• Fatih Sultan Mehmed'in Napoli'de vefat eden talihsiz Şehzadesi.
    Cem Sultan'ın dramı...

    Fatih Sultan Mehmed 1481'de vefat edince tahta büyük oğlu 2. Bayezid geçti. Küçük oğlu Şehzade Cem, ağabeyinin saltanatını kabul etmedi. Tahta geçmek için ağabeyi 2. Bayezid ile savaştı ama başarısız oldu ve tahta oturamayacağını anladı.

    Şehzade Cem, önce Memlüklülere sığındı. Daha sonra Rodos'a gitti. Maalesef Rodos'a gitmesiyle artık esaret hayatıda başlamış oldu. Fatih'in oğluna Rodos Şövalyeleri bir nevi esir muamelesi yaptılar.

    Rodos Şövalyeleri Papa'dan istedikleri parayı alınca ile zavallı Şehzade'yi İtalya'ya naklettiler.

    Cem Sultan 1489'da Roma'ya vardı. Şehrin dışında Papa'nın oğlu, kardinaller ve büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Halk, Fatih'in oğlunu görmek için yollara yığılmıştı. Büyük hükümdarlara yapılan bir törenle Şehzade Cem, Vatikan Sarayı'na girdi.

    O andan itibaren Roma, Avrupa siyasetinin merkezi haline geldi. Macaristan Kralı ve Memlük Sultanı, Şehzade'nin kendilerine verilmesi için Papa'ya baskı yapmaya başlamışlardı.

    Şehzade'yi Osmanlı'ya karşı koz olarak kullanmak düşüncesi herkeste vardı.

    Roma'ya varışının ertesi günü Şehzade Cem, Papa tarafından kabul edildi. Papa, Kardinaller, Roma'da bulunan bütün elçiler, Şehzade'yi ayakta karşıladı. Papa, büyük tacını ve tören elbisesini giymişti.

    Protokol görevlileri Şehzade'ye, imparatorların bile Papa'nın ayaklarını öptüğünü söyleyip, hiç olmazsa Papanın karşısında eğilmesini rica ettiler. Şehzade Cem, babasından başka kimsenin önünde eğilmemiş olduğunu, bundan sonra da eğilmeyeceğini söyledi.

    Israrlar karşısında ölümü tercih edeceğini söyleyince vazgeçmek zorunda kaldılar. Papa İnnocent, kendisini başıyla selamlayan Şehzade'yi kucaklayıp öptü. Bu, bir Papa'nın en büyük hükümdara karşı göstereceği en son iltifat derecesiydi.

    3 gün, 3 gece Şehzade'nin şerefine şenlik ve ziyafet düzenlendi. Şehzade Cem sonuçta Vatikan Sarayı'nda esirdi ve huzursuzdu. Papa tarafından birçok defa davet edildi. Papa, Osmanlı'ya karşı yeni bir Haçlı seferi için Şehzade'yi elde etmek istiyordu.

    Bu düşüncesini Şehzade'ye açınca, Şehzade karşısına dikildi. İslâm'a asla ihanet etmeyeceğini, başına dünya tacını bile koysalar istemediğini, tek isteğinin Kahire’ye gidip ailesinin yanında ömrünü tamamlamak olduğunu söyledi.

    1490'da Roma'ya gelen Sultan 2.Bayezid'in elçisi, Şehzade Cem'in 3 yıllık ödeneğini Papa'ya teslim etti. Elçi Şehzade tarafından da karşılandı.

    Şehzade'nin ayağını öpen elçi, Sultan Bayezid'in mektubunu ve hediyelerini verdi. Şehzade iyi kalpliliğinden Roma'da gezintiye çıktığı zaman, yollarda gördüğü fakirlere büyük sadakalar dağıtıyordu.

    Roma halkı arasında, Şehzade'nin Hristiyan olduğuna dair dedikodular çıktı. Papa bu dedikodulara inandı. Bir gün Şehzade Cem'i açıkça Hristiyan olmaya davet etti. Şehzade bunu bir hakaret saydı ve ayağa kalkıp konuşmaya son verdi.

    Papa, Şehzade'nin son derece kızdığını görünce, geri adım atıp Şehzade Cem'i sakinleştirici sözler söyledi. Bu arada Fransa Kralı Charles, Şehzade Cem'i alabilmek için Papa'ya büyük baskı yapıyordu.

    En sonunda yeni Papa Alessandro Borgia, Fransa Kralı'nın baskılarına dayanamadı ve Şehzade'yi teslim etti. Şehzade Cem, artık Fransa Kralı'nın esiriydi.

    Fransa Kralı, Şehzade Cem'i yanına alıp Napoli'ye doğru yola çıktı.

    Fakat yolda Şehzade Cem rahatsızlandı ve öleceğini anladı. 25 Şubat 1495'te, Fatih Sultan Mehmed Han'ın küçük oğlu Şehzade Cem, Napoli'de vefat etti. Papa tarafından yavaş etkileyen bir terkiple zehirlendikten sonra Fransa Kralı'na teslim edildiği ve bu sebeple öldüğü muhakkaktır.

    Şehzade Cem'in Avrupa'daki esareti, Osmanlı'nın rahat hareket etmesini engelledi. Avrupa devletleri tarafından Osmanlı'ya bir koz olarak düşünüldü. 2. Bayezid'in eli kolu bir nevi bağlandı kardeşinin esareti sebebiyle.

    Şehzade Cem, ağabeyi 2. Bayezid'e duygu yüklü mektuplar yazmış ve tahtta hakkı olduğunu söylemişti. Buna karşın 2. Bayezid'de tahtın kendisine kısmet olduğunu ve artık buna rıza göstermesi gerektiğini ifade eden karşı mektuplar yazdı.

    Vefat ettiğinde henüz 35 yaşındaydı.
    Son 12 senesini Avrupa'da geçirmiş, ordan oraya savrulmuş, vatanına ve ezan seslerine hasret kalmıştı. Naaşı bir müddet sonra Bursa'ya getirildi ve atalarının yanına defnedildi.

    Sonuçta o bir Osmanlı Şehzadesiydi ve her Şehzade gibi Padişah olmak üzere yetiştirilmişti. Fatih'in talihsiz Şehzadesi Sultan Cem'i rahmetle anıyorum..
    Fatih Sultan Mehmed'in Napoli'de vefat eden talihsiz Şehzadesi. Cem Sultan'ın dramı... Fatih Sultan Mehmed 1481'de vefat edince tahta büyük oğlu 2. Bayezid geçti. Küçük oğlu Şehzade Cem, ağabeyinin saltanatını kabul etmedi. Tahta geçmek için ağabeyi 2. Bayezid ile savaştı ama başarısız oldu ve tahta oturamayacağını anladı. Şehzade Cem, önce Memlüklülere sığındı. Daha sonra Rodos'a gitti. Maalesef Rodos'a gitmesiyle artık esaret hayatıda başlamış oldu. Fatih'in oğluna Rodos Şövalyeleri bir nevi esir muamelesi yaptılar. Rodos Şövalyeleri Papa'dan istedikleri parayı alınca ile zavallı Şehzade'yi İtalya'ya naklettiler. Cem Sultan 1489'da Roma'ya vardı. Şehrin dışında Papa'nın oğlu, kardinaller ve büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Halk, Fatih'in oğlunu görmek için yollara yığılmıştı. Büyük hükümdarlara yapılan bir törenle Şehzade Cem, Vatikan Sarayı'na girdi. O andan itibaren Roma, Avrupa siyasetinin merkezi haline geldi. Macaristan Kralı ve Memlük Sultanı, Şehzade'nin kendilerine verilmesi için Papa'ya baskı yapmaya başlamışlardı. Şehzade'yi Osmanlı'ya karşı koz olarak kullanmak düşüncesi herkeste vardı. Roma'ya varışının ertesi günü Şehzade Cem, Papa tarafından kabul edildi. Papa, Kardinaller, Roma'da bulunan bütün elçiler, Şehzade'yi ayakta karşıladı. Papa, büyük tacını ve tören elbisesini giymişti. Protokol görevlileri Şehzade'ye, imparatorların bile Papa'nın ayaklarını öptüğünü söyleyip, hiç olmazsa Papanın karşısında eğilmesini rica ettiler. Şehzade Cem, babasından başka kimsenin önünde eğilmemiş olduğunu, bundan sonra da eğilmeyeceğini söyledi. Israrlar karşısında ölümü tercih edeceğini söyleyince vazgeçmek zorunda kaldılar. Papa İnnocent, kendisini başıyla selamlayan Şehzade'yi kucaklayıp öptü. Bu, bir Papa'nın en büyük hükümdara karşı göstereceği en son iltifat derecesiydi. 3 gün, 3 gece Şehzade'nin şerefine şenlik ve ziyafet düzenlendi. Şehzade Cem sonuçta Vatikan Sarayı'nda esirdi ve huzursuzdu. Papa tarafından birçok defa davet edildi. Papa, Osmanlı'ya karşı yeni bir Haçlı seferi için Şehzade'yi elde etmek istiyordu. Bu düşüncesini Şehzade'ye açınca, Şehzade karşısına dikildi. İslâm'a asla ihanet etmeyeceğini, başına dünya tacını bile koysalar istemediğini, tek isteğinin Kahire’ye gidip ailesinin yanında ömrünü tamamlamak olduğunu söyledi. 1490'da Roma'ya gelen Sultan 2.Bayezid'in elçisi, Şehzade Cem'in 3 yıllık ödeneğini Papa'ya teslim etti. Elçi Şehzade tarafından da karşılandı. Şehzade'nin ayağını öpen elçi, Sultan Bayezid'in mektubunu ve hediyelerini verdi. Şehzade iyi kalpliliğinden Roma'da gezintiye çıktığı zaman, yollarda gördüğü fakirlere büyük sadakalar dağıtıyordu. Roma halkı arasında, Şehzade'nin Hristiyan olduğuna dair dedikodular çıktı. Papa bu dedikodulara inandı. Bir gün Şehzade Cem'i açıkça Hristiyan olmaya davet etti. Şehzade bunu bir hakaret saydı ve ayağa kalkıp konuşmaya son verdi. Papa, Şehzade'nin son derece kızdığını görünce, geri adım atıp Şehzade Cem'i sakinleştirici sözler söyledi. Bu arada Fransa Kralı Charles, Şehzade Cem'i alabilmek için Papa'ya büyük baskı yapıyordu. En sonunda yeni Papa Alessandro Borgia, Fransa Kralı'nın baskılarına dayanamadı ve Şehzade'yi teslim etti. Şehzade Cem, artık Fransa Kralı'nın esiriydi. Fransa Kralı, Şehzade Cem'i yanına alıp Napoli'ye doğru yola çıktı. Fakat yolda Şehzade Cem rahatsızlandı ve öleceğini anladı. 25 Şubat 1495'te, Fatih Sultan Mehmed Han'ın küçük oğlu Şehzade Cem, Napoli'de vefat etti. Papa tarafından yavaş etkileyen bir terkiple zehirlendikten sonra Fransa Kralı'na teslim edildiği ve bu sebeple öldüğü muhakkaktır. Şehzade Cem'in Avrupa'daki esareti, Osmanlı'nın rahat hareket etmesini engelledi. Avrupa devletleri tarafından Osmanlı'ya bir koz olarak düşünüldü. 2. Bayezid'in eli kolu bir nevi bağlandı kardeşinin esareti sebebiyle. Şehzade Cem, ağabeyi 2. Bayezid'e duygu yüklü mektuplar yazmış ve tahtta hakkı olduğunu söylemişti. Buna karşın 2. Bayezid'de tahtın kendisine kısmet olduğunu ve artık buna rıza göstermesi gerektiğini ifade eden karşı mektuplar yazdı. Vefat ettiğinde henüz 35 yaşındaydı. Son 12 senesini Avrupa'da geçirmiş, ordan oraya savrulmuş, vatanına ve ezan seslerine hasret kalmıştı. Naaşı bir müddet sonra Bursa'ya getirildi ve atalarının yanına defnedildi. Sonuçta o bir Osmanlı Şehzadesiydi ve her Şehzade gibi Padişah olmak üzere yetiştirilmişti. Fatih'in talihsiz Şehzadesi Sultan Cem'i rahmetle anıyorum..
    0 Kommentare 0 Anteile
  • Edirne is a city in the northwest Turkey close to Turkey’s borders with Greece and Bulgaria.
    The city was founded as Hadrianopolis, named after the Roman emperor Hadrian, which is still used in the modern Greek language.
    The city of Edirne was the official Ottoman capital city for at least half a century after the defeat of Sultan Bayezid II by Timur and before the conquest of Constantinople.

    Stay tuned to discover the next destination of #BrillioAroundTheWorld!
    Edirne is a city in the northwest Turkey close to Turkey’s borders with Greece and Bulgaria. The city was founded as Hadrianopolis, named after the Roman emperor Hadrian, which is still used in the modern Greek language. The city of Edirne was the official Ottoman capital city for at least half a century after the defeat of Sultan Bayezid II by Timur and before the conquest of Constantinople. 🌍 Stay tuned to discover the next destination of #BrillioAroundTheWorld!
    0 Kommentare 0 Anteile
  • Denge Sütununun Amacı

    Ülkemizde bazı cami, konak ve medreselerde rastlanılan elle çevirilince dönen denge sütununun amacı depremin binaya verdiği hasarı görmek.

    Dönen taş denge sütunun dönmemesi durumu, yapının statik formunun ideal değerleri dışına çıktığına ve yapının görülen veya görülemeyen bir hasar aldığına işaret eder. Kısaca sütun dönmüyorsa yapının temel unsurları hasar görmüştür.

    Birçok fay hattı üzerinde bulunan Türkiye’de, depremin yaptığı etkileri görmek amacıyla tasarlanan bu sütun günümüz mimari yapıları ile kıyaslanamıyor bile…

    Öyle ki, 800 yıl önce yapılan bu yapılar, insan canının neredeyse hiçe sayıldığı, en ucuz malzemenin kullanıldığı, betonun ve demirin en kalitesiz halinin kullanıldığı son 100 yıldaki yapılardan çok daha ince düşünülmüş ve önem gösterilmiş durumda.

    Denge Sütununun Kullanıldığı Bazı Yerler:
    Kayseri Develi Ulu Camii,
    Amasya Beyazıt Camii,
    Sivas Divriği Ulucamii (depremden hasar almış durumda ve dönmüyor),
    Manisa Muradiye Camii,
    Kırşehir Cacabey Medresesi (depremden hasar almış durumda ve dönmüyor),
    Tokat Niksar Belediye Hizmet Binası,
    Diyarbakır Ulu Camii,
    Bursa Yeşil Camii,
    Edremit Eğilmez Camii,
    Bergama Ulu Camii,
    Bolu yıldırım Beyazıt Camii,
    Bir şunu diyen bir yazı '29.42 Bergama Ulu Cami veya Yıldırım Camii, Sultan Yıldırım Bayezid tarafından 1399 tarihinde yaptırılmış, İzmir'in Bergama ilçesinde bulunan tarihî cami.
    Denge Sütununun Amacı Ülkemizde bazı cami, konak ve medreselerde rastlanılan elle çevirilince dönen denge sütununun amacı depremin binaya verdiği hasarı görmek. Dönen taş denge sütunun dönmemesi durumu, yapının statik formunun ideal değerleri dışına çıktığına ve yapının görülen veya görülemeyen bir hasar aldığına işaret eder. Kısaca sütun dönmüyorsa yapının temel unsurları hasar görmüştür. Birçok fay hattı üzerinde bulunan Türkiye’de, depremin yaptığı etkileri görmek amacıyla tasarlanan bu sütun günümüz mimari yapıları ile kıyaslanamıyor bile… Öyle ki, 800 yıl önce yapılan bu yapılar, insan canının neredeyse hiçe sayıldığı, en ucuz malzemenin kullanıldığı, betonun ve demirin en kalitesiz halinin kullanıldığı son 100 yıldaki yapılardan çok daha ince düşünülmüş ve önem gösterilmiş durumda. Denge Sütununun Kullanıldığı Bazı Yerler: Kayseri Develi Ulu Camii, Amasya Beyazıt Camii, Sivas Divriği Ulucamii (depremden hasar almış durumda ve dönmüyor), Manisa Muradiye Camii, Kırşehir Cacabey Medresesi (depremden hasar almış durumda ve dönmüyor), Tokat Niksar Belediye Hizmet Binası, Diyarbakır Ulu Camii, Bursa Yeşil Camii, Edremit Eğilmez Camii, Bergama Ulu Camii, Bolu yıldırım Beyazıt Camii, Bir şunu diyen bir yazı '29.42 Bergama Ulu Cami veya Yıldırım Camii, Sultan Yıldırım Bayezid tarafından 1399 tarihinde yaptırılmış, İzmir'in Bergama ilçesinde bulunan tarihî cami.
    0 Kommentare 0 Anteile
  • "Whosoever fears defeat, always remains defeated"

    ~Ottoman Sultan Yildirim Bayezid I
    Yildirim means The Thunderbolt
    "Whosoever fears defeat, always remains defeated" ~Ottoman Sultan Yildirim Bayezid I Yildirim means The Thunderbolt ⚡
    0 Kommentare 0 Anteile
  • 𝐖𝐡𝐞𝐧 𝟏𝟎𝟎,𝟎𝟎𝟎 𝐉𝐞𝐰𝐬 𝐅𝐥𝐞𝐝 𝐭𝐡𝐞 𝐈𝐧𝐪𝐮𝐢𝐬𝐢𝐭𝐢𝐨𝐧 𝐢𝐧 𝐒𝐩𝐚𝐢𝐧 & 𝐓𝐨𝐨𝐤 𝐑𝐞𝐟𝐮𝐠𝐞 𝐢𝐧 𝐭𝐡𝐞 𝐎𝐭𝐭𝐨𝐦𝐚𝐧 𝐒𝐭𝐚𝐭𝐞,𝟏𝟒𝟗𝟐

    Entire Jewish population was expelled from Spanish lands after Alhambra Decree issued by Christian rulers. Sultan Bayezid II sent his navy to rescue these persecuted Jews and some Muslims from Spain. Jews were granted permission to settle in the Istanbul with a Imperial Decree issued by Sultan which ordered the protection of Jewish life and property. Modern Jews should recall these tragic times when none offered them help but the Muslims.

    #Jews #Palestine #Israel #Gaza #factsonly
    𝐖𝐡𝐞𝐧 𝟏𝟎𝟎,𝟎𝟎𝟎 𝐉𝐞𝐰𝐬 𝐅𝐥𝐞𝐝 𝐭𝐡𝐞 𝐈𝐧𝐪𝐮𝐢𝐬𝐢𝐭𝐢𝐨𝐧 𝐢𝐧 𝐒𝐩𝐚𝐢𝐧 & 𝐓𝐨𝐨𝐤 𝐑𝐞𝐟𝐮𝐠𝐞 𝐢𝐧 𝐭𝐡𝐞 𝐎𝐭𝐭𝐨𝐦𝐚𝐧 𝐒𝐭𝐚𝐭𝐞,𝟏𝟒𝟗𝟐 👇 Entire Jewish population was expelled from Spanish lands after Alhambra Decree issued by Christian rulers. Sultan Bayezid II sent his navy to rescue these persecuted Jews and some Muslims from Spain. Jews were granted permission to settle in the Istanbul with a Imperial Decree issued by Sultan which ordered the protection of Jewish life and property. Modern Jews should recall these tragic times when none offered them help but the Muslims. #Jews #Palestine #Israel #Gaza #factsonly
    0 Kommentare 0 Anteile
  • Uzun Hasan Bey (1423-1428)

    Akkoyunlu Devleti Hükümdarları Hasan Bey, Karakoyunlular ve Timur’un torununu yenerek devletinin sınırları güneye doğru genişletmiş, 1466 yılında Tebriz’i başkent yapmıştır. Uzun Hasan Bey, bugünkü İran, Irak, Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye'nin de bir bölümünü kapsayan bir coğrafyada 1453-1478 yılları arasında hüküm sürmüştür.

    Uzun Hasan Bey, Oğuzların Bayındır boyundan, Timur'un Diyarbakır, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Erzincan'a yönetici olarak atadığı Kara Yülük Osman Bey'in torunu olup, babası Celâleddîn Ali Beydir. 1423'te Diyarbakır'da doğmuştur. 1453'te Diyarbakır’da devletin başına geçmiş, Karakoyunluların hükümdarı Cihan Şahı yenmiş (1467), Trabzon İmparatoru IV. İoannis'in kızı Despina Hatun (Theodora Megali Komnini) ile evlenerek bu devleti himayesi altına almaya çalışmıştır.

    Uzun Hasan Bey, Akkoyunlu tahtını ele geçirip “ulu bey” olduktan sonra, özellikle malî ve adlî düzenlemelerle Akkoyunlular tarihinde önemli bir yere sahiptir. Kendisi, Amasya’da oturan Şehzade Bayezid’e gönderdiği bir mektupta eskiden Mangışlak, Hârizm ve Türkistan’a dağılan Bayındır ve Bayat ulusları ile Oğuz iline mensup olanların katına geldiklerini yazmıştır. Oğuz Han’ın ve onun torunu Bayındır Han’ın şerefli soyundan geldiğini ifade eden Uzun Hasan Bey, Akkoyunlu oymağının bağlandığı Bayındır boyunun damgasını devletinin sembolü yapmıştır. Bu sebeple Bayındır damgası sadece paralarda değil resmî evrak üzerinde, kitâbelerde, hatta bayraklarda da görülür.

    Uzun Hasan Bey, “Hasan Padişah Kanunları” adıyla anılan kanunnâmeler yazdırmıştır. Bu kanunnâmeler vergi, idarî ve içtimaî hayatla ilgilidir. Göçebe ve köylülerden, şehirlerde yaşayan halktan, türlü zanaat ve meslek erbabından alınan vergilerin miktarları kanunnâmelerin en önemli konusunu teşkil eder. Hasan Padişah Kanunları, doğu ve güneydoğu vilâyetlerinde fetihten itibaren bir müddet kullanıldıktan sonra yerini Osmanlı kanunnâmelerine bırakmıştır. Ancak İran’da bu kanunlar uzun süre geçerli olmuştur.

    Uzun Hasan Bey, ilmî, dînî, sosyal ve devlet teşkilatıyla alakalı mîmarî eserler yaptırmıştır. Tebriz'de Nasriyye Medresesini yaptırıp, bakımı için vakıflar kurdurmuş, Nasriyye Medresesinin yanında cami, bir de hastane yaptırmıştır. Hastane çok geniş olup, binden fazla hastaya hizmet vermiş, ayrıca hastanenin bitişiğindeki mutfakta, fakir ve kimsesizlere de yemekler verilmiştir. Tebriz'de meşhur Heşt-Behişt Sarayının inşasını başlatmış, Fırat'ın kolu üzerinde de Taşköprü'yü yaptırmıştır.

    Uzun Hasan Bey, dönemin ilim ve alimlerine koruyucusu olmuştur. Hasan Bey, ilim ve alimleri sevdiğinden, Akkoyunlu ülkesinde pek çok meşhur alim bulunurdu. Meşhur astronom Ali Kuşçu, Hasan Bey’in sarayında olup, büyük itibar görürdü. Sarayında Ali Kuşçu’dan başka, Mevlana Mahmud Şarihi, Şirazi Mehmed Münşi ve fıkıh alimi İmam Ali de bulunurdu. Hasan Beyin hükümdarlığı zamanında, büyük İslam alimi, edib ve Kadı Celaleddin-i Muhammed Devani, çok kitap yazıp, bunlardan Ahlak-ı Celali pek meşhurdur. Hasan Bey’in Kur’ân-ı Kerîm’i Türkçe’ye çevirtip huzurunda okuttuğuna dair bilgiler de vardır. Kaynaklarda onun cami, medrese, kervansaray ve zâviye gibi birçok eser yaptırdığı kaydedilir; ancak çoğu günümüze ulaşmamıştır.

    Uzun Hasan Bey’i gören Venedik elçisi Kontarino Zeno onu lakabı gibi uzun boylu, yakışıklı ve hoşsohbet bir hükümdar olarak tasvir eder. Yine Venedikli bir tâcir İran’da benzerinin gelmediğini yazar. İslâm müelliflerinin hepsi meziyetlerini sayarak “sâhib-kırân” Hasan Bey’i överler. Onun en büyük hatası Osmanlılar’la çatışması olmuştur. Sınırlarını genişletmesi ve bu denli güçlenmesi Uzun Hasan Bey’i Osmanlılarla karşı karşıya getirdi. Akkoyunlular ile Osmanlılar arasındaki çatışmalar, Fatih Sultan Mehmed'in Trabzon İmparatorluğu üzerine yaptığı sefer sırasında başladı. Uzun Hasan Bey, 1473'teki Malatya Savaşı'nı kazanmasına rağmen Otlukbeli Savaşı'nda Fatih karşısında ağır bir yenilgiye uğramış ve bu yenilgiden sonra topraklarındaki siyasal ve askeri gücünü büyük ölçüde yitirmiş.

    Uzun Hasan Bey'in kızı Alemşah Halime Begüm ileriki yıllarda Safevi Devleti Hükümdarı Şah İsmail'in annesi olacaktır.

    “Ebü’n-nasr”, “Sâhib-kırân”, “Ulu bey” ve "Uzun" gibi unvanlarla anılan Hasan Bey, 882 yılının Ramazan bayramı gecesi (6 Ocak 1478) vefat etmiştir. Mezarı Tebriz Nasıriyye Mezarlığında bulunmaktadır.

    Derleyen: Sinan Acartürk
    Kaynak: vikipedi, biyografiinfo, turkcebilgi. islamansiklopedisi
    Görsel: Uzun Hasan Bey döneminde Akkoyunlu Devleti (1453-1478). vikipedi
    Uzun Hasan Bey (1423-1428) Akkoyunlu Devleti Hükümdarları Hasan Bey, Karakoyunlular ve Timur’un torununu yenerek devletinin sınırları güneye doğru genişletmiş, 1466 yılında Tebriz’i başkent yapmıştır. Uzun Hasan Bey, bugünkü İran, Irak, Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye'nin de bir bölümünü kapsayan bir coğrafyada 1453-1478 yılları arasında hüküm sürmüştür. Uzun Hasan Bey, Oğuzların Bayındır boyundan, Timur'un Diyarbakır, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Erzincan'a yönetici olarak atadığı Kara Yülük Osman Bey'in torunu olup, babası Celâleddîn Ali Beydir. 1423'te Diyarbakır'da doğmuştur. 1453'te Diyarbakır’da devletin başına geçmiş, Karakoyunluların hükümdarı Cihan Şahı yenmiş (1467), Trabzon İmparatoru IV. İoannis'in kızı Despina Hatun (Theodora Megali Komnini) ile evlenerek bu devleti himayesi altına almaya çalışmıştır. Uzun Hasan Bey, Akkoyunlu tahtını ele geçirip “ulu bey” olduktan sonra, özellikle malî ve adlî düzenlemelerle Akkoyunlular tarihinde önemli bir yere sahiptir. Kendisi, Amasya’da oturan Şehzade Bayezid’e gönderdiği bir mektupta eskiden Mangışlak, Hârizm ve Türkistan’a dağılan Bayındır ve Bayat ulusları ile Oğuz iline mensup olanların katına geldiklerini yazmıştır. Oğuz Han’ın ve onun torunu Bayındır Han’ın şerefli soyundan geldiğini ifade eden Uzun Hasan Bey, Akkoyunlu oymağının bağlandığı Bayındır boyunun damgasını devletinin sembolü yapmıştır. Bu sebeple Bayındır damgası sadece paralarda değil resmî evrak üzerinde, kitâbelerde, hatta bayraklarda da görülür. Uzun Hasan Bey, “Hasan Padişah Kanunları” adıyla anılan kanunnâmeler yazdırmıştır. Bu kanunnâmeler vergi, idarî ve içtimaî hayatla ilgilidir. Göçebe ve köylülerden, şehirlerde yaşayan halktan, türlü zanaat ve meslek erbabından alınan vergilerin miktarları kanunnâmelerin en önemli konusunu teşkil eder. Hasan Padişah Kanunları, doğu ve güneydoğu vilâyetlerinde fetihten itibaren bir müddet kullanıldıktan sonra yerini Osmanlı kanunnâmelerine bırakmıştır. Ancak İran’da bu kanunlar uzun süre geçerli olmuştur. Uzun Hasan Bey, ilmî, dînî, sosyal ve devlet teşkilatıyla alakalı mîmarî eserler yaptırmıştır. Tebriz'de Nasriyye Medresesini yaptırıp, bakımı için vakıflar kurdurmuş, Nasriyye Medresesinin yanında cami, bir de hastane yaptırmıştır. Hastane çok geniş olup, binden fazla hastaya hizmet vermiş, ayrıca hastanenin bitişiğindeki mutfakta, fakir ve kimsesizlere de yemekler verilmiştir. Tebriz'de meşhur Heşt-Behişt Sarayının inşasını başlatmış, Fırat'ın kolu üzerinde de Taşköprü'yü yaptırmıştır. Uzun Hasan Bey, dönemin ilim ve alimlerine koruyucusu olmuştur. Hasan Bey, ilim ve alimleri sevdiğinden, Akkoyunlu ülkesinde pek çok meşhur alim bulunurdu. Meşhur astronom Ali Kuşçu, Hasan Bey’in sarayında olup, büyük itibar görürdü. Sarayında Ali Kuşçu’dan başka, Mevlana Mahmud Şarihi, Şirazi Mehmed Münşi ve fıkıh alimi İmam Ali de bulunurdu. Hasan Beyin hükümdarlığı zamanında, büyük İslam alimi, edib ve Kadı Celaleddin-i Muhammed Devani, çok kitap yazıp, bunlardan Ahlak-ı Celali pek meşhurdur. Hasan Bey’in Kur’ân-ı Kerîm’i Türkçe’ye çevirtip huzurunda okuttuğuna dair bilgiler de vardır. Kaynaklarda onun cami, medrese, kervansaray ve zâviye gibi birçok eser yaptırdığı kaydedilir; ancak çoğu günümüze ulaşmamıştır. Uzun Hasan Bey’i gören Venedik elçisi Kontarino Zeno onu lakabı gibi uzun boylu, yakışıklı ve hoşsohbet bir hükümdar olarak tasvir eder. Yine Venedikli bir tâcir İran’da benzerinin gelmediğini yazar. İslâm müelliflerinin hepsi meziyetlerini sayarak “sâhib-kırân” Hasan Bey’i överler. Onun en büyük hatası Osmanlılar’la çatışması olmuştur. Sınırlarını genişletmesi ve bu denli güçlenmesi Uzun Hasan Bey’i Osmanlılarla karşı karşıya getirdi. Akkoyunlular ile Osmanlılar arasındaki çatışmalar, Fatih Sultan Mehmed'in Trabzon İmparatorluğu üzerine yaptığı sefer sırasında başladı. Uzun Hasan Bey, 1473'teki Malatya Savaşı'nı kazanmasına rağmen Otlukbeli Savaşı'nda Fatih karşısında ağır bir yenilgiye uğramış ve bu yenilgiden sonra topraklarındaki siyasal ve askeri gücünü büyük ölçüde yitirmiş. Uzun Hasan Bey'in kızı Alemşah Halime Begüm ileriki yıllarda Safevi Devleti Hükümdarı Şah İsmail'in annesi olacaktır. “Ebü’n-nasr”, “Sâhib-kırân”, “Ulu bey” ve "Uzun" gibi unvanlarla anılan Hasan Bey, 882 yılının Ramazan bayramı gecesi (6 Ocak 1478) vefat etmiştir. Mezarı Tebriz Nasıriyye Mezarlığında bulunmaktadır. Derleyen: Sinan Acartürk Kaynak: vikipedi, biyografiinfo, turkcebilgi. islamansiklopedisi Görsel: Uzun Hasan Bey döneminde Akkoyunlu Devleti (1453-1478). vikipedi
    0 Kommentare 0 Anteile
  • The 1st Commando Battalion Yildram of the Pakistani elite commandos, Special Services Group (SSG) is named after Ottoman Sultan Yildirim Bayezid I (Reign 1389-1402). The Thunderbolt is also used in the official SSG insignia as shown below.

    Yildirim meaning Thunderbolt , was a title given to Sultan Bayezid I for the speed with which he could mobilize his military forces for launching an offensive. On average it took Sultans 6 weeks to reach the Danube river in Hungary from Istanbul, Bayezid I did the same in just 2 weeks with his forces. This feat itself stunned European leaders.
    The 1st Commando Battalion Yildram of the Pakistani elite commandos, Special Services Group (SSG) is named after Ottoman Sultan Yildirim Bayezid I (Reign 1389-1402). The Thunderbolt is also used in the official SSG insignia as shown below. Yildirim meaning Thunderbolt ⚡, was a title given to Sultan Bayezid I for the speed with which he could mobilize his military forces for launching an offensive. On average it took Sultans 6 weeks to reach the Danube river in Hungary from Istanbul, Bayezid I did the same in just 2 weeks with his forces. This feat itself stunned European leaders.
    0 Kommentare 0 Anteile
  • "Whosoever fears defeat always remains defeated"

    ~Ottoman Sultan Yildirim Bayezid I
    The Thunderbolt
    "Whosoever fears defeat always remains defeated" ~Ottoman Sultan Yildirim Bayezid I The Thunderbolt ⚡
    0 Kommentare 0 Anteile
  • Bülbül Hatun Camii
    Ladik/SAMSUN
    İlçe merkezindeki bu cami de, 1943 depremiyle yıkılan ve II. Bayezid’in hanımı Bülbül Hatun tarafından yaptırılan asıl yapının yerine 1966’da inşa edilmiş camidir. Yapı, aslına uygun bir şekilde ayağa kaldırılmış ve halkın kullanımına sunulmuştur.
    Bülbül Hatun Camii🕌 Ladik/SAMSUN İlçe merkezindeki bu cami de, 1943 depremiyle yıkılan ve II. Bayezid’in hanımı Bülbül Hatun tarafından yaptırılan asıl yapının yerine 1966’da inşa edilmiş camidir. Yapı, aslına uygun bir şekilde ayağa kaldırılmış ve halkın kullanımına sunulmuştur.
    0 Kommentare 0 Anteile
  • DEVLET-İ ALİYYE'NİN ENDÜLÜS MÜSLÜMANLARINA YARDIMI

    1453 te İstanbul’un fethi birçok İslam beldesinde olduğu gibi Endülüste'de büyük bir sevinçle karşılandı. Endülüs İslam devleti hıristiyan krallıklarının tehditlerine karşı yardım talep edebilecekleri yeni bir büyük müslüman gücünün doğuşundan son derece memnundular.

    İlk yardım talebi 1487’de Emir Ebu Abdullah'ın, Sultan 2. Bayezid’e bir elçi göndererek şehirlerini teker teker ele geçiren 2. Fernando-İzabella çiftine karşı yardım istemesiyle başladı. Ancak Sultan 2. Bayezid bu sırada Avrupaya iltica etmiş olan kardeşi Şehzade Cem’le ve Memlükler’le meşgul olduğu için istenilen askeri gücü yollayamasada papaya ve Fernando’ya birer mektup yazarak Endülüs müslümanlarının sıkıştırılmamasını bildirdi.

    1492 de Gırnata’nın düşmesinin ardından 1502’de de bu defa şehirde kalmış olan müslümanlar Sultan 2. Bayezid’e tekrar elçi gönderdiler. Bunun üzerine 2. Bayezid meşhur denizci Kemal Reis kumandasında bir donanmayı Akdeniz’e gönderdi. Kemal Reis İspanya'nın birçok kıyı şehrini ağır top ateşleriyle vurduktan sonra bir çok Endülüs müslümanını kurtararak Kuzey Afrika’ya ve İstanbul’a taşıdı.

    Alman kralı Şarlken döneminde İspanyollar’dan büyük zulüm gören Endülüs müslümanları tekrar yardım istediler. Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman Han, Hızır Reis'i 1530 yılında İspanya sahillerine gönderdi ve 70.000 müslüman kurtarılarak Cezayir topraklarında iskan edildi. Bu dönemde Hızır Hayreddin Reis (Barbaros) 7 defa İspanya topraklarına sefer yapmıştır.

    Yine Kanuni döneminde Turgut Reis, Salih Reis ve Piyale Paşa Osmanlı donanmasıyla İspanya kıyılarına sayısız seferler düzenleyerek çok sayıda Endülüslü müslümanı Kuzey Afrika’ya taşıdılar.

    Ancak Osmanlı-Endülüs bağlarının iyice güçlendiğini gören İspanyollar, Endülüs-Osmanlı bağını kesebilmek için Müslümanları asimilasyon faaliyetlerini hızlandırdılar. İspanyollar, Müslümanları hırıstiyan olmaya zorluyorlardı. Endülüslü Müslümanlar engizisyon mahkemelerinde ağır biçimde cezalandırılıyorlardı. Bunun üzerine 1568’de müslümanlar büyük bir ayaklanma başlattı.

    Müslümanlar Kanuni'nin 1566 da vefatının ardından Sultan 2. Selim’e de üst üste mektuplar gönderdiler. Sultan 2. Selim yardım için 1568 de Cezayir Beylerbeyi Kılıç Ali Paşa’yı görevlendirdi ancak Kılıç Ali Paşanın gönderdiği güçlü donanma Meriye açıklarında fırtına sonucu ağır hasar alarak dağıldı. 1569 da tekrar silah ve asker gönderildi ancak başarı sağlanamadı.

    Bunun üzerine Sultan 2. Selim 1570 te Endülüslüler’e bir defa daha yardım taahhüdünde bulundu. Ancak Osmanlı Akdeniz donanmasının 7 Ekim 1570 te Lepanto’da müttefik haçlı donanması tarafından yakılması (Navarin faciası 7 Ekim 1570) vaad edilen yardımın gerçekleşmesini imkansız hale getirdi. Aynı zamanda 1570 yazında Osmanlı devletinin deniz gücünün bir kısmı Lala Mustafa paşa kumandasında, Piyale paşanın donanma kaptanlığında Kıbrıs'ı kuşatmıştı.

    İspanyollar, 1609-1614 yılları arasında Endülüs müslümanlarının tamamına yakınını Endülüs’ten uzaklaştırmaya muvaffak oldular. O dönemde Osmanlı tahtında bulunan Sultan 1. Ahmed hem 1593 te başlayıp devam eden Osmanlı-Avusturya harpleriyle mücadele ediyor, hem İran seferleriyle uğraşıyor ve hemde içeride Kuyucu Murad paşanın idaresinde Celali isyanlarına karşı mücadele veriyordu. Donanma ise Kıbrıs çevresinde Koca Murad Reis kumandasında Venediklilerle mücadele ediyordu.

    Bu nedenlerle Osmanlılar bu devirde İspanya’ya karşı harekete geçemedi. Bütün bunlara rağmen Sultan 1. Ahmed İngiltere, Fransa ve Venedik gibi devletlere elçiler göndererek Osmanlı Devleti’ne sığınmak isteyen Endülüs müslümanlarına yardımcı olunmasını istedi ve bu sayede birçok Endülüslü Kuzey Afrika’daki Osmanlı topraklarına ve İstanbul’a ulaştırıldı.
    DEVLET-İ ALİYYE'NİN ENDÜLÜS MÜSLÜMANLARINA YARDIMI 1453 te İstanbul’un fethi birçok İslam beldesinde olduğu gibi Endülüste'de büyük bir sevinçle karşılandı. Endülüs İslam devleti hıristiyan krallıklarının tehditlerine karşı yardım talep edebilecekleri yeni bir büyük müslüman gücünün doğuşundan son derece memnundular. İlk yardım talebi 1487’de Emir Ebu Abdullah'ın, Sultan 2. Bayezid’e bir elçi göndererek şehirlerini teker teker ele geçiren 2. Fernando-İzabella çiftine karşı yardım istemesiyle başladı. Ancak Sultan 2. Bayezid bu sırada Avrupaya iltica etmiş olan kardeşi Şehzade Cem’le ve Memlükler’le meşgul olduğu için istenilen askeri gücü yollayamasada papaya ve Fernando’ya birer mektup yazarak Endülüs müslümanlarının sıkıştırılmamasını bildirdi. 1492 de Gırnata’nın düşmesinin ardından 1502’de de bu defa şehirde kalmış olan müslümanlar Sultan 2. Bayezid’e tekrar elçi gönderdiler. Bunun üzerine 2. Bayezid meşhur denizci Kemal Reis kumandasında bir donanmayı Akdeniz’e gönderdi. Kemal Reis İspanya'nın birçok kıyı şehrini ağır top ateşleriyle vurduktan sonra bir çok Endülüs müslümanını kurtararak Kuzey Afrika’ya ve İstanbul’a taşıdı. Alman kralı Şarlken döneminde İspanyollar’dan büyük zulüm gören Endülüs müslümanları tekrar yardım istediler. Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman Han, Hızır Reis'i 1530 yılında İspanya sahillerine gönderdi ve 70.000 müslüman kurtarılarak Cezayir topraklarında iskan edildi. Bu dönemde Hızır Hayreddin Reis (Barbaros) 7 defa İspanya topraklarına sefer yapmıştır. Yine Kanuni döneminde Turgut Reis, Salih Reis ve Piyale Paşa Osmanlı donanmasıyla İspanya kıyılarına sayısız seferler düzenleyerek çok sayıda Endülüslü müslümanı Kuzey Afrika’ya taşıdılar. Ancak Osmanlı-Endülüs bağlarının iyice güçlendiğini gören İspanyollar, Endülüs-Osmanlı bağını kesebilmek için Müslümanları asimilasyon faaliyetlerini hızlandırdılar. İspanyollar, Müslümanları hırıstiyan olmaya zorluyorlardı. Endülüslü Müslümanlar engizisyon mahkemelerinde ağır biçimde cezalandırılıyorlardı. Bunun üzerine 1568’de müslümanlar büyük bir ayaklanma başlattı. Müslümanlar Kanuni'nin 1566 da vefatının ardından Sultan 2. Selim’e de üst üste mektuplar gönderdiler. Sultan 2. Selim yardım için 1568 de Cezayir Beylerbeyi Kılıç Ali Paşa’yı görevlendirdi ancak Kılıç Ali Paşanın gönderdiği güçlü donanma Meriye açıklarında fırtına sonucu ağır hasar alarak dağıldı. 1569 da tekrar silah ve asker gönderildi ancak başarı sağlanamadı. Bunun üzerine Sultan 2. Selim 1570 te Endülüslüler’e bir defa daha yardım taahhüdünde bulundu. Ancak Osmanlı Akdeniz donanmasının 7 Ekim 1570 te Lepanto’da müttefik haçlı donanması tarafından yakılması (Navarin faciası 7 Ekim 1570) vaad edilen yardımın gerçekleşmesini imkansız hale getirdi. Aynı zamanda 1570 yazında Osmanlı devletinin deniz gücünün bir kısmı Lala Mustafa paşa kumandasında, Piyale paşanın donanma kaptanlığında Kıbrıs'ı kuşatmıştı. İspanyollar, 1609-1614 yılları arasında Endülüs müslümanlarının tamamına yakınını Endülüs’ten uzaklaştırmaya muvaffak oldular. O dönemde Osmanlı tahtında bulunan Sultan 1. Ahmed hem 1593 te başlayıp devam eden Osmanlı-Avusturya harpleriyle mücadele ediyor, hem İran seferleriyle uğraşıyor ve hemde içeride Kuyucu Murad paşanın idaresinde Celali isyanlarına karşı mücadele veriyordu. Donanma ise Kıbrıs çevresinde Koca Murad Reis kumandasında Venediklilerle mücadele ediyordu. Bu nedenlerle Osmanlılar bu devirde İspanya’ya karşı harekete geçemedi. Bütün bunlara rağmen Sultan 1. Ahmed İngiltere, Fransa ve Venedik gibi devletlere elçiler göndererek Osmanlı Devleti’ne sığınmak isteyen Endülüs müslümanlarına yardımcı olunmasını istedi ve bu sayede birçok Endülüslü Kuzey Afrika’daki Osmanlı topraklarına ve İstanbul’a ulaştırıldı.
    0 Kommentare 0 Anteile
Suchergebnis