrılmak gururumuza dokunurdu.
Bunlardan başka büyüklerin yanlarında bulunmanın yalnız gururu mu yaa! Faydası vardı! Birçok şey öğrenirdik. Öğrenirdik amma sıhhatimizi bu faydalara taksim ederler, vaktinde bizi uyuturlardı. Ve biz ortadan çekildikten sonra istedikleri gibi konuşurlardı. Çünkü çocukların yanında temkinli söyleşmek devrin âdetlerinden biriydi.
Konakların kalabalığı şöyle bir tarife girebilir: Evvela ev halkı, eve misafir olarak gelip gitmesini bilmeyenler, hakiki dost ile ahbaplar, konu komşu ve ekseriya davetlere gelen davetliler ve bunların arasına kabul edilen gençler.. Bu kalabalıklar çok neşeli olurdu. Neşeli haberlerle güzel sözler ve bazen de sazlar -değil evin- mahallenin havasını tasfiye, gam ve kasâveti def ederdi..
Böyle günlerde misafirlerin huzurunda yahut sokaktan eve girer girmez duyulmuş fena bir haber varsa onun birdenbire -hele ihtiyarlara- söylenmemesi bize edilen tembihlerin başında gelirdi. Böyle dikkatsizlikler lâ-yecuzdur (câiz değildir) denilirdi.
Bu kayıtlara rağmen biz gençler ihtiyarların huzurunda asla sıkılmazdık, onları da sıkmazdık. Bu da bize aile topluluklarında dost-ahbap ortasında mütekabil (karşılıklı) hürriyet ve hürmetin gözle görülemeyecek kadar olan inceliklerini tefrik ve temyize temrin olurdu. Bittabi bu dersleri ve örnekleri görenler kabiliyetleri derecesine göre müstefit olurlardı (istifade ederlerdi)."
0 Comments
0 Shares