• Fatih Sultan Mehmed'in Napoli'de vefat eden talihsiz Şehzadesi.
    Cem Sultan'ın dramı...

    Fatih Sultan Mehmed 1481'de vefat edince tahta büyük oğlu 2. Bayezid geçti. Küçük oğlu Şehzade Cem, ağabeyinin saltanatını kabul etmedi. Tahta geçmek için ağabeyi 2. Bayezid ile savaştı ama başarısız oldu ve tahta oturamayacağını anladı.

    Şehzade Cem, önce Memlüklülere sığındı. Daha sonra Rodos'a gitti. Maalesef Rodos'a gitmesiyle artık esaret hayatıda başlamış oldu. Fatih'in oğluna Rodos Şövalyeleri bir nevi esir muamelesi yaptılar.

    Rodos Şövalyeleri Papa'dan istedikleri parayı alınca ile zavallı Şehzade'yi İtalya'ya naklettiler.

    Cem Sultan 1489'da Roma'ya vardı. Şehrin dışında Papa'nın oğlu, kardinaller ve büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Halk, Fatih'in oğlunu görmek için yollara yığılmıştı. Büyük hükümdarlara yapılan bir törenle Şehzade Cem, Vatikan Sarayı'na girdi.

    O andan itibaren Roma, Avrupa siyasetinin merkezi haline geldi. Macaristan Kralı ve Memlük Sultanı, Şehzade'nin kendilerine verilmesi için Papa'ya baskı yapmaya başlamışlardı.

    Şehzade'yi Osmanlı'ya karşı koz olarak kullanmak düşüncesi herkeste vardı.

    Roma'ya varışının ertesi günü Şehzade Cem, Papa tarafından kabul edildi. Papa, Kardinaller, Roma'da bulunan bütün elçiler, Şehzade'yi ayakta karşıladı. Papa, büyük tacını ve tören elbisesini giymişti.

    Protokol görevlileri Şehzade'ye, imparatorların bile Papa'nın ayaklarını öptüğünü söyleyip, hiç olmazsa Papanın karşısında eğilmesini rica ettiler. Şehzade Cem, babasından başka kimsenin önünde eğilmemiş olduğunu, bundan sonra da eğilmeyeceğini söyledi.

    Israrlar karşısında ölümü tercih edeceğini söyleyince vazgeçmek zorunda kaldılar. Papa İnnocent, kendisini başıyla selamlayan Şehzade'yi kucaklayıp öptü. Bu, bir Papa'nın en büyük hükümdara karşı göstereceği en son iltifat derecesiydi.

    3 gün, 3 gece Şehzade'nin şerefine şenlik ve ziyafet düzenlendi. Şehzade Cem sonuçta Vatikan Sarayı'nda esirdi ve huzursuzdu. Papa tarafından birçok defa davet edildi. Papa, Osmanlı'ya karşı yeni bir Haçlı seferi için Şehzade'yi elde etmek istiyordu.

    Bu düşüncesini Şehzade'ye açınca, Şehzade karşısına dikildi. İslâm'a asla ihanet etmeyeceğini, başına dünya tacını bile koysalar istemediğini, tek isteğinin Kahire’ye gidip ailesinin yanında ömrünü tamamlamak olduğunu söyledi.

    1490'da Roma'ya gelen Sultan 2.Bayezid'in elçisi, Şehzade Cem'in 3 yıllık ödeneğini Papa'ya teslim etti. Elçi Şehzade tarafından da karşılandı.

    Şehzade'nin ayağını öpen elçi, Sultan Bayezid'in mektubunu ve hediyelerini verdi. Şehzade iyi kalpliliğinden Roma'da gezintiye çıktığı zaman, yollarda gördüğü fakirlere büyük sadakalar dağıtıyordu.

    Roma halkı arasında, Şehzade'nin Hristiyan olduğuna dair dedikodular çıktı. Papa bu dedikodulara inandı. Bir gün Şehzade Cem'i açıkça Hristiyan olmaya davet etti. Şehzade bunu bir hakaret saydı ve ayağa kalkıp konuşmaya son verdi.

    Papa, Şehzade'nin son derece kızdığını görünce, geri adım atıp Şehzade Cem'i sakinleştirici sözler söyledi. Bu arada Fransa Kralı Charles, Şehzade Cem'i alabilmek için Papa'ya büyük baskı yapıyordu.

    En sonunda yeni Papa Alessandro Borgia, Fransa Kralı'nın baskılarına dayanamadı ve Şehzade'yi teslim etti. Şehzade Cem, artık Fransa Kralı'nın esiriydi.

    Fransa Kralı, Şehzade Cem'i yanına alıp Napoli'ye doğru yola çıktı.

    Fakat yolda Şehzade Cem rahatsızlandı ve öleceğini anladı. 25 Şubat 1495'te, Fatih Sultan Mehmed Han'ın küçük oğlu Şehzade Cem, Napoli'de vefat etti. Papa tarafından yavaş etkileyen bir terkiple zehirlendikten sonra Fransa Kralı'na teslim edildiği ve bu sebeple öldüğü muhakkaktır.

    Şehzade Cem'in Avrupa'daki esareti, Osmanlı'nın rahat hareket etmesini engelledi. Avrupa devletleri tarafından Osmanlı'ya bir koz olarak düşünüldü. 2. Bayezid'in eli kolu bir nevi bağlandı kardeşinin esareti sebebiyle.

    Şehzade Cem, ağabeyi 2. Bayezid'e duygu yüklü mektuplar yazmış ve tahtta hakkı olduğunu söylemişti. Buna karşın 2. Bayezid'de tahtın kendisine kısmet olduğunu ve artık buna rıza göstermesi gerektiğini ifade eden karşı mektuplar yazdı.

    Vefat ettiğinde henüz 35 yaşındaydı.
    Son 12 senesini Avrupa'da geçirmiş, ordan oraya savrulmuş, vatanına ve ezan seslerine hasret kalmıştı. Naaşı bir müddet sonra Bursa'ya getirildi ve atalarının yanına defnedildi.

    Sonuçta o bir Osmanlı Şehzadesiydi ve her Şehzade gibi Padişah olmak üzere yetiştirilmişti. Fatih'in talihsiz Şehzadesi Sultan Cem'i rahmetle anıyorum..
    Fatih Sultan Mehmed'in Napoli'de vefat eden talihsiz Şehzadesi. Cem Sultan'ın dramı... Fatih Sultan Mehmed 1481'de vefat edince tahta büyük oğlu 2. Bayezid geçti. Küçük oğlu Şehzade Cem, ağabeyinin saltanatını kabul etmedi. Tahta geçmek için ağabeyi 2. Bayezid ile savaştı ama başarısız oldu ve tahta oturamayacağını anladı. Şehzade Cem, önce Memlüklülere sığındı. Daha sonra Rodos'a gitti. Maalesef Rodos'a gitmesiyle artık esaret hayatıda başlamış oldu. Fatih'in oğluna Rodos Şövalyeleri bir nevi esir muamelesi yaptılar. Rodos Şövalyeleri Papa'dan istedikleri parayı alınca ile zavallı Şehzade'yi İtalya'ya naklettiler. Cem Sultan 1489'da Roma'ya vardı. Şehrin dışında Papa'nın oğlu, kardinaller ve büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Halk, Fatih'in oğlunu görmek için yollara yığılmıştı. Büyük hükümdarlara yapılan bir törenle Şehzade Cem, Vatikan Sarayı'na girdi. O andan itibaren Roma, Avrupa siyasetinin merkezi haline geldi. Macaristan Kralı ve Memlük Sultanı, Şehzade'nin kendilerine verilmesi için Papa'ya baskı yapmaya başlamışlardı. Şehzade'yi Osmanlı'ya karşı koz olarak kullanmak düşüncesi herkeste vardı. Roma'ya varışının ertesi günü Şehzade Cem, Papa tarafından kabul edildi. Papa, Kardinaller, Roma'da bulunan bütün elçiler, Şehzade'yi ayakta karşıladı. Papa, büyük tacını ve tören elbisesini giymişti. Protokol görevlileri Şehzade'ye, imparatorların bile Papa'nın ayaklarını öptüğünü söyleyip, hiç olmazsa Papanın karşısında eğilmesini rica ettiler. Şehzade Cem, babasından başka kimsenin önünde eğilmemiş olduğunu, bundan sonra da eğilmeyeceğini söyledi. Israrlar karşısında ölümü tercih edeceğini söyleyince vazgeçmek zorunda kaldılar. Papa İnnocent, kendisini başıyla selamlayan Şehzade'yi kucaklayıp öptü. Bu, bir Papa'nın en büyük hükümdara karşı göstereceği en son iltifat derecesiydi. 3 gün, 3 gece Şehzade'nin şerefine şenlik ve ziyafet düzenlendi. Şehzade Cem sonuçta Vatikan Sarayı'nda esirdi ve huzursuzdu. Papa tarafından birçok defa davet edildi. Papa, Osmanlı'ya karşı yeni bir Haçlı seferi için Şehzade'yi elde etmek istiyordu. Bu düşüncesini Şehzade'ye açınca, Şehzade karşısına dikildi. İslâm'a asla ihanet etmeyeceğini, başına dünya tacını bile koysalar istemediğini, tek isteğinin Kahire’ye gidip ailesinin yanında ömrünü tamamlamak olduğunu söyledi. 1490'da Roma'ya gelen Sultan 2.Bayezid'in elçisi, Şehzade Cem'in 3 yıllık ödeneğini Papa'ya teslim etti. Elçi Şehzade tarafından da karşılandı. Şehzade'nin ayağını öpen elçi, Sultan Bayezid'in mektubunu ve hediyelerini verdi. Şehzade iyi kalpliliğinden Roma'da gezintiye çıktığı zaman, yollarda gördüğü fakirlere büyük sadakalar dağıtıyordu. Roma halkı arasında, Şehzade'nin Hristiyan olduğuna dair dedikodular çıktı. Papa bu dedikodulara inandı. Bir gün Şehzade Cem'i açıkça Hristiyan olmaya davet etti. Şehzade bunu bir hakaret saydı ve ayağa kalkıp konuşmaya son verdi. Papa, Şehzade'nin son derece kızdığını görünce, geri adım atıp Şehzade Cem'i sakinleştirici sözler söyledi. Bu arada Fransa Kralı Charles, Şehzade Cem'i alabilmek için Papa'ya büyük baskı yapıyordu. En sonunda yeni Papa Alessandro Borgia, Fransa Kralı'nın baskılarına dayanamadı ve Şehzade'yi teslim etti. Şehzade Cem, artık Fransa Kralı'nın esiriydi. Fransa Kralı, Şehzade Cem'i yanına alıp Napoli'ye doğru yola çıktı. Fakat yolda Şehzade Cem rahatsızlandı ve öleceğini anladı. 25 Şubat 1495'te, Fatih Sultan Mehmed Han'ın küçük oğlu Şehzade Cem, Napoli'de vefat etti. Papa tarafından yavaş etkileyen bir terkiple zehirlendikten sonra Fransa Kralı'na teslim edildiği ve bu sebeple öldüğü muhakkaktır. Şehzade Cem'in Avrupa'daki esareti, Osmanlı'nın rahat hareket etmesini engelledi. Avrupa devletleri tarafından Osmanlı'ya bir koz olarak düşünüldü. 2. Bayezid'in eli kolu bir nevi bağlandı kardeşinin esareti sebebiyle. Şehzade Cem, ağabeyi 2. Bayezid'e duygu yüklü mektuplar yazmış ve tahtta hakkı olduğunu söylemişti. Buna karşın 2. Bayezid'de tahtın kendisine kısmet olduğunu ve artık buna rıza göstermesi gerektiğini ifade eden karşı mektuplar yazdı. Vefat ettiğinde henüz 35 yaşındaydı. Son 12 senesini Avrupa'da geçirmiş, ordan oraya savrulmuş, vatanına ve ezan seslerine hasret kalmıştı. Naaşı bir müddet sonra Bursa'ya getirildi ve atalarının yanına defnedildi. Sonuçta o bir Osmanlı Şehzadesiydi ve her Şehzade gibi Padişah olmak üzere yetiştirilmişti. Fatih'in talihsiz Şehzadesi Sultan Cem'i rahmetle anıyorum..
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • 1 – ‘Hiçbir şey zekayı seyahat etmek kadar geliştirmez.’
    Emile Zola

    2 – ‘Seyahat için yaptığın yatırım kendin için yaptığın en iyi yatırımdır.’
    Matthew Karsten

    3– ‘Uzaklara gittikten sonra tamamen değişmiş biri olarak dönmek gerçek bir mucize.’
    Kate Douglas Wiggin

    4 – ‘Gezgin bir yere varmak için değil, keşfetmek için seyahat eder.’
    Goethe

    5 – ‘Hayat bir kitaptır ve gezip görmeyenler hep aynı sayfayı okur.’
    St. Agustine

    6 – ‘Gezgin önüne ne çıkarsa onu görür, ama turist neyi görmek istiyorsa onu.’
    G.K. Chesterton

    7 – ‘Senede bir defa daha önce hiç görmediğin bir yere git.’
    Dalai Lama

    8 – ‘Her şey kötüye gittiğinde kendine bir tatil ısmarla.’
    Betty Williams

    9– ‘Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe insan, yeni okyanuslar keşfedemez.’
    Andre Gide

    10 – ‘Turistler nereye gittiklerini, gezginler nereye gideceklerini bilemezler.’
    Paul Theroux

    11– ‘Seyahatin önündeki tek engel kapının eşiğidir.’
    Bosna Atasözü

    12 – ‘Para harcayarak sizi zengin yapacak tek şey seyahat etmektir.’
    Anonim

    13 – ‘Ne kadar uzağa gidersem kendime o kadar çok yakınlaşıyorum.’
    Andrew McCarthy

    14 – ‘Yaşa, seyahat et, maceraya atıl, şükret ve asla pişman olma.’
    Jack Kerouac

    15 – ‘En uzun yolculuklar bile tek bir adımla başlar.’
    Laozi

    16– ‘Bilmediğin bir yola gitmek bilmediğin bir yönünü keşfetmektir.’
    Martin Buber

    17- ‘Seyahat insanı alçak gönüllü yapar. Size dünyada ne kadar küçük bir yer işgal ettiğinizi görmenizi sağlar.’
    Gustave Flaubert

    1 – ‘Hiçbir şey zekayı seyahat etmek kadar geliştirmez.’ Emile Zola 2 – ‘Seyahat için yaptığın yatırım kendin için yaptığın en iyi yatırımdır.’ Matthew Karsten 3– ‘Uzaklara gittikten sonra tamamen değişmiş biri olarak dönmek gerçek bir mucize.’ Kate Douglas Wiggin 4 – ‘Gezgin bir yere varmak için değil, keşfetmek için seyahat eder.’ Goethe 5 – ‘Hayat bir kitaptır ve gezip görmeyenler hep aynı sayfayı okur.’ St. Agustine 6 – ‘Gezgin önüne ne çıkarsa onu görür, ama turist neyi görmek istiyorsa onu.’ G.K. Chesterton 7 – ‘Senede bir defa daha önce hiç görmediğin bir yere git.’ Dalai Lama 8 – ‘Her şey kötüye gittiğinde kendine bir tatil ısmarla.’ Betty Williams 9– ‘Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe insan, yeni okyanuslar keşfedemez.’ Andre Gide 10 – ‘Turistler nereye gittiklerini, gezginler nereye gideceklerini bilemezler.’ Paul Theroux 11– ‘Seyahatin önündeki tek engel kapının eşiğidir.’ Bosna Atasözü 12 – ‘Para harcayarak sizi zengin yapacak tek şey seyahat etmektir.’ Anonim 13 – ‘Ne kadar uzağa gidersem kendime o kadar çok yakınlaşıyorum.’ Andrew McCarthy 14 – ‘Yaşa, seyahat et, maceraya atıl, şükret ve asla pişman olma.’ Jack Kerouac 15 – ‘En uzun yolculuklar bile tek bir adımla başlar.’ Laozi 16– ‘Bilmediğin bir yola gitmek bilmediğin bir yönünü keşfetmektir.’ Martin Buber 17- ‘Seyahat insanı alçak gönüllü yapar. Size dünyada ne kadar küçük bir yer işgal ettiğinizi görmenizi sağlar.’ Gustave Flaubert 📷
    1
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • HALI TÜCCARI /Jean-Leon Gerome - 1887

    1885'te Kahire’yi ziyaret eden ressam, ziyarette gördüĝü hadiseleri 1887'de resmine aktarmıştır. Resim, 1671'de Paris’te kurulan “Ecole Des Beaux-Arts” akademisinin salonuna asılmak üzere yapılmıştır.

    Tablo adını hikayesinden almıştır. Görüldüğü üzere bir halı tüccarının halı pazarında halılarını satışını anlatmaktadır. Oldukça büyük ebatlı halı tasvirinin beyaz renkli orta alanında, 16. yüzyıl klasik devir Uşak halılarında olduğu üzere salbekli iri bir madalyon yer almaktadır. Günümüzde Afyon Başmakçı ve Heriz halıları ile de benzerlikler gösterir.

    Resmin önünde, yerde özensizce sereserpe atılmış halılar göze çarpmaktadır. Tablonun ortasında yerdeki halıya basan halı tüccarı, alıcıya halıyı pazarlamaktadır. Arkada bulunan daha kalabalık grup ise, yaşlı satıcının halıyla ilgili anlatımını dikkatle dinlemektedir.

    Resmin saĝındaki devasa giriş kapısı altında da satışın gerçekleşmesini bekleyen hamallar, halıyı belli ki eşeĝe yüklemek için sabırsızlanmaktadır. Resimde ilk planda belli olmayan ancak dikkatli bakıldıĝında giriş kapısının yanındaki boşlukta gölge içinde duran feraceli bir kadın dikkat çekmektedir. Özellikle halı satıcılarında belirgin olmakla birlikte diĝer figürlerde de el, kol ve duruşlarında bir hareket sözkonusu. Kıyafetler, renkli ve dönem özelliĝi taşımaktadır.

    Gerome, 19. yüzyılda yaptığı Osmanlı coğrafyası gezilerinde dönemin halı motiflerinden etkilenmiştir. Etkilendiği halıları ise tablolarında işlemiştir.

    Halı tüccarları tablosu sıklıkla Osman Hamd Bey’in tablosu olarak karıştırılmaktadır. Bunun asıl nedeni ünlü oryantalist ressam bu tablonun da ressamı Gerome’nin Osman Hamdi Bey’in hukuk öğrenimi için gittiği Fransa’da öğrencisi olduğunun sanılmasıdır. Yeni bilgiler ışığında Gerome ve Osman Hamdi Beyin mektuplaştığı ve büyük ihtimalle hiç yüz yüze gelmedikleri bilinmektedir. Gerome dönemin ünlü ressamı olarak Osman Hamdi Bey başta bir çok sanatçıya, sanata ilham olmuştur.

    #jeanleongerome #halıtüccarı #picture #sanattarihi #arthistory
    HALI TÜCCARI /Jean-Leon Gerome - 1887 1885'te Kahire’yi ziyaret eden ressam, ziyarette gördüĝü hadiseleri 1887'de resmine aktarmıştır. Resim, 1671'de Paris’te kurulan “Ecole Des Beaux-Arts” akademisinin salonuna asılmak üzere yapılmıştır. Tablo adını hikayesinden almıştır. Görüldüğü üzere bir halı tüccarının halı pazarında halılarını satışını anlatmaktadır. Oldukça büyük ebatlı halı tasvirinin beyaz renkli orta alanında, 16. yüzyıl klasik devir Uşak halılarında olduğu üzere salbekli iri bir madalyon yer almaktadır. Günümüzde Afyon Başmakçı ve Heriz halıları ile de benzerlikler gösterir. Resmin önünde, yerde özensizce sereserpe atılmış halılar göze çarpmaktadır. Tablonun ortasında yerdeki halıya basan halı tüccarı, alıcıya halıyı pazarlamaktadır. Arkada bulunan daha kalabalık grup ise, yaşlı satıcının halıyla ilgili anlatımını dikkatle dinlemektedir. Resmin saĝındaki devasa giriş kapısı altında da satışın gerçekleşmesini bekleyen hamallar, halıyı belli ki eşeĝe yüklemek için sabırsızlanmaktadır. Resimde ilk planda belli olmayan ancak dikkatli bakıldıĝında giriş kapısının yanındaki boşlukta gölge içinde duran feraceli bir kadın dikkat çekmektedir. Özellikle halı satıcılarında belirgin olmakla birlikte diĝer figürlerde de el, kol ve duruşlarında bir hareket sözkonusu. Kıyafetler, renkli ve dönem özelliĝi taşımaktadır. Gerome, 19. yüzyılda yaptığı Osmanlı coğrafyası gezilerinde dönemin halı motiflerinden etkilenmiştir. Etkilendiği halıları ise tablolarında işlemiştir. Halı tüccarları tablosu sıklıkla Osman Hamd Bey’in tablosu olarak karıştırılmaktadır. Bunun asıl nedeni ünlü oryantalist ressam bu tablonun da ressamı Gerome’nin Osman Hamdi Bey’in hukuk öğrenimi için gittiği Fransa’da öğrencisi olduğunun sanılmasıdır. Yeni bilgiler ışığında Gerome ve Osman Hamdi Beyin mektuplaştığı ve büyük ihtimalle hiç yüz yüze gelmedikleri bilinmektedir. Gerome dönemin ünlü ressamı olarak Osman Hamdi Bey başta bir çok sanatçıya, sanata ilham olmuştur. #jeanleongerome #halıtüccarı #picture #sanattarihi #arthistory
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Over 100 people were killed, and dozens more injured, after the paramilitary Rapid Support Forces (RSF) attacked the village of Wad al Noora in Sudan’s Gezira state on June 5, officials said.

    UNICEF Executive Director Catherina Russell said in a statement that at least 35 children were killed and 20 others injured during the attacks.

    On June 6, Sudan’s Transitional Sovereignty Council accused the RSF of committing a massacre in the village and killing “a large number of innocents,” while the RSF said they attacked three camps housing elements of the army and intelligence personnel.

    Madani Resistance Committee, a local pro-democracy activists group, put the toll at “more than 104,” and accused the paramilitaries of looting Wad al Noura during the attacks.

    The war between the RSF and the Sudanese army, which broke out in April 2023, has wrecked the country as clashes spread across multiple cities and pushed its population to the brink of famine.

    More than 14,000 people have been killed and thousands more have been wounded, with hundreds of thousands displaced.
    Over 100 people were killed, and dozens more injured, after the paramilitary Rapid Support Forces (RSF) attacked the village of Wad al Noora in Sudan’s Gezira state on June 5, officials said. UNICEF Executive Director Catherina Russell said in a statement that at least 35 children were killed and 20 others injured during the attacks. On June 6, Sudan’s Transitional Sovereignty Council accused the RSF of committing a massacre in the village and killing “a large number of innocents,” while the RSF said they attacked three camps housing elements of the army and intelligence personnel. Madani Resistance Committee, a local pro-democracy activists group, put the toll at “more than 104,” and accused the paramilitaries of looting Wad al Noura during the attacks. The war between the RSF and the Sudanese army, which broke out in April 2023, has wrecked the country as clashes spread across multiple cities and pushed its population to the brink of famine. More than 14,000 people have been killed and thousands more have been wounded, with hundreds of thousands displaced.
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • ■ ALMAN BASININDA RAMAZAN VE BAYRAM, 1853

    [Alman Der Sammler Gazetesi, 20 Temmuz 1853 tarihli nüshasında İstanbul'daki Ramazan ve Bayramı anlatıyor]:

    "İFTAR TOPU

    Güneş batarken, bütün bataryalardan ateşlenen toplar, gündüz orucunun bittiğini ve yaklaşan gecenin türlü zevklere yeniden izin verdiğini göstermek için gümbürdüyor.

    Tüm kahveler açılıyor ve pırıl pırıl aydınlatılıyor. Tüm cami kubbeleri ışıklandırılıyor ve renkli kağıt fenerler bir minareden diğerine uzanan ipler üzerinde karanlık gecede parlayan meteorlar gibi sallanıyor.

    Camilerin pencerelerinden bir ışık denizi parlıyor ve sokaklardaki muhteşem çeşmeler ise etraflarını saran kandillerin binlerce gökkuşağı renkleriyle ışıl ışıl parlıyor.

    KAPALIÇARŞI

    Çeşitli revaklarıyla şehrin bir parçasını oluşturan büyük çarşının tüm tezgahları ve tonozları da parlak ışıklarla parlıyor. Burada sergilenen muhteşem eşyalar, özellikle halı, şal ve silahlar göze sunulmak üzere artan bir ihtişam içinde çarşı koridorlarında sergileniyor.

    Muazzam Konstantinopolis'te gözlemci yabancıların görme ve tatma duyularını dört hafta boyunca her akşam doyuran, neşeli ve bilinmeyen bir pasta dünyasına taşıyan, sihirli bir günde yol alıyoruz.

    Yabancılar bu gece saatlerinde kahvelerde eğlence aramak isterlerse, misafirleri sanatlarıyla eğlendirmek için mekandan mekana dolaşan hikaye anlatıcıları (meddahlar) ve Rum müzisyenleri bulacaktır.

    ZENGİN FAKİR YANYANA

    Fakat bütün bunlar anlamlı sîmalarıyla asaletli ve güçlü doğulu figürlerin sunduklarından daha az dikkat çekicidir. Divanlarda uzun bir sıra halinde oturan bu insanlar eski düşman bile olsalar, zengin-fakir yanyana dostça sohbetler ederler. Zira zaman, Ramazan için barışma zamanıdır. Burada her türlü statü farkı ve her olumsuz ilişki yasaklanmış gibi görünüyor. Herkese dostça bir neşe yayılmış durumda.

    YAKLAŞAN SAHUR

    Sahur yaklaştıkça yaklaşıyor ve biz ışıklı sokaklarda bir kez daha acele ediyoruz. Konuklar daha şimdiden parlak bir şekilde aydınlatılmış saraydan boşalıyor ve muhteşem atlarına binerek evlerine doğru sürüyorlar. Kendi evlerinin efendisi olarak, Ramazan'da her Müslüman'ın sabah namazından yaklaşık bir saat önce yediği yemeğe (sahur) oturuyorlar, ama içlerinde yabancının olmadığı sadece kendi aile üyeleri ile birlikte.

    Bu yemeğe "günlük oruç hazırlığı" anlamına gelen "imsak" deniliyor. Sonra alçak bir evin yanından geçerken açık kalmış pencereler evin içindeki arka odaları görmemize imkan tanıyor. Orada yaşlı bir baba, eşi, çocukları ve hizmetçileriyle birlikte, doğudaki ilk Hıristiyanların, geceleri düzenlenen eski aşk şölenlerini anımsatan yemekte ataerkil bir sakinlikle oturuyor.

    PERA

    Şimdi, Avrupalıların yaşadığı banliyö olan Pera'ya geçmek için sokaklardan limana doğru daha hızlı koşarsak, etrafımızda hala hareketli bir hayat vızıldıyor, şafak yaklaştıkça neşesi artıyor gibi görünüyor.

    Seyyar şeker ve tatlı satıcıları, mallarını seslice haykırarak satıyor. Pastaneciler dükkânlarında sık sık boşaltılan teneke tepsileri doldurmaya devam ediyor. Daha yoğun bir zevk sevenler, tütsülenmiş muhallebi çömlekleri ve çeşitli kuzu yemeklerinin etrafında toplanıyor.

    YEMEK İKRAMLARI

    Büyük bir pilav kazanı ve bir direğin üzerinde et taşıyan ve onu yer sofrasına oturmuş ahalinin önüne seren iki siyah köleyle karşılaşıyoruz. "Peygamberin dağıttığı gibi kendilerine ihsan edilen nimetleri cömertçe dağıtanlardan Allah razı olur!" diye yüksek sesle bağıran siyah adam üç kere "Elhamdülillah!" diyor. Fakirler topluluğu ise hep bir ağızdan cevap veriyorlar: "Allah hayır sahibinden ebeden razı olsun!"

    Kısa bir süre içinde biten ziyafetten sonra karnı doyanların teşekkür seslerini uzaklardan bile işitiyoruz: "Allah karnımızı doyuranların keselerini doldursun!" ve "Allah hayır sahibi zenginlerden razı olsun ve bize verdiklerinin bin katını onlara geri versin!"

    BAYRAM GÜNÜ

    Oruç ayı Ramazan'ın son akşamında yeni ay mutlu Şevval ayını ilan ediyor. (Bu yılın takvimine göre 7 Temmuz Perşembe), Dini bir bayram olan Büyük Bayram, "Iyd-ı fıtır" olarak da adlandırılır. Son orucun açılmasından sonra başlar ve eski Türk geleneğine göre bunu ikinci ve üçüncü bir kutlama günü takip eder.

    Bayramın ilk günün başlangıcı -bütün büyük kutlamalar gibi- kıyıdan ve limanın zengin bayraklı gemilerinden aralıksız bir top ateşi ile karşılanır. Müminler namaza gitmeden önce, şeriat, mümkün olduğu kadar güzel giysiler giymeyi övülmeye değer görür ki bu da mümkün olduğunca yapılmaya çalışılır. Öyle ki Türkçe bir deyimde bir insanın ne kadar fakir olduğu anlatılabilmek için şöyle denilir: "Kendine bir bayram elbisesi bile alamayacak kadar fakir"

    BAYRAM TEBRİKLERİ

    Yolda sürekli olarak emredilen dua kelimelerinin mırıltısı duyuluyor: "Allahu ekber!" "Tanrı büyüktür! Bayram kısmen Alman Yeni Yılı'na benziyor, çünkü bunda olduğu gibi herkes birbirine iyi dileklerde bulunur. Sokakta karşılaşan tamamen yabancılar bile birbirlerini bayram selamı ile selamlıyorlar: "Bayramın mübarek olsun!"

    KÜSLERİN BARIŞMASI

    Ramazan'da henüz bırakılamayan düşmanlıklar Bayram'da genellikle azalır ve kendisine sunulan barıştırma teşebbüsünü reddedenler halk arasında genel bir ayıplamayla karşılanır.

    Aynı zamanda birbirlerine hediyeler vermek de bu günde bir adettir ve Doğu geleneklerinin izin verdiği ölçüde kadınlar bu konuda daha fazla özgürlüğe sahiptir. Özenle dekore edilmiş uzun araba konvoylarındaki bütün harem halkı -elbette yeşil pelerinlere sarılmış ve sadece burunlarını ve gözlerini gösteren hanımlar- birbirlerini ziyaret ederler.

    BAYRAMDA KIR GEZİLERİ

    Bu bayram günlerinde insanlar yakın ve uzak eğlencelik yerlerde, Kağıthane Deresi'nde, Büyükdere'de, Dolmabahçe'de, Prens Adaları'nda birlikte kendilerini eğlendirirler. Bayram, Türkler gibi, zevk düşkünü Hıristiyanlar tarafından da aynı coşkuyla kutlanır.."

    Daha fazlası için lütfen takip ediniz: https://www.facebook.com/TariheSeyahat
    ■ ALMAN BASININDA RAMAZAN VE BAYRAM, 1853 ❤️ [Alman Der Sammler Gazetesi, 20 Temmuz 1853 tarihli nüshasında İstanbul'daki Ramazan ve Bayramı anlatıyor]: "İFTAR TOPU Güneş batarken, bütün bataryalardan ateşlenen toplar, gündüz orucunun bittiğini ve yaklaşan gecenin türlü zevklere yeniden izin verdiğini göstermek için gümbürdüyor. Tüm kahveler açılıyor ve pırıl pırıl aydınlatılıyor. Tüm cami kubbeleri ışıklandırılıyor ve renkli kağıt fenerler bir minareden diğerine uzanan ipler üzerinde karanlık gecede parlayan meteorlar gibi sallanıyor. Camilerin pencerelerinden bir ışık denizi parlıyor ve sokaklardaki muhteşem çeşmeler ise etraflarını saran kandillerin binlerce gökkuşağı renkleriyle ışıl ışıl parlıyor. KAPALIÇARŞI Çeşitli revaklarıyla şehrin bir parçasını oluşturan büyük çarşının tüm tezgahları ve tonozları da parlak ışıklarla parlıyor. Burada sergilenen muhteşem eşyalar, özellikle halı, şal ve silahlar göze sunulmak üzere artan bir ihtişam içinde çarşı koridorlarında sergileniyor. Muazzam Konstantinopolis'te gözlemci yabancıların görme ve tatma duyularını dört hafta boyunca her akşam doyuran, neşeli ve bilinmeyen bir pasta dünyasına taşıyan, sihirli bir günde yol alıyoruz. Yabancılar bu gece saatlerinde kahvelerde eğlence aramak isterlerse, misafirleri sanatlarıyla eğlendirmek için mekandan mekana dolaşan hikaye anlatıcıları (meddahlar) ve Rum müzisyenleri bulacaktır. ZENGİN FAKİR YANYANA Fakat bütün bunlar anlamlı sîmalarıyla asaletli ve güçlü doğulu figürlerin sunduklarından daha az dikkat çekicidir. Divanlarda uzun bir sıra halinde oturan bu insanlar eski düşman bile olsalar, zengin-fakir yanyana dostça sohbetler ederler. Zira zaman, Ramazan için barışma zamanıdır. Burada her türlü statü farkı ve her olumsuz ilişki yasaklanmış gibi görünüyor. Herkese dostça bir neşe yayılmış durumda. YAKLAŞAN SAHUR Sahur yaklaştıkça yaklaşıyor ve biz ışıklı sokaklarda bir kez daha acele ediyoruz. Konuklar daha şimdiden parlak bir şekilde aydınlatılmış saraydan boşalıyor ve muhteşem atlarına binerek evlerine doğru sürüyorlar. Kendi evlerinin efendisi olarak, Ramazan'da her Müslüman'ın sabah namazından yaklaşık bir saat önce yediği yemeğe (sahur) oturuyorlar, ama içlerinde yabancının olmadığı sadece kendi aile üyeleri ile birlikte. Bu yemeğe "günlük oruç hazırlığı" anlamına gelen "imsak" deniliyor. Sonra alçak bir evin yanından geçerken açık kalmış pencereler evin içindeki arka odaları görmemize imkan tanıyor. Orada yaşlı bir baba, eşi, çocukları ve hizmetçileriyle birlikte, doğudaki ilk Hıristiyanların, geceleri düzenlenen eski aşk şölenlerini anımsatan yemekte ataerkil bir sakinlikle oturuyor. PERA Şimdi, Avrupalıların yaşadığı banliyö olan Pera'ya geçmek için sokaklardan limana doğru daha hızlı koşarsak, etrafımızda hala hareketli bir hayat vızıldıyor, şafak yaklaştıkça neşesi artıyor gibi görünüyor. Seyyar şeker ve tatlı satıcıları, mallarını seslice haykırarak satıyor. Pastaneciler dükkânlarında sık sık boşaltılan teneke tepsileri doldurmaya devam ediyor. Daha yoğun bir zevk sevenler, tütsülenmiş muhallebi çömlekleri ve çeşitli kuzu yemeklerinin etrafında toplanıyor. YEMEK İKRAMLARI Büyük bir pilav kazanı ve bir direğin üzerinde et taşıyan ve onu yer sofrasına oturmuş ahalinin önüne seren iki siyah köleyle karşılaşıyoruz. "Peygamberin dağıttığı gibi kendilerine ihsan edilen nimetleri cömertçe dağıtanlardan Allah razı olur!" diye yüksek sesle bağıran siyah adam üç kere "Elhamdülillah!" diyor. Fakirler topluluğu ise hep bir ağızdan cevap veriyorlar: "Allah hayır sahibinden ebeden razı olsun!" Kısa bir süre içinde biten ziyafetten sonra karnı doyanların teşekkür seslerini uzaklardan bile işitiyoruz: "Allah karnımızı doyuranların keselerini doldursun!" ve "Allah hayır sahibi zenginlerden razı olsun ve bize verdiklerinin bin katını onlara geri versin!" BAYRAM GÜNÜ Oruç ayı Ramazan'ın son akşamında yeni ay mutlu Şevval ayını ilan ediyor. (Bu yılın takvimine göre 7 Temmuz Perşembe), Dini bir bayram olan Büyük Bayram, "Iyd-ı fıtır" olarak da adlandırılır. Son orucun açılmasından sonra başlar ve eski Türk geleneğine göre bunu ikinci ve üçüncü bir kutlama günü takip eder. Bayramın ilk günün başlangıcı -bütün büyük kutlamalar gibi- kıyıdan ve limanın zengin bayraklı gemilerinden aralıksız bir top ateşi ile karşılanır. Müminler namaza gitmeden önce, şeriat, mümkün olduğu kadar güzel giysiler giymeyi övülmeye değer görür ki bu da mümkün olduğunca yapılmaya çalışılır. Öyle ki Türkçe bir deyimde bir insanın ne kadar fakir olduğu anlatılabilmek için şöyle denilir: "Kendine bir bayram elbisesi bile alamayacak kadar fakir" BAYRAM TEBRİKLERİ Yolda sürekli olarak emredilen dua kelimelerinin mırıltısı duyuluyor: "Allahu ekber!" "Tanrı büyüktür! Bayram kısmen Alman Yeni Yılı'na benziyor, çünkü bunda olduğu gibi herkes birbirine iyi dileklerde bulunur. Sokakta karşılaşan tamamen yabancılar bile birbirlerini bayram selamı ile selamlıyorlar: "Bayramın mübarek olsun!" KÜSLERİN BARIŞMASI Ramazan'da henüz bırakılamayan düşmanlıklar Bayram'da genellikle azalır ve kendisine sunulan barıştırma teşebbüsünü reddedenler halk arasında genel bir ayıplamayla karşılanır. Aynı zamanda birbirlerine hediyeler vermek de bu günde bir adettir ve Doğu geleneklerinin izin verdiği ölçüde kadınlar bu konuda daha fazla özgürlüğe sahiptir. Özenle dekore edilmiş uzun araba konvoylarındaki bütün harem halkı -elbette yeşil pelerinlere sarılmış ve sadece burunlarını ve gözlerini gösteren hanımlar- birbirlerini ziyaret ederler. BAYRAMDA KIR GEZİLERİ Bu bayram günlerinde insanlar yakın ve uzak eğlencelik yerlerde, Kağıthane Deresi'nde, Büyükdere'de, Dolmabahçe'de, Prens Adaları'nda birlikte kendilerini eğlendirirler. Bayram, Türkler gibi, zevk düşkünü Hıristiyanlar tarafından da aynı coşkuyla kutlanır.." Daha fazlası için lütfen takip ediniz: https://www.facebook.com/TariheSeyahat
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Vietnam’dan ‘Fruit Ladies’ serisi

    Vietnam’ın başkenti Hanoi, sürekli hareket halindeki canlı sokaklarıyla ve otomobilden daha çok motosiklet ve bisiklet kullanım çoğunluğuyla dikkat çekiyor. Sanat, sokak yemekleri ve rengarenk görüntüleriyle de bilinen şehrin sokaklarında motor ya da bisiklet üzerinde bazen halı bazen de kavun taşıyan satıcılara rastlamak mümkün.

    Vietnamlı fotoğraf sanatçısı @dongqtrung, bu hareketli şehrin sürekli değişen manzaralarını ve insanların günlük yaşamlarını en doğal haliyle fotoğraflıyor. Sokak fotoğrafçılığında çok alışık olmadığımız havadan fotoğraflama yöntemiyle Hanoi sokaklarında gezinen meyve satıcılarının benzer açıdan görüntülerini yakalayıp bir koleksiyon haline getiren sanatçı, meyveli kadınlar fotoğraflarının, bir buçuk saatinin bereketli sonucu olduğunu söylüyor. Bu koleksiyona da en az görüntüler kadar orijinal bir isim koyan sanatçı koleksiyonu için ‘Fruit Ladies’ dizisi diyor.

    Yukarıdan çekilmiş renkli fotoğraflardan oluşan koleksiyon; meyve, sebze, çiçek ve benzer ürünlerin olduğu sepetleri pazara taşıyan satıcıları konu alıyor.

    Havadan yapılan çekim açılarında bazı satıcıların yüzünü, bazılarının kıyafetini ve hepsinin kimliğini gizleyen kullandıkları konik şapkalar da bu koleksiyona özgünlük katıyor.

    #vietnam #fotoğraf #fotoğrafanatçısı #fruitladies
    Vietnam’dan ‘Fruit Ladies’ serisi 🥑🍊 Vietnam’ın başkenti Hanoi, sürekli hareket halindeki canlı sokaklarıyla ve otomobilden daha çok motosiklet ve bisiklet kullanım çoğunluğuyla dikkat çekiyor. Sanat, sokak yemekleri ve rengarenk görüntüleriyle de bilinen şehrin sokaklarında motor ya da bisiklet üzerinde bazen halı bazen de kavun taşıyan satıcılara rastlamak mümkün. Vietnamlı fotoğraf sanatçısı @dongqtrung, bu hareketli şehrin sürekli değişen manzaralarını ve insanların günlük yaşamlarını en doğal haliyle fotoğraflıyor. Sokak fotoğrafçılığında çok alışık olmadığımız havadan fotoğraflama yöntemiyle Hanoi sokaklarında gezinen meyve satıcılarının benzer açıdan görüntülerini yakalayıp bir koleksiyon haline getiren sanatçı, meyveli kadınlar fotoğraflarının, bir buçuk saatinin bereketli sonucu olduğunu söylüyor. Bu koleksiyona da en az görüntüler kadar orijinal bir isim koyan sanatçı koleksiyonu için ‘Fruit Ladies’ dizisi diyor. Yukarıdan çekilmiş renkli fotoğraflardan oluşan koleksiyon; meyve, sebze, çiçek ve benzer ürünlerin olduğu sepetleri pazara taşıyan satıcıları konu alıyor. Havadan yapılan çekim açılarında bazı satıcıların yüzünü, bazılarının kıyafetini ve hepsinin kimliğini gizleyen kullandıkları konik şapkalar da bu koleksiyona özgünlük katıyor. #vietnam #fotoğraf #fotoğrafanatçısı #fruitladies
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Dubai’de yapımı devam eden 5 milyar dolarlık ay otel projesi.

    Lüks otel : Muhteşem manzaralar sunan 4.000 konuk odası.
    Ay yüzeyi deneyimi : Ay yüzeyinin simüle edilmiş ay gezicileri
    ve astronot eğitim tesisleri içeren bir “ay kolonisi” ile
    tamamlanan 10 dönümlük kopyası olması planlanan proje
    2025 te bitirilecek….
    Dubai’de yapımı devam eden 5 milyar dolarlık ay otel projesi. Lüks otel : Muhteşem manzaralar sunan 4.000 konuk odası. Ay yüzeyi deneyimi : Ay yüzeyinin simüle edilmiş ay gezicileri ve astronot eğitim tesisleri içeren bir “ay kolonisi” ile tamamlanan 10 dönümlük kopyası olması planlanan proje 2025 te bitirilecek….
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Bu fotoğraf 1899 yılında Şam'da çekildi. Cüce Samir'dir. O bir Hıristiyan ve yürüyemiyor. Samir'i sırtında taşıyan ise Muhammed'dir. Kendisi Müslümandır ve kördür. Mohamed, nereye gideceğini söylemesi için Samir'e güveniyor ve Samir şehrin sokaklarında gezinmek için arkadaşının sırtını kullanıyor. İkisi de yetimdi ve aynı odada yaşıyorlardı. Samir bir hakawatiydi (bir hikaye anlatıcısı); anlatma yeteneğine sahipti ve Şam'daki bir kafenin müşterilerine bin bir gecenin hikayelerini anlattı; Mohamed aynı kafenin önünde bolbol satıyordu ve arkadaşının hikayelerini dinlemeyi seviyordu. Muhammed bir gün odasına çekilince arkadaşını ölü buldu. Yedi gün boyunca arkadaşının yasını tuttu ve ağladı. Farklı dinlerden oldukları için nasıl bu kadar iyi anlaştıkları sorulduğunda, eliyle kalbini işaret ederek sadece şunu söyledi: "İşte biz aynıydık."
    Bu fotoğraf 1899 yılında Şam'da çekildi. Cüce Samir'dir. O bir Hıristiyan ve yürüyemiyor. Samir'i sırtında taşıyan ise Muhammed'dir. Kendisi Müslümandır ve kördür. Mohamed, nereye gideceğini söylemesi için Samir'e güveniyor ve Samir şehrin sokaklarında gezinmek için arkadaşının sırtını kullanıyor. İkisi de yetimdi ve aynı odada yaşıyorlardı. Samir bir hakawatiydi (bir hikaye anlatıcısı); anlatma yeteneğine sahipti ve Şam'daki bir kafenin müşterilerine bin bir gecenin hikayelerini anlattı; Mohamed aynı kafenin önünde bolbol satıyordu ve arkadaşının hikayelerini dinlemeyi seviyordu. Muhammed bir gün odasına çekilince arkadaşını ölü buldu. Yedi gün boyunca arkadaşının yasını tuttu ve ağladı. Farklı dinlerden oldukları için nasıl bu kadar iyi anlaştıkları sorulduğunda, eliyle kalbini işaret ederek sadece şunu söyledi: "İşte biz aynıydık."
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Hillier Gölü, Avustralya'da çarpıcı bir pembe göldür. Gölü ziyaret ettiğinizde gerçek bir renk patlaması göreceksiniz,özellikle havadan.
    Özellikle mavi denize çok yakın ve yemyeşil ağaçların arasında.

    Hillier Gölü'nün neden bu çarpıcı renge sahip olduğu tam olarak belli değil ancak bilim adamlarının teorileri var. En yaygın teori, sudaki bazı organizmaların (Dunaliella salina ve Halobacteria) pembe bir madde üretmesidir. Bölgedeki benzer, açık renkli göllerde de durum aynıdır. Parlak pembe rengin ışık yansıması veya optik bir etki sonucu olmadığı kesindir. Gölden bir şişeye su doldurduğunuzda şişe pembe kalıyor.

    Göl, Güney Okyanusu'ndan ince bir kum şeridi ile ayrılıyor ve suyun çilekli milkshake renginin aşırı tuzluluktan kaynaklandığına inanılıyor. Bu keşif, 1802 yılında Matthew Flinders'ın adalara bir keşif gezisine öncülük etmesi ve gölden bir örnek toplamasıyla yapıldı, ancak tuzun benzersiz renk tonunun kaynağı olduğuna dair kesin bir kanıt bulunamadı.

    Gölde düzenli olarak araştırmalar yapılıyor. Bilim adamları, sudaki çeşitli bakterilerin pembe renge neden olduğundan şüpheleniyorlar. Burada yürüyüş yapan herkes, yine farklı renkte olan başka göllerle de karşılaşacaktır. Bu göllerin oluşmasına da çeşitli bakteri türleri neden oluyor.

    Orta Ada, Batı Avustralya'daki Recherche Takımadalarını oluşturan 105 adadan en büyüğüdür. Adanın bilinen bir nedeni var: parlak pembe bir gölün varlığı. Hillier Gölü, altı yüz iki yüşz metre çapında, küçük boyutludur. Gölün çevresinde biriken kum ve tuz karışımından oluşan net bir kenar görebilirsiniz. Su yüzeyinin 'doğal olmayan' rengi, yakındaki berrak mavi deniz ve koyu yeşil ormanla yapılan kontrastla daha da vurgulanıyor.
    Hillier Gölü, Avustralya'da çarpıcı bir pembe göldür. Gölü ziyaret ettiğinizde gerçek bir renk patlaması göreceksiniz,özellikle havadan. Özellikle mavi denize çok yakın ve yemyeşil ağaçların arasında. Hillier Gölü'nün neden bu çarpıcı renge sahip olduğu tam olarak belli değil ancak bilim adamlarının teorileri var. En yaygın teori, sudaki bazı organizmaların (Dunaliella salina ve Halobacteria) pembe bir madde üretmesidir. Bölgedeki benzer, açık renkli göllerde de durum aynıdır. Parlak pembe rengin ışık yansıması veya optik bir etki sonucu olmadığı kesindir. Gölden bir şişeye su doldurduğunuzda şişe pembe kalıyor. Göl, Güney Okyanusu'ndan ince bir kum şeridi ile ayrılıyor ve suyun çilekli milkshake renginin aşırı tuzluluktan kaynaklandığına inanılıyor. Bu keşif, 1802 yılında Matthew Flinders'ın adalara bir keşif gezisine öncülük etmesi ve gölden bir örnek toplamasıyla yapıldı, ancak tuzun benzersiz renk tonunun kaynağı olduğuna dair kesin bir kanıt bulunamadı. Gölde düzenli olarak araştırmalar yapılıyor. Bilim adamları, sudaki çeşitli bakterilerin pembe renge neden olduğundan şüpheleniyorlar. Burada yürüyüş yapan herkes, yine farklı renkte olan başka göllerle de karşılaşacaktır. Bu göllerin oluşmasına da çeşitli bakteri türleri neden oluyor. Orta Ada, Batı Avustralya'daki Recherche Takımadalarını oluşturan 105 adadan en büyüğüdür. Adanın bilinen bir nedeni var: parlak pembe bir gölün varlığı. Hillier Gölü, altı yüz iki yüşz metre çapında, küçük boyutludur. Gölün çevresinde biriken kum ve tuz karışımından oluşan net bir kenar görebilirsiniz. Su yüzeyinin 'doğal olmayan' rengi, yakındaki berrak mavi deniz ve koyu yeşil ormanla yapılan kontrastla daha da vurgulanıyor.
    0 Commentarii 0 Distribuiri
  • Dünyanın en uzun yük tren ağı
    Çin'i Orta Avrupa'ya bağlayan, Ayoo'dan Orta İspanya'ya giden yük trenlerinin birçok Avrupa ülkesine ulaştığı trenlerdir.
    Ve 10 yılda 77 binden fazla geziyi tamamladım.
    340 milyar dolarlık rekor bir rekor içinde 7.3 milyondan fazla konteyner taşıdı.
    Dünyanın en uzun yük tren ağı Çin'i Orta Avrupa'ya bağlayan, Ayoo'dan Orta İspanya'ya giden yük trenlerinin birçok Avrupa ülkesine ulaştığı trenlerdir. Ve 10 yılda 77 binden fazla geziyi tamamladım. 340 milyar dolarlık rekor bir rekor içinde 7.3 milyondan fazla konteyner taşıdı.
    0 Commentarii 0 Distribuiri
Sponsorizeaza Paginile